89 – FECR SURESİ TEFSİRİ

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla!

Fecir suresi Nüzul sırasına göre onuncu, kuran sıralamasına göre de seksen dokuzuncu sure olup, otuz ayetten ibarettir. Mekki bir suredir.

89/1- Fecre andolsun,

Fecir vakti Karanlıkların, yani hem cehaletin hem de, gecenin kaybolmaya başlamasının ilk halidir. toplum dilinde tan yerinin ağarması, Kuran dilinde de beyaz iplikle siyah ipliğin ayrılmaya başladığı zamandır.

2/187- Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tövbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.

“Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin,”

Allah kullarına bazı bilinen şeylerle, bilinmeyen insanlara gayıp olan bilgileri vermek için bilinenlere dikkat çekerek anlatmaktadır. Nasıl siz güneşi ayı gündüzü geceyi sabahı seher vaktini biliyorsanız, bu size verecek olduğum bilgiler de aynen o bildikleriniz şeyler gibi gerçektir.

89/2- On geceye,

Kuran içerisinde dolaştığımız zaman Kuran’da on gece aşağıda sadece vermiş olduğumuz bir tek ayet içerisinde geçmektedir.

7/142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” dedi.

“Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik” Kuran kuranla açıklanır. Kuran’da bir kelimenin veya bir ayetin ne demek istediği mutlaka bile-bilenler, için başka bir ayette açıklanmış veya kuran bütünlüğü içerisinde gizlenmiştir.

Bazı cinlerin insanları kandırarak onların bilmediği yönlerden onlara batıl olanı hak olarak göstermeleri sonucu insanları yanlış yollara sürükleye-biliyorlardı. Ama kuran gelince mutlaka bir yanlış söyledikleri zaman onun doğrusu mutlaka kuranda olduğu söylenmektedir.

72/ 7- “Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.”

72/8- “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.”

72/ 9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”

Cin suresi içerisinde geçen bu ayetlere bakıldığında konu içerisinde işlenmekte olan bir gerçekten söz edilmektedir. Kuran gelmezden önce ilim ve teknolojide ileri gitmiş dünyayı tabulaştırarak, dünyaya bağlanmış olan yabancılaşmış insanlar. (cinler) Yalan söyleyerek bazı insanları kandırdıklarını anlatmaktadır. Ama Kuran gelince her örnekten bir örnek olan hiçbir eksik bırakılmayan bir kitap insanların ellerinde beklemektedir. Ne zaman onlar yalan bir şey söyleseler onu hemen Kuran’da mutlaka doğru olan bir ayet izlemektedir.

Bulabilenler için kuranda insanlar için ihtiyaç olan her şey vardır. Kuranda bahsedilen “on gece” İfadesi; mutlaka karşılığı olan bir ifadedir. bütün peygamber ve Allah dostlarında olan, bütün dünyalık olan varlıklardan iletişim kesilerek sadece Allah ile yoğunlaşmak demektir. Mescitlerde itikâfta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunun bir adı da itikâfa girmektir.

“Mescitlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın.

Müfessirlerin bahsettikleri gibi on gece; ne ramazan ayının son günü, ne de zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu bilgiler kuranın dışından gelen bilgilerdir. Kuranda geçmeyen bilgiler. Kur ani anlayışı asla yansıtmaz.

89/3- Çifte ve tek’e,

Yeryüzünde ve kâinatta yaratılmış olan ne varsa onlara yemin edilmektedir.

89/4- Akıp-gittiği zaman geceye,

Dünyanın kendi ekseni etrafında dönerek gece ve gündüzün meydana gelişine dikkat çekmektedir.

89/5- Bunlarda, akıl sahibi olan için bir yemin var, değil mi?

Aklını kullanan insanlar için yaratılmış olan bütün şeylerde bir hikmet olduğu açıklanmaktadır.

89/6- Rabbinin Ad (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi?

Kuran’da geçen kavimlerin helak edilmesiyle ilgili ayetlerin Kuran çerçevesinde doğru bir yere oturtulmaya ihtiyaç vardır. Burada konu ve Kuran bütünlüğü içerisinde anlatılmak istenen vahye uymayan ve aklını kullanmayan toplumların mecazi bir anlatımla helak edilerek dünya hayatında onlara ceza verilmesidir.

Oysa kuran insanların dünya hayatında evren yasalarına ve insanlarını birbirlerine müdahale etmesi hariç Allah insanları dünya hayatında özel bir cezada bulunmamaktadır. Kendisinin verecek olduğu ceza ahiret âleminde cehennemdedir. Şimdi kavimlerin helaki ile ilgili konu En büyük kuran anlayışı yanlışların başında gelmektedir. Kuran’da helak kavramı ile ilgili, anlatılmak istenenleri geniş olarak burada açıklamak istiyorum.

KAVİMLERİN HELAK EDİLMESİ İLE İLGİLİ KURAN KISSALARININ ANLATMAK İSTEDİĞİ NEDİR?

İslam toplumlarında kavimlerin helak edilmesi ile kısalardan anlaşılan suç işlemede aşırı şekilde ileri giden kavimlerin Allah tarafında bir ceza olarak suda boğulmaları sayha tutmaları gökten taş yağdırmaları sonucunda yerle bir edilmeleri olarak anlaşılmış ve anlatılmıştır.

İslam müfessirleri de genelde böyle yorumlamışlardır. Oysa kuran kuranla açıklandığında bunlar müteşabih ayetlerdendir. Allah dünya hayatını deneme salonu yaparak insanların hangilerinin daha güzel amel işlediğini denemekte ve cezayı hak edenlerin cezalarını ahiret âlemine erteleneceğini vaat etmektedir. Şimdi kurandaki helak ile ilgili kıssaların açıklanmasında önem arz eden ayetlerden örnekler vererek konuyla ilgili açıklamayı yapmaya çalışalım.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Allah insanları dünya hayatında bütün insanlar dışındaki varlıklara hükmedebilecek donanımda yaratarak dünya hayatında Allah adına iş gören anlamında halife kılmıştır. Yetki sahibi sadece ve sadece insandadır. Bu sebeple Allah insanların gidişatına peygamberleri ve şeytanları sadece teklif sunucu olarak göndermiş, hiçbir zaman insan iradesine müdahale etmeyerek onları sınav yapmaktadır.

Dünya hayatında sadece insanlar, Allah’ın evrene koyduğu yasalara uymamakla ve insanların birbirlerine müdahale etmesi dışında asla onların yaşam biçimlerine müdahale etmemiştir. Şimdi ayetlerden örnekler vermeye çalışarak söylediklerimizi Kuran’daki ayetlerle belgelemeye çalışalım.

Suç işleyenlerin cezalarının ahiret âlemine ertelenmesi ile ilgili ayetler.

11/8- Andolsun, onlardan azabı sayılı bir topluluğa (veya belirli bir süreye) kadar ertelesek, mutlaka: “Onu alıkoyan nedir?” derler. Haberiniz olsun; onlara bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve alaya almakta oldukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

16/61- Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

Ayetler arasında bağ kurarak doğru bir mantık işleterek kuranın ne dediğinden ziyade konu içerisinde geçen ayetlerin ne demek istediğinin yakalanması gerekir. Müteşabih ayet birbirleriyle benzeşen olduğu gibi aynı zamanda karmaşık olan ve diğer ayetlerin bir araya getirilerek kastettiği manayı kuran ve evren bütünlüğü içerisinde değerlendirerek anlamı yakalanması gerekir.

Kuran’da Nuh kavminin iman edenleri gemi içerisine alınarak kurtarılması Musa kavminin denizi yararak iman edenlerle beraber kuru bir yol açılarak inkar eden ve zulmedenlerin helak olması, ve bunun gibi bir çok kavimlerin dünya hayatında suç işlemeleri inkar etmeleri ve zulüm yapmaları nedeniyle helak edilmeleri kuranda ahiret hayatında başlarına gelecek bir felaketi teşbih yaparak dünya hayatında mecazi bir anlatımla anlatmaktadır.

İnsan tek başına bir ümmet ve tek başına bir kavim olduğu gibi aynı suç işleyenler de tek başına bir kavim ve ümmettirler. Bir insanın suç işlemesiyle bütün insanların suç işlemeleri arasında hiçbir fark yoktur. Eğer günümüzde geçmiş kavimlerin zulüm yapmaları ve suç işlemeleri nedeniyle İslam toplumlarında ve müfessirlerin büyük bir çoğunluğunun söylediği gibi helak edilme olayı olmuş olsaydı şimdi de bu helak olmaya devam ederdi. 

Ve bundan sonra da helak edilmeye devam edeceklerdi. Ama Kuran’daki anlatımlara baktığımız zaman Musa kavminden sonra mecazi olarak anlatılan helakler ne hazret İsa kavminde ne de hazreti Muhammet peygamber kavminde ne de hazreti Muhammet peygamberden sonraki kavimlerde olmamıştır. Allah kavim insan ve toplum mu ayırt ediyor? Hayır, Allah hiçbir zaman bir çekirdeğin etrafındaki lifler kadar bile insanları haksızlığa uğratmaz hak edenin karşılığını hak edişi kadar mutlaka verecektir. Bu Allah’ın kesin bir vaadidir.

10/43- Ve sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları -üstelik basiretleri de yoksa- sen mi doğru yola ulaştıracaksın?

10/44- Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.

10/45- Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah’a kavuşmayı yal anlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar hidayete ermiş (kimseler) değildi.

Helak’in insanların başlarına gelecek olan felaketlerin gelecek olduğu yer ahiret alemindedir. Allah hiç kimseyi saptırmaz ve hiç kimseye de zulüm yapmaz. Ancak Allah sapmayı ve zulmü yaratır insanlar seçerken bağışlanmayı hidayete gelmeyi tercih etmeyip zulüm yapmayı tercih ederlerse insanlar kendi yollarını kendileri seçerek azabı cehennemi yalanlayarak yalanları kendilerini kuşatmakta cezayı hak etmektedirler. Şimdi Kuran’da geçen kavimlerin helaki ile ilgili konulardan örnekler vererek olayı daha iyi kavramaya çalışalım.

7/59- Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.”

7/60- Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.

7/61- O: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ yoktur; ama ben âlemlerin Rabbinden bir elçiyim.” dedi.

7/62- “Size Rabbimin risale tini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum.

7/63- “Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap) gelmesine mi şaştınız?”

7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.

Kuran’dan Nuh ve Nuh kavmi ile ilgili anlatılan bir kıssadan bir bölüm naklettik. Kuran insan hayatının dünya hayatı gibi belirlenmiş doğum ve ölüm arasında insanların sandığı gibi kısacık bir hayatı değil, insan hayatını hem dünya hem de ahiret hayatını da içine alarak ebedi bir hayat içerisinde değerlendirmektedir.

Zaman insanlara göre vardır. Kâinat yokken zaman da yoktu. Kâinatın yaratılmasıyla beraber zaman yaratıldı. Öyleyse Kuran’da bahsedilen bazı kelimeler ve kavramlar anlatılırken Allah’a göre bir an ama insanlara göre söyleniş şekillerine göre değişen anlamlar ortaya çıkmaktadır. Bir ayetten örnek verelim.

3/59- Şüphesiz, Allah Katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” demesiyle o da hemen oluverdi.

“”ol” demesiyle o da hemen oluverdi.” Burada ol kelimesi insanlar içerisinde bir zaman dilimi içerisinde olan ve görülen Ama Allah’a göre oluşmasıyla olması arasında bir zaman farkı olmayan bir olgudur. Eğer kuranda anlatılan bu gibi bir ifadeleri bir zaman dilimi içerisine yayılarak anlamaya ve anlatmaya kalkarsak kuran hayali bir anlatımdan öteye geçemez. Ama Kuran yaşanan her şeyi bir zaman dilimi içerisinde yaratan nebilerin ve inanan ve inanmayan insanların birlikte yaşadıkları gerçek bir hayattan söz eder.

Eğer, “ol” Kelimesini kuran gerçekten zaman tanımaz insanların anladıkları gibi mucize bir anlatım olarak anlatmış oldukları hazreti Meryem’e gelen bir elçinin iletişim kurmadan gebe kalmadan, sancı çekmeden zaman kavramı ortadan kalkarak oluşurdu. Allah her şeyi bir sebebe bağlayarak evrenin ve vahyin kurallarını kesinlikle birbirleriyle çatıştırmadan çelişki sizlik içerisinde anlatmasının sebebi de bu olmalıdır. Mucize olan peygamberlerin insanların iman etmeleri için harikulade vahyin dışında şeyler değil, mucize olan, Allah’ın yarattığı vahiyler de dâhil olmak üzere, kâinatta yaratılmış olan her şeydir.

Kitabi toplumlarda oluşan iki yanlış anlayış, onların hayata bakışlarını yanlış bir temele oturtmaktadır. Birisi ayetler ve mucize kavramının yanlış anlaşılması diğeri ise kavimlerin helaki ile ilgili vahiy anlayışlarının yanlış anlaşılmasıdır

Nuh Kavminden inkâr edenlerin Nuh peygamberin Allah’tan aldığı vahiyleri yalanlamaları ve ahiret alemi ile ilgili bilgileri kabul etmemeleri nedeniyle onlar helak olmaktadırlar. Eğer bu helak olma olayını deprem sel felaketlerinin veya taş yağma sayha tutma olan mecazi bir anlatım değil, gerçek olan bir helakten söz etmektedir. 

İman edenler bu felaketlerden arındırılması Allah’ın melek olarak yarattıklarını akleden ve kendilerine kotlanmış olan bilgilerin dışına çıkarak insanlar arasında yaşam biçimlerini de bilen bir konuma getirilmiş olurdu. Oysa meleklerin görevleri ademe, bir anlamda insanlara secde etmekle görevli kendilerine kotlanmış bilgilerle secde eden varlıklardır.

2/34- Ve meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.

Günümüzde var olan, tsunamiler, depremler, sel felaketleri, geldiği zaman olaylarda görüldüğü gibi, iman edenleri ayıp iman etmeyenleri yok etmiyor. Aksine kim o felaketlere karşı kendilerini korumak için gerekli donanımı kuşanırlar sa Allah onları inanan ve inanmayan diye, ayırt etmeden korumaktadır.

Eğer sadece dünyalık düşüneceksek, İnsanlar kaç şiddetinde o bölgede deprem olacaksa o şiddete dayanıklı depreme hazırlıklı olmadan, inansın veya inanmasın mutlaka gelince öldürür. Ve yerle bir eder. İslam ülkelerinde beş altı iddetinde deprem olduğu zaman yüzlerce binlerce insanlar yıkık altında kalmakta ve ölmektedirler. Ama depremin en çok olduğu halkının büyük çoğunluğu Müslüman olmayan Japonya’da yedi sekiz şiddetinde olduğu halde ölen insan sayısı yok denecek kadar az olmaktadır. Çünkü onlar binalarını o şiddete dayanıklı halde inşa etmektedirler.

Öyleyse deprem insanların inanmayanları helak etmiyor. yıkılmalara karşı gerekli önlem almayan inanan ve inanmayanları ayırt etmeden öldürüyor. O zaman Nuh kavminin Musa kavminin ve diğer kavimlerden iman etmeyen ve zulmedenlerin helak edilmesi kuranda başka bir anlamda anlaşılması gerekir.

Nuh’un gemisi kuranda mecazi olarak anlatılmaktadır. Anlatılmak istenen de şudur. Nuh peygamberin getirmiş olduğu vahiyler çerçevesinde hareket edenler, iman etmeleri ve Salih amel işlemeleri sebebiyle ahiret âleminde kurtulmuş iman etmeyenler de küfür denizinde boğularak ahiret âleminde cehennemle helak edileceği anlatılmıştır.

YERYÜZÜNDE İNSANLAR ANCAK BİRBİRLERİNE MÜDAHALE EDERLER.

22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidiler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Doğada insanların dışındaki varlıklarda ayakta dura bilmelerinin temel koşulu “büyük balık küçük balığı yutar.” Felsefesidir. Ama bu insanlarda farklı olmalıdır. İnsanlar büyük balığı da Allah kendisine hizmet ettirecek donanımını vermiştir. 

Güçlü olan zayıf olanı yok eder. Öldürür değil, güçlü olan zayıf olanları koruyarak onlara zulmedilmemesini insanlara emretmektedir. İşte imtihanın adı budur. İnsanın halife olması bir anlamı yeryüzünde kendilerinin dışındaki bütün yaratılmış olan varlıklara hükmedebilen anlamında olduğu gibi aynı zamanda kendi özgür iradeleri ile Rab yolunu seçenlerin kendi ellerinin kendi güçlerinin altındakilere zulmetmeyerek onlara adaletle davranmalarıdır. 

Adaletle davranma ve Allah’ın yeryüzünde iktidar sahibi olduklarında da kelimeleri yerinden oynatmadan hak ettiği yerde durdurulması sorumluluğu yüklenmiştir.

Zalim olanların yeryüzünde iktidarları ellerine geçirerek, ekini ve nesli yok etmeleri haksız yere adalet sahibi olanları öldürmeleri yerlerinden ve yurtlarından sürmeleri mazlum olanların birleşerek güç ve kuvvet oluşturmalarıyla ancak engellenebilir. Bir şeyi çalmada hırsızın ne kadar kabahati varsa, hırsızın yanında duranların da en az o kadar kabahati varır.

Allah her insanın gönlüne takvayı yerleştirmiştir. Ama bu takva duygusu gerek dünyalık menfaatlerden gerekse korkularından dolayı bastırılarak onların kişiliklerinin takva yönünde gelişmesine engel olunmuştur. Bununla ilgili baştan geçen bir olayı anlatacağım.

Bir kasap bir kamyona satın almış olduğu büyük baş hayvanları doldurur. Ve başka bir şehre pazarlamak için yola çıkarlar. Olacak ya, bir köyden geçerken aniden beş altı yaşlarında bir çocuk kamyonun önüne çıkar. Şoför çocuğun çiğnenmesini ne kadar gayret gösterse de engelleyemez. 

Ve çocuğu araba çiğner. Orada köylüler şoförün üzerine çullanarak linç etmek için harekete geçtiklerinde kasap da şoföre vurmaya başlar. Aslında şoförün bunda bir kabahati yoktur. Fakat köylülerden gelebilecek tehlikeye karşı mazlum olan şoföre o da vurmaya başlar. Sebebi kasaba sorulduğu zaman eğer ben ona vurmasam beni de şoförün yanında durduğumu sanacaklar beni de linç edecekler cevabını verir.

Bu davranış adil bir insana yakışmayan bir davranıştır. İnsan ölmeyi göze almadıkça Allah’ın gönderdikleri vahiylerle hayat bulması asla mümkün değîldir. İşte nice ölmeyi göze alan Allah’ın elçileri seslerini çok azı dışında duyuramamışlar. onlar adaleti hakkı ayakta tutmanın mücadelesini vermek için harekete geçtiklerinde öldürülmüşler dövülmüşler yerlerinden yurdundan sürülmüşlerdir.

3/21- Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.

Dünya hayatında Bir toplum Allah’ın gönderdiği bir peygamberi öldürebiliyorsa ve Allah da bu öldürenlere engel olamıyorsa veya olmuyorsa burada yanlış anlaşılan bir olay var. Eğer Allah insanların yanlış yapmalarına müdahalede bulunmuş olsaydı hiçbir zaman kendisinin göndermiş olduğu nebisini ve resullerini insanlara yenik düşürmezlerdi.

Peygamberin amcası Hamza öldürülüyor. ciğeri sökülüp yeniyor Allah’tan bir ses yok. İlk ben Müslümanım diyenlerden Sümeyye, sadece Müslüman oluşundan dolayı eğlence olsun diye bacakları zıt yöne doğru kan alize edilmiş develere bağlanıp peygamberin gözü önünde öldürülüyor. Yine Allah’tan bir ses yok. Allah sadece sabredin onlar bu tuzakları kuruyorlar. Biz de onlara tuzak kuruyoruz. Ve onları adı konulmuş din gününde hesabını soracağım diye vahy etmektedir.

Evet, Allah insanların yapmış oldukları kötülükleri zulümleri Rab yolunda olan insanlar birleşerek güç ve kuvvet oluşturduğu zaman onlar yenilgiye uğratılmış ve aşağılık konumuna dünyada düşürülmüşlerdir.

9/52- De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

O zaman dünya hayatındaki insanların helaki, Onların gözleri olduğu halde perdelenenler, kulakları olduğu halde hakkı işitemeyenler ve kalpleri de mühürlenen nelerdir. Yani dünyada iken geri dönüşü mümkün olmayan bir küfür gemisine binerek oradan inip vahiy gemisine binmeyenlerdir.

7/179- Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.

2/7- Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır.

Helak kavramıyla ilgili ancak anlaşılması gereken, dünya hayatında insanlara Allah hakka ulaşabilecek yolları ve malzemeleri göstererek hidayete erenler ve bağışlanan müminler depremden sel afetlerinde dolayı ölseler birle helak olan onlar değildir. 

Ancak vahye karşı kulağını tıkayıp gözlerini perdeleyen ve kendi kalplerini kendileri mühürleyerek hakka karşı mücadele edenler için kullanılmış bir kavramdır. Yoksa Allah kendi istemeyeni ne saptırır ne de bağışlar sapan da bağışlanmayı isteyen de insanın kendisidir. Allah kimseye zulmedici değildir. Ancak insanlar kendi kendilerine zulmetmektedirler.

89/6- Rabbinin Ad (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi?

Allah ad kavmine ne yaptığını kurandan görmeye çalışalım.

7/65- Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi.

7/66- Kavminin önde gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: “Gerçekte biz seni ‘aklî bir yetersizlik’ içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”

7/67- (Hud:) “Ey kavmim” dedi. “Bende ‘akıl yetersizliği’ yoktur; ama ben gerçekten âlemlerin Rabbinden bir elçiyim” dedi.

7/68- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”

7/69- “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluş bulasınız.”

7/70- Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.”

7/71- “Andolsun” dedi. “Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazab gerekli kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.”

7/72- Böylece onu ve onunla birlikte olanları Katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk

Yukarıda kavimlerin helakiyle ilgili anlatmış olduklarımızın burada da aynısı olmaktadır. Değişen bir şey yok. Allah’ın Hud peygamberin getirdikleri ahiret alemiyle ilgili bilgileri kabul etmeyerek ve ahiret alemiyle ilgili başlarına gelecek olan felaketleri kabul etmemeleri onların Hud peygamberin getirdikleri yasalara uymamaları sonucu bahsedilen “Andolsun” dedi.

 “Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazabı gerekli kılındı.” 

İğrenç azap işte vahyin aydınlığını görememeleri ve sonucunda cehalet karalığında kör ve sağır olarak ahiret âleminde azaba duçar olmalarıdır.

89/7- ‘Yüksek sütunlar’ sahibi İrem’e?

Her kavmin kendilerine göre ilah edinip Allah’ın emirlerine aldırmadan dünya hayatında tabulaştırıp yoğunlaşmalarıdır.

89/8- Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi.

O kadar sütun dikmede ilerlemişler ki, çağdaşlarında onlara denk bunları yapan olmamış. Bunlar da tarih sahnesinden silinip gittiklerini malları ve sütunları onlara fayda vermediği anlatılmaktadır.

89/9- Ve vadilerde kayaları oyup biçen Semud’a?

Her peygamberin kavmiyle kendisi arasında geçen bir kıssası olduğu gibi, semud kavminin peygamberi olan Salih peygamber arasında geçen bir olay bizlere ondan sonraki gelen kavimlere örnek verilerek anlatılmaktadır. Araf suresinde şöyle zikredilir.

7/ 73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.

7/74- “(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.”

7/75- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız” dediler.

7/76- Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.”

7/77- Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih’e de şöyle) dediler: “Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım.”

7/78- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.

7/79- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”

Kuran’da bahsedilen Salih peygamberin kavminin deve kesme olayı ile ilgili tefsirlerde anlatılanlar kuranın anlatmak istediği ayetlerle örtüşmemektedir. Semud kavmi kayaları oyarak insanlık tarihinde kendilerine ev yapmakla ün salmış bir topluluktur.

Fakat bunun yanında gelen peygamberleri yalanlamaları nedeniyle dünya hayatında kelimeler yerlerinden oynatmaları, kendilerine helal kılınmış olan bazı şeyleri haram, haram kılınmış bazı şeyleri de helal kılmaları nedeniyle hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında bir takım felaketlere uğratılmışlardır.

Deveyi Allah insanların etinden sütünden tüylerinde yavrularında ve yükünden birçok nimetlerinden insanların istifade etmesi için yaratıldığı halde, Deveyi ilah konumuna getirmişlerdir.

Şirk koşmak Allah’ın rabliğini Allah’ın yarattıklarıyla paylaşmak demektir. Yani Allah’a olan sevgiyi ve ihtiramı Allah’a denk veya Allah’ın yarattıklarını önüne geçirmek demektir. Deveyi kesmeleri deveyi Allah’ın tanımlamış olduğu konumdan kaldırarak ona sevgide aşırı gitme olarak tanımlamaktadır.

89/10- Ve kazıklar (ehramlar) sahibi Firavun’a?

89/11- Ki onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı.

89/12- Böylece oralarda fesadı yaygınlaştırmış-arttırmışlardı.

89/13- Bundan dolayı, Rabbin, onların üzerine bir azap kamçısı çarpıverdi.

Fecir suresinde bu dört ayetle firavun hakkında kısacık bilgi vererek onların yaşam biçimlerini ve yanlış gidişlerinin sonucu olarak azaplandırılmasından söz etmektedir.

Kuran’da en çok bahsedilen peygamberlerden birisi Musa peygamberdir. Dikkat edenler için Kuran’da kıssası geçen peygamberler toplumlarda ses getirişi kadar yer kaplamaktadır. En çok kısası bahsedilen peygamber son peygamberdir. Daha sonra da Musa peygamber gelmektedir. Firavun kelimesi kuranda yetmiş dokuz yerde geçmektedir. Hazreti Musa’nın doğumundan başlayarak firavunla mücadelesini nasıl verdiğini kassas suresinde anlatılanları aktarmaya çalışalım.

28/1- Ta, Sin, Mim.

28/2- Bunlar, apaçık Kitab’ın ayetleridir.

28/3- Mü’min olan bir kavim için hak olmak üzere, Musa ve Firavun’un haberinden (bir bölümünü) sana okuyacağız.

28/4- Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.

28/5- Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.

28/6- Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde ‘iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım’, Firavun’a, Haman’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.

28/7- Musa’nın annesine: “Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu Biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız” diye vahyettik (bildirdik).

28/8- Nihayet Firavun’un ailesi, onu (ileride bilmeksizin) kendileri için bir düşman ve üzüntü konusu olsun diye sahipsiz görüp aldılar. Gerçekte Firavun, Haman ve askerleri bir yanılgı içindeydi.

28/9- Firavun’un karısı dedi ki: “Benim için de, senin için de bir göz bebeği; onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.” Oysa onlar (başlarına geleceklerin) şuurunda değillerdi.

28/10- Musa’nın annesi ise, yüreği boşluk içinde sabahladı. Eğer mü’minlerden olması için kalbi üzerinde (sabrı ve dayanıklılığı) pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu(n durumunu) açığa vuracaktı.

28/11- Ve onun kız kardeşine: “Onu izle,” dedi. Böylece o da, kendileri farkında değilken onu uzaktan gözetledi.

28/12- Biz, daha önce ona süt analarını haram etmiştik. (Kız kardeşi:) “Ben, sizin adınıza onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verecek (veya eğitecek) bir aileyi size bildireyim mi?” dedi.

28/13- Böylelikle, gözünün aydın olması, üzülmemesi ve gerçekten Allah’ın va’dinin hak olduğunu bilmesi için, onu annesine geri vermiş olduk. Ancak onların çoğu bilmezler.

28/14- O, erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir ‘hüküm ve hikmet’ ve ilim verdik. Biz iyilikte bulunanları işte böyle ödüllendiririz.

28/15- (Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da:) “Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır” dedi.

28/16- Dedi ki: “Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.” Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O, bağışlayandır, esirgeyendir.

28/17- Dedi ki: “Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım.”

28/18- Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: “Sen açıkça bir azgınsın.”

28/19- Sonunda ikisinin de düşmanı olan (adam)ı yakalamak isterken (adam ona) dedi ki: “Ey Musa dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.”

28/20- Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: “Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim.”

28/21- Böylece oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: “Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar” dedi.

28/22- Medyen’e doğru yöneldiğinde de: “Umarım Rabbim, beni doğru bir yola yöneltip iletir” dedi.

28/23- Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: “Bu durumunuz ne?” “Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır.” dediler.

28/24- Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: “Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.”

28/25- Çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, (utana utana) yürüyerek ona geldi. “Babam, bizim için sürüleri sulamana karşılık sana mükafaat vermek üzere seni davet etmektedir.” dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o: “Korkma” dedi. “Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun.”

28/26- O (kadın)lardan biri dedi ki: “Ey babacığım, onu ücretli olarak tut; çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı gerçekten o kuvvetli, güvenilir (biri)dir.”

28/27- (Babaları) Dedi ki: “Doğrusu ben, sekiz yıl bana hizmet etmene karşılık olmak üzere, şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum; şayet on (yıl)a tamamlayacak olursan, artık o da senden. Ben sana zorluk çıkarmak istemem; beni de inşaAllah salih olanlardan bulacaksın.”

28/28- (Musa) Dedi ki: “Bu, benimle senin aranda olan (bir antlaşma)dır. Bu durumda iki süreden hangisini yerine getirirsem, artık bana karşı bir haksızlık söz konusu olamaz. Allah, söylediklerimize vekildir.”

28/29- Böylelikle Musa, süreyi tamamlayıp ailesiyle birlikte yola koyulunca, Tur tarafında bir ateş gördü. Ailesine: “Siz durun, gerçekten bir ateş gördüm; umarım ondan ya bir haber, ya da ısınmanız için bir kor parçası getiririm” dedi.

28/30- Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: “Ey Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah Benim;” diye seslenildi.

28/31- “Asanı bırak.” (Attıktan hemen sonra) onun şimdi bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya başladı. “Ey Musa, dön ve korkuya kapılma. Şüphesiz güvendesin.”

28/32- “Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve (her türlü) dehşetten yana kanatlarını kendine doğru çek. İşte bunlar, senin Rabbinden Firavun ve önde gelen adamlarına iki kesin-kanıt (mucize)dır. Gerçekten onlar, fasık bir topluluktur.”

28/33- Dedi ki: “Rabbim, gerçekten onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.”

28/34- “Ve kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum.”

28/35- (Allah) Dedi ki: “Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir ‘güç ve yetki’ vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız.”

28/36- Musa, onlara apaçık olan ayetlerimizle geldiği zaman: “Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik” dediler.

28/37- Musa dedi ki: “Rabbim, kimin Kendisi’nden bir hidayetle geldiğini ve bu (dünya) yurdun(un) sonucunun kime ait olacağını daha iyi bilir. Gerçekten, zulmedenler, felah bulmazlar.”

28/38- Firavun dedi ki: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.”

28/39- O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar.

28/40- Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutup suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.

28/41- Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler.

28/42- Bu dünya hayatında onların arkasına lanet düşürdük; kıyamet gününde ise, onlar çirkinleştirilmiş olanlardır.

28/43- Andolsun, ilk nesilleri yıkıma uğrattıktan sonra, Musa’ya, insanlar için (gözleri hikmetle açıp aydınlatacak) basiretler, hidayet ve rahmet olmak üzere kitap verdik. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürler diye.

28/44- Musa’ya o işi (ilahi vahyi verip) gerçekleştirdiğimiz zaman, sen (Tur’un) batı yanında değildin ve (buna) şahid olanlardan da değildin.

Kuran bütünlüğü içerisinde düşündüğümüz zaman Firavun kendinse yalakalık yapan haman’ları ve askerleriyle birlikte halkı fırkalara ayırmış ses çıkaramayanları bırakmış kendisine karşı hakkı müdafaa etmeye kalkanları kesmiş doğramış ve halkı susturmuştur. 

Allah da onun karşısına ölümü göze alan, yaratılıştaki verdiği söze sadık kalan bir Musa peygamberi çıkarıyor. Ve firavunla nasıl bir mücadele içerisine girdiğini kendisinden sonra gelecek olan nesillere örnek bir yaşam sergiliyor. Dünya üzerinde yedi harikadan biri olarak bilinen piramitler firavunun dünyalık şatafatlı hayatının ne olduğu konusunda bize bir delil teşkil etmektedir.

Dünyada bu kadar ün salmış insanları köleleştirmiş olan firavun, kendi ölümünü engellemeye gücü yetmemiştir. Sadece tarih sahnesinde ceset diye bahsedilen piramitler insanların beyinlerinde yankılanmıştır.

10/90- Biz, İsrailoğulları’n denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): “İsrailoğulları’nın kendisine inandığı (İlah’tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım” dedi.

10/91- Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın.

10/92- Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese yaptığın piramitleri göstereceğiz.). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler.

Bu ayetlerde bedenin kurtulması teşbih sanatı yapılarak anlatılmıştır. Asıl insanın görevi dünyalık kazandığı mal ve mülk makam değil, onun takvası Allah’a ulaş andır. Firavunun ölüm anında Müslümanım demesi onu kurtarmamış. Ama yaptıkları piramitler insanlar tarafında gezilip görülmüş ama bu mallar firavun ve çevresini ahiret âleminde kurtaramamıştır.

89/14- Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir.

İşte Allah dünya hayatında insanların yaptıkları zulümlerden ve iyi amallerden dolayı müdahale etmediğini belgeleyen bir ayettir. Allah gözetliyor yapılan her davranış kaydediliyor. Ta ahiret aleminde yeni bir yaratılışa kadar. o zaman bu yapmış oldukları bir kitap olarak önüne konulacak ve o kitaba göre gideceği yer belirlenecektir.

89/15- Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: “Rabbim bana ikram etti” der.

16/53- Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah’tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O’na yalvarmaktasınız.

89/16- Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: “Rabbim bana ihanet etti” der.

İnsana verilen bütün nimetler Allah’tandır. O nimetler kendisine verildiği zaman şükrederek, başkalarına verilen nimetlerden aktarması, sıkıntı nimetlerin kesildiği anda da sabır etmesi gerekirdi. Ama iman etmeyenlere bu nimetler verildiği zaman ben kazandım benim aklım sayesinde oldu derler. Hiç kimseye, yetime, yolda kalmışa, ikram etmezler. Tıpkı Karun gibi, ama kendisine nimet verilmediği zaman da vaveylayı kopararak Allah’a isyan ederler.

Bir gün cami kapsına oturmuş dilenen birisine nasılsın diye sordum. O da iyi olsam burada dilenir miyim dedi. Haline şükret dedim. Dilenme gücü olmayanlar da var. Deyince o da dedi ki Allah bana ne yaptı, ne verdi de şükredeceğim dedi. Ben de dedim ki bak Allah Müslüman olan kullarının kalbini yumuşatıyor, sana rızık veriyor.

Aynen onun gibi isyan etmek baş kaldırmak verilen nimetlerden ihtiyaç sahiplerine aktarmamak iman etmeyenlerin halidir Müslüman olanlar şükreden infak edenlerdir.

89/17- Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz.

89/18- Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.

89/19- Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz.

89/20- Malı ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz.

Bu haller Müslüman olmayanların halidir. Bakınız cehenneme atılanlar bu hallerini itiraf ederken şöyle bir konuşma geçmektedir.

74/40- Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.

74/41- Suçlu-günahkarları;

74/42- “Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?”

74/43- Onlar: “Biz namaz kılanlardan değildik” dediler.

74/44- “Yoksula yedirmezdik.”

74/45- “(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.”

74/46- “Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.”

74/47- “Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.”

74/48- Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.

İşte cennete gitmek ve cehennemden kurtulmak istiyorsak bu duruma düşmeden önce kendimize çeki düzen vermemiz gerekmektedir.

89/21- Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu,

Burada bir kıyamet sahnesi tasvir edilmeye başlıyor. İnsanın ölümü de bir kıyamettir. Nasrettin hocanın söylediği gibi karım öldüğü zaman küçük kıyamet ben öldüğüm zaman büyük kıyamet diyor. İnsan öldüğü zaman kıyamet kopmuştur. Artık geri dönüşü olmayan bir yere gidilmiştir. iman eden ve Salih amel işleyenler için cennet inanmayan ve zulmedenler için cehennem hazırlanmıştır.

89/22- Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman;

Artık dünya hayatında serbestçe istediğini yaptığı gibi orada bir şey yapamayacak. sevk ve idare sadece Allah’ın olacaktır. Bağırıp çağıran boyunlarına tasma takılan insanlar orada başları öne eğilmiş olarak Allah’ın huzurunda nefeslerini bile çıkarmaktan korkacaklar. Ve kendilerine verilecek olan hükmü bekleyeceklerdir.

Melekler dünyada insanlara hizmet için ahirette de cehenneme gidenlere azap cennete gidenlere de hizmet için saf saf durarak bekletilmektedirler.

89/23- O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda?

Artık özgürce yaşama bitmiş, dünya hayatında alabildiğine azgınlaşan çirkin işler yapmaktan çekinmeyen, insanları köleleştirerek haklarını gasp eden, yetimi öksüzü yedirip içirilmesi için Allah’ın verdiği nimetleri yedirmeyen velhasıl ahiret aleminde suçlu günahkarlar Allah’ın huzuruna çıktıklarında yaptıkları her kötülüğü hatırlayacaklar pişman olacaklar ama, o pişmanlık onara bir fayda vermeyecektir.

78/40- Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kâfir olan da: “Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim” diyecek.

Diyecek, diyecek ama, orada dünyadaki kendi istedikleri gibi istekleri kabul edilmeyecek ahiret aleminde kendi ellerinin öne sürdüklerinden dolayı Allah’ın istediği gibi olacaktır. İnkâr edenler, toprak olmak isteyecekler ama, olamayacaklardır. cehennemde ebedi kalarak cezalarını çekeceklerdir.

89/24- Der ki: “Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim.”

Artık gözlerin önünden perdeler kalkmış sağırlaşmış kulaklar işitir hale gelmiş kalplerin mühür kırılmış, her şey ayan beyan ortaya çıkınca pişmanlıklarını gizleyemezler ve şöyle derler.

32/10- Dediler ki: “Biz yer (toprağın için) de yok olup gittikten sonra, gerçekten biz mi yeniden yaratılmış olacağız?” Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkâr edenlerdir.

32/11- De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız.”

32/12- Suçlu-günahkârları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız” (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen.

89/25- Artık o gün hiç kimse (Allah’ın) vereceği azap gibi azaplandıramaz.

Evet, Allah iman eden ve Salih amel işleyenlere merhameti şefkati alabildiğine cömertçe sergilediği gibi iman etmeyen ekini ve nesli yok edenlere karşı da azabını o ölçüde sertleştirmektedir. Kimse Allah kadar azabı güçlü değildir. Kimsenin merhameti de Allah kadar merhametli değildir.

89/26- Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz.

O kâfirler için kaçışı mümkün olmayan bir cehennemden kurtulmak için çırpınsa da artık onun bağından kimse çözülüp kurtulamaz.

89/27- Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,

Dünya hayatında Allah’ın istediği şekilde yaşamış olanlara övgüyle hitap edilmektedir. Dünyadaki yapmış olduğunuz güzel ameller karşılığında hoşnut olarak cennete davet edilmektedir.

89/28- Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön.

Allah’ın onlardan razı onların da Allah’tan razı oldukları işte bunlardır.

5/119- Allah dedi ki: “Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.”

89/29- Artık kullarımın arasına gir.

Cennetlik olan diğer iman eden ve Salih amel işleyenler arasına girilmesidir.

89/30- Cennetime gir.

Artık dünyada iken Allah’tan gelen nebileri doğrulayan ve Allah’ın istediği şekilde dünya hayatında şükreden ve infak eden sabreden kullara vaat edilen cennet işte orada buyur bu sana vaat ettiğimiz cennettir. Dünyadaki yapmış olduğunuz güzel amellerin karşılığı olarak girin ebedi olarak cennetime denilir. Bu bir ödüldür. Bir şölendir.

2/25- (Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: “Bu daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır.

Doğrularım Allah’a Yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.