7 – ARAF SURESİ TEFRİSİ

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla;

Araf suresi Kur’an sıralamasına göre yedi, nüzul sırasına göre de otuz dokuzuncu sure olup Mekke’de indirilmiştir. İki yüz altı ayetten ibarettir.

7/1- Elif, Lam, Mim, Sad.

Genelde surelerin başlarında Kur’an’da geçen harflerden örnekler vererek, Kur’an nasıl bu harflerden meydana geliyorsa diyerek, bilinmeyenleri izah etmeye başlamaktadır.

 

7/2- (Bu,) Bir Kitap’tır ki onunla uyarman için ve müminlere bir öğüt olmak üzere sana indirildi. Öyleyse bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.

 

Son nebi ve resul, bir taraftan toplumdaki süre gelen cehalet nedeniyle yapılan yanlışlıklarla uğraşırken, bir taraftan iman edenlere yapılan işkence ve zulümler nedeniyle bir takım sıkıntılara düşmekteydi.  Bu sebeplerle Allah, Resulünü rahatlatmakta ve şöyle söyleyerek uyarmaktadır.

 

75/16- Onu (Kur’an’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.

 

75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.

 

75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.

 

75/19- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.

 

Allah bu Kur’an’da her örnekten bir örnek verdiğini hiçbir eksiğin bırakılmadığını muttakiler için yol gösterici olan, sadece ve sadece ondan sorgulayacağı bir kitaptan söz etmektedir.

 

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap’tır.

43/43- Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin.

43/44- Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.

43/45- Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor: Biz, Rahman (olan Allah)ın dışında tapılacak birtakım ilahlar kıldık mı (hiç)?

 

7/3- Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?

 

Gökleri yeri yaratan ve onları yöneten bir tek ilah vardır o da Allah’tır. İnsanların dışında bulunan bütün varlıklar istisnasız ona secde etmektedirler. Onun emrinin dışına çıkmamaktadırlar. Ama insanlara gelince Allah’tan başka bir takım ilahlar edinerek onun terbiyesi altına girmektedirler. Allah da kendisine iman edenlere veli edinilecek rab edinilecek sadece ve sadece, nebiler aracılığı ile gelen vahiylerle Allah’a uyulması gerektiğinin altını kalın çizgilerle çizerek bilgi vermektedir.

 

18/27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve O’nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın.

 

18/28- Sen de sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına (hevasına)’ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.

 

Allah Kendi yolunda gidenlerin veya gitmek isteyenlerin resmini şöyle çizmektedir.

 

2/284- Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, her şeye güç yetirendir.

2/285- Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, müminler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. “O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak sanadır” dediler.

 

Dünya üzerinde yüzlerce binlerce yol farklılıkları olmasının sebebi, insanların Allah’ın peygamberler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler dışına çıkılarak ilah ve rab olarak Allah’tan başka ilah ve rab edinilmesinden dolayı ortaya çıkmaktadır. Allah, dinde teşri makamının sadece ve sadece kendisinin olduğunu söylemekte helalı ve haramı sadece ve sadece kendisi koyduğunu vurgulamaktadır. Maalesef peygamberleri Allah’ın koyduğu yerden kaldırıp onu teşri makamına koyarak ilahlaştırmışlardır.  

 

Doğru yol sadece ve sadece Rabbin nebiler aracılığı ile gönderdiği vahiy orijinli yoldur. Peygamberler kendirlerine gelen vahiy yoluna uymuşlar ve iman edenlere de vahye uymaya davet etmişlerdir. Hiçbir peygamber Allah’ı bırakıp da kendilerini ilah edinmeye davet etmez bu onlara yakışmaz.

 

33/38- Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir. Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.

 

33/39- Ki onlar (o peygamberler) Allah’ın risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.

 

5/116- Allah: “Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah’ı bırakarak iki İlah edinin, diye sen mi söyledin?” dediğinde: “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen.”

 

5/117- “Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.”

 

Âlim bilen demektir. Bilen ise insanları kendisine değil belgeye davet eder. Belge de Allah’ın ayetleridir. İşte Allah sadece, İman edenlere Peygamberleri örnek edinmelerini söylemiştir. Onların söyledikleri ve konuştukları vahiy olduğunu ve vahyin dışında bir şey söyleme haklarının olmadığını vurgulamaktadır.

 

69/43- Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

 

69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.

69/47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.

Demek ki, tek doğru yol Allah’ın nebiler aracılığı ile gönderdiği vahiy yoludur. Allah bütün insanları bu yolda görmek istemektedir.

 

HELAK EDİLMENİN ANLAMI;

 

7/4- Biz nice ülkeleri yıkıma uğrattık. Geceleri uyurlarken ya da gündüzün dinlenirlerken Bizim zorlu azabımız onlara geliverdi.

 

Yukarıda doğru yolun ne olduğu konusunda, ayetlerden örnekler vererek izah etmeye çalışmıştık. Kur’an’da yıkıma uğratma helak edilme ifadelerini bundan önce tefsirini yapmış olduğum surelerde geniş geniş anlatmaya çalışmıştım. Bu ayette de yıkıma uğratmayı Allah’ın tabiat kuvvetlerini devreye sokarak yerle bir ederek yok etme anlamında değildir. Vahiylere karşı duyarsız olanların inkâr etme sebebiyle kör ve sağır olarak eceline kadar dolaşarak ölme anlamını taşımaktadır. 

7/5- Zorlu azabımız onlara gelince yakarabildikleri: “Biz gerçekten zulme sapanlardandık” demelerinden başka olmadı.

İşte bu serzeniş inkâr eden ve zulmedenlerin vahyin dışında yaşam biçimini hayat tarzlarını ortaya koymalarından kaynaklanmaktadır.   Bakınız inkâr eden ve zulmeden kavimlerin başlarına gelecek olan felaketi neml suresinde şöyle anlatılmaktadır.

 

27/78- Şüphesiz senin Rabbin, onların arasında Kendi hükmünü verecektir. O, güçlü ve üstün olandır, bilendir.

 

27/79- Sen, artık Allah’a tevekkül et; çünkü sen apaçık olan hak üzerindesin.

27/80- Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.

 

27/81- Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır.

 

27/82- O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.

İnkâr eden ve zulmeden toplumların, dünya hayatında yapmış oldukları amelleri kalplerinden geçen ve ertelediklerini bile kamera kayıt sistemine kayıt ederek ahiret âleminde, kendilerine belge olarak gösterilmesidir.  

17/13- Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.

7/6- Andolsun, kendilerine (peygamber) gönderilenlere soracağız ve onlara gönderilenlere (peygamberlere) de elbette soracağız.

 

Ahiret âleminde hem kendilerine gönderilen peygamberlere, hem de kendilerine peygamber gönderilip de, uyarılara kulak vermemiş kavimlere de hesabın mutlaka sorulacağı vurgulanmaktadır.

 

11/61- Semud (halkına da) kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir.”

 

11/62- Dediler ki: “Ey Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler ve yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.”

 

Bütün kavimlere gelen peygamberlere söylenen bu sözler istisnasız inkâr eden önde gelen kâfirler tarafından söylenmiştir. Bu Allah’ın öteden beri süregelen bir sünnetidir.

 

7/7- Andolsun (yapıp-etmelerini) onlara bir ilimle mutlaka haber vereceğiz. Ve Biz gaipler (onlardan uzakta olan habersizler) de değildik.

 

Kendisine emanet ve sorumluluk yüklenmiş olan bütün insanların, dünya hayatında, iyi ve kötü yapıp ettikleri bütün davranışlar Allah tarafından bilinmekte yazıcı ve kaydedici melekler tarafından kayıt altına alınmaktadır. Sakın ola ki insanların yaptıkları güzel ve çirkin davranıştan kimsenin haberdar olmayacağını sanmasınlar. Allah mutlaka onları izlemekte görmektedir. Şu ayetler onu en güzel bir biçimde açıklamaktadır.

 

58/6- Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, her şeye şahid olandır.

 

58/7- Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir.

 

7/8- O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır.

 

Ayette geçen tartı kelimesi geleneksel din anlayışında algılanan gibi, Günahlar ve sevaplar tartılıp günahları ağır olanlar cehenneme günahları hafif olanlar cennete girme anlamında değildir.  Dünya hayatında kim iki yoldan birisini tercih edip hangi yolda karar vermişse karar vermiş olduğu yolda işlemiş olduğu iman ve salih amellerle, işlemiş olduğu inler ve zulümlerden hesaba çekileceği anlamı taşımaktadır. Bu konu genelde müfessirler ve fıkıhçılar tarafından yanlış anlaşılmıştır. Bunun üzerinde geniş olarak durmak istiyorum.

 

33/4. Allah, bir adamın göğüs boşluğunda iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip-iletir.
 

Konumuzla ilgili olayın yönünü ayetin şu bölümü teşkil etmektedir. “Allah, bir adamın göğüs boşluğunda iki kalp kılmadı” Allah bir insan hem Müslüman hem de gayrı Müslüman olamaz demektedir. Eğer bir kişi Müslüman olmaya karar vermişse ona küfür giremez girerse onda iman barınamaz. Eğer kişi kâfirse, kâfir olmaya karar vermişse onda iman barınamaz. Dünya hayatında Allah insanları çeşitli denemelerden geçirerek sınava tabi tutmaktadır. Allah insanların hiç birini iki arada bil derede bırakmayacaktır.

 

4/ 137. Gerçek şu, iman edip sonra inkâra sapanlar, sonra yine iman edip sonra inkâra sapanlar sonra da inkârları artanlar… Allah onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir.

Allah insanların yapıp ettiklerinin hesabını dünya hayatında değil, ahiret hayatında soracaktır. Allah insanların önüne hem vahiy yasalarını, hem de evren yasalarını sermaye olarak koymuş. İnsanların karar verdiği yönde kendi kaderini kendi yazmaktadır. Allah kimseyi saptırmaz Allah kimseyi hidayete erdirip bağışlamaz. Kimseyi cennete veya cehenneme de atmaz. İnsanlar Allah’ın sapma ve bağışlanma malzemeleri ile kendi istekleri ile sapar ve hidayete erer,  bağışlanırlar.

 

76/ 2. Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören (biri) kıldık.

76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Allah insanları yaratırken istisnasız hepsini Allah’ı melekler gibi tespih edecek konumda tertemiz olarak yaratmıştır. Bu durum ergenlik yaşına gelinceye kadar devam etmiştir. Ne zaman insana iblis yüklendi? İşte o zaman insan önüne iki farklı seçenek çıkmış oldu. Eğer insana iblis diye inkârı isyanı teklif sunan bir varlık olmasaydı insan ne halife olur, ne insan denemeye tabi tutulur ne de cennet ve cehennem olurdu. Şu ayet de onu anlatmaktadır.

 

7/ 20. Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.’

İşte İnsanları yaratılışta vermiş olduğu sözden caydırmayı teklif sunucu iblis olmamış olsaydı bütün erkek ve kadınlar insan değil birer melek olurlardı. Yasak ağaç iblisin insanlara teklif olarak yapmasını istediği  Allah’ın ise istemediği kötülüklerin anası olan iblis ağacıdır. Bir de İnsanların Allah’ın emirlerini insanlara yapmalarını teklif olarak sunmuş olduğu Kur’an’ın takva ağacı diye isimlendirdiği helal ağaç vardır.  Bu iki ağaç insanın kontrolünde olan ağaçtır. İnsan hangi ağacı beslerse insanda yeşeren ve meyve veren ağaç odur. Şu ayetler de bu söylediklerimizi onaylamaktadır.

 

91/ 7. Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,
91/8. Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
91/9. Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
91/10. Ve onu (isyanla, günahla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.

 

İnsanlardan kim takvanın teklifleri ile aklını buluşturur vahiyler çerçevesinde iman eder ve yaşarsa o kurtulmuştur. Kim de İblisin teklifleri yönünde aklını buluşturur şeytan ve dostları yönünde inanır ve yaşamını düzenlerse onlar da bedbaht olmuşlardır.

 

43/ 36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

 

Evet, insanlardan Allah’ın göndermiş olduğu nebi ve resulleri göndermiş olduğu vahiyleri görmezden duymazdan gelirse onlar şeytanın söylediklerini görmekte ve duymaktadırlar demektir.  Allah şeytan ve dostlarını veli edinenlerin asla kurtuluşa ermeyeceklerini üzerinde ısrarla durarak uyarmaktadır.

 

Sonuç olarak, Ahiret hayatında tartının hak olması, insanların ister takva önünde isterse de iblis yönünde göstermiş olduğu çaba ve gayretlerin Mutlaka ama mutlaka Allah tarafından değere tabi tutulup, İman eden ve salih amel işleyenleri ebedi cennette konuklayacağını, İnkâr eden ve zulmedenleri de ebedi cehennemde azablandıracağını vaad etmektedir.

 

 

7/9-Kimin tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmede geldiklerinden dolayı nefislerini hüsrana uğratanlardır.

91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramış.

Her yiyeceğin ve içeceğin faydalı ve zararlı yönleri olduğu gibi, her insanın da yaptıkları davranışların doğru ve yanlış olanları vardır. Nasıl yiyecek ve içeceklerde zararlı yönleri, faydalı yönlerinden fazla olanlar haram kılınıp onların yenilip içilmesi haram kılınmışsa, İnsan davranışlarının da kötü davranışları iyi davranışlarını kuşatmışsa onlara cennete girmeyi Allah haram kılmıştır.

Her insanın öz yapısında hem sapma yoluna gidebilme eğilimi vardır. Hem bağışlanma ve hidayete gelme eğilimi de vardır. İşte Allah insanları bununla imtihana tabi tutmaktadır. Kim sapmadan gelen tekliflere karşı kendisini korur vahyin yolunda yürümeyi başarabilirse o kurtulmuştur. Kim de takva yolundan gelen tekliflere karşı duyarsız kalarak şeytanın yolunda yürümeyi kendisine ilke edinmişse o da helak olmuştur.

Her aklı başında olan insanın cinsiyeti milliyeti ırkı dini ne olursa olsun, İnsanı sapmaya ve hidayete ermeye götüren hem teklifler vardır. Hem de karar verdiği istikamette malzemeler vardır.

Allah İnsanlara kendi özgür iradeleriyle sonuçlarına katlanmak koşulu ile dilediği yolda yürümesini kendi özgür iradelerine bırakmıştır. Dünya hayatında Sapanlara yapmış oldukları yanlış davranışlarından dolayı, insanlara Allah doğa yasalarına uymama nedeniyle verdiği cezadan başka özel bir ceza vermemektedir. Hâşâ tabiri caizse Allah her iki yolda gitmek isteyenlere iltimas geçmeden gittikleri istikamette yollarını açmaktadır.

43/33- Eğer insanlar (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahman’ı (Allah’ı) inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık.

7/10- Andolsun, sizi yeryüzünde yerleşik kıldık ve orda size geçimlikler yarattık. Ne az şükrediyorsunuz?

İnsan kendi yaratılışına ve kâinata baktığı zaman ne kadar şükretse azdır. Göklerde ve yerlerde her ne varsa insanoğlu için yaratılmıştır. İnsanın nefes aldığı hava, içmiş olduğu su, yemiş olduğu meyveler bitkiler sebzeler hayvanlar, yaratılmamış olsaydı insanın hali ne olurdu?

Ama Allah dünya hayatında kimin şükredip kimin şükretmeyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır.

67/ 2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

76/ 2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Allah, insanlardan inansa de inanmasa da mazlum zalim demeden herkese yeryüzünde gerekli çaba ve gayreti gösterişe rızkını eksiksiz olarak, vermektedir. Rahman, dünya hayatında mümin ve kâfir ayırt etmeden rızkını veren, Rahim ise Ahiret hayatında sadece mümin olanlara merhamet eden Allah, anlamındadır.

Allah, güç ve kuvvet olmayı, zayıf mustazaf olanlara zulüm yapmak için değil, adaleti tesis etmek için vermiştir. Yeryüzü, Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, yeryüzü, güçlü olan insanların zayıf olanlara adaletli davranıp davranmayacağının sınava tabi tutulduğu yerin adıdır.

7/11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.

Yeryüzünde, donanım ve manevra kabiliyeti yönünden, İnsan en donanımlı en mükemmel yaratılmış olan bir varlıktır. İnsanın halife olması yeryüzünde yaratılmış olan bütün varlıklar üzerinde üstün bir meziyete sahip olmasından kaynaklanmaktadır. .

95/ 4 – Doğrusu, Biz insanı en güzel biçimde yarattık.

Yeryüzünde yaratılmış olan varlıklardan insanlara en yakın olan yaratık hayvanlardır. İnsanlarla hayvanlar arasında üç temel farklı özellik bulunmaktadır. Akıl, takva, iblis. Yani hayvanlardan farklılık arz eden olgular olmayınca onlarda düşünme irade akıl ve sorumluluk kavramı da yoktur.  Dolayısı ile Allah onlarda emanet ve sorumluluk da yüklememiştir. Nitekim Kur’an, İnsanlarla hayvanlar arasında olan farklıklara şöyle dikkat çekmektedir.

7/ 179- Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.

İnsanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklarda akıl ve irade yoktur. Hangi varlık ne ile görevlendirilmişse o varlığa kendi görev alanı içerisinde bilgiler kodlanarak görevlerinde, kusur yapmadan seyirlerini sürdürmektedirler. İşte Kur’an bunların hepsine istisnasız genel bir başlık halinde Melek tabirini kullanmaktadır.

Meleklerin Âdeme secde etmesi, onlara namaz kılması anlamında değil, insanın emrine teslim olması veya emrine amade olması anlamındadır. O zaman göklerde ve yerde insanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklar meleklerdir. Gökteki güneş ay ve yıldızlar yerdeki dağlar denizler bitkiler ve hayvanlar hepsi melekler kategorisine girmektedirler. Bir ayetle örnek vererek, söylediğimizi tescillemeye çalışalım.

33/72. Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Evet, bu ayete göre göklerde ve yerde temel olarak iki varlık bulunmaktadır. Birisi emanet ve sorumluluk yüklenen insanlardır. Diğeri ise emanet ve sorumluluk yüklenmeyen melekleredir. Melekler seçenek sahibi olmayan sadece Allah’ın kodlamış olduğu bilgilerle secdelerini hem Allah’a hem de insanlara yapan iradesiz varlıklardır.

2/ 32. Dediler ki: ‘Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.’

7/12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”

Kur’an içerisinde yaklaşık olarak on iki yerde İblis kelimesi geçmektedir. İnsanlarla melekleri ayıran İnsana farklı bir seçenek sunarak insanın iki seçenekli bir varlık haline gelmesine neden olan iblistir. Eğer iblis insanda olmamış olsaydı insan da melek olurdu.

O zaman İblisi Kur’an’ın tanımladığı şekilde tanımlamaya çalışalım. İblis; İnsanı yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünden caydırmakla görevli olup, İnsana İsyanı inkârı ve insanı rabbin yolundan saptırmak insanın öz içinde yasak ağaçtan nemalanmayı, teklif sunan bir melektir.

Eğer insanda iblis olgusu olmamış olsaydı, İnsanların kötülük yapmaları mümkün olmayacak insanlar diğer melekler gibi Allah’ın emirlerine secde etmekten başka bir seçenekleri olmayacaktı.

7/13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.”

Ne iblisin insan olmadan barınacak bir yeri vardır. Ne de insanın iblis olmadan kötülük yapabilecek bir mecali vardır. İnsanı insan yapan ve insanı diğer meleklerden ayıran özellik iblis olgusunun insanda var olması ile gündeme gelmektedir. Eğer, insan İnkâr ediyorsa, İblis ona inkârı teklif sunduğu için inkâr etmektedir. Eğer insan kötülük yapıyorsa yapmış olduğu bütün kötülüklerin arka planında  iblisin parmağı vardır.

7/14- O da: “(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi.

İblisin İnsanların diriltilip kaldırılacakları güne kadar yaşama isteği veya süre istemesi iblis istediği için mi veriliyor? Yoksa zaten iblis insanoğlu dünya hayatında var oldukça genetik olarak var olmaya devam ettiği için mi süre tanınıyor?

Allah burada ne iblis ile pazarlık yapar ne de iblis istedi diye iblise kıyamete kadar süre tanır. Zaten insan var oldukça var olacak olan iblisi lisanı haliyle konuşturarak hüsnü tahlil sanatı yaparak olayı bizlere anlatmaktadır. Yani sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak bize anlatmaktadır.

7/15- (Allah:) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi.

Evet, iş bitirilip hükme bağlandı, iblis insan var oldukça var olmaya devam edecektir. İblis var oldukça da, iblise uyanlar tarafından kötülükler sürdürülüp gidecektir.

7/16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”

İblis; Melekler kategorisinden olup, diğer meleklerden nüans farkıyla ayrılarak görevi sadece insanı yaratılışta verdiği sözden caydırarak Allah’ın yolundan saptırmakla görevli bir melektir. Diğer melekler takva meleği hariç, İnsan ister iblisin teklifleriyle küfür yolunu seçse onlar insanlara secde edip emirlerine amade olmaktadırlar. İnsanlar İsterlerse Rahmanın yolunu seçseler de insan emrine amade olup secde etmektedirler.

Doğru olan da o değil mi? İnsana iblis desek iblis değildir. İnsana takva desek o da değildir. İnsan hem takva meleğinin hem de iblis meleğinin teklifleri yönünde karar verme yetisine sahip kendi kararını kendisi verebilen yetkili ve sorumlu bir varlıktır.

İnsan, hem iblisin tekliflerine karşı eğilimli, hem de takvanın tekliflerine karşı eğilimli, kendi aklıyla kendi kararını hangi yolda gidebileceğine karar verebilen nötr bir varlıktır. O zaman insan hem takva hem akıl hem de iblis üçlüsünün bir yorumudur. Nasıl helva, şeker un yağın bir yorumu ise Helvaya ne yağ ne şeker ne de un diyemiyorsak helva her üçünün harmanlanıp başka bir sıfatla karşımıza çıkmış olmaktadır.

7/17- “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”

İnsanlara vermiş olduğu vesveseler çeşitliliği ile İnkâr etmeyi, Allah’tan olmadığı halde Allah adına din uydurmayı, peygamberleri âlimleri şeyhleri efendileri rabler edinmeyi, emretmektedir. Dolayısı ile Allah var deyip Allah’ın rabliğini inkâr ettirmektedir. Allah yok deyip hem Allah’ı, hem Allah’ın Rab olduğunu inkâr ettirmektedir. Velhasıl değişik yollardan girerek Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy orijinli dinden saptırmayı ifade ederek insanlar Allah’ın yolundan sapmaktadırlar.

7/18- (Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.”

İşte, İnsanları saptırmayı teklif sunmakla görevli olan iblis ve onun teklifleri sonucunda cin ve şeytan sıfatını alan, bütün insan davranışlarını Allah onaylamamakta ve onlardan asla razı olmayacağını net bir şekilde bildirmektedir. Onların dünya hayatında yerleri aşağılamaları, ahiret hayatında ebedi olarak cehennemle cezalandırılmalarıdır.

7/19- Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

Âdem ve eşine Allah iki teklifte bulunmaktadır. Ya dünya hayatında Allah’ın size helal kıldığı şeylerden yer içer ve yaparsınız,  Ahiret âleminde ebedi cenneti hak edersiniz. Ya da size yasaklanmış olan haramlardan yer içer ve yaparsanız zalim olarak dünya hayatında yaşarsınız ahiret hayatında da ebedi cehennemi hak ederek ebedi olarak ceza çekersiniz.

Yukarıda Âdeme sunulan iki teklif, her insanın çocukluk çağından ergenlik çağına geçişi ile gündeme gelmektedir. Yani attığı her adımdan konuştuğu her  sözden yaptığı her davranıştan yetkili ve sorumlu olması onun cennetten çıkışını  temsil etmektedir. Yoksa çocukluk çağında, ne yasak ağaç ne de helal ağaç vardır. Bir başka ifadeyle çocukluk döneminde, ne iblis olgusu ne de takva olgusu vardır. Zaten devam eden ayetlerde onları izah etmektedir. Bir de Taha suresi yüz on beşinci ayetten itibaren olayı irdelemeye çalışalım.

20/ 115- Andolsun, Biz bundan önce Âdem’e ahit vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.

20/116- Hani Biz meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik, İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi, o, ayak diremişti.

20/117- Bunun üzerine dedik ki: “Ey Âdem, bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun.”

20/118- Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı)dır.”

20/119- Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.”

20/120- Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?”

20/121- Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi, üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp-kaldı.

20/122- Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti.

20/123- Dedi ki: “Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz ordan inin. Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir; kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz.”

7/20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”

Önce şunu çok iyi bilmek gerekir. İblis ve takva olgusu var olunca Âdem ve eşi kelimesi kullanmaya başladığı görülmektedir. Bir başka ifadeyle erginlik yaşına gelince Gündeme gelmektedir. Yani erkek olsun kadın olsun her insan için emanet ve sorumluluk çağı her insan için, evlilik çağına gelişi ile başlamaktadır. Yine bir başka ifadeyle iblis ve şeytan o döneme girilince aktif rol almaya başlamaktadır. Âdem insan konumuna gelmeden ne iblis ne de şeytan gündeme gelmemiştir.  

Her insanın ilk yaratılışta Allah ile bir sözleşmesi bulunmaktadır. O söz de, “ Rabbim Allah’tır” sözüdür.

7/ 172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz ’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.

Ama ne zaman, insana İblis olgusu yerleştirildi, artık insana, İblis vermiş olduğu o sözü unutturmaya başlamaktadır. Yukarıda insan kelimesini tanımlarken, insan, hem iblisin meleğinin teklifleri yönüne hem de takva meleğinin teklifleri yönüne eğilimli nötr bir varlık diye tanımlamıştık. İnsan iki farklı yönde teklif sunucu meleğin hangisi yönünde karar verirse akıl da ona secde ederek karar verilen yönde ilerlemektedir.

Ne zaman insan, takva yolunda sevap işlemeye veya iblisin yolunda günah işlemeye adım attı o zaman bulunmuş olduğu konumdan insanın çıkışı anlatmaktadır. Bir başka ifadeyle cennetten çıkışını anlatmaktadır. Bir başka ifadeyle çocukluk döneminden erginlik dönemine girerek emanet ve sorumluluk dönemi başlamaktadır.

7/21- Ve: “Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti.

Şeytan hiçbir zaman ben yalan söylüyorum sizi kandırıyorum diye insanlara teklif sunmaz. Hep doğru söylüyorum diyerek gelir.

Dikkat edildiği zaman Şeytan iblisin teklif sunmasıyla insanın o teklife istek duyması şeytanı gündeme getirmektedir. Eğer İblisin tekliflerine karşı insanlar istek duymamış olsaydı şeytan diye bir varlık gündeme gelmezdi. Öyleyse iblis ve şeytan insanlardan ayrı varlıklar değil, iblisin boy atıp filizlendiği ve ağaç haline gelerek sıfat alan, insan şeytandır.

O zaman diyebiliriz ki, şeytan insandan ayrı bir varlık değil, İblisin tekliflerini ilke haline getiren ve geriye dönüşü mümkün olmayan moda giren Rabbin yolundan ayrılan insanların sıfat almış halidir. Bir ayet örneği ile bu söylediklerimizi taçlandırmaya çalışalım.

2/ 14. İman edenlerle karşılaştıkları zaman: ‘İman ettik’ derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla sadece) alay ediyoruz.’

İnsan ya İblisin teklifleri yönünde tercihini kullanır, yaratılışta vermiş olduğu söze muhalefet ederek yaşamını sürdürür. Ya da takvanın teklifleri yönünde tercihini kullanır Allah’ın razı olduğu bir konuma girerek yaşamını sürdürür. Bunlardan birisine Kur’an, Müslüman ifadesini kullanmakta, diğerine ise gayrı Müslüman veya cin ifadesi kullanmaktadır.

Kur’an’ın yasak ağaç diye bahsettiği, tefsirlerde anlatılan gibi veya İslam toplumlarında anlaşıldığı gibi, elma ağacı buğday ağacı değildir. Yasak ağaç, İbisin teklifleri ve bu teklifleri kabul eden insanların Allah’ın içilmesi yenilmesi ve yapılmasını yasak ettiği bütün davranışların genel adıdır. Bunlardan bir kaçını saymaya çalışalım. Allah’a şirk koşmak, haklı nedene dayanmayan bir adamı öldürmek, zina yapmak, içki içmek, kumar oynamak, hırsızlık yapmak,  velhasıl Allah’ın hoş görmediği bütün kötülüklerdir.  . Bunun karşılığında da bir de helal ağaç vardır. Helal ağacın tohumu da takva ağacıdır.  Tava ağacından beslenen insanlar iblisin tekliflerinden kendisini koruyan ve Allah’ın razı olduklarını yapan Allah’ın razı olmadıklarını yapmayan insanlarda tecelli eder.

28/ 30- Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: “Ey Musa, Âlemlerin Rabbi olan Allah Benim;” diye seslenildi.

Kur’an bunları anlatırken hep sanatsal bir üslupla anlatmaktadır. İşte sağ yanındaki ağaç takva ağacıdır. Bu ağaçtan nemalananlar Allah’ın razı olacağı bir konuma gelirler. Bu ağaç Allah’tan başka ilah edinmeyen, muttaki, Müslüman mümin yardım sever namaz kılan yetimleri kollayan gözeten mazlum olanları zalimlere karşı koruyan gözeten, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan Müslüman insan üretir.

7/22- Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: “Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?”

Dikkat ederseniz, İblis kötülük yapmak için teklif sunuyor. İnsanın da bu teklifi kabul etme onu ilke haline getirme olayı, şeytan sıfatını insanda gündeme getiriyor.

7/23- Dediler ki: “Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.”

Eğer yasak ağaçtan yiyip de, onu temizleyecek takva ağacının meyveleri olmamış olsaydı bütün insanların yeri ebedi cehennem olurdu. Allah insanlara günah işlediklerinde tövbe etmeyi ve bağışlanma dileme imkânı da vermiş ki, dileyen bağışlanma yolunu tercih edebilsin.

7/24- (Allah) Dedi ki: “Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır.”

İşte her erkek ve kadının kendi öz yapısına yerleştirilmiş olan iblis meleği inanlara nankör olmayı, Allah’ı inkâr etmeyi teklif sunarken, bunlardan kaçınmayı “Rabbim Allah’tır” diyerek rabbin terbiyesi altına girmeyi Müslüman olmayı teklif sunan bir de takva meleği vardır. Olması gerekir ki, insanlar yeryüzünde belli bir vakte kadar denenmektedirler.

İblis ile takva birbirine nasıl düşman ise peygamber ve onun yolundu yürüyenlerle şeytan ve şeytanın yolunda gidenler arasında bir düşmanlık meydana gelmektedir. İşte iblisin kıyamete kadar yaşamasının temelinde bu mantık yatmaktadır. İblis var oldukça insan var olmaya devam edecektir. İnsan var oldukça iblis de var olmaya devam edecektir.

9/ 24. De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.

7/25- Dedi ki: “Orda yaşayacak, orda ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.”

Allah, en güzel bir biçimde yaratığı insanların tahlilini yaparak bize izah edip anlattı. Aynı zamanda ölen insanların tekrar diriltilip hesaba çekileceğinin altını çizerek daha gelmemiş ahiret hayatı ile ilgili haber vererek bizleri uyarmaktadır.  

7/26- Ey Âdemoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.

Her insan yaratılışta, hem şeytanın yolu ve meyvelerinin tohumu olduğu gibi, hem de rahmanın yolunun tohumları bulunmaktadır. İnsan hangi tohumun meyvelerinden yemek isterse insanı insan olma aşamasında o tohumu filizlendirir ve büyüterek meyve vermesini sağlar.

İşte Allah’ı veli edinenlere, onun göndermiş olduğu nebi ve resullere iman edenlere diyor ki, İblis ve şeytanın ürettikleri meyvelerden yemeyin. Onlardan size asla hayır gelmez. Onlar size çekici ve süslü gelse de o yolun sonu felakettir. Şeytanın yolu sizi ağır ağır kurtuluşu mümkün olmayan ebedi bir cehennem azabına sürükler.   Size hayırlı olarak yaratığım ağacının meyvelerden yiyin. Zina yasak ve kötü bir yoldur. Siz zina yaparak arzularınızı değil, nikâhlanarak evlenerek ihtiyaçlarınızı karşılayın. İçki kumar, fal okları putlar sizi hayra ulaştırmaz. Bunlardan kaçının sizin en güzel elbiseniz takva elbisesidir.

7/27- Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.

Kur’an bütün insanoğluna kesin bir uyarı göndermektedir. Sizden öncekileri nasıl yaratılışta “Rabbim Allah’tır” diye verdiğin sözden caydı. Sizden takva elbisesini çıkartarak inkâr isyan kötülüklerin haram yiyiciliğin elbisesini giydirerek sizden öncekileri felakete uğrattığı gibi, sizi de belaya uğratır, mesajı verilmektedir.

Ayette geçen cennetten çıkma, dünya hayatında İblis olgusunun ergenlik çağında her insana yerleşmesi ile günah işlemeyen bir konumdan günah işleyen bir konuma geçerek denenme sürecinin başlaması olarak anlatmıştık.

“Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir.”

Ayete geçen bu bölüm üzerinde biraz durmak istiyorum. Şeytan ve taraftarları, dünyevileşen insanlardır. Dünyada eşyanın konuşma dilini çözen ve teknolojide ileri giden insanlar genelde cinlerdir. Cin deyince sakın ola ki insanların dışında dumansız ateşten yaratılmış varlıklar olarak aklınıza gelmesin. Onlar yaratılışta vermiş olduğu, “Rabbim Allah’tır” sözünden cayarak iblisin teklifleriyle yaşamını düzenlemek isteyip Müslüman olmayan insanların genel adıdır.

72/ 6- “Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.”

İnsanlardan bazı adamların cinlere, yani rahmanın yolundan sapan insanlara dünya hayatındaki teknolojik yönden ileri giderek onlara karşı aşırı güven beslemeleri ve onları ilah konumuna getirmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Dünya üzerinde ne kadar ilim ve teknoloji yönünden ileri gitmiş ülkeler varsa, diğer ülkelerden zeki ve akıllı olan insanlara yüksek ücretler vererek onlarla ekonomik üstünlüğü sağlamaktadırlar.

Dünya hayatında kim çalışırsa üstünlüğü Allah onlara vermektedir. Müslüman’ım diyenlerin en büyük kayıpları eşyanın dilini çözmek için yeteri kadar çaba ve gayret göstermeme nedeniyle müspet bilimlerde çok geri kalmışlardır. Batı vahiy dinini kabul etmemişler ama Allah’ın eşyaya yüklediği bilgiye ulaşarak evreni kendilerine hizmet ettirmeyi başarmışlardır.

Adamlar uçak yapıp sana satıyorlar ama sattıkları uçakları kendi kurallarına göre kullanmazsan düşürmektedirler. Maalesef Müslüman oluğunu iddia eden İslam ülkeleri ne vahyi doğru anlamışlar ne de eşyanın dilini çözmüşlerdir.  Allah İnsanlara zaferi iki kanalda üstün başarı sağlayabilirsen vermektedir. Birisi İnsanların desteğini toplayarak, diğeri de meleklerin konuşma dilini çözüp teknoloji üreterek üstünlüğü vermektedir. Müslümanım diyenler bunlardan yoksun olduğu için inkâr edenler mazlum olan güçsüz inanları yok ediyor. Müslümanım diyen insanlar, bir an önce uyanıp kader ve dua anlayışlarını değiştirerek Allah’ın isteklerine göre düzenlemesi gerekmektedir.

7/28- Onlar, ‘çirkin bir hayasızlık’ işlediklerinde: “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti” derler. De ki: “Şüphesiz Allah, ‘çirkin hayâsızlıkları’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?”

12/ 40- “Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, Kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”

Allah, insanlara hem sapma eğilimi, hem de bağışlanma eğilimi vererek kişileri yol seçme iradesini kendi özgür iradeleriyle baş başa bırakarak denemeye tabi tutmuştur. Allah kimseyi saptırmaz, Allah kimseyi bağışlayıp hidayete erdirmez. Allah, sapma ve bağışlanma yollarını gösterir gideceği yolların sermayesini de verir. Sonucunda başlarına gelecek iyilikleri ve kötülükleri de bildirir, yol seçme tercihinde özel bir müdahalede bulunmaz. Halife olmanın sınava tabi tutulmamın anlamı da bu olmalıdır.

7/29- De ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız Kendisi ’ne has kılarak O’na dua edin. “Başlangıçta sizi yarattığı” gibi döneceksiniz.”

Yeryüzü Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, yeryüzü Allah’ın güç ve iktidar sahibi olan insanlara kendi ellerinin altındakilere adaletle davranmayı emanet ettiği yerin adıdır. İşte Allah insanları bununla denemeden geçirmektedir.

Yeryüzü bütün insanların kendi dinlerinin kurallarına göre secde ettikleri mescitleridir. Rahmanın yolunda yürüyen insanların mescitleri olduğu gibi Rahmanın yolunun dışında yürüyen insanların mescitleri de vardır. Allah istiyor ki; Sadece kendi kurallarına göre insanlar yaşamını sürdürsün. Allah katışıksız hurafelerden arındırılmış olan halis bir dine iman etmeleri ve yaşamalarını insanlardan istemektedir. İşte böyle inanan ve yaşayan hayatını vahiyler çerçevesinde düzenleyen insanlardan Allah razı olacaktır.

2/ 150- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) Her nerede olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.

Bu gün, dünyevileşmek isteyen insanlar yükselmek kariyer elde etmek için yönlerini hep batıya çevirmektedirler.  Allah’ın razı olacağı insanlar ise tevhit akidesi doruk noktaya ulaştığı, İbrahim dinine hanif dini fıtrat dinine, yönelmeleri gerekmektedir.

Kurtuluş ancak, ister deist ister ateist ister ehli kitap olsun, her türlü şirkten uzaklaştırılmış olan İbrahim dinine Allah yöneltmek istemektedir.  İnsanların dünya ve ahiret hayatında tek kurtuluş çaresi ve yolu budur.

7/30- Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı hak etti. Çünkü bunlar, Allah’ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.

Allah katında yaratılışta bütün insanlar Allah’a eşit uzaklıktadır. Allah, insanın kendisi sapıklığı istemediği sürece Allah onu saptırmaz. İnsan kendisi istemedikçe Allah onu hidayete erdirip bağışlamaz. Bununla ilgili açıklamaları daha önce geniş olarak izah etmiştik.

Allah İnsanlar isterse sapma yönünde şeytanları gönderdiği gibi, hidayete erme yönünde de peygamberleri göndermiştir. İnsan kendisi istemedikçe ne şeytanların ne de peygamberlerin onlar üzerinde zorlayıcı bir güçleri vardır.

16/ 99- Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur.

16/100- Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir.

7/31- Ey Âdemoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.

Allah dünya hayatında, insanlar için bir birine zıt, iki farklı rızık yaratmıştır. Haram ve helal olanlardır. Allah helal olanlardan saçıp savurmadan yemeyi içmeyi ve yapmayı serbest kılmıştır.  Devam eden ayette de bunu genişleterek anlatmaktadır.

7/32- De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.” Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.

Allah temiz ve güzel olan rızkları dünya hayatında iman eden ve Salih amel işleyenler için yaratmıştır. Ahiret âleminde bunlardan daha güzeli onları beklemektedir. İnkâr eden ve sapanlar için dünya hayatında, yenmesi içilmesi yasak ve haram kıldığı yiyecekleri de yaratmıştır.  Ama Allah temiz ve helal olanları serbest kılmış pis ve murdar olan şeyleri haram kılmıştır.

13/ 18- Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O’na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!..

7/33- De ki: “Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan ‘isyan ve saldırıyı’ kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah’a şirk koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”

Ayette bahsedilen yasaklar sırlanarak sayılmaktadır.

53/ 32- Ki onlar, ufak tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.

7/34- Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.)

Her insan için kendisine ayrılmış bir süre vardır. O sürenin ne bir saat öne ne de bir saat arkasına alınıp ertelenemez.

4/ 78- Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar.

4/79. Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter.

Yanlış anlaşılmaya ve yanlış yorumlamaya müsait olan bu iki ayeti açıklamak istiyorum. Sanki bu iki ayet arasında bir çelişki var gibi görülmektedir. Yetmiş sekizinci ayette verilen mesaj ile yetmiş dokuzuncu ayette verilmek istenen mesaj farklıdır. Onun için çelişkili bir durum arz etmektedir.

“Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar.”

Bu ayet savaşta yenilgiye uğradıkları zaman, yenilip de başına gelen musibetlerden hayıflanan mızıkçılık yapan münafık olan bir topluluğun serzenişinden söz edilmektedir. Sen bizi savaşa çağırdın biz geldik bizi inkâr edenler, bizi mağlup ettiler. Başımıza bu kötülükler geldi. Ama aynı resul savaşta inkâr edenleri mağlup edip ganimetlere kavuşmuş olsaydı. O zaman bu senden değil bu Allah’tandır derlerdi.

79. Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter.

Bu ayette de Allah onların söylediklerine cevap vermektedir. Eğer sizin başınıza zafer kazanmak vuku bulduysa bu Allah’tandır. Eğer siz gerekli çaba ve gayreti göstermeseydiniz sizin başınıza gelen kötülükler kendi ellerinizin öne sürdüklerinden dolayıdır. O Allah’tan değil sizin kendi başarısızlığınızdır. Mesajı verilmektedir.

7/35- Ey Âdemoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.

Burada şems suresinde geçen ayetleri hatırlamak ve doğru olanı anlamak yerinde olacaktır.

91/ 7- Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,

91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).

91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.

Her insan ergenlik çağına geldiği zaman yaptığı her yanlış davranış karşısında kendi öz yapısında var olan takvadan bir başka ifadeyle vicdanından yaptığın her yanlış davranışı yanlış yaptın diye uyarı veren bir ilham veya bir ses gelmektedir.    

İşte kendisine gelen bu uyarı sesi Allah’ın vahiylerle kontrol altına almış olduğu nebi ve resullerle de desteklenmektedir. Eğer insan varsa mutlaka saptıran da vardır. Eğer insan varsa sapanları uyaran da vardır. Allah uyarıcı göndermediği bir kavimi helak etmeyecekse ki öyledir. Demek ki Allah her kavme ve her insana mutlaka ama mutlaka bir uyarıcı gelmiştir.

26/ 208- Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.

7/36- Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır.

Yalanlama sapma yoldan çıkma inkâr zulüm fahşa aklına ne kadar kötülük varsa işte onların hepsinin tetikleyicisi, iblisin insana verdiği vesveseden ortaya çıkmaktadır. Kim kendisine gelen uyarıcılara karşı duyarlılığını kaybeder ve iblisin teklifleri yönünde hayat yaşarsa, işte onların yeri ebedi cehennemdir.

7/37- Öyleyse, Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir? Kitaptan kendilerine bir pay erişecek olanlar bunlardır. Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: “Allah’tan başka taptıklarınız nerede?” “Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular” diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler.

Buradaki tehdide muhatap olanlar kitap- ehli olanlardır. Bunlar dünya hayatında Allah kendilerine gönderilen kitaplarda Allah’tan başka rabler edinmeyeceksiniz dediği halde bunar peygamberlerini âlimlerini şeyhlerini efendilerini kendilerine ilah edinerek müşrik kâfir olmuşlardır.

Kitap-Ehli; Allah’ın var olduğuna, göndermiş olduğu kitaplara peygamberlere ahiret gününe meleklerine iman ettiklerini iddia ettikleri halde, Allahtan gelen vahiy orijinli dinden saparak, satarak gizleyerek, Allah adına din uyduranlara Kur’an’ın verdiği bir sıfattır

Buradaki elçilerin hayatlarına son vermek için gelen ölüm meleği kastedilmektedir. Genelde İslam müfessirleri Ölüm meleğini Azrail dolarak anımsamışlar ve anlatmışlardır. Oysa Kur’an’ın hiçbir yerinde Azrail diye bir kelime geçmez.

32/ 11- De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız.”

7/38- (Allah) diyecek: “Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin.” Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: “Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat artırılmış bir azap ver diyecekler. (Allah da:) “Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz” diyecek.

22/ 18- Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.

3/ 21- Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.

Doğru yola gelen ve doğru yoldan sapmış olanların, ham maddesi insandır. İnsandan, hem cin, şeytan, kâfir münafık zalim türemekte, hem de mümin Müslüman peygamberler türemektedir. Cin kelimesi genelde İslam müfessirleri ve toplumlar tarafından yanlış anlaşılmıştır. İnşallah Allah izin verir de ölmezsek, bundan sonra nüzul sırasına göre gelen cin suresinde Cin kelimesi üzerinde Kur’an’ın anlatmak istediği kavramı geniş olarak anlatacağım

Dünya üzerinde bulunan insanlar ya Müslümandır ya da Müslüman değildir. Kur’an’da Müslüman olmayan bütün ehli kitap olan ve müşrik olan insanlara genel başlık altında cin tabiri kullanılmıştır.

7/39- (Bu sefer) Önde gelenler, sonda yer alanlara diyecekler ki: “Sizin bize göre bir üstünlüğünüz yoktur, kazandıklarınıza karşılık olarak azabı tadın.”

Allah her insana aklını takvasını ve fıskını vererek dünya hayatında kendilerine ayrılmış bir zaman dilimi içerisinde denemektedir. İnsan kendisi istemedikçe bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler, onu ne saptırmaya gücü yeter, ne de hidayete erdirmeye gücü yeter. İnsan saparsa kendi isteği ile sapmıştır. İnsan  hidayete ererse de kendi isteği ile hidayete ermiştir.

Ama onlar ahiret hayatında sıkıştıkları zaman suçu bir biri üzerine atarak kurtulmaya çalışmaktadırlar. Oysa Allah kim nasıl amel işlemişse onu bilmekte ve görmektedir. Allah katında torpil yoktur. Yargılayan hâkim de Allah’ın kendisidir. Yapılan suçlara şahit olan da Allah’ın kendisidir. Bu sebeple onlar ne söylerse söylesinler söz değişikliğe uğratılmayacaktır. Cehenneme girecek olan kâfirlerin tartışmalarını Kaf suresinde şöyle anlatılmaktadır.

50/ 21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.

50/22- “Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.”

50/23- Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.”

50/24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,

50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,

50/26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.

50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: “Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.”

50/28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”

50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.”

Evet, her insan dünya hayatında yapıp ettiklerini hiçbir şey bırakmadan boynuna dolanmış bir kitap olarak ahiret hayatında oku kitabını deyip önüne konulacaktır. Bu da yetmedi İşlemek için kalbinden geçirip de ertelediklerini bile kamera kayıt sistemine kaydedilip önlerine kamera olarak konacaktır. Ahiret hayatında Orada onlara ne Allah ne peygamberler ne şeyhleri ne de efendileri şefaat edeceklerdir. Sadece şefaat edecek olan dünya hayatında işlemiş oldukları güzel amelleridir. Şu ayette de o anlatılmaktadır.

20/ 109. O gün, Rahmanın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.

Ayette geçen şu ifade sakın ola ki sizi aldatmasın. “Rahmanın kendisine izin verdiği” Bu ifade bazılarını yanıltmaktadır. Allah’ın izin verdikleri şefaatçi olacak olanlar insanın kendisi dışında olan insanlardan değildir. Allah İki yol tercihinden hidayete gelme ve bağışlanma yolunu tercih edenlere Allah izin verilenler diye atıfta bulunmaktadır. İşte o insanlar Dünya hayatında Allah’ın göndermiş olduğu peygamberler ve getirmiş oldukları vahiyler çerçevesinde yaşayanlardan Allah hoşnut olacaktır. Onların kendi güzel amelleri kendilerini o dehşet verici azaptan kurtaracaklardır.

Ayette dikkat çekilen konu, sonda gelenler önde gelenlere diye bahsedilen kötülükleri yapıp ve yaptırmayı teklif sunanlardır. Bir başka ifadeyle, yoldan sapan insanlar peşinden sürükleyen ve sürüklenen insanlardır.

7/40- Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkârları işte böyle cezalandırırız.

İnkâr eden ve zulmedenler için ebedi bir cehennem azabı vardır. İman eden ve Salih amel işleyenler için de ebedi cennet mükâfatı vardır. Ne cehennemde yanıp veya ceza çektikten sonra cennete gitme olayı vardır. Ne de cennetten cehenneme dönme olayı vardır. Her ikisinin de ebedi olarak kalacakları yer ait oldukları yerdir.

2/ 80- Dediler ki: “Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir.” De ki: “Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”

2/81- Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.

2/82- İman edip Salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.

7/41- Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız.

Allah dünya hayatında inkâr eden ve zulmedenlere karşı özel bir müdahalede bulunarak ceza vermemiştir. Üstelik tabiri caizse onların inkârlarına karşı yollarını şeytanlarla süslemiştir. Bir başka ifadeyle yollarını açmıştır. Verecek olduğum ayet de bu konuyu anlatmaktadır.

43/ 33- Eğer insanlar (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahman’ı (Allah’ı) inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık.

Allah iman eden ve Salih amel işleyenlerin ödülünü ahiret âleminde vereceği gibi, inkâr eden ve zulmedenlerin cezasını da ahiret âleminde verecektir. Allah’ın insanların dualarına icabet etmesi, İnsanların istek ve arzularının istikametinde çabasının karşılığını vermesi anlamındadır. Çabası olmayan bir dua ışığı olmayan bir lamba gibidir. Allah zulmedenlere cezasını din günü olan ahiret hayatında vereceğini vaad etmektedir.

7/42- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.

Allah hiçbir kimseye, kaldıramayacağı yükü yüklemez yüklemeyi de istememiştir. Allah herkese kendi gücü nispetinde yüklemiş olduğundan hesap soracaktır. Kim kendi gücü oranında ihlas ve samimiyetle göstermiş olduğu çaba ve gayretin karşılığını Allah ahiret hayatında, derecelerle ödüllendirecektir. Kur’an hakkında detaylı bilgiye sahip olanlar şu ayeti hatırlayıp sorarlar.

2/286-Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. ‘Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.’

Ayette geçen şu ifade, “Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.” Ayette sanki geçmiş ümmetlere gücünün üstünde yük yüklemiş de bunun altından kalkamamış anlamı taşıdığını zannetmişler. Oysa ayetin o bölümünde Kur’an içerisinde geçen ayetlerde sürekli insanlardan büyük çoğunluğun gelen nebi ve resulleri yalanlayıp vahye karşı gözleri kör kulakları sağır kalpleri mühürlenmiş olarak ahiret hayatına gidiş ebedi cehennemi hak ediş olarak murat edilmektedir. İnsanlardan Allah bir ümmete kaldıramayacağını yükleyip, başka bir ümmete kaldırabileceği yükü yüklemez.

7/43- Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimiz ’in elçileri hak ile geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye seslenilecek.

İşte İman eden ve imanlarını Salih amellerle bütünleştirenlerin, mükâfat olarak ödüllendirileceği yer, Ahiret hayatında cennettir. Allah dünya hayatında iman edip salih amel işleyenlerin yaptıklarından hoşnut olmuştur. Onlar da cennette Allah’ın onlara yaptıklarının karşılığını verdiği ikramdan hoşnut olmuşlardır.

58/ 22- Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.

7/44- Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: “Bize Rabbimiz ‘in vadettiğini gerçek buldunuz mu?” Onlar da: “Evet” derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.”

Dünya hayatında deli, mecnun, örümcek kafalı, cinlenmiş dedikleri insanlar ile inkâr eden ve zulmeden insanları ahiret hayatında karşı karşıya getirerek  Allah konuşturmaktadır. “Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: “Bize Rabbimiz ‘in vadettiğini gerçek buldunuz mu?”

Onlara dünya hayatında o kadar uyarıcı ve resuller gelmiş olmasına rağmen hakka karşı tecavüzde bulunmaları nedeniyle bir türlü uyarıcıların söylediklerine kulak vermemişler. Gülmüş geçmişlerdir. Oysa Allah kesin olarak vaadinde duracağına dair söz vermişti. İşte o söz gerçekleşmiş, inkâr eden ve zulmeden kâfirler, o gerçek olan söz karşısında şok geçirdikleri anlatılmaktadır.  

7/45- “Ki onlar Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti tanımayanlardır.”

İşte İnkâr eden ve zulmeden kâfirlerin profilini bize anlatarak öğüt vermektedir.

7/46- İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A’raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: “Selam size” derler ki bunlar, henüz girmeyen fakat (girmeyi) ‘şiddetle arzu edip umanlardır.’

7/ وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ وَعَلَى الأَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِسِيمَاهُمْ وَنَادَوْاْ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَن سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ

7/46-Ve beynehumâ hicâb(hicâbun) ve alel a’râfi ricâlun ya’rifûne kullen bi sîmâhum ve nâdev ashâbel cenneti en selâmun aleykum lem yedhulûhâ ve hum yatmeûn(yatmeûne).

 

Dünya hayatında iki ağırlık ve iki topluluk vardır. Bunlardan birisi iman eden ve Salih amel işleyen Müslümanlardır. Diğer ağırlık veya topluluk ise, inkâr eden ve zulmeden ağırlık veya topluluktur. Ahiret hayatında iki ağırlık ve iki topluluk bulunacaktır. Bunlardan birisi cehennemlik olanlardır. Bunlar dünya hayatında inkâr eden ve zulmedenleredir. Diğeri ise cennetlik olanlardır. Bunlar iman eden ve Salih amel işleyenlerdir.

Bu aynen dünya hayatında öğrencilerden derslerine çalışarak her sınavda iyi not alanlarla çalışmayıp haylazlık edenlerin her sınavda kırık not alarak yılsonunda sınıfta kalanlar ile sınıfı geçenlerin farklılığı gibidir. Ahiret hayatında her iki ağırlık veya iki topluluğun yeri ve konumlarının farklı farklı olacağını üzerine basa basa vurgulayarak anlatmaktadır.

Burada inkâr eden ve zulmedenler ile iman eden Salih amel işleyenleri ayırt eden görevli melekler vardır. Ayetin orijinalinde rical un geçse de insanları kendi amelleri ile beraber gelenlerin derecelerine ve sınıflarına göre ayırt eden bir cihaz olması gerekir. Nasıl marketlerde Binlerce çeşit malın fiyatlarını bilen bir cihaz varsa ahiret hayatında da onları yüzünden okuyan cihazlar olacaktır.

7/47- Gözleri cehennem halkından yana çevrilince: “Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla birlikte kılma” derler.

Bu sesleniş, İman eden ve Salih amel işleyerek sarp yokuşa göğüs gererek Allah’ın huzurda toplanan cennetlikler için söylenen bir sözdür. Dünya hayatında o insanlar dua ve çabalarını bu şekilde yaparak o mertebeye gelmişlerdi.

7/48- Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara seslenerek derler ki: “Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı.”

Zümer suresinde, dünya hayatında nebi ve resuller tarafından uyarılıp korkutulduğu halde dinlemeyen cehennemde azap için hazır olanları, konuşturarak anlatmaktadır.

39/ 68- Sur’a üfürüldü; böylece Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar.

39/69- Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahitler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.

39/70- Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlediklerini daha iyi bilendir.

39/71- İnkâr edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: “Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” Onlar: “Evet.” dediler. Ancak azap kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.

39/72- Dediler ki: “İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür.”

7/49- “Kendilerine Allah’ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için korku yoktur ve mahzun olmayacaksınız.”

Dünya hayatında küçümsedikleri “Rabbim Allah’tır” diyen o Müslüman olanlara  Allah’ın  rızasına mazhar olmuş olarak cennete girin denilerektir. Bu durum da, inkâr edenleri kıskandıracak bir fotoğraf ortaya çıkarmaktadır.

7/50- Ateşin halkı cennet halkına seslenir: Bize biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği rızıktan aktarın. Derler ki: Doğrusu Allah, bunları inkâr edenlere haram (yasak) kılmıştır.

Dünya hayatında asıl kâfirlerin lüks hayatları Müslüman olanlara haram kılınmışsa, ahiret hayatında da Müslüman olanlara verilen güzel nimetler kâfir olanlara haram kılınmıştır.

7/51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, Biz de bugün onları unutacağız.

İnkâr eden ve zulmedenler, dünya hayatında kendilerine yüklenmiş olan emanete ihanet etmişlerdir. Dolayısı ile ahiret hayatından pay almayı unutmuşlardır.

5/13- Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.

7/52- Andolsun, Biz onlara bir kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık.

Dünya üzerinde bulunan insanların büyük çoğunluk, Allah’ı kabul ettikleri halde Allah’ın kitap ve peygamber gönderdiğini kabul etmemektedirler. Günümüzde bu topluluğun karşılığı deistlerdir. Dünya hayatında bulunan insanların çok az bir kısmı ateist ve Müslüman olanlardır. Sakın ola ki Müslüman olanlar azınlıkta deyince yadırgamayın. Evet, İslam ülkeleri kendilerini ne kadar Müslüman olduğunu iddia etseler de maalesef onar Kur’an’ın ifadesiyle kitap ehlinden başkası değildir.

7/53- Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “Gerçekten Rabbimiz ‘in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak.” Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.

“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “Gerçekten Rabbimiz ‘in elçileri bize hakkı getirmişlerdi”

Dünya hayatında gözleri olduğu halde gözleri kör, kulakları olduğu halde duymazdan gelenlere kulakları sağır ve kalpleri olduğu halde kalpleri mühürlenmiş olanların, ahiret hayatında üzerindeki perde kaldırılmış her şeyi ayan beyan görür hale gelmişlerdir. Ayet şöyle bir mesaj vermektedir. Ey kâfirler Gökleri ve yâri yaratan Allah Ahiret hayatını da yaratmaya muktedirdir. Gelen nebileri ve elçileri yalanlamayın. Ahiret hayatını yalan sayanların, sonu hakkında bilgi vermekteyim. Yine de siz bilirsiniz demektedir. Devamında şöyle itirafta bulunmaktadırlar.

“Gerçekten Rabbimiz ‘in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır?”

Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak.” Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.


3/ 7- Sana Kitap’ı indiren O’dur. Ondan, Kitap’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz ‘in Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

Tevil kelimesi ayet içerisinde görüldüğü gibi iki ayette geçmektedir. İki ayetten de anlaşılacağı gibi, İnkâr edenler ve kalpleri marazlı olanlar nebi ve resullerin ahiret âlemi ile ilgili getirmiş oldukları bilgileri ‘İnkâr edenler o bilgilere inanmadıkları için kalpleri marazlı olanlar diye bahsetmektedir.

“Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: “ Ama İlimde derinleşenler yani Kur’an’ın uydurma bir söz olmadığını anlayanlar, dediler ki, “Biz ona inandık, tümü Rabbimiz ‘in Katındandır” derler.

7/54- Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneşe, Ay’a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.

Göklerin ve yerin yaratılışının altı günde olması bizim yirmi dört saat anlamında gün değil, Altı aşamada olduğu vurgulanmadadır.

İlim adamlarının tespitine göre, kâinatın ilk yaratılmaya başlaması ile zamanımıza kadar yaklaşık on üç milyar yedi yüz milyon yıl geçtiği tahmin edilmektedir.

Allah’a göre zaman yoktur. Zaten kâinatın yaratılışı ile birlikte zaman yaratılmıştır. Zaman kavramı İslam toplumlarında anlaşılamayınca ayetlerin anlaşılması da mümkün olmamaktadır.

22/47- Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, vadine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.

Zaman kavramını bir ayet örneği vererek üzerinde biraz durmak istiyorum.

19/ 21. ‘İşte böyle’ dedi. ‘Rabbin, dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır).’ Ve iş de olup bitmişti.

19/ 22. Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.

19/23. Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: ‘Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutulsaydım.’

Dikkat ederseniz yirmi birinci ayette “Ve iş de olup bitmişti.”
Devam eden ayetlerde gebe kaldığını ve bu sürenin tıbbi bilgilere göre yaklaşık olarak dokuz ay kadar gebelik sürecinin devam edeceği anlamına gelmektedir. Demek oluyor ki, Allah katında zaman yok zaman insanlara göre vardır. O zaman şunu diyebiliriz. Allah Evreni yaratmaya başlamasından dünya üzerinde insanların yaratılıp insanoğlu ve kâinatın ömrünün sonuna kadar bize göre milyarlarca yıl geçmiş olsa bile o Allah katında sıfır bir zamanı göstermektedir.

Bazı soysuz insanların söylediği gibi, eğer inkâr eden ve zalim olan bir erkek kız çocuklarına tecavüz edip onu onun kaderine yazmışsa ben haşa böyle bir Allah’ı kabul etmiyorum demeleri sorumsuz bilinçsiz bir söylem ve davranıştan öteye geçmez. Eğer İnsanların yapmış oldukları suçların faturasını Allah’a kesmeye kalkanlar Allah’a iftira etmektedirler. Dünya hayatını Allah insanlara emanet etmiştir. Eğer zulmedenlerin cezasını dünya hayatında verecek olsaydı onlarını işini elbette bitirir defterini dürerdi. Ama Allah mazlumun ahını Allah’a gönülden itaat eden insanlar tarafından almayı istemektedir.

9/ 52. De ki: ‘Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

Allah denemeye tabi tuttuğu insanları deneme süreci bitinceye kadar asla müdahalede bulunmayacağına söz verdiğini açıklıyor. Ama ahiret hayatında inkâr eden ve zulmeden insanlara ahiret hayatında da hiçbir zaman merhamet de etmeyeceğini vaat etmektedir.

42/14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

7/55- Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.

Dua; İki eğilime karşı istek duyan insanların, kendi özgür iradeleriyle istek duydukları yönde göstermiş olduğu gerekli çaba ve gayretin ta kendisidir. İnkâr edenlerin duası iblisin istekleri istikametinde gerekli olan çaba ve gayretleridir. İman edenlerin duaları ise Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler çerçevesinde göstermiş oldukları çaba ve gayretleridir.

İslam toplumlarında anlatılan ve anlaşılan dua kesinlikle Kur’an’ın dua kelimesine yüklemiş olduğu anlamdan tamamen farklıdır. Nasıl bedenle can kelimesi bir birinden ayrı hiçbir anlam taşımıyorsa, dua kelimesi de senin istek duyduklarını fiili hayata götürmeden asla bir anlam ifade etmez. Allah herkese kendi duası yönünde çaba ve gayretine göre cevap verir.

2/186- Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.

Allah insanlar isterlerse küfür yolunda isterlerse Allah yolunda gitmek isteyenlere, her iki yönde de yollarını açmakta ve onların dualarına icabet etmektedir. Ama Allah kendi isteği istikametinde yapılan dualardan razı olmakta, kendi isteğinin dışında yapılan dualardan razı olmamaktadır. İşte denenmenin adı bu olmaktadır. Allah insanlardan Müslüman olarak yaşamalarını ve Müslüman olarak can vermelerini istemektedir. Ancak inkâr eden ve zulmedenlerin yollarını açmakla beraber, onların ne dualarından ne de kendilerinden hoşun olmaktadır.  

17/10- Ve şüphesiz, ahirete inanmayanlar için de acı bir azap hazırlamışızdır.

17/11- İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir.

İşte inkâr edenlerin duası cehennemi elde etmek içindir. Eğer ahiret âleminin varlığına onlar inanmış olsaydı cehennemde ebedi olarak azap çekmelerini isterler miydi? Şeytan onların üzerine bir kabuk bağlayarak gerçekleri onlara örtmemektedir.

43/36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.

43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

İçkinin, kumarın zinanın kötü sonuçlarını gördükleri halde öyle bir yanlışı yapıp kendilerine süslü gösterilmiştir.

Demek ki, Allah yolunda olanlar dualarını rahmanın razı olacağı şekilde indirilen vahiyler çerçeveside iman edip salih amellere götürerek yapmaktadırlar. Şeytanın yolunda yürüyenler ise dualarını şeytanın razı olacağı şekilde yapmaktadırlar. Müslüman olanların fotoğrafı iman ve salih ameldir. Sonuç onlar için Allah cennet vaad etmektedir. İnkâr eden ve zulmedenlerin fotoğrafı ekini ve nesli yok ederek yeryüzünde fesat çıkarmaktır. Onlar için sonuç, Allah onlara ebedi cehennemi vaad etmektedir.

7/56- Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.- Rahmetinin önünde rüzgârları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.

Eğer, insanları inkâra isyana bozgunculuk çıkarmaya teklif sunan iblis olgusu olmamış olsaydı, yeryüzünde ne bozgunculuk çıkar, ne de insanlar arasında savaş, hırsızlık, ahlaksızlık, zulüm, öldürme gasp olayları diye bir şey olurdu. İnsanlarda diğer melekler gibi kendilerine kodlanan bilgilerle seyirlerini sürdürürlerdi. Tabi ki, böyle olmuş olsaydı imtihan diye bir şey de olmazdı. Her türlü kötülüklerin teklif sunucusu iblistir. İnsanlar iblisin tekliflerine yeşil ışık yakıp onun istekleri doğrultusunda hayatlarını düzenlerlerse yeryüzü fesada uğrar. Ama insanlar takvanın tekliflerine yönünde yeşil ışık yakarsa yeryüzü Allah’ın yarattığı şekilde bozulmadan ait olduğu yerde kalır.

7/57. Rahmetinin önünde rüzgârları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleriz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.

Ayette yeryüzünde olup biten her şeyin sebep ve sonuç ilişkisi içerisinde yaratıldığını anlatılmaktadır. Yağmurun yağış sebebini buluta, bulutların kurak bölgelere sürüklenmesini Rüzgâra, kurumuş toprakların ıslanarak bütün ürünlerin dirilmesini suya bağlayarak izah etmektedir. Allah öldükten sonra dirilmeye inanmayanlara iman edenler aracılığı ile böyle mesaj vermektedir.

7/58- Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.

Ayette Kur’an diliyle müteşabih edebiyat diliyle mecaz bir anlatım sanatı kullanmıştır.  Genelde nasıl güzel aile kültüründen güzel davranışlı insanlar çıkıyorsa, kötü ailelerden de kötü insanlar çıkar benzetmesini yapmaktadır. Ama bu demek değildir ki, iyi ailelerden tamamı ile iyi insanlar, kötü ailelerden de tamamı ile kötü insanlar çıkar demek değildir.

İnsan kendisine verilen akılı, takvanın yönünde kullanabilirlerse, kötü ailelerden de iyi inanlar çıkabilmektedir. Değilse kötü ailelerden doğan çocuklar haksızlığa uğramış olurlardı. Kim dilerse kendisini rabbin yoluna götürecek malzeme de bulur yer de bulur. Kim dilerse şeytanın yoluna gidecek malzeme de bulur yer de bulur.

7/59- Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.”

Bütün peygamberlerin kendi kavimlerini kula kulluktan özgürlüğe kavuşturarak Allah’a kulluğa davet ettikleri gibi, Nuh peygamber de kavmini Allah’a kulluğa davet etmektedir. İnkâr edenleri de ahiret âleminde gerçekleşecek olan ebedi cehennem azabına karşı uyarmaktadır.

7/60- Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görüyoruz” dediler.

Dikkat ederseniz peygamberleri yalanlayanlar hep kavmin önde gelen müstekbir kibirlenmiş olan insanlar olmuştur.  Bunun sebebi ise halkın üzerinde kurmuş oldukları zulüm iktidar sona erecek ve kendi tahtları sarsıntıya uğrama endişesindendir. Bu yalanlama olayı da, onların Allah ile iletişiminin kesilmesi ve onlar dünya hayatında yaşadıkları halde kör ve sağır olarak dolaşmasına sebep olmaktadır. Onların hayata böyle bakışları da helak olmalarına neden olmuştur.

17/16. Bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

“’varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar.” Ayette geçen bu ifade sanatsal bir üslup kullanılarak izah edilmektedir. Allah kimseye zulüm yapmaz, Allah kimseye bozgunculuk yapın diye emretmez. Burada anlatılmak istenen peygamberleri yalanlayan onları yerinden yurdundan sürüp öldürenler, hep önde gelen gururlu kibirli kendilerini yeterli gören insanlardan çıktığı için,  Allah böyle bir ifade kullanmaktadır.

7/61- O: “Ey kavmim, bende bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ yoktur; ama ben âlemlerin Rabbinden bir elçiyim.” dedi.

Aklını kullanan bir insan için, istisnasız bütün peygamberler Allah’tan almış olduğu vahyi bilgileri eksiltmeden fazlalaştırmadan olduğu gibi kavmine iletmektedirler. Elçilerin görevi de odur.

69/43. Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
69/44. Eğer o, bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.
69/45. Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
69/46. Sonra onun can damarını elbette keserdik.

Demek oluyor ki peygamberlerde kendi hevalarına göre konuşmak yokmuş. Onlar, Allah’ın vayettiğini eksiltmeden fazlalaştırmadan, olduğu gibi aktarmakla görevlidirler.

7/62- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum.

İşte ayette de belirtildiği gibi bunları ben kendi istediğim şekilde değil Allah nasıl emir verirse nasıl bilgi verirse ben onları size aktarıyorum.

7/ 63. ‘Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (Kitap) gelmesine mi şaştınız?’

7/ 64. Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.

Araf elli dokuzuncu ayetten altmış dördüncü ayete kadar Nuh kavminin kıssasını bize anlatılmaktadır. Bundan önceki surelerde kavimlerin helaki ile ilgili konularda Nuh tufanını geniş geniş anlatmaya çalışmıştım.

Önce, Kur’an’da geçen kavimlerin helaki ile ilgili konularda, mükâfat ve cezanın dünya hayatında olmadığını, ahiret hayatında olduğu bilinmesi gerekmektedir. Eğer Nuh kavmi,  Semud kavmi, Lut kavmi, gibi kavimler tefsirlerde ve İslam toplumlarında anlatılanlar gibi, olmuş olsaydı, Şimdi o kavimlerin yapmış oldukları zulümlerden daha çok dünya hayatında zulüm yapmakta oldukları halde anlatılanlar gibi bu gün helak olayına, rastlayamıyoruz.

Kur’an, kendi içerisinde çelişkisiz bir kitaptır. Eğer bir ayette, “Biz dünya hayatında zulmedenlerin cezasını vermeyiz” diyor da başka bir ayette onları dünya hayatında işledikleri suçlardan dolayı helak ettik diyorsa, biz ya bu ayetleri doğru anlayamamışız, ya da Kur’an kendi içerisinde çelişkili bir kitaptır. Hayır, asla İnananlar için Kur’an elbette Allah tarafından gönderilmiş çelişkisiz bir kitaptır.

4/ 82. Onlar hâlâ Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

Olsa olsa Kur’an’ın kendi içinde yapmış olduğu açıklamaları biz doğru anlayamamışız demektir.  Bunun başka bir alternatifi yoktur.

16/61- Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

Her insan ergenlik çağı ile bunaklık ve ölüm dönemine kadar kendilerine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde denenmektedir. Dünya hayatı denenme ve imtihan salonudur. Ahiret hayatı ise bu denenmenin arkasından ürünleri devşirme yeridir. Kim dünya hayatında, Allah’a iman eder ve onun gönderdiği vahiyler çerçevesi içerisinde hayatını düzenlerse, onun ahirette konaklama yeri ebedi cennettir. Kim de Allah’ı inkâr eder Onun göndermiş olduğu peygamberleri yalan sayar ve zulmederse, onların konaklama yeri de ebedi cehennemdir.

Dünya hayatında her iki farklı yola gidenlere Allah yollarını açacak imkânlar ve hangi yolu tercih ederse, gidebilecek eğilimi de vermiştir. İnsanların dünya hayatında olan cezaları ya evren yasalarına uymamaları sonucunda cezaları evrenden gelmekte, ya da insanlar eliyle insanlardan gelmektedir.

22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

10/19- İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.

20/129- Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu.

29/53- Azap konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azap gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.

Vermiş olduğum ayet örneklerinden de anlaşıldığı gibi, ceza ve mükâfat ahiret âlemimdedir. İşte Allah’ın vaadi budur ve Allah kesin olarak vaadinden dönmez.

3/9- “Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, vaadinden cayıp-dönmez.”

39/19- Azap sözü kendisi üzerinde hak olmuş kimse mi (onlarla bir tutulur)? Ateşte olanı artık sen mi kurtaracaksın?

39/20- Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın vaadidir. Allah, vaadinden dönmez.

Yukarıda değişik ayetlerden örnekler vermeye çalışıştık. Bu ayetlere göre Nuh kavminin helaki nasıl anlaşılmalıdır? Sorusuna cevap aramaya çalışalım.

1-Dünya hayatında insanlar işlemiş oldukları suçlar nedeni ile Allah ceza verilmeyeceğini söylemektedir. Öyleyse suç işleyen ve zulmedenlerin cezası,   ahiret hayatına ertelenmektedir.

2- Ceza ve mükâfat ahiret âleminde mutlaka verileceğini Allah vaat etmektedir. Allah vaadinden kesin olarak dönmez.

3-Peki Allah neden? Nuh kıssasını anlatırken İnkâr edenleri suda boğduk iman edenleri gemiyle kurtardık ifadesi kullanıyor? Çünkü Allah’a göre zaman kavramı yoktur. Ahiret hayatı bize göre gelecek, Allah’a göre bir andır. Ahiret hayatında olacak olan bir cezayı şimdi veriyormuş gibi bir anlatımla anlatılmıştır.

4-7/64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.

Ayette gemi Mecazi anlamda kullanılmıştır. Dünya hayatında İman edenler Nuh peygamberin getirmiş olduğu vahiy gemisine binerek yaşamlarını vahiy çizgisinden sapmadan yürütmüşlerdir. Ecelleri gelince ölecek ve yeniden diriltilip ahiret âleminde ebedi cennette yerlerini alacaklar. İnkâr eden peygamberleri yalanlayan kâfirler ise vahiyden nasiplerini almak istemedikleri için kör ve sağır olarak hayatlarını sürdürüp ecelleri gelince ölecekler. Ahiret hayatında yeniden diriltilip ebedi cehennemde yerlerini alacaklardır.  .

7/65- Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi.

Ad kavminin kendilerine gönderilen Hud peygamberle ilgili kıssayı Hud suresinde anlatılan vahiylerle dinlemeye çalışalım.

11/ 50. Ad (halkına da) kardeşleri Hud’u (gönderdik). Dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz.
11/ 51. Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?
11/ 52. Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin.’
11/ 53. ‘Ey Hud’ dediler. ‘Sen bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz. Sana iman edecek de değiliz.’
11/ 54. ‘Biz: ‘Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır’ (demekten) başka bir şey söylemeyiz.’ Dedi ki: ‘Allah’ı şahid tutarım, siz de şahid olun ki, gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.’
55. ‘O’nun dışındaki (tanrılardan). Artık siz bana, toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana süre tanımayın.’
11/ 56. ‘Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)’
11/ 57. ‘Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip-koruyandır.’
11/ 58. Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmet ile Hud’u ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık. Onları şiddetli-ağır bir azabtan kurtardık.
11/ 59. İşte Ad (halkı): Rablerinin ayetlerini tanımayıp reddettiler. O’nun elçilerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler.
11/ 60. Ve bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. Haberiniz olsun; gerçekten Ad (halkı), Rablerine (karşı) inkâr ettiler. Haberiniz olsun; Hud kavmi Ad’a (Allah’ın rahmetinden) uzaklık (verildi).

Kur’an kavimlerin kendilerine gönderilen elçileri yalanlamalarının tek sebebi kibir gurur ve kendilerini yeterli görüp gelen elçileri küçümsemelerinden dolayıdır. İsra suresinde geçen şu ayet bu konuları açıklamaya en güzel bir örnektir.

17/16. Bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

bütün nebiler ve resuller ifsat olmuş kavimleri düzeltmek için geldikleri halde, Bütün peygamberlere ilk karşı çıkan varlık ve güç sahibi önde gelenler olduğu görülmektedir. Bu Allah’ın öteden beri süre gelen sünnetlerinden biridir. Âcizane ben de bu ayetler ışığında şöyle bir sonuca varıyorum. İnsanlar zenginleştikçe Allah’tan uzaklaşmakta fakir ve ihtiyaç sahibi oldukça sıkıntıya düştükçe de Allah’a yaklaşmaktadır. Bu olayları Kur’an’da geçen ilgili konulardan ve ayetlerden örnekler vererek açıklamaya çalışalım.

8/7. Hani Allah, iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını vadetmişti; siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkın ve inkâr edenlerin arkasını kesmek istiyordu.

Ayette kastedilen iki topluluk mustazaf olanlar ve varlık ve güç sahibi olanlardır. Ayette sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak anlatıldığı görülmektedir. Bir insan bir işi başarmak istediği zaman mutlaka birinden yardım almak isterse güçsüz olandan değil gücü yerinde olandan yardım alır. Ama olay öyle değildir. Zaten İnkâr edenler varlık sahibi olanlardan çıkmakta ve mazlumu itip kakan onları köleleştiren genelde hep zengin olanlardan çıktığı görülmektedir.

Örnek olarak vermiş olduğum en fal suresi yedinci ayette geçe şu ifade “Hani Allah, iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını vadetmişti; siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz.” İşte ayette geçen güçsüz olanların sizin yanınızda olmasını istiyordunuz. Anlamı Güçlü olanlar zaten sizi istemezler onlar inkâr edip zulmetmek isteyenlerdir. Ama güçsüz olan ve korunmak isteyen insanlar kendilerini korumak isteyen insanların yanında durmak isterler mesajı verilmektedir.

7/66- Kavminin önde gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: “Gerçekte biz seni ‘aklî bir yetersizlik’ içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”

Dikkat edin Önde gelenler dediler ki,” seni ‘aklî bir yetersizlik’ içinde görüyoruz” oysa akli yetersizlik içerisinde olan kendileridir. Onlar sadece yaşayacak oldukları hayat dünya hayatı olduğunu zannetmektedirler. Dünya hayatı bir an Ahiret hayatı ise ebedidir. Hud peygamber onlara ötelerin ötesinden haber getirip onları yapmış oldukları yanlışlara karşı uyardığı halde onlar maalesef onu delilikle suçlamaktadırlar.

7/67- (Hud:) “Ey kavmim” dedi. “Bende ‘akıl yetersizliği’ yoktur; ama ben gerçekten âlemlerin Rabbinden bir elçiyim” dedi.

Hud peygamber de onların söylediklerinin tam tersine asıl akıl yetersizliğine sahip olan ben değilim. Çünkü ben bunları kendi arzularıma göre söylemiyorum. Ben sadece Allah’ın bana bildirdiklerini size tebliğ ediyorum. Sizin üzerinde enim zorlayıcı bir gücüm yoktur. Dileyen kabul eder kurtuluşa erer dileyen ret eder ve ebedi cehennemi hak eder mesajı verilmektedir.

7/68- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”

7/69- “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluş bulasınız.”

Ayette önemli bir mesaj verilmektedir.” “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız?” Genelde inkâr edenler gelen nebi ve resullerden bahaneler arayıp, bir takım istekler sıralamaktadırlar. Onlardan Kur’an’da geçen ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.

17/90. Dediler ki: ‘Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız.’
17/91. ‘Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın.’
17/92. ‘Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin.’
17/93. ‘Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.’ De ki: ‘Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?’
17/94. Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: ‘Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?’ demelerinden başkası değlidir.
17/95. De ki: ‘Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.’
17/96. De ki: ‘Benimle aranızda şahid olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle haberdardır, görendir.’
17/97. Allah, kimi hidayete erdirirse, işte o, hidayet bulmuştur, kimi saptırırsa onlar için O’nun dışında asla veliler bulamazsın. 

Bir peygamberi yalanlamak için ne mazeretler uydurmuşlarsa diğer peygamberlere de bir sünnet olarak isteyip durmuşlardır.

7/70- Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.”

İnkâr edenlere Ahiret hayatı inanmadıklarından dolayı hikâye ve masal gibi gelmektedir. Onlar inanmadıklarından dolayı Allah’ın ahiret âleminde gerçekleştirecek olduğu azabı hemen getirmesini istemektedirler. Ve şöyle demektedirler.

3/183-Allah bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir elçiye inanmamamız konusunda and verdi,’ diyenlere de ki: ‘Şüphesiz, benden önce nice elçiler, apaçık belgeler ve söylediklerinizle geldi; eğer, siz doğru idiyseniz, o halde onları ne diye öldürdünüz?’

29/53-Azab konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azab gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.

7/71- “Andolsun” dedi. “Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazab gerekli kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.”

7/72- Böylece onu ve onunla birlikte olanları Katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk.

Dikkat ederseniz genel olarak bütün uyarıcı olarak gelen elçilerde süregelen bir sünnet olarak halkın önde gelenlerle elçiler arasında bu söylemler devam edip gelmiştir. Allah’ın sünneti Kur’an’da iki farklı anlamda kullanılmıştır.

Birincisi toplumsal olaylar sosyal sünnettir. İkincisi de yaratılış sünnetidir. Şimdi kavimlerle İlgili konuların düzgün anlaşılması için iki farklı sünneti Kur’an’dan ayetlerden örnekler vererek anlatmaya çalışalım.

SOSYAL SÜNNET;

Kur’an içerisinde, yaklaşık olarak konumuzla ilgili on iki yerde sünnet kelimesi geçmektedir. Bu ayetlerden on bir tanesi sosyal sünnetlerden bahsetmekte, sadece bir tanesi yaratılış sünnetinden bahsetmektedir. Her iki sünnetten de örnekler vererek açıklamaya çalışalım.

3/137- Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da yalanlayanların sonu (akıbet) nasıl oldu bir görün.

 

Ayette geçen sünnet, senden önce yaşayanların tarihi kalıntılarına bakın, Onlar da sizler gibi hayat sürdüler. Onlardan bazıları iman etti ve salih amellerde bulundu. Büyük bir çoğunluk da inkâr etti ve zulmetti. Bunlardan ders alın sonra pişman olmayın.

 

30/42. De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görün. Onların çoğu müşrik kimselerdi.’

 

18/55- Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerinden bağışlanma dilemelerinden alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesi veya azabın onları karşılarcasına gelmesi(ni beklemeleri)dir.

 

Bu ayette geçen sünnet, bütün kavimlere uyarıcılar gelmiştir. Daha önce gelip geçen kavimler nasıl inkâr edip yalanlamışlarsa bunlar da yalanladılar onlar da azabı hak etmişlerdir.

 

35/43- (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.

33/38-Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiç bir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir. Allah’ın emri takdir edilmiş bir kaderdir.

 

Bu ayette geçen sünnet, Allah bir peygambere neyi farz kılmışsa kendisinden önceki peygamberlere de onu farz kılmıştır. Bu Allah’ın öteden beri süre gelen sünnetlerindendir.

 

35/43-(Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.

 

Ayette bahsedilen kalbinde hastalık olanlar sürekli hileli düzenler kurarak ekini ve nesli yok etmişler. Daha önce inkâr edenler nasıl bir yol yöntem takip etmişlerse yine inkâr edenler bundan sonra aynı bozgunculuğu yapmaya devam edeceklerdir. Bu Allah’ın değişmeyen sünnetlerindendir. Buna en güzel örnek şu ayettir.

 

17/16. Bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

 

Sosyal sünnet ile ilgili ayetlerin vermek istediği mesaj şudur. Son nebi resule Allah geçmiş kavimlerden örnekler verirken, Senden önce bir kavme bir uyarıcı gönderdiğimiz zaman mutlaka toplumun önde gelenleri o peygamberi yalanlarlar onu gerektiği zaman yerinden yurdundan sürerler veya öldürmeye teşebbüs ederler. Bu Allah’ın öteden beri süre gelen bir sünnetidir.

 

Yine sosyal sünnetlerden birisi de bir topluma gelen peygamberi destekleyen onu etten duvarla ören ona sahip çıkan zayıf olanlardır.

 

8/7. Hani Allah, iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını vadetmişti; siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkın ve inkâr edenlerin arkasını kesmek (kökünü kurutmak) istiyordu.

Sonuç olarak, daha önce gelen kavimlerden müşrik olanlar, münafık olanlar, Müslüman olanlar nasıl bir tutum ve davranış içinde iseler şimdi de aynıdır. Bu Allah’ın değişmez yasasıdır. Değişmez sünnetidir.

2-YARATILIŞ SÜNNETİ;

7/185- Onlar, göklerin ve yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete� (melekût) Allah’ın yarattığı şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?

İşte bizim evrensel yasa deyip durduğumuz Sünnetullah veya Kevni ayet diye zikrettiğimiz olay budur. Güneşin her gün doğudan doğup batıdan batması, doğal sünnettir. Yağmur yağacağı zaman havanın bulutlanması, akşam olduğu zaman havanın kararması,  doğal sünnetlerdendir. Güneş doğduğu zaman ortalığın aydınlanması, yüzmek bilmeden denize giren insanların denizde boğması, doğal sünnetlerdendir. Deprem olduğu zaman depremin şiddetine göre tedbir alınmazsa yapılan binaların altında kalınıp, ölüm olayı, hep doğal sünnetlerdendir. İşte dünya hayatında doğal sünnetlere uyum sağlanmazsa inanan inanmayan diye ayırt etmeden hepsine isabet eder.

7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.

7/74- “(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.”

7/75- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirlerin), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız” dediler.

7/76- Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.”

7/77- Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih’e de şöyle) dediler: “Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım.”

7/78- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.

7/79- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”

Bu ayetlerde gündeme gelen konu Salih peygamber ve kavmidir. İşlemiş oldukları suçların en büyüğü  Allah’ın mucize olarak yaratmış olduğu deveyi kesmeleri ve böylece  kesen ve kesenin yanında bulunanlarla beraber hepsinin helak olmalarıdır. Genelde bu konu tefsirlerde anlatıldığına göre, Allah Salih peygamber dağdan mucize olarak bir deve doğurtur. O beldede su kıtlığı olduğundan dolayı su deveyle bölüşülmektedir. Bazı önde gelenler devenin su içme ihtiyaçlarına zarar verip azalttığından dolayı deveyi içlerinden birisi deveyi keserek öldürdüğü anlatılmaktadır. Allah da deveyi kesmelerinden dolayı o kavmi helak etmektedir.

Bu konuyu bir de şuara suresinden aktaralım. Gerçekten olayın aslı nedir ne değildir onu anlamaya çalışalım.

26/155- Dedi ki: “İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.”

26/156- “Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.

26/157- “Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular.”

26/158- Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.

Burada asıl anlaşılmasında güçlük çekilen konu, Ayet veya mucize kelimesinin doğru anlaşılamaması, ikincisi de deveyi kestiler ifadesi neyi anlatmaktadır.

Ayet; Allah’ın kâinatta yaratmış olduğu zerreden küreye kadar ne varsa sosyal ve tabiat olaylarının hepsinin adı ayettir. Görülen veya görülmeyen, bilinen veya bilinmeyen ister kötülük ister iyilik ne varsa peygamberlere gelen vahiyler de dâhil olmak üzere ne varsa hepsinin adıdır. Veya her birine verilen isimdir.

7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.

Öyleyse dişi deve Salih peygamberin dağdan mucize olarak doğurttuğu deve değil, Allah’ın mucize olarak yaratmış olduğu devenin ta kendisidir. Yani Allah’ın etinden sütünden yavrularından tüyünden yükünden yararlanmakta olduğumuz, devedir.  İslam toplumlarında yanlış anlaşılan bu konuyu geniş geniş Kur’an’ın anlattığı gibi anlatmaya çalışacağım İnşallah.

Salih kavmine baktığımız zaman, deveyi kesenler içlerinden önde gelen inkârcı bozguncu ve gelen uyarıcılara karşı kin ve öfke kusan birisidir.   Bunu destekleyen yardım eden yataklık edenler de aynı konumdadırlar. Deveyi kesmek ayette müteşabih bir anlatımdır. Yani Allah’ın deveyi ait olduğu yerden kaldırıp, değerinin altında veya üzerinde bir yere taşımaktır.

Ayette geçen şu ifadeye dikkat çekmek istiyorum.” Dedi ki: “İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir” Ayette geçen bu ifade insanlığa şu mesajı vermektedir. Allah deveyi insanların emrine amade olarak yaratmış. Sizi de gökleri ve yeri yaratan Allah’a ibadet ve kulluk için yaratmıştır. Eğer siz dişi deveyi Allah’ın ona yüklediği görev ve sorumluluğun dışına çıkarıp ona taparsanız deveye ve kendinize zulüm yapmış olursunuz mesajı verilmektedir. .  

2/29. Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.

İman edenler için Kur’an’da çelişki yoktur.

4/82. Onlar hâlâ Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

Allah bir kavme deve kesmeyi yasaklamışsa diğer kavimlere de yasaklaması gerekmez miydi? Allah, deve kesmeyi bir kavme helal kıldıysa diğer kavimlere de helal kılar. Allah deve kesmeyi bir kavme haram kılmışsa diğer kavimlere de haram kılar. Bu Kur’an’ın değişmez kuralıdır. Burada deve kesmeyi farklı bir anlamda kullandığını anlamak bilmek gerekir. Bakınız hac suresinde ne diyor ona bir bakalım.

22/ 36- İri cüsseli develeri size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi alinde (veya saf tutmuşçasına ayakta durup) boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkâra ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.

Allah bir kavim deve kestiği zaman o kavi helak ediyor, bir kavim deve kestiği zaman Allah o kavmi övüyor. Demek ki “deve kesme” olayı doğru anlaşılamadığı için çarpık bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa Kur’an’da çelişki yoktur.

Kâinatta canlı ve cansız ne varsa bütün varlıkları Allah, insanlar için yaratmıştır. Deveye gerektiği zaman ona yük taşıtacaksın. Deveye gerektiği zaman onu yavrulatıp büyütüp onlardan istifade edeceksin. Deveyi gerektiği zaman kesip etinden yiyeceksin. Salih kavmi Salih’in peygamber olduğuna inandılar mı ki, Onun sözünü dinlesinler. Bunlar Allah’ı bırakıp Allah’ın yaratmış olduğu dişi deveyi kendilerine ilah olarak kabul ettiler. Asıl sorun burada yatmaktadır.

Allah haktır göklerde ve yerde her şeyi bir düzen ve intizam içerisinde yaratarak İnsanoğlunun emrine amade kılmıştır. Kim Allah’ın koyduğu bir değeri değerinin altında veya üzerinde bir yere taşırsa o zulüm yapmış demektir.

4/46- Kimi Yahudiler, kelimeleri ‘konuldukları yerlerden’ saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: ‘Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası ve ‘Ranina’ bizi güt’ derler. Eğer onlar: ‘İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve ‘Bizi gözet’ deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.

81/3. Dağlar, yürütüldüğü zaman,
81/4. Gebe develer, kendi başına terkedildiği zaman,
81/5. Vahşi-hayvanlar, toplandığı zaman,

Bu ayetlerde kıyamet sahnesi tasvir edilmektedir. Dünya hayatında deveyi ilah haline getiren ve deveye tapan o müşrikler, o dehşetten o şiddetten onlara ayıracak ne zamanları var ne de düşünecek halleri vardır. Herkesin kendisine göre bir derdi ve işi vardır. Onlar sadece kendi derdini düşünür haldedirler. İşte Salih kavminin deveyi kesme olayı müteşabih bir anlatımdır. Deveyi kesmek deveyi Allah’ın koyduğu değerden kaldırıp onu tapınılır hale getirmek demektir. Tıpkı Hindistan ülkesinde ineğe tapmaları gibidir.

7/ 80- Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?

7/81- “Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.”

Lut kavmi ile ilgili Araf suresi sekseninci ayette geçen şu ifadeye dikkat çekmek istiyorum.” Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?” seksen birinci ayette de o hayasızlığın ne olduğu konusunda şöyle bilgi vermektedir. “Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz.”

Neymiş Lut kavminin âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsızlık. Kadınları bırakıp şehvetle erkeklere gitmesi olduğu anlaşılmaktadır. Allah erkek ve kadınları farklı rollerde yarattığını cinselliğin ancak erkekler kadınlarla kadınlar da erkeklerle yapması konusunda bilgi vermektedir.

2/221. Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.
2/222. Sana ‘kadınların aybaşı halini’ sorarlar. De ki: ‘O, bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, Allah’ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.’
2/223. Kadınlarınız sizin tarlanızdır; tarlanıza dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için (geleceğe hazırlık olmak üzere güzel davranışlar) takdim edin. Allah’tan korkup-sakının ve bilin ki elbette O’na kavuşacaksınız. İman edenlere müjde ver.

Allah dünya hayatında göndermiş olduğu nebi ve resullerle Allah, murad ettiği şekilde vahiyler çerçevesi içinde yaşayan bir toplum inşa etmek istemektedir.

Toplumun temeli bildiğiniz gibi aileden başlamaktadır. Çekirdek aile eğer saf ve temiz olursa toplum da o derece saf ve temiz olur. Allah Müslüman olanlara şu dört şeyi korumayı farz kılmıştır. Birincisi nesli korumak, ikincisi dini korumak üçüncüsü aklı korumak, dördüncüsü canı korumaktır.

Allah önce evlenirken Müslüman olan bir erkeğin Müslüman olandan başka bir kadınla evlenmemesini, Müslüman olan bir kadının da her ne şartta olursa Müslüman bir erkekten başkası ile evlenmemesini vaz etmektedir. Çünkü Müslüman olan kadın ve erkek cennete ve mağfirete çağırır. Müşrik olan kadın ve erkek ise ateşe çağırır. Erkek ve kadından her biri eğer bu şartlarla evlenip sözleşirlerse bu sözleşmeyi kim bozarsa o evlilik aktı fes olur.

60/10. Ey iman edenler, mü’min kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilendir. Şayet (gerçekten) mü’min kadınlar olduklarını bilip-öğrenirseniz, artık sakın onları kafirlere geri çevirmeyin. (Çünkü) Ne bunlar onlara helaldir, ne onlar bunlara helaldir. Onlara (kâfir kocalarına kendileri için) harcadıklarını verin. Onlara (hicret eden mümin kadınlara) ücretlerini (Mehirlerini) verdiğiniz takdirde onları nikâhlamanızda size bir güçlük yoktur. Kâfir (kadın)ların ismetlerini (nikâhlarını) tutmayın ve (onlar için) harcadıklarınızı isteyin. Onlar da (mümin kadınlara) harcadıklarını istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür; sizin aranızda hükmeder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İz bunları niçin anlattık? Lutilik vermiş olduğum bu ayetler çerçevesi içerisinde düşündüğümüz zaman Ne Allah’ın istediği şekilde bir toplum olma bilinci ne de Allah’ın kelimeleri koyduğu yerde durdurulabilir.

7/82- Kavminin cevabı: “Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!” demekten başka olmadı.

7/83- Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı.

Dikkat ederseniz Lutiliğin temelinde Gelen nebileri yalanlamak ve Allah’ın gönderdiği vahiy orijinli olan dine karşı çıkmaktır. Eğer Öyle olmamış olsaydı Lut peygamberin karısının lutilikle ne alakası olabilirdi. Çünkü Lut ’un karısı bir kadın ama Toplumun helak olmasının nedeni erkeklerin kadınları bırakıp cinsel ihtiyaçlarını erkeklerden karşılama konusuydu.

7/84- Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkârların uğradıkları sona bir bak işte.

Kur’an’da anlatılan kıssalara baktığımız zaman, İşlenen suçların en ön planda olanına dikkat çekerek helak oluşlarını anlatmaktadır. Çünkü diğer suçlar o büyük suçun gölgesi altında kaybolup gitmektedir. Mesela; Allah “Şirk koşulmasını bağışlamam” der. Neden? Çünkü diğer günahlar şirk koşmanın yanında güneş doğduğu zaman yıldızların kaybolduğu gibi kaybolmaktadırlar.

4/ 48- Gerçekten, Allah, Kendisi ’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.

Aslında Allah kendisine verilmiş zaman dilimi içerisinde kendisini düzeltir ve değiştirirse bağışlamadığı bağışlamayacağı bir suç yoktur. Ancak bu suçları işleyen kişiler, kendi kendilerini bağışlamaz veya bağışlayamazlar. Bir aşka ifadeyle kendilerini değiştirecek takati mecali kalmaz.

Salih kavmin helak olmasının sebebi  devenin su içme hakkına tecavüz etmeleriydi. Yani deveyi yaratılış gayesinin dışarısına çıkarmalarıydı. Lut kavinin helak oluşunun nedeni de, Erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını kadınlardan değil, erkeklerden görmeleriydi. Hayata böyle yanlış bir bakış, onların yolunu yöntemini bu anlayışla çizmeleriydi.

 Lut’a gelen elçiler, tefsirlerde anlatılan gibi melekler değil, Allah’ın göndermiş olduğu iki nebi ve resul olan insanlardandır.  

Allah insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, “Rabbani yolu”  peş peşe dizdiği nebi ve resuller ile ayakta tutmuştur. Kur’an bütünlüğü içerisinde dikkat ederseniz, her peygamber kendinden önce gelen peygamberleri tasdik edip doğrulamış ve kendilerinden sonra gelecek olan peygamberi de müjdelemişlerdir.

61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrail oğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmet” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler.

15/71- Dedi ki: “Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.”

Bu ayetteki anlatım mecazi bir anlatımdır. Bir peygamber kendi kızlarını inkâr eden yoldan çıkmış zorba ve zalim olanlara peşkeş çekecek değildir. Herhalde. Cinselliğinizi Allah’ın helal kıldığı yöntemler dâhilinde erkeklerle değil kadınlarla yerine giderin, anlamında anlaşılması gerekmektedir. İşte böyle yoldan çıkan bir kavmin işledikleri suçlar nedeni ile doğru düzgün bir yaşamaya yönelmemektedirler. Kendilerini yaratan Allah’a ibadet ve kulluk yapmamalarının bedelini, Ahiret hayatında Allah ebedi olarak cehennem azabı çekmeyle ödeyeceklerdir.  

7/85- Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız.”

Şuayp peygamberin kavminde ölçü ve tartıda yapılan taşkınlıklar gündeme getirilmektedir. Aldatarak mal satma, aldatarak mal alma, enflasyon, döveli asyön insanların mallarının değerinden düşürülerek haksızlığa uğratılma konusunu ele alınmaktadır. Bu konu geniş bir makale bir kitap yazılacak kadar geniş bir konudur. Ancak kısacık da olsa bazı ölçü ve tartılarda öne çıkan, yanlışlıkları gündeme getirmeye çalışalım.

1-Kasıtlı veya kasıtsız olarak, düzgün olmayan karşıdaki kişilerin aldatılmasına sebep olan kusurlu terazi ve ölçeklerden kaçınmak gerekmektedir.

2- Yaş mahsuller kurutularak satılan, sulu mamullerden suyunun giderildikten sonra satışa sunulan malların olgun hale gelmesine veya kuruma noktasına gelinceye kadar yaşlığını gizleyerek satmamak lazımdır.

3-Borç olarak verilen paralar, enflasyon olduğu dönemlerde değer kaybına uğramaktadır. Borç verildiği dönemde paranın alım gücü neyse borcu öderken alım gücü aynı olacak şekilde değer kaybına uğramadan ödemek gerekir. Alacaklı olan kişinin değer kaybını bağışlaması bunun dışındadır.

4- Bilerek kasıtlı olarak vermiş olduğu paranın karşılığında vermiş olduğu paranın üzerine para ekleyerek geri alınmasını Allah kesinlikle yasaklamaktadır. Bunun bir adı ribadır. Bir adı da faizdir.

2/ 275- Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.

Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess(messi), zâlike bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, ve ehallallâhul bey’a ve harramer ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef(selefe), ve emruhû ilâllâh(ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Ayetin orijinalinde riba geçiyor ama, bu günkü toplum dilinde Ribanın karşılığı faizdir.

7/86- “O’na iman edenleri tehdit ederek, Allah’ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.”

Birçok peygamberi öldürmüşler ve onları yerlerinden yurtlarından sürüp çıkarmışlardır. Peygamberlere yardım eden onları koruyan yataklık eden insan sayısı sürekli yok denecek kadar az olmuştur. İnkâr eden ve zulmedenler kâfirler ise zayıf ve güçsüz olanları korkutup baskı uygulayarak peygamberlere yardım ve destek vermelerini engellemişlerdir.

İkinci alternatif olarak, İman etmek isteyenleri, fikri mücadele vererek iman etmek isteyenlerin göremedikleri yerden görerek onları ikna etme yollarına girmektedirler. Şu anda ateist olanlar Kur’an’a iman eden, fakat Kur’an hakkında detaylı bilgi sahibi olmayanları kandırmaktadırlar.

7/ 16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”

72/ 9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”

Ayette geçen bu ifade, cinlerin, doğru yolun ortasına oturup, bilgi sahibi olmayan ve kalbi marazlı olan bazı insanları bilemedikleri yerden girip onları kandırma anlamını taşımaktadır.

7/87- “İçinizden bir grup, kendisiyle gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup inanmadığına göre, artık Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”

Batıl yolda olan bir topluma, hak geldiği zaman ayrışma başlar. Yani inkâr eden ve zulmeden bir kavme bir peygamber geldiği zaman İman eden ve Salih amel işleyen insanlar çıktığı gibi, inkârlarına devam eden ve zulmeden insanlar da olmaya devam etmektedir.

7/88- Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.” (Şuayb:) “Biz istemesek de mi?” dedi. 

Hep dikkat ederseniz, gelen uyarıcıları yalanlamaları nedeni ile İnkâr edenler körlük ve yoksulluk yakalarını bir türlü bırakmaz hale gelmektedir.

Yaratan Allah, rızık veren Allah, öldürüp diriltip hesaba çekecek olan Allah olduğu halde, Allah’ın göndermiş olduğu elçilere şu ifadeyi kullanmaktadırlar.” “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.” Şimdi aklını kullanan bir insan için böyle bir söylem ve eylem doğru olabilir mi? Onun için Allah gönderdiğim elçilere ve onun yolunda gidenlere kim tuzak kurarsa ben de onlara tuzak kurarım ifadesi ile ahiret hayatında başlarına gelecek belaları hatırlatmaktadır.

43/36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

Zikir kelimesini Allah iki farklı anlamda kullanmıştır. Birisi yaratılan evrendir. Onda hiçbir çarpıklık ve çelişki yoktur. İkincisi de Kur’an’ın ta kendisi anlamında Kullanılan zikirdir. Kur’an’da da çarpıklık ve çelişki yoktur. Aklını kullanmayanlar Allah’ın yaratmış olduğu evren ve indirmiş olduğu Kur’an’ı dinlemezler. Onlar dinleseler de inkâr ederler. Onun için Kur’an’dan uzaklaşan insanların o boşluğundan şeytan olanlar yararlanarak onları olmadık kuruntulara düşürüp saptırmaktadırlar. 

7/89- “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a tevekkül ettik. ‘Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’ Sen ‘hüküm verenlerin’ en hayırlısısın.”

İşte bütün peygamberler, genelde, ya “ Rabbim Allah’tır” deyip yeryüzünde güç sahibi olmuşlar ve toplumlara adaleti getirmişler ya da iman eden ve peygamberleri destekleyen insan olmadığı için güçsüz kalıp öldürülmüşlerdir. Ya dik duruşunu bozmadan ölümü göze alacaksın, dünya hayatında başarırsan onurlu bir şekilde yaşayacaksın. Ahiret hayatında cennet sana ödül olarak verilecektir. Ya da ölümden korkarak yaşayacak, inkâr edenlere köle olarak yaşayacaksın. Böylece hem dünya hayatında, hem de ahirette perişan olacaksın. İşte bütün nebiler ve Allah dostları birinci şıkkı tercih etmişlerdir. Bu iki gurup birbiriyle asla barış halinde yaşamamışlardır.

33/38- Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir. Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.

Kur’an iman eden erkek ve kadınların fotoğrafını şöyle ortaya koymaktadır.

58/22. Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta

7/90- Kavminin önde gelenlerinden inkâr edenler, dediler ki: “Andolsun, Şuayb’a uyacak olursanız, kuşkusuz kayba uğrayanlardan olursunuz.”

İnkâr edenler,  hem kendileri Allah’ın gönderdiği uyarıcıları kabul etmemektedirler. Hem de gibi, uyarıcılara karşı sevgi besleyen onlara destek veren insanları tehdit etmektedirler. Bu da demektir ki, hem kendi üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirmemek, hem de kendi üzerine yüklenen sorumluluğu yerine getirenlere karşı savaş açmaktır.

4/76- İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkâr edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.

İnkâr eden ve zulmedenlerin ahiret hayatındaki fotoğraflarını Allah şöyle ortaya koymaktadır.

74/42. ‘Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?’
74/43. Onlar: ‘Biz namaz kılanlardan değildik’ dediler.
74/44. ‘Yoksula yedirmezdik.’
74/45. ‘(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.’
74/46. ‘Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.’
74/47. ‘Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.’

7/91- Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar.

Yani, bütün inkâr eden ve rabbani yolun dışında hareket eden ehli kitap ve müşrik olanlar büyüklenme ve zulümleri nedeniyle, Rabbin terbiyesi altına girmeyi  kabul etmemektedir. Böylece dünya hayatında ecelleri gelinceye kadar Kör ve sağır olarak yaşadılar. Ahiret hayatında diriltildiklerinde ise resullerin söylediklerinin doğru olduğuna iman edecekler ama iş işten geçmiş olacaktır.  

7/92- Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada ‘hiç refah içinde yaşamamışlar’ gibi oldular: Şuayb’ı yalanlayanlar, asıl büyük hüsrana uğradılar.

İnkâr edenlerin ve zulmeden insanların, dünya hayatında gidiş tarzını ve hesaba çekilirken onların konumlarını en güzel tasvir eden şu ayeti aktarmadan geçemeyeceğim.

2/ 259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.”

Dikkatinizi çekmek istiyorum, ayette bahsedilen olay, tefsirlerde anlatıldığı gibi ” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” ifadesi dünya hayatında ölüp diriltilme olayı değildir. Dünya hayatında inkâr ederek yaşayan kişinin yaşadığı halde o haline öldürdük ifadesi kullanılmaktadır. Dirilme olayı dünya hayatında değil ahiret hayatında olacaktır. Kur’an’a göre hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan bir daha dünya hayatına geri dönmeyecektir. Bir ayet örneği vererek söylediğimizi belgelemeye çalışalım.

21/95. Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Ayette geçen yıkıma uğratma kelimesi hem hayati fonksiyonlarını yitirme anlamında, hem de hayati fonksiyonlarını yitirme olarak ölüm anlamında kullanılmıştır.

23/ 35. ‘O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı vadediyor?’
23/36. ‘Heyhat, size vadedilen şeye heyhat…’
23/37. ‘O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.’

Kur’an’da ölü kelimesi iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Birincisi peygamberlerin getirmiş olduğu vahiylere karşı duyarsız olarak yaşayan insanlara Kur’an ölü demektedir. Bunların gözleri olduğu halde gözleri kör, Kulakları olduğu halde kulakları sağır ve kalbini kendi elleri ile mühürleyen kimselere ölü ifadesi kullanmaktadır. İkinci anlamda kullanılan ölü ise hayati fonksiyonlarını yitirmiş olanlara ölü ifadesi kullanmaktadır.

Ayette ifade edilen “yüz yıl” ölü dünya hayatında yüz yıl yaşadığı halde inkârla yüz yıl hayatını sürdürmesi anlamında kullanmıştır. Yoksa dünya hayatında hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan bir kişinin asla geri dönmeyeceğini, Kur’an söylemektedir.

Demek ki, diriltilme dünya hayatında değil, yüz yıl kör ve sağır olarak yaşayan bir inkârcının diriltilmesi ahiret hayatında olduğu anlaşılmaktadır. Ayette geçen diğer bölümleri de ayrı ayrı izah edelim.

 (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” Bu soru ahiret hayatında sorulmaktadır: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi.

Ahiret hayatını inkâr edip diriltilen kişilerin söylediklerini başka bir sure ve başka bir ayet naklederek konuyu, açıklamaya, çalışalım.

30/55-Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkârlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.

(Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış;

Dünya hayatında bir gün veya bir saat kelimeleri hep oyun oynaşta olan insanların kendilerine yüklenen emanet ve sorumlulukları yerine getirmemeleri sarp yokuşa göğüs germemeleri nedeni ile dünya hayatının çok çabuk geçtiğini dile getirmektedirler.

Ayette geçen yiyecek ve içecek olarak kullanılan ifadeleri hep yemek çay kahve kola değil, dünya hayatında işlemiş olduğu azaba götüren kötü ameller olarak anlatılmıştır.

18/49-(Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: Eyvanlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp-döküyor?’ Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.

Eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.”

Eşek kelimesini Kur’an, kendilerine emanet ve sorumluluk yüklenen insanın, yüklenen emanet ve sorumluluğu yerine getirmeyen inkâr eden ehli kitap ve müşrikler için kullanmıştır. Yani eşeğin üzerine yüz kilo ağırlığında kitap yüklesen kitaplarda ne yazıp yazmadığını bilmez anlamındadır.

62/5. Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.

İşte inkâr edenlerin konumunu Allah böyle anlatıp özetlemektedir.

7/93- O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: “Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkâra sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?

Nebi ve resuller kendilerine gelen vahiyleri, Allah’tan aldığı şekilde eksiltmeden bir şey katmadan tebliğ ederler. İnsanlar kendileri istemedikçe onlar üzerinde ne şeytanın ne de peygamberlerin üzerinde zorlayıcı bir gücü vardır.

5/99- Elçiye tebliğden başka (yükümlülük) yoktur. Allah açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da bilir.

7/94- Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz.

İnsan, hem iyiliklere eğilimli, hem de kötülüklere karşı eğilimli bir varlıktır. Dünya hayatı da bazen sıkıntı yokluklar içerisinde, bazen bolluk ve bereketler içerisinde yer değiştirip durmaktadır, Doğru olanı İnsanın, kıtlık yokluk içerisinde geçen zamanlarda sabretmek ve bolluk ve bereketler içerisinde geçen zamanlarda da şükretmek her insanın temel görevlidir. Ayette muhatap olan topluluk inkâr eden ehli kitap ve müşrik olanlardır. Allah İnkâr edenler yalvarsın yakarsın diye azap göndermez. Ayette bu ifade sebebi bilinen bir olay daha güzel bir sebebe bağlanarak anlatılmıştır.

Allah bir sünnet olarak evrene bir yasa koymuştur. Evren yasaları insanlar inansalar da inanmasalar da yasasında bir değişiklik olmadan işler durur. Bir bölgede depremler insanlar inanmadığı ve zulüm yaptığı için değil, deprem doğal bir sünnet olarak deprem bölgelerinde yer sarsılmaktadır. Arkasından deprem kurallarına uygun yapılmamış binalar da yıkılıp çökmektedir. Bu olaylarda kim bu kurallara uygun olarak binalarını inşa ederse onlar kurtulmakta diğerleri binaların altında kalarak can vermektedir. Asıl ayette bahsedilen olay farklı bir mecrada yer almaktadır. Bir ayet örneği vererek onu açıklamaya çalışalım.

10/22-Karada ve denizde sizi gezdiren o’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar: ‘Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız.’

İnkâr edenler genelde hep önde gelen zengin ve varlıklı insanlardan çıkmaktadır. İşte onlar sıkıntıya düştükleri zaman fıtratlarında var olan tevhit akidesi doruk noktasına çıkar. Ama ne zaman onlardan o ölüm korkusu giderse yine eski haline dönmektedirler. Yoksulu fakiri düşünmeyen nice tüccarlar fabrikatörler bahçe sahipleri Mallarını kaybedip İflas ettikleri zaman Müslümanım demeye başladıkları görülmektedir.

2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.

7/95- Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: “Atalarımıza da (bazen) şiddetli sıkıntılar (bazen de) refah ve genişlikler dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine, Biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik.

Ayette geçen kötülük dünya hayatında doğal olaylardan dolayı meydana gelen deprem sel felaketleri kıtlık aklına ne kadar yaşamı zorlaştıran ne kadar olaylar varsa o dile getirilmektedir. İyilikler ise sıkıntılardan kurtularak refah ve bolluk içerisine girmek demektir.

1767- Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür.

 

7/96- Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazana geldikleri nedeniyle yakalayıverdik.

7/97- O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?

Helak edilme olayını, şimdiye kadar geçen helak ile ilgili ayetlerde izah etmeye çalışmıştık. Dünya hayatında Allah’ın insanların suç işlemesi nedeniyle cezayı, ya diğer insanlardan görürler. Ya da evren yasalarına uymadıkları zaman uymama sonucu onlara ceza evren yasalarından gelmektedir. Allah kendi eliyle verecek olduğu cezayı ahiret âlemine erteleyeceğini vaad etmektedir.

Her insana Allah bir ecel tayin etmiştir. Kendisine verilen zaman dilimi içerisinde, İnsan ister iman etsin isterse inkâr etsin bir gün gece veya gündüz ölüm gelecektir. İnkâr edenler kendilerine haşa başka bir ilahtan bir kitap mı geldi ki, inkâr ve yapmış oldukları zulmün karşılığını görmeyeceklerine dair and içiyorlar. Doğru bilgiyi Allah gönderilmiş olan nebi ve resuller aracılığı ile bildirmektedir.

7/98- Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?

7/99- (Veya) Onlar, Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.

Kâfir olanların tuzağı, dünya hayatında bencilleşerek güç ve kuvvet sahibi olurlarsa, Müslüman olanlara hayat hakkı tanımamalarıdır.  Bir başka ifadeyle, yerinden yurdundan sürüp öldürmeleridir. Peki, Allah’ın onlara hazırladığı tuzak nedir? Dünya hayatında böyle davrananlara hakkı görmemeleri için gözlerinin kör, kulaklarının sağır, kalplerini kendi elleriyle mühürleyerek ahiret âleminde ebedi olan bir cehennem ateşi ile cezalandırmasıdır.

8/30- Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.

Yine olayı çarpıcı bir şekilde özetleyen köşe taşı gibi bir ayetle belgelemeye çalışalım.

9/52. De ki: ‘Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

Allah dünya hayatında azabı Müslüman olanlar güçlü olursa Müslümanlar eliyle vereceğini, Eğer Müslüman olanlar güçsüz olursa Allah ahiret hayatında inkâr eden ve zulmedenlere cezasını ahiret hayatında kendi eliyle vereceğini vaad etmektedir. Allah Din gününün malikidir ayetinin kastettiği anlam da budur.

 

7/100- (Bütün bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer Biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.

Allah, dünya hayatında bütün insanlara eşit mesafededir. İmtihana tabi tuttuğu aklı olan her insana hem takva yoluna gidebilme eğilimini, hem de iblisin yoluna gidebilme eğilimi vererek her insanı kendilerine verilen bir zaman dilimi içinde denemektedir.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Allah isteseydi bütün insanları tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde yapardı. Dolayısı ile dünya hayatında ne savaş olur ne öldürme ne zulüm ne de bozgunculuk çıkardı. Allah bu sınavda kim kendisine verilen emanete sahip çıkarak dünya hayatında kendisine verilmiş olan rolü en güzel şekilde oynarsa o ahiret hayatında ebedi cennetle ödüllendirilecek. Kim de kendisine verilen emanete ihanet eder zulmederse o da ahiret hayatında ebedi olarak cehennemle cezalandırılacaktır.

5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

Allah katında bir tek doğru din vardır. O da Allah’ın peygamberler aracılığı ile gönderdiği dindir. O dinin adı İslam’dır. O dine teslim olanların adı da Müslümandır. Bunlar bir zürriyet olarak insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Allah’ın göndermiş olduğu nebilerin yol göstericiliği içerisinde devam edip gelmektedir. Zürriyet deyince sakın ola ki yanlış anlaşılmasın. Bunlar biyolojik anlamda zürriyet değil, iman eden ve Salih amel işleyen anlamında olan zürriyettir. Bir başka ifadeyle iman soyu anlamında olan zürriyettir.

52/21- İman edenler ve soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.

Allah hiç kimseyi saptırmaz. Ama sapma özgülüğü ve sermayeyi verir sapana saptırdım der. Allah hiç kimseye hidayet erdiremez, ama hidayete gelme özgürlüğü ve sermayeyi verir, hidayete erene hidayete erdirdim der. Allah hiç kimseyi cehenneme atmaz, ama cehenneme gitme özgürlüğü ve sermayeyi verir cehenneme gidene cehenneme attığını söyler. Allah kimseyi cennete atmaz ama cennete gitme özgürlüğü ve sermayeyi verir, cenneti hak edene cennete yerleştirdiğini söyler.

Yani dünya da ahiret de insanların emrine amade olarak sunulmuştur. İnsanlar kendi özgür iradeleri ile tercih etmiş olduğu yönde gösterdiği çaba ve gayretleri sonucu istedikleri yeri elde ederler. Bir başka ifadeyle insanlar ergenlik yaşından sonra kendi kaderlerini kendileri yazar ve rollerini kendileri oynarlar.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Bu tip insanlar, inkâr etmeyi kendilerine ilke edinmişlerdir. Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde bu olayı değerlendirdiğimiz zaman çok az insan yaratılışta vermiş olduğu, “Rabbim Allah’tır” sözüne sadakat gösterip inanıp yaşamayı sürdürebilmektedirler.

7(101. İşte bu ülkeler, sana onların ‘haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.’ Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, inkâr edenlerin kalplerini böyle damgalar.
********************

7/102. Onların çoğunda ‘verdikleri söze bağlılık’ görmedik, ama onların çoğunu fasıklar (yoldan çıkanlar) olarak gördük.

7/103- Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.

Kur’an’da en çok kıssası anlatılan konulardan birisi de Musa ile firavun kıssasıdır. Öğüt almak isteyenler için, çok güzel örnekler vardır. Musa çocukluk çağını ergenlik yaşına erinceye kadar Firavun yanında geçirmiştir. Daha sonra da hayatın getirdiği bazı sebepler yüzünden Şuayip peygamberin yanında sekiz ile on yıl kalarak peygamberden ders almıştır. Böylece yaşamında yeni bir yol çizgine everilerek yeni bir kimlikle peygamber olarak firavun karşısına çıkmıştır. Aşağıda geçen ayetler, Musa ile firavunun mücadelesi nasıl başladığı anlatılarak iman eden insanlara bir örneklik teşkil etmektedir.

7/104- Musa dedi ki: “Ey Firavun, gerçekten, ben âlemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”

Musa, Firavun kültüründe yetişmiş birisi olarak, Firavunu en iyi tanıyan yaptıkları zulüm ve taşkınlıkları bilen birisi olarak Allah’ın kendisine yüklemiş olduğu tebliğ görevini yapmak için işe başlamaktadır. “Ey Firavun, gerçekten, ben âlemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”

7/105- “Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları’nı benimle gönder.”

Burada nebi ve resul kelimesi üzerinde biraz durmak istiyorum. Nebi; vahye muhatap olan sadece Allah’ın vahiyle konuştuğu insan demektir. Birkaç ilgili ayetlerden örnekler vererek izah etmeye çalışalım.

2/97. De ki: ‘Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa kendilerine kitap ve ilim verilen, ilim ve hikmet verilen ve Allah’ın direk olarak konuştuğu insan tipi nebilerdir. Yine Bunu doğrulayan bir ayet nakledelim.

42/51. Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ayette Allah’ın insanlar içerisinden farklı şekillerde konuştuğu izah edilmektedir. Allah’ın vahiyle konuştuğu insanlar sadece nebilerdir demiştik. Şimdi de resul nedir ne değildir onu anlamaya çalışalım.

Resul;  Nebilerin Allah’tan almış olduğu vahiyleri eksik veya fazlalaştırmadan insanlara aktaran elçilerdir. O zaman bu ayet ve açıklamalar ışığında şöyle demek doğru olur kanaatindeyim. Her nebi, Allah’tan kendisine gelen emirleri başkalarına aktarması ile aynı zamanda bir elçi konumu yüklenmiş olmaktadır. Öyleyse her nebi aynı zamanda bir resuldür.  Ama her resul bir nebi değildir. Resuller nebi olan dışında insandan olduğu gibi, aynı zamanda meleklerden de resul olmaktadır.

İnsan olanlardan Resul; Nebilere gelen vahiyleri kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul eden ve o vahiyleri başkalarına doğru olarak aktaran ve yaşayan insanlardan da resul çıkmaktadır. Nebilerle onlar arasındaki tek fark, Nebiler vahiyleri direk Allah’tan alırlar ve aktarırlar. Ama nebiler dışında olan resuller ise nebiler aracılığı ile gelen vahiyleri öğrenirler.  Bir başka ifadeyle nebi olanların dışındaki resuller nebiler aracılığı ile gelen vahiyleri aktarırlar. Dolayısı ile ikinci el olarak gelen vahiy, gibidir. Bir de Allah meleklerden resuller seçmektedir.

Meleklerden resuller; Melekleri tarif ederken insanların fiziki ve psikolojik yapısı dâhil olmak üzere insanların dışında, Allah’ın insanların karar verdiği yönde insanların hizmetine amade olan bütün varlııkların genel adıdır, demiştik.

اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ

22/75-Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).

22/75- Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.

Resul; bizim dilimizdeki karşılığı elçi demektir. Peki, insanlardan elçiler olur da, meleklerden elçi nasıl olur?  Allah insanların dışında evrende yaratmış olduğu bütün varlıklara bilgiyi kodlamaktadır. İnsanlar o kodlanan bilgiyi objektif olarak çözerlerse onlar Allah’ın kodladığı bilgileri bize ulaştırılmaktadır. Allah meleklerden böyle elçiler seçer. İşte şura suresi elli birinci ayette geçen Allah’ın üç tip insanlarla konuşma şekillerden birisi perde arkasından konuşma şekliydi.

Bir elma ağacı Allah’ın kodlamış olduğu bilgilerle, elma meyvesini insanlara sunması, meleklerin Allah ile insanlar arasında bir elçi olmasının bir delilidir. Veya takvadan gelen, insanın yapmış olduğu her yanlışa karşı insanlara uyarı sesi vermesi takva meleğinin elçilik görevini yapmasından kaynaklanmaktadır.  

Meleklerde akıl ve irade yoktur. Onlara Allah nasıl bilgi yüklemişse o bilgiler dışına çıkmadan secdelerini hem insanlara hem de Allah’a yapmaktadırlar. İşte insanlar o bilgilere ulaşınca Allah’ın yüklemiş olduğu bilgilere ulaşılmış olunmaktadır. Dolayısı ile bu bilgilerde eksik ve fazla yoktur. Bu da gösteriyor ki, İnsanlar Allah ile melekler aracılığı ile konuşmuş olmaktadır. Yine konuyla ilgili ayeti naklederek tekrar olarak anlamaya çalışalım.

42/51. Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ayette üç farklı insan tipi ile Allah’ın konuşması, bildirilmektedir.

Allah’ın insanlarla vahiyle konuşma şekli; Allah vahiyle sadece nebilerle konuşmaktadır. Bu konuşma şekline de Cibril demektedir. Bir ayetle örneklendirmeye çalışalım.

2/ 97. De ki: ‘Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.

Genelde çok meal ve tefsirciler cibrili hep Cebrail olarak anlamışlar anlatmışlardır. Oysa Cibril Allah’ın nebilerle konuşma şekli, onlara vahiy iletme olayının adıdır. Ayette de belirtildiği gibi Allah’ın vahiyle konuştukları sadece nebilerdir. Allah ile nebiler arasında hiçbir aracı yoktur. Vahiyler direk olarak nebinin kalbine ilka ve ilham edilir. O da kovulmuş şeytandan arındırılıp ağzından vahiyler dökülür. O gelen vahiylerin testi onun getirdiklerini çelişkisizliği ve kevni ayetlerle uyum halinde olmasıdır.

Perde arkasından konuşma olayı; Kur’an perde kelimesini, Cibrili inkâr eden kâfirler için kullanmıştır. Kur’an içerisinde perde kelimesi yaklaşık olarak on üç ayette, geçmektedir. Bunlardan bir tanesini nakledelim.

17/45- Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.

İşte ayette geçen, Allah’ın, insanlar içinden, perde arkasından konuştuğu inkâr eden kâfirlerdir. Onlar Allah’ın gönderdiği nebi ve resulleri kabul etmemektedirler. Bu sebeple, onlar gelen peygamberleri kabul etmedikleri için, kalp gözlerini kendi elleri ile kapatmışlardır.

Allah inkâr edenlerle meleklerden olan resul ile aracılığı konuşmaktadır.

22/ 75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Dünya hayatında eğer Allah inkâr edenlerle konuşmamış olsaydı, inkâr edenler açlıklarından geberir giderlerdi. Rahman olan Allah inkâr edenlere çabalarının tam karşılığını cimrilik yapmadan vermektedir.  Bu gün Kur’an’ın cin diye isimlendirip sıfatlandırdığı ehli kitap ve müşriklerdir. Onlar eşyanın konuşma dilini çözerek, bu gün dünya hayatında teknoloji konusunda, en üst makam ve mevkilere ulaşmışlardır. Bir arabanın icadı, bir uçağın icadı, hayvanların alıştırılıp insan hizmetinde kullanılması meleklerin secdeleri ile açıklanabilir.

Allah’ın insanlarla elçi aracılığı ile konuşması; Bu ifade hep iman eden ve Salih amel işleyenler için kullanılmıştır. Allah insanlardan ve meleklerden olan resullere bilgiyi aktarıp o bilgiyi doğru okuyan ve doğru yaşayan kişilerle konuşma şeklidir.

Şu anda Kur’an’ı kendisine rehber edinen Kur’an’ı okuyan ve yaşayan insanlar, Allah ile elçi aracılığı ile konuşmaktadırlar.

7/106- (Firavun) Dedi ki: “Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım).”

Size birisi gelse ben Allah’tan gönderilmiş nebi ve resulüm dese, siz ona elinde bir belge var mı diye sormaz mısınız? Elbette sorarsınız. İşte firavun da bunu yapmıştır. Musa’dan belge istemiştir.

7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

Kur’an’da anlaşılası zor olan konulardan birisi de, ayette geçen asa kelimesini Kur’an hangi analımda kullandığı ve ne anlama geldiği konusudur. Allah’ın sünnetinde elindeki değneği atmakla asa nasıl ejderha olur?  

Genelde müfessirlerin anladıkları gibi, peygamberlerin peygamber olduklarını iddia ve ispat etmek için, göstermiş oldukları fizik yasalarını alt üst eden harikulade mucizeler olarak anlamışlardır. Oysa Kur’an’a göre mucizeler sadece Allah’a aittir. Peygamberlere vahyi bilgiler dışında mucize verilmemiştir.

29/50- Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca Allah’ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

29/ 51. Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

Evet, peygamberlere Allah’ın göndermiş olduğu mucize, kendilerine gönderilmiş olan kitaplardır. Onun dışında hiçbir peygamberlere Allah, mucize vermemiştir. Nitekim verecek olduğum ayet bunun ispatıdır.

17/93- “Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.” De ki: “Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?”

Evet, mucizeler, bir başka ifadeyle ayetler, sadece Allah’a aittir. Peygamberlerin getirdikleri ise sadece Allah’tan aldıkları vahyi bilgilerdir.

Şimdi ayeti bu bilgiler ışığında anlamaya çalışalım.

7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

Asa kelimesi, Kur’an’da iki farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi dünya hayatında makam mevki, güç otorite yakınları çevresi koltuğu ve malları anlamında kullanılan, asadır. Şimdi o asa ile ilgili ayetleri konu içerisinde naklederek anlatmaya çalışalım.

DÜNYADA HAYATINDA GÜÇ VE KUVVET ANLAMINDA KULLANILAN ASA!

20/17- “Sağ elindeki nedir ey Musa?”

20/18- Dedi ki: “O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.”

20/19- Dedi ki: “Onu at, ey Musa.”

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

Şimdi, Musa asayı fırlatıyor ejderha oluyor, bir asayı fırlatınca yılan oluyor. İsterseniz bu iki farklı ayetin hem arapçasını hem Türkçe okunuşunu hem de tercümesi ile birlikte ele alarak arada kullanılan kelimenin farkını anlamaya çalışalım.

أَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَى

20/20-Fe elkâhâ fe izâ hiye hayyetun tes’â.

20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

 

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِي

7/107-Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).

7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

İki farklı konu ve iki farklı ayette Asa kelimesinin fonksiyonlarından bahsettik. Birinci konuda Musa elindeki asayı atınca yılan oldu ve kaçmaya başladı. İkinci konuda Musa elindeki asayı atınca, ejderha oldu. Ve kendisine karşı gelen bilginlerin büyücülerin asalarını yuttu.

Bu ifadeler Kur’an’da mecazi anlamda kullanılan ifadelerdir. İslam müfessirlerinin genelde ağız birliği yaparak bunlar Musa’nın kendisine halkı iman ettirmeleri için Allah’ın verdiği fizik yasaları altüst eden mucizeler değil, Musa’nın elindeki vahyi ilgiler veya vahiy asasıdır. Bir başka ifadeyle vahiy gücüdür.

İşte Kur’an’da geçen kelimelerin Kur’an’daki karşılığını bilmek gerekirken o kelimenin hangi konuda hangi anlama geldiğinin de anlamak bilmek gerekir. Allah asa kelimesini sembolleştirerek “Sağ elindeki nedir ey Musa?” Musa da şöyle cevap veriyor.

”Dedi ki: “O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.” Sağ el kelimesinin bir anlamı, Kur’an’daki karşılığı dünyalık güç kuvveti temsil eder. Yani hazret Musa’nın koyunlarını davarlarını bahçelerini dünyalık dayandığı güçleri temsil etmektedir. Allah da Ona şöyle diyor.” Onu at, ey Musa.” Ve işte o anda olanlar oluyor.” Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

Siz olsanız, otuz yıl kırk yıl dünya hayatında kazanmış olduğunuz çocuklarınızı, evlerinizi arabalarınızı bahçelerinizi terk etmenizi isteseler. Olayın iç yüzünü kavrayamamış veya bilemezseniz nasıl bir sarsıntı yaşarsınız? İşte Musa da bu sarsıntıyı yaşamaktadır.  Yıllarca çalışıp biriktirmiş olduğu dünyalık mallar, Musa üzerinde soğuk duş etkisi yaparak ürküp kaçmak istediği bildirilmektedir.

7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).

Musa, kendisine verilen vahyi bilgileri topluma anlatırken her insanın takvadan gelen seslerle tıpa tıp örtüştüğünü düşünen ve aklını kullanan aklıselim sahibi insanlar bunları fark etmekteydi.

7/109- Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: “Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür”;

Firavunun destekçileri ve onun önde gelen kalpleri haktan kaymış olan insanlar Musa’nın bir büyücü olduğunu söyleyip halkı onun getirdiği ilahi bilgi karşısında etkilenmelerinden alı koymak için, “Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür”; sözüyle ona karşı düşmanlık beslemelerini öne sürmektedir.

7/110- “Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?”

Firavunun yandaşları ve önde gelenler, Musa’nın söyledikleri sizi topraklarınızdan sürmek iktidarı ele getirmek için uydurmuş olduğu, sözlerdir demektedirler.

7/111- Dediler ki: “Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla”;

Halk ve firavun yakınları Firavuna şöyle bir teklifte bulunuyorlar. Biz Musa ve kardeşinin doğru söyleyip söylemediğini anlayabilmek için onun gibi bilgin olanları karşı karşıya getirip her ikisini dinledikten sonra ancak karar verebiliriz dediler.

7/112- “Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.”

Bu teklif de firavun ve yakınları tarafından kabul görerek iş hükme bağlanmaktadır.

7/113- Sihirbazlar Firavuna gelip dediler ki: “Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?”

Öncelikle bilinmesi gereken Musa ve kardeşinin sihirbazlığı ile firavunun bilginlerinin sihirbazlığı bu günkü tefsirlerde anlatılanlar gibi sihir büyü olayı değil, aksine Allah’ın peygamberler aracılığı ile sunduğu vahiyler çerçevesinde yaşanan hayat tarzı ile insanların kendi akıllarından uydurdukları beşeri sistemler ve ideolojiler masaya yatırılmaktadır.  

Firavunun bilginleri Musa’nın ortaya koyduğu ideolojiden daha üstün bir ideoloji koyabilirlerse Firavundan ödül istemektedirler. Firavun da bunu kabul etmektedir.

7/114- “Evet” dedi. “(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.”

Bilgin büyücüler  Musa’yı yenerse alacakları ödül yakın kılınmak yani devletin önemli mevkilerine getirilmek makam ve mevkilerinin yükseltilmesi olacaktır. Artık anlaşma sağlanmış Musa ve kardeşi bir tarafta, Firavun ve büyücüleri de bir tarafta olmak üzere, her iki taraf konferansa hazırlanmaktadırlar. Taha suresinde bu hazırlık çalışması şöyle anlatılır.

20/ 57- Dedi ki: “Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?”

20/58- “Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ‘buluşma zamanı ve yeri’ tespit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun” dedi.

20/59- (Musa) Dedi ki: “Buluşma zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun).”

20/60- Böylelikle Firavun arkasını dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) bir araya getirdi, sonra geldi.

20/61- Musa onlara dedi ki: “Size yazıklar olsun, Allah’a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir.”

20/62- Bunun üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler.

20/63- Dediler ki: “Bunlar herhalde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.”

20/64- “Bundan ötürü, tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur.”

7/115- Dediler ki: “Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?”

Burada atmak istedikleri değnek olan asa değil, dünyalık ortaya koydukları yaşam içimi hayat tarzı olan ideolojileridir. Yani önce konuşmaya sen mi başlamak istersin? Yoksa biz mi başlıyayım demeleridir.

7/116- (Musa:) “Siz atın” dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.

Konuşmaya ilk başlayan taraf Firavunun bilginleri ve büyücüleri olduğu görülmektedir. İnsanlar Musa’nın vahyi bilgileri hakkında bilgi sahibi olmadıkları için, Firavunun önde gelen büyücülerinin ortaya koydukları bilgiler karşısında şok geçirdiler.

7/117- Biz de Musa’ya: “Asanı fırlatıver” diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.

Musa konuşma sırasını sona bırakmakla en güzelini yapmıştır. Çünkü doktor hastasına teşhis koymak için önce hastanın bilgisine başvurur. Daha sonra ondan edindiği bilgilere göre hastalığı teşhis eder ve tanısını ortaya koyar ve reçetesini öyle yazar. Musa da toplanan dinleyici olan halk, Musa’yı dinlemeden önce akılları firavunun büyücüleri tarafına çelinmişti. Oysa her iki tarafı dinlenmeden bir karara varmaları doğru değildi. Kur’an bu konu hakkında şöyle buyurur.

39/ 18- Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.

Musa’nın ortaya attığı bilgiler gökleri ve yeri yaratan Allah’tan aldığı vahyi bilgilerdir. Her insan kendisinde var olan vicdanın sesi,  Musa’nın ortaya koyduğu vahyi bilgilerle uyum halinde olduğunu fark edince kabullenmekten başka çıkar bir yol olmadığını anlarlar. Ve doğru olduğunu tasdik eder ve rahatlarlar. Ancak kalplerinde hastalık olanlar o sesi inkâr ederler.

Musa, Firavunun bilginlerinin sözlerini dinleyip de onların yanlış yönlerini tek tek ortaya koyunca Musa gerek halk tarafından, gerekse de firavunun bilginleri tarafından takdir toplayarak yenilgilerini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Büyücülerin asasının yılan, Musa’nın asasının ejderha olması ve büyücülerin asalarını yutması olarak olay böyle özetlenmektedir.

Vahyin ortaya koyduğu yaşam biçimi hayat tarzı ile insanların ortaya koydukları yaşam biçimi hayat tarzının, vahyin karşısında  aciz kalıp, eriyip yok olduğu halk tarafından görülmüş oldu.

21/ 18- Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendire geldiklerinizden dolayı eyvahlar size.

7/118- Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.

İşte bu düello batıl ile hakkın çarpışması idi. Musa’nın getirdiği bilgiler karşısında Firavunun bilginleri uzmanları şok geçirerek kendi yollarının ne kadar yanlış olduğunun farkına vararak doğru yolu bulduklarını, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın koyduğu yaşam biçimi hayat tarzını itiraf ederek şöyle söylemektedirler.

7/119- Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.

7/120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.

7/121- “Alemlerin Rabbine iman ettik” dediler.

7/122- “Musa’nın ve Harun’un Rabbine�”

Şu ayet de aynen bunların konumlarını anlatmıyor.

72/ 1- De ki: “Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur’an dinledik”

72/2- “O (Kuran), ‘gerçeğe ve doğruya’ yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.”

Bütün peygamberlerin Allah’tan almış olduğu ve vahiylerle ortaya koyulan dinin adı İslam, teslim olanların adı da Müslümandır. Musa’nın Allah’tan almış olduğu vahiylerle insanlara anlattığı dinin adı İslam’dır. Muhammed’in Allah’tan aldığı vahiylerle insanlara anlattığı dinin adı da İslam’dır. Aralarında hiçbir farklılık yoktur.

Allah’ı kabul etmenin, Allah’ın rabliğini kabul etmedikten sonra Allah katında hiçbir anlam ve önemi yoktur. Allah’ı firavun da kabul ediyor ve firavunun büyücüleri de kabul ediyorlardı. Ama Firavun ben sizin rabbinizim diyordu. Rab demek, terbiye eden kanun koyan, düzenleyen koruyan gözeten kollayan demektir. Allah’ın rabliğini kabul etmek, nebi ve resullerin getirdiği vahiy orijinli dini kabullenmek ve yaşamaktan geçer. Firavun ve büyücülerinin kabul etmediği bu idi. Allah’ın peygamberlerine kitaplarına ve ahiret gününe iman etmiyorlardı.

Yukarıda cin suresinden aktarmış olduğum iki ayette, son nebi ve resulden dinledikleri Kur’an onların Müslüman olmalarına vesile olmuştu. Oradaki Kur’an dinleyen müfessirlerin genelde anladıkları ve anlattıkları gibi beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılan varlıklar değil, onlar yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünden cayan Ehli- kitap ve müşrik olan insanlardı. Kur’an’a göre insan olan bir peygamber ancak insan olan bir topluluğa Kur’an anlatabilirdi.

17/ 95- De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.”

Aynen onlar gibi Firavunun bilgin büyücüleri de Musa’nın anlattığı vahyi bilgiler karşısında hayranlıklarını gizleyemediler. Biz de Musa’nın ve Harun’un ilahına teslim olduk dediler.  Secdeye  kapanmayı ihmal etmediler.

28/ 38- Firavun dedi ki: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.”

Allah’tan başka ilah kabul etmek demek Allah’tan başka dünya yaşamını kurgulayan düzenleyen insanların söyledikleri ile dünya yaşamını kurgulamak demektir. İşte Firavunun taraftarları ve bilginleri Firavunu ilah olarak terbiye edici olarak kabul etmişlerdi. Oysa Firavunu da yaratan ona ölümü ve hayatı bahşeden, gökleri ve yeri yaratan Allah’tır. Onlar maalesef bunu kabul etmiyorlardı.

7/123- Firavun: “Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.”

Firavun Musa’nın getirdiği ilahi mesajı kabul etmediği gibi, kendi yandaşları için kabul edenleri istememektedir. “Benim rabbim Allah’tır” demek, dünya hayatında hayata bakışını tamamen değiştirmesi demektir. Ne kendi kendisine bir kural koyabilir ne de Allah’tan başka onun için kural ve kanun koyucu birisini tanıyabilir. Firavunu da endişelendiren olay buydu.

Bütün peygamberlerdeki yaşam biçimi şu ayetle özetlenmiştir.

6/ 162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”

7/124- “Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.”

Dikkat ederseniz, Allah’ın dini dışında olan bütün din mensupları, kendi din anlayışı dışında hiç bir din mensubunun din anlayışına tahammül göstermezler. Allah Müslüman olanları kendi eğitim ve terbiyesi ile eğitmektedir. Dünya hayatında hiç kimse kendi din anlayışını başkalarının üzerine zulüm ve işkence olarak kullanmadığı sürece onlara karşı adil davranmayı görev ve ibadet olarak telakki etmektedir. Oysa firavunun dininden ayrıldı diye kendi büyücülerine tehditler savurmakta ve onlara korku salmaktadır.

60/ 8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.

Firavun ve firavunun yolunda giden bütün insanlar kendi dinlerinin dışında olanlardan asla razı olmaz ve onlara adaletli davranmazlar.

7/125- (Onlar da:) “Biz de şüphesiz Rabbimize döneceğiz” dediler.

Doğru yolun ne olduğunu Musa’nın getirmiş olduğu vahiylerden anlayan Firavunun bilgin büyücüleri, Firavunun tehditleri karşısında soğukkanlılıklarını muhafaza ederek biz zaten Rabbimize kavuştuk. Sen öldürsen de değişmez öldürmesen de değişmez demektedirler.

7/126- “Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz ’in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.”

İşte gerçeği görüp  Allah’a teslim olan bilgin büyücülerin hali budur. Daha önce de Firavunun yaptığı zulmün farkında olmalılar ki, gördüğünüz gibi Firavunun onlardan intikam alma sebebini, Müslüman olmalarına bağlamaktadır.

7/127- Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: “Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?” (Firavun) Dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.”

Firavunun yandaşları firavuna arka çıkmaya ve Musa ve inananlara karşı birleşerek fitne çıkarmaya çalışıyorlar. “Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?”  Firavun da yapacak olduğu zulmü ve kuracak olduğu tuzağı şöyle tarif ediyor. Dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.”

Burada erkek çocuk diye bahsedilen, kendi hükmüne karşı koyan, başkaldıran ve kıyam edenler için kullanılan bir ifadedir. Yoksa cinsiyet ayırımı anlamında değildir. Tıpkı Amerika’nın Saddam ve Kaddafi’yi kesip öldürdüğü gibidir. Eğer Saddam ve Kaddafi Amerikan’ın sözünün üzerine söz kondurmamış olsaydı onları keser öldürür müydü?

7/128- Musa kavmine: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir” dedi.

Muttaki; Takva yolunda Allah’tan gelen emirleri kendilerine ilke edinen, demektir. Müslüman için dünya hayatında yaşamak ile ölmek arasında hiçbir farklılık yoktur. Öyleyse Müslüman Öldürülse de gideceği yer cennettir. Kalsa da imtihan edilmeye devam edecektir. Bakınız tövbe suresinde şöyle der.

9/ 52- De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

Allah’ın kendi katından dokunacak olan azap ahiret âlemindedir. Müslüman olanlar eliyle dokunacak olan azap da dünya hayatında mağlup edip aşağılanmalarıdır. Ama inkâr edenler galip gelirlerse dünya hayatında az bir süre daha güzellikler içerisinde yaşayıp iman edenlere zulüm ve işkence yapmaya devam ederler.

7/129- Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.” (Musa:) “Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek” dedi.

Artık firavunun tarafları ile Musa’nın tarafları belli olmuş, Musa Allah’tan kendisine gelen vahiylerle kendi taraflarını eğitip güçlendiriyordu. Kasas suresinde bu olay şöyle anlatılır.

28/ 4- Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.

28/5- Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.

28/6- Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde ‘iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım’, Firavuna, Haman’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.

Musa’nın Firavundan istediği şey, iman etmek isteyenleri iman etmelerine engel olmamasıdır. İnkâr edenler yeryüzünde iktidar sahibi olduklarında ekini ve nesli yok ederler. Ama Müslüman olanlar iktidar sahibi olduklarında orada adalet hak ve hakikati ait olduğu yerine koyarlar.

2/ 204- İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır.

2/205- O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.

2/206- Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.

7/130- Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.

Burada asıl dünya hayatında tek düze bir hayat olmadığını, dünya hayatı inişli çıkışlı bir yol olduğu vurgulanmaktadır. İnsanlar bolluk zamanda genelde nankörlük ederler. Darlık zamanında da Allah’a yalvarırlar. Nitekim ayette şöyle buyurulur.

31/32- Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na ‘halis kılan gönülden bağlılar’ olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkâr etmez.

7/131- Onlara bir iyilik geldiği zaman “Bu bizim için” dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah Katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.

28/77- “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.”

28/78- Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.

7/132- Onlar: “Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz” dediler.

Bunlar inkârı kendilerine yazmış olanlardır.

6/35- Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap). Eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzere toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma.

7/133- Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkâr bir kavim oldular.

17/98- Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkâr etmelerine ve: “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” demelerine karşılık cezalarıdır.

17/99- Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkârda ayak direttiler.

17/100- De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda harcama endişesiyle gerçekten (cimrilik edip elinizde) tutardınız. İnsan pek cimridir.

17/101- Andolsun, Biz Musa’ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğulları’na sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: “Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum” demişti.

17/102- O da: “Andolsun, bunları görülecek belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini sen de bilmişsin; gerçekten ben de seni yıkılmış-harab olmuş sanıyorum” demişti.

7/134- Başlarına iğrenç bir azap çökünce, dediler ki: “Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle göndereceğiz.

Firavun ve halkının kıtlık ve yokluk zamanlarında nasıl inkâr ettikleri rablerine yakınlaştıklarını görüyoruz.

7/135- Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine andlarını bozdular.

Ne zaman ki üzerlerindeki sıkıntı gitti onlar yine eski hallerine dönerler.

7/136- Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.

Burada suda boğma mecazi bir anlatım sanatıdır. Kur’an’da su nimet anlamında kullanılmıştır. Onlar nimetler arttıkça dünyevileşerek ahiretten pay almayı unuttuklarını anlatmaktadır.

7/137- Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor kılınıp-zayıf bırakılanları (müstaz’afları) mirasçılar kıldık. Rabbinin İsrailoğulları’na olan o güzel sözü (vaadi), sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı (yerine geldi). Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da yerle bir ettik.

İktidarın el değiştirmesinden söz etmektedir.

7/-138 İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları (var; onlarınki) gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi.

Musa ve iman edenlerin denide kuru bir yol açılması, Firavunun zulmünden hicret edip kurtulmaları anlatılmaktadır. Mustazaf olanlar iktidar sahibi olup rahatlayınca tekrar şımarmaya başlamış Musa’dan Allah’tan başka ilahlar istemeye başlamışlardır.

7/139- Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir.

Musa kavmin sapmakta olduğunu görünce o dünyalık mallara meyletmeleri karşısında Musa tekrar onları uyarmaktadır. Dünya hayatında mal mülk ve zenginlik geçicidir ahiret ise ebedidir. Siz ebedi olanı tercih edin ifadesini kullanmıştır.

7/140- “O sizi âlemlere üstün kılmışken, ben size Allah’tan başka bir İlah mı arayacağım?”

İman edip Salih amel işleyenler dünya hayatında her zaman üstündürler. Ölseler de kalsalar da Allah katında onlar değerlidir. Allah katında değerli olan bir insan için ondan daha önemli başka ne olabilir ki?

7/141- “Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı.”

Musa Onlara nasihatler etmeye devam ediyor.

7/142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” dedi.

Burada anlatılmak istenen otuz gece ve on daha ekleme ya bir rahatsızlık ya da itikâf ile ilgili bir olayı anlatmaktadır. Musa belli ki kavminden epey bir zaman herhangi bir nedenle uzak kalmıştır. Yerine de kardeşini vekil kılmıştır.

7/143- Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi onunla konuşunca: “Rabbim, bana göster, Seni göreyim” dedi. (Allah:) “Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin.” Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: “Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.

Öncelikle şunun bilinmesi gerekmektedir. Musa Allah ile konuştuğu gibi, bütün nebiler Allah ile konuşmaktadır. Ancak Allah’ı hiçbir peygamber görmemiş Hiçbir zaman dünya hayatında Allah’ı göremeyeceklerdir. Çünkü Allah insanlara vermiş olduğu dünya gözü Allah’ı görmeye yetenekli değildir.

Musa’ya dağa bakmaya yönlendirmesi de İnsanlar etrafa doğaya göklere ve yere bakıp incelediği zaman onlarda gören gözler için muazzam bir çelişkisizlik ilkesini Allah’ın sanatını ve yaratış gücünü görmektedir. Bakınız mülk suresinde bu olay nasıl izah edilmiştir?

67/3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

İşte Musa Allah’ın yarattıklarında bu inceliği kavradı ve Allah kendi güç ve kuvveti yarattığı varlıklara tecelli ettiğini, bir başka ifadeyle yaratmış olduğu her varlıkta imzası bulunduğunu anlatmaktadır. Her yaratılmış olan bir ve tek olan Allah’ı tespih etmesi yeterli bir belge değil mi?

Nasıl bir mucit, kendi sanatını ve gücünü icadında gösteriyorsa veya nasıl bir ressam kendi sanatını resme yansıtıyorsa, Allah da kendi sanatını, gücünü yaratığı evrende veya gönderdiği vahiylerde yansıtmaktadır.

7/144- (Allah:) “Ey Musa” dedi. “Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol.”

Her peygamber kendilerine kitaplarla hayatlarını anlamlaştırdıkları gibi, Musa da kendisine gelen kitaba göre, hayatını anlamlı hale getirmiştir. Musa’nın diğer insanlardan farklı ve seçkin kılınması ona vahiylerin gelmesi ve vahyin kontrolünde hayat yaşamasıdır. Nitekim son nebi ve resule yüklenen görev ve sorumluluk ne ise Musa’ya da yüklenen görev ve sorumluluk aynıdır. Hakka suresinde nebisini Allah nebisini şöyle tanımlar.

69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.

Belki peygamberler arasında farklılıklar olduğunu düşünenler için onunla ilgili belgeyi de gösterelim de mazeretleri ortadan kalkmış olsun.

2/136- Deyin ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.”

7/145- Biz ona Levhalarda her şeyden bir öğüt ve her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) “Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim” (dedik).

Musa’ya Levhalardan her şeyin yeterli bir açıklamasının verilmesi ile Kur’an’da her örnekten bir örnek verilmesi arasında hiçbir farklılık yoktur.

6/38. Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap’ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.

17/89- Andolsun, bu Kur’an’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkârda ayak direttiler.

7/146- Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.

Yeryüzünde kibirlenmek ve büyüklenmek İblisin kendilerine verdiği ilhamla vesveselerle hayatlarını anlamlaştıranlar içindir. Nitekim iblis Allah’a karşı şöyle dememişti.

7/12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”

7/13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.”

Dikkat ederseniz İblis kâinatta insan yaratıldıktan sonra gündeme gelmektedir. Eğer insan diye bir varlık olmamış olsaydı iblis gündeme gelmezdi. Eğer İblis diye bir varlık olmamış olsaydı insan diye bir varlık olmazdı. Öyleyse iblis insansız olmaz insan da iblis olmadan olamaz. O zaman İblis insanın içerisinde kibirlenmeyi gururlanmayı ve inkârı teklif sunmakla görevli bir melektir.  Bu farklılık da diğer meleklerden iblisi ayrılmaktadır. İblis olgusu yüklenmekle İnsanının kötülüklere karşı istek duyma ve meyletme arzusu doğmaktadır.

Öyleyse nerde bir kötülük varsa orada mutlaka iblis rolünü oynamış demektir. İnsanda, kibirlenmeyi gururlanmayı yaşadığı hayatta yasak ağacın meyvesinden yemeyi ve yaratılışta verdiği “Rabbim Allah’tır” sözünden caymanın rolünü iblis oynamaktadır. İnsanın cin ve şeytan konumuna düşmesinin asıl sebebi iblistir.

7/147- Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?.

Ahiret âleminin var olduğunu, Allah nebiler aracılığı ile bildirmiştir. Kur’an’da geçen gayp ile ilgili geçmiş ve gelecekle ilgili bilgilerin iddia ve ispatını Allah insanlar dünyada yaşarken yapmıştır. Ahiret âlemi ile ilgili bilgilerin iddia ve ispatını Allah ahiret hayatında yapacaktır.  Görülen şeylere inanmak iman değildir. Görülmeyen bilinmeyen geçmiş ve gelecek hakkında Allah’ın söylediklerine inanmak ve güvenmek imandır. Gördüğümüz hayatta yüz söylediği yüzü de doğru ise bilmediğimiz gayb haberi ile ilgili bir söylediği de elbette doğru olması gerekir. Biz Allah’a inanıyoruz ve güveniyoruz o bizim rabbimizdir o asla yalan söylemez mutlaka ama mutlaka vadinde durandır.

7/148- (Tura gitmesinin) Ardından Musa’nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular.

Kur’an’da bu olay, Taha suresinde  şöyle anlatılır.

20/ 83. ‘Seni kavminden ‘çarçabuk ayrılmaya iten’ nedir ey Musa?’

20/84. Dedi ki: ‘Onlar arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim.’

20/85. Dedi ki: ‘Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.’

Musa ve kavmi Firavunun zulmünden hicret edip kurtulmuşlardı. Ne zaman o rahatlığın rehavetiyle Onlar içlerinden azgın ve bozguncu olan Samir’i lakaplı bir kişi, Musa’nın belirli bir müddet halkından ayrılmasını fırsat bilerek, halkı Allah’a kulluktan uzaklaştırıp buzağıyı kendilerine ilah edinenlerinin baş aktörü olmuştu.

7/ 142. Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a ‘Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma’ dedi.

Musa, kavmini kırk gün terk edişinin otuz günü ya bir hastalık sebebiyle ya da başından bir olay geçip ayrılmış olması muhtemeldir. Ama eklenen on günün, itikâfta geçirmiş olduğu on gün olduğu kesindir. Harun’u da kendi yerine vekil tayin ettiği görülmektedir. Ve kardeşine kavminin yoldan sapmaması için sıkı sıkıya tembihleyerek kavminden, ayrılmaktadır.

7/143. Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi Onunla konuşunca: ‘Rabbim, bana göster, Seni göreyim’ dedi. (Allah:) ‘Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin.’ Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: ‘Sen yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim’ dedi.

Ayette Musa peygamberin Allah’ı görmek istemesi karşısında, Allah’tan aldığı cevap da sen beni göremezsin olmuştur. Çünkü insanların dünya gözü ile Allah’ı görmesi mümkün değildir.

“’Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin.’ Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü.”

Allah evrende yaratılmış olan bütün yaratıklarda imzası vardır. Bir başka ifadeyle Allah bütün varlıklara kendi vahyini aktararak onlara tecelli etmektedir. O zaman Musa neden yere düşüp bayıldı. Kur’an şu ayetlerle onu izah etmektedir.

67/3. O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

İşte Allah’ın evrende yaratmış olduğu bütün varlıklar arasında, asla bir çelişki yoktur. İşte o çelişkisiz yaratılma bir tek Allah oluşuna bir delildir. Eğer bu evreni bir tek Allah değil de iki Allah yaratmış olsaydı kâinat fesada uğrardı.

21/22-Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendire geldikleri şeylerden yücedir.

7/149- Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: “Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana uğrayanlardan olacağız” dediler.

Aslında ayette geçen bu ifade, İsrail oğullarının Musa peygamberin önderliğinde yanlış yoldan sapan Samir’i ve peşinden giden halkın konumunu özet olarak anlatmaktadır. Olayın nasıl gerçekleştiğini devam eden ayetler ve Kur’an bütünlüğü içerisinde nasıl anlatılıp hem kendi dönemindeki insanlara hem de kıyamete kadar gelecek olan insanlara örneklik teşkil etmektedir.

7/150- Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: “Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?” dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:) “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)” dedi.

AYETTE VERİLMEK İSTENEN MESAJ NEDİR? OLAYI KUR’AN BÜTÜNLÜĞÜ İÇERİSİNDEANLAŞILIR HALE GETİRMEYE ÇALIŞALIM.

Ayette geçen şu konuları ayrı ayrı maddeler halinde inceleyerek doğru olan bir anlayışı yakalamaya çalışalım.

1-Musa kavmine neden oldukça kızgın üzgün bir halde döndü?

Ayetin bu bölümdeki soruya Kur’an cevabı, Taha suresinde geçen şu ayetler vermektedir.

20/83. ‘Seni kavminden ‘çarçabuk ayrılmaya iten’ nedir ey Musa?’
20/84. Dedi ki: ‘Onlar arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim.’
20/85. Dedi ki: ‘Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.’
20/86. Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: ‘Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?’
20/87. Dediler ki: ‘Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı.’
20/88. Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, ‘İşte bu sizin ilahınız, Musa’nın ilahı da budur; fakat (Musa) unuttu’ dediler.

2- Musa’nın levhaları bırakması ne anlama gelmektedir?

Musa’nın levhaları bırakıp kavmini emanet ettiği kardeşinin başından tutup neden saptırdın benim kavmimi demesi Allah’ın indirmiş olduğu vahiy ilkesine uygun değildi. Yani Musa’nın levhaları atması vahyin kontrolünden çıkması anlamındadır. Kur’an bu olayı hac suresinde şöyle anlatır.

22/52. Biz senden önce hiç bir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

3-Musa neden kardeşinin başından tutup ona istenmeyen bir davranışta bulundu?

Musa’nın vahyin kontrolünden çıkması ile Kardeşi hakkında yanlış isnatta bulunmuştu. Kardeşi Harun da Musa’ya şöyle hitapta bulunmuştu. “Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)’ dedi.”

 

Kur’an’a ve Allah’ın göndermiş olduğu bütün kitaplara göre, insanın kendisi istemedikçe bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler. Onu ne hidayete ne de sapmaya güçleri yetebilir. Belki onun elini ayağını bağlayabilirler ama Allah ile kalbi arasına hiç kimse giremez.

 

O zaman Musa’nın kardeşi Sen kavmime neden sahip çıkmadın onların yanlış yola gidişlerini neden engellemedin deme hakkı yoktu. İşte Bu yanlış söz ve davranışlarını Kur’an Levhaları attı ifadesi ile özetlemektedir.

 

Musa yapmış olduğu yanlış davranışın farkına vararak tekrar vahyin kontrolüne girme anlamında Levhaları Aldı ifadesi kullanarak tövbe edip Allahtan kendisi ve kardeşi için bağışlanma diledi.

7/151. (Musa yalvarıp) Dedi ki: ‘Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.’

 

Musa olayın farkına vardıktan sonra gidiyor Samiriye şu sözleri söylüyor.

20/95. (Musa) Dedi ki: ‘Ya senin amacın nedir ey Samiri?’
20/96. Dedi ki: ‘Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi.’
20/97. Dedi ki: “Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: ‘Bana dokunulmasın’) deyip yerinmendir.’ Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azab dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız.’
20/98. ‘Sizin ilahınız yalnızca Allah’tır ki, O’ndan başka ilah yoktur. O, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır.’

 

Musa samiri ile de işini bitirdikten sonra, bu sefer samirinin peşinden giden Allah’ı bırakıp buzağıyı kendisine ilah edinen halka gidiyor. Ve şöyle haykırıyor.

 

2/67. Hani Musa kavmine: ‘Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor’ demişti. ‘Bizi alaya mı alıyorsun?’ dediler. (Musa) ‘Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım’ dedi.

2/68. ‘Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın’ dediler. (Musa, Rabbine yalvardıktan sonra) ‘Şüphesiz Allah diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emrolunduğunuz şeyi yerine getirin’ dedi.

2/69. (Bu sefer) dediler ki: ‘Rabbine adımıza yalvar da, bize rengini bildirsin.’ O: ‘(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir’ dedi.

2/70. (Onlar yine:) ‘Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşaallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz’ dediler.

2/71. (Bunun üzerine Musa, “Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir’ dedi. (O zaman): ‘Şimdi gerçeği bildirdin” dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.

2/72. Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.

2/73. Bunun için de: ‘Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun’ demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.

2/74. Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan habersiz (gafil) değildir.

 

Musa ile kardeşi Harun ve kavmi arasında geçen olayları Kur’an değişik sure ve ayetlere serpiştirerek Kendisinde sonra gelecek olan kuşaklara bir ders olsun diye kıssa olarak anlatmıştır. Asıl olay bakara suresi yetmiş üçüncü ayeti anlamakta güçlük çekmişlerdir. Dilerseniz bu ayetle ilgili yorumları diğer tefsirleri de okuyup görün Kur’an’ın vermek istediği mesajla yakından uzaktan alakası olmayan hikâye ve masallarla olayı anlatmaya çalışmışlardır. Buyurun Bu olayı benden dinleyin.

 

İNEK BACAĞI VURMAKLA ÖLEN İNSAN NASIL DİRİLİR?

2 /73- Bunun için de: “Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun” demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.

 

BU AYETİ SEYYİT KUTUP NASIL SÇIKLAMIŞ? ÖNCE ONA BİR BAKALIM.

 

2/67- Hani Musa, kavmine: “Allah size bir sığır kesmeyi emrediyor” dedi de kavmi kendisine: “Bizimle alay mı ediyorsun? ” deyince, o da onlara: “Cahillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım” dedi.

 

2/68- Onlar: “Rabbine dua et de bize o sığırın nasıl olduğunu açıklasın” dediler. Musa da: “Rabbim `o sığır ne yaşlı ve ne de körpe olup bu ikisi arasında orta yaşlıdır’ diyor, haydi size emredileni yapın” dedi.

 

2/69- Onlar: “Rabbine dua et de bize o sığırın rengini bildirsin” dediler. Musa da: “Rabbim, `o sığır görenlerin gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir’ diyor.” dedi.

 

2/70- Onlar: “Rabbine dua et de bu sığırı bize iyice tanımlasın. Biz sığırları birbirinden ayırt edemez olduk. Allah dilerse bu karışıklığın içinden çıkarız” dediler.

 


2/71- Musa: “Rabbim, `o, boyunduruğa koşulup toprak sürmemiş, toprak sulamada kullanılmamış, özürsüz ve alacasız bir sığırdır’ diyor” dedi. Bunun üzerine onlar “İşte şimdi hakkı ile anlattın” diyerek tanımlanan sığırı kestiler, neredeyse bunu yapmayacaklardı.

2/72- Hani bir adam öldürmüştünüz de bu suçu birbirinize atmaya kalkmıştınız. Oysa Allah gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı.

 

Bu amaçla “Kesilen sığırın bir parçasını o öldürülen adamın cesedine değdirin” dedik. İşte Allah böylece ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size ayetlerini gösterir.

 

Bu küçük kıssa, az önce okuduğumuz ayetlerden anlaşılabileceği gibi, birkaç bakımdan incelenebilir. Bu ayetlerde dikkatimizi çeken ilk husus, Yahudilere atalarından miras kalan karakterlerini açığa vurmalarıdır. Yine bu ayetlerde yaratıcının gücü, ölümden sonra dirilme gerçeği, hayatın ve ölümün özelliği kanıtlanmaktadır. Ayrıca bu kıssanın başlangıcı, sonucu ve konumu bakımından sergilediği ifade sanatı da dikkatimizi çeken noktalar arasındadır.

 

Yahudi tabiatının temel karakteristik özellikleri bu sığır kıssasında açıkça görülür. Bu özelliklerin en başta geleni kalpleri ile yüce Allah arasındaki ilişkinin kopuk oluşudur. Ki bu ilişki, ipince şeffaflığın, görünmeyene inanmanın, Allah’a güvenin ve peygamberlerin getirdiği mesajları onaylama yeteneğinin kaynağını oluşturur. Bu özelliklerin diğerleri de; yükümlülükleri üstlenmekten kaçınma, çeşitli bahaneler ve mazeretler uydurma, kalp bozukluğu ile dil kabalığından kaynaklanan alaycılıktı!

 

Sebebine gelince; peygamberleri kendilerine: “Allah size bir sığır kesmeyi emrediyor” dedi. Bu söz, bu biçimi ile içeriğini onaylayıp yerine getirilmesi için yeterlidir. Çünkü sözü söyleyen peygamberleri aynı zamanda kendilerini yüce Allah’ın rahmeti, gözetimi ve direktifi ile onur kırıcı bir işkence hayatından kurtarmış olan liderleridir. Üstelik bu peygamber, bu direktifin kendi emri, kendi görüşü olmadığını, bu emrin kendilerini hidayeti doğrultusunda ilerletmek isteyen yüce Allah’tan geldiğini belirtiyor.

 

Buna karşılık verdikleri cevap, küstahlıktan, edepsizlikten ve şanlı peygamberlerini alaycılıkla, dalgacılıkla suçlamaktan ibaret oldu. Sanki peygamber olması bir yana, yüce Allah’ı tanıyan sıradan bir insanın bile yüce Allah’ın adını ve emrini alay ve maskaralık malzemesi yapması düşünülebilirmiş gibi Peygamberlerine şöyle soruyorlar:

 

“Bizimle alay mı ediyorsun?”


Hz. Musa’nın bu küstahlığa karşı cevabı Allah’a sığınmak; onları tatlı dille sitemli ve dolaylı bir üslupla yüce Allah karşısında takınılması gereken edebe çağırmak, Onun hakkındaki asılsız düşüncelerin ancak bu edebi bilmeyen ve takınamayan cahillere lâyık olduğunu kendilerine anlatmak olmuştur.

 

“Cahillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım.”


Aslında bu sitemli ifade onları kendine getirmeye, Rablerine döndürmeye ve peygamberlerinin emrini yerine getirmelerini sağlamaya yeterli idi. Fakat unutmayalım ki, Yahudiler ile karşı karşıyayız!

 

Evet.. Onlar peygamberlerinin bu yalın sözü üzerine ellerini herhangi bir sığıra uzatıp onu kesebilirlerdi; bunu yapmalarında herhangi bir güçlük yoktu. Böyle yapsalar Allah’ın emrine uymuş ve peygamberlerinin sözünü tutmuş olacaklardı. Fakat itirazcı ve kaypak karakterleri hemen depreşiverdi. Bunun sonucu olarak peygamberlerine şu soruyu yönelttiklerini görüyoruz:

 

“Rabbine dua et de bize o sığırın nasıl olduğunu açıklasın, dediler.”

 

Bu soru bu biçimi ile şunu ortaya koyuyor: Onlar, Hz. Musa’nın, bu emirle kendileri ile alay ettiğinden halâ kuşku duyuyorlar. Sebebine gelince; her şeyden önce, “Bizim için Rabbine dua et” demekle, yüce Allah’ın sadece Hz. Musa’nın Allah’ı olduğunu, aynı zamanda kendilerinin de Rabbi olmasının söz konusu olmadığını, meselenin kendilerini değil, sadece Hz. Musa ile onun Allah’ını ilgilendirdiğini söylemek istiyorlar. Ayrıca Hz. Musa’dan boğazlanacak sığırın “nasıl” olduğunu Rabbinden öğrenmesini istiyorlar. Burada sorulan bu soru her ne kadar hayvanın niteliğini öğrenmeye dönük gibi görünüyorsa da aslında karşı gelme ve alay etme anlamı taşır.

 

“Nasıl bir şeydir o?”. O bir sığırdır. Peygamberleri bunu onlara işin başında hiçbir nitelik ve özellik belirtmesine yer vermeksizin söylemişti. Bir sığır. O kadar!

 

Burada Hz. Musa’nın onları doğru yola döndürmek amacı ile sorularına soruyla cevap verme yoluna başvurmamaya özen gösterdiğini görüyoruz. Eğer böyle yapıp onların sapık soru sorma üslubunu benimsemiş olsaydı, kendileri ile kelimelerle oynamak anlamına gelebilecek biçimsel bir tartışmaya girme tehlikesi ile karşılaşabilirdi. Hz. Musa, bunun yerine onlara, Allah tarafından sapıtmış aptallarla başa çıkmakla görevlendirilmiş eğitici bir öğretmene yakışacak bir ağırbaşlılıkla cevap veriyor:

 

“O sığır ne yaşlı ve ne de körpe olup bu ikisi arasında orta yaşlıdır.”

 

Yani söz konusu sığır ne çok yaşlı ve ne de körpe bir danadır, bu ikisi arasında bir yaştadır. Hz. Musa, bu kısa açıklamanın arkasından onlara şu kesin ifadeli nasihati yöneltir:

 

“Haydi (artık) size emredileni yapıverin”

 

Sözü uzatmak istemeyenler için bu kadar açıklama yeterli idi. Yeterli idi, çünkü peygamberleri onları iki kere doğru yola çekmiş, kendilerine soru sormanın ve emir almanın gerekli edep kurallarını tanıtmıştı. Artık ne çok kocamış ve ne de körpe olmayan orta yaşlı herhangi bir sığırı yakalayarak omuzlarına bindirilen yükümlülükten arınmaları, bu hayvanı keserek Rablerinin emrini yerine getirmeleri, kendilerini karmaşıklığın ve baskının sıkıntısından kurtarmaları beklenirdi. Fakat Yahudi bildiğimiz Yahudi’dir! Nitekim yine sorularına devam ediyorlar:

 

“Rabbine dua et de bize o sığırın rengini bildirsin, dediler:’

 

Yine “Bizim için Rabbine dua et…” teranesi, Yahudiler bu soru ile konuyu didiklemeye giriştikleri ve ayrıntıya girmeyi istedikleri için kendilerine verilecek cevabın da ayrıntıya girmesi kaçınılmazdı. Okuyoruz:

 

“Rabbim `o sığır görenlerin gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir’ diyor.”

 

Böylece kendi elleri ile kendi tercih alanlarını daralttılar. Daha önce, istedikleri herhangi bir sığırı kesebilecekleri halde şimdi sıradan bir sığırı kesmekle işleri bitmiyordu. Bunun yerine ne kocamış ve ne de körpe olmayan orta yaşlı bir sığır bulmak zorunda idiler. Üstelik bu sığır, alacasız sapsarı renkte olmalı idi. Ayrıca ne zayıf ve ne de şişman olacak, “Görenlerin gözlerine hoş gelecekti.” İnsanların gözleri ancak sağlıklı, canlı, hareketli, gürbüz ve parlak tüylü bir inek görünce hoşnut olabilirdi. Çünkü insanlar genellikle canlı ve ölçülü görüntülerden hoşlanır, buna karşılık sünepe ve uyumsuz görüntülerden nefret ederler.

 

Artık işi inatla kurcalamaları fazlası ile yeterli idi. Fakat yollarına devam ederek meseleyi daha karmaşık ve kendileri için daha zor hale getiriyorlardı. Yüce Allah buna karşılık işlerini daha da zorlaştırıyordu. Şimdi bir kere daha söz konusu sığırın “nasıl” olması gerektiğini soruyorlardı:

 

“Rabbine dua et de bu sığırı bize iyice tanımlasın.”

 

Bu anlamsız ve inatçı sorularını, meselenin kendileri için içinden çıkılmaz hale gelmesine, zira sığırları birbirinden ayırt edemez duruma düşmelerine bağlıyorlar: “Sığırları birbirinden ayırt edemez olduk.”

 

Üstelik bu defa cahilliklerinin farkına varmış olacaklar ki, şöyle diyorlar:

 

“Allah dilerse bu karışıklığın içinden çıkarız.”

 

Ama artık bu işin kendileri için daha karmaşık ve daha zor bir hale gelmesi, serbest tercih alanlarının daha da daraltılması ve sınırlandırılması, kesecekleri sığırda daha önce aranmayan ve öngörülmeyen yeni nitelikler aranması kaçınılmazdı. Okuyoruz:

 

“Rabbim: `O, boyunduruğa koşulup toprak sürmemiş, toprak sulamada kullanılmamış, özürsüz ve alacasız bir sığırdır’ diyor dedi.”

 

Görülüyor ki, artık kesilecek sığır sadece orta yaşlı, sapsarı, parlak görüntülü olmakla kalmayacaktı. Hatta bunlara ek olarak zayıf, çift sürmede kullanılmamış ve sulama işlerinde hizmet görmüş olmaması da yeterli değildi. Bütün bunlar yanında beneksiz ve alacasız olması da gerekiyordu.

 

Ancak şu anda, yani iş iyice karmaşık hale geldikten, aranan şartlar üst üste yığıldıktan ve serbest tercih alanı iyiden iyiye daraldıktan sonra akılları başlarına gelir gibi olduğunda şöyle diyorlar:

 

“İşte şimdi hakkı ile anlattın”

 

“İşte şimdi” imiş, Sanki o ana kadar kendilerine anlatılanlar hak gerçek değilmiş. Ya da o ana kadar anlatılanların gerçek olduğunun farkına varamamışlardı da akılları şimdi başlarına gelmiş!
“Sonunda tanımlanan sığırı kestiler. Az kalsın bunu yapmayacaklardı.”

 

kendilerine verilen emri algılayıp yükümlülüklerinin gereğini yerine getirdikten sonra, yüce Allah söz konusu emrin ve yükümlülüğün amacını kendilerine açıklıyor:

 

“Hani bir adam öldürmüştünüz de bu suçu birbirinize atmaya kalkıştınız. Oysa Allah gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı.

 

Bu amaçla `Kesilen ineğin bir parçasını öldürülen adamın cesedine değdirin’ dedik. İşte Allah böylece ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size ayetlerini gösterir.


Burada kıssanın ikinci yönüne, yani yüce Allah’ın kudretini, tekrar diriliş realitesini, ölüm ile hayatın mahiyetini kanıtlayan kısmına geliyoruz. Kıssanın bu bölümünde hitap üçüncü şahıstan ikinci şâhısa yöneltiliyor.


Yüce Allah burada sığır kesmenin hikmetini Hz. Musa’nın kavmine açıklıyor. Onlar aralarından birini öldürmüşlerdi. Herkes bu cinayetten kendini uzak tutarak suçu bir başkasına atıyordu. Ortada bir şahit yoktu. Bu yüzden yüce Allah gerçeği doğrudan doğruya öldürülen adamın dilinden açıklamayı murat etti. Sığırın kesilmesi bu adamın diriltilmesine vesile kılınmıştı. Kesilen hayvanın bir parçası cesede değdirilince adam yeniden canlanıverdi. Böylece kendisini kimin öldürdüğünü haber verme, öldürülüş olayının etrafını saran kuşku bulutlarını dağıtarak en güvenilir kanıtla gerçeği açığa çıkarma fırsatı doğmuştu.

 

Acaba böyle bir vesileye niçin gerek duyulmuştu? Çünkü yüce Allah vesilesiz olarak da ölüyü diriltebilirdi. Sonra kesilmiş inekle yeniden diriltilen ölü arasında ne gibi bir ilişki vardı? Sığır eski Yahudiler arasında da adet olduğu üzere kurban olarak kesiliyor ve bu kurbanın bir parçası aracılığı ile ölen adamın cesedine yeniden can geliyor.

 

Aslında kesilen hayvanın vücudundan alınan parçada ne hayat var ve ne de yeniden canlandırma gücü. O sadece yüce Allah’ın gücünü o adamlara gösteren zahiri bir vesileden ibarettir. O Allah’ın gücü ki, insanlar onun nasıl işlediği hakkında hiçbir bilgiye sahip değildirler., Onlar bu gücün etkilerini ve sonuçlarını görüyorlar, fakat ne mahiyetini ve ne de nasıl işlediğini kavrayamıyorlar.

 


“İşte Allah böylece ölüleri diriltir”

 

Yani, burada bizzat gördüğümüz fakat nasıl olduğunu bilemediğiniz bu diriltmede olduğu gibi yüce Allah hiçbir zorluk ve sıkıntı çekmeden ölüleri diriltiverir.

 

Ölümün tabiatı ile hayatın tabiatı arasında insanların başlarını döndürecek derecede korkunç bir mesafe var. Fakat ilahi kudretin yanında böyle “uzaklık” gibi kavramlara yer yoktur. Nasıl olur?

 

Bunu hiç kimse anlayamaz; hiç kimsenin bunu kavraması mümkün değil. Bu şaşırtıcı realitenin özünü ve biçimini kavramak ilâhi sırlardan biridir ve bu niteliği ile biz faniler âleminde buna imkân yoktur. İnsan aklı sadece bu sırrın kanıtladığı realiteleri kavrayabilir,

Ve oradan ders alabilir.

 

“O, size düşünesiniz diye ayetlerini gösterir.”

 

Şimdi de bu kıssanın sergilediği edebî güzelliğe ve daha önceki ayetler ile arasında bulunan uyuma sözü getirelim.

 

Hikâyemiz kısacıktır. Onun baş tarafını okurken kendimizi bir meçhulün, bir bilinmeyenin karşısında buluyor arkasından ne geleceğini bilmiyoruz. Yani kıssanın baş tarafını okurken, yüce Allah’ın Yahudilere niçin bir sığır kesmelerini emrettiğini anlayamıyoruz. Nitekim Yahudiler de işin başında bu emrin sebebini bilmiyorlardı. Yüce Allah böylelikle onların itaat, söz dinleme ve teslimiyetlerinin derecesini ölçmüş oluyordu.

 

Sonra kıssanın akışı içinde Hz. Musa (selâm üzerine olsun) ile kavmi arasında ardı ardına karşılıklı konuşmalar oluyor. Fakat bu arada Hz. Musa ile Rabbi arasında neler cereyan ettiğini belirtmek üzere bu karşılıklı konuşmalara ara verildiğini görmüyoruz. Oysa bu konuşmaların her defasında Yahudiler, Hz. Musa’dan, Rabbine bir soru sormasını istiyorlar. O da istenen soruyu gerçekten soruyor ve aldığı cevabı onlara iletiyordu. Fakat kıssanın akışı içinde “Musa, Rabbine sordu” ve “Rabbi, Musa’ya cevap verdi” şeklindeki ifadelere rastlanmıyor. Doğaldır ki, Allah’ın yüceliğine yakışan bu sükût, bu lâfa karışmama ve karıştırılmama üslubudur. Bu üslubun Yahudilerce benimsenen bir inatçı polemik üslubu ile aynı paralelde olması, tabii ki, söz konusu olamazdı!

 


Kıssanın sonu bir sürprizle, beklenmeyen bir olayla noktalanıyor. Nitekim Yahudiler de böyle bir gelişme beklemedikleri için sürprizle karşılamışlardı. Bu sürpriz gelişme, boğazlanan bir sığırın vücudundan koparılmış bir parçanın, başka bir deyimle ne canlı olan ve ne de hayat unsuru içeren bir vücut parçasının basit bir dokunuşuyla ölmüş bir cesedin dirilmesi ve konuşmaya başlamasıdır!

 

İşte bu özellikleri dikkate alınca Kuran’ın ilginç kıssalarından birini oluşturan bu kısacık kıssada edebi ifadenin güzelliği ile konunun anlatım hikmetinin buluştuğunu görürüz.

 

Gerek Yahudilerin kalplerinde hassasiyet, ürperti ve korku uyandırması gereken bu son kıssanın tasvir ettiği canlı manzaranın arkasından ve gerekse daha önce gözler önüne serilen canlı tabloların, olayların, ibretlerin ve derslerin arkasından bütün beklentilere ve öngörülere ters bir sonuçla karşı karşıya geliyoruz:

 

SEYİT KUTUP BAKARA 73.CÜ AYETİ BÖYLE TEFSİR ETMİŞ. NE DİYELİM?  


İNEK PARÇASI VURMAYLA ÖLEN ADAM DİRİLMEZ!


Böyle bir başlık, klasik din anlayışına sahip olan insanları ayağa kaldıracak bunu iyi biliyorum. Ama uzun yıllar Kur’an’ın anlaşılması konusundaki çaba ve gayretlerim, Kur’an’ı doğru anlamanın bazı kuralları olması gerektiğini bana öğretti. (Kuran, ilim akıl ve pratik hayat) bu dört hasletin asla çelişmeyeceği bir anlayış bizi ancak, Kur’an’ı doğru anlamaya götürebilir.

 

Önce Kur’an bilgileri, bir vücut gibi ağlarla örülmüştür. Kur’an’da geçen hiçbir kelime ve hiçbir ayet,  kendi anlamı dışında bir olmadığı gibi, aynı zamanda hiçbir ayet hiçbir ayetten de bağımsız değildir.

 

Bakara suresinde altmış yedi ve yetmiş üçüncü ayetler arasında geçen ayetlerin ne anlatmak istediği anlamı, yakalayabilmek için Kur’an’da onunla ilgili geçen, ayet kıssa ve konulardan haberdar olmak gerekir. Ayrıca anlayışın doğru olup olmadığını test etmek gerekir. Yoksa tefsirlerde anlatılan bu kıssalar hikâye ve masaldan öteye geçemez. Düşünen akıl sahiplerini de asla mutmain edemez.  

 


Asıl olayın kökü Hz. Musa peygamberin kavmini bırakarak Allah ile diyalog kurmasıyla başlamıştır.

 

2/ 142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” dedi.

 

Hz. Harun, Musa peygamberin kardeşi olup, Hz. Musa peygamberi inandığı davada destekleyen ilk insandı. Ayrıca Hz. Musa peygamber olmadan önce kazara bir adam öldürmüştü. Bu sebeple toplum onun peygamberliğini kabul edip etmeme konusunda endişeliydi. Allah da kardeşi Harun’la onu destekledi, Musa peygamberin kavminden ayrılmasıyla kendisine inanan kavim yolunu şaşırarak Samir’inin önderliğinde buzağı heykeli yaparak buzağıya tapmaya başladı. Fakat Musa peygamber kavminin karşısına tekrar döndüğünde kavminin bu yanlış gidişinden rahatsız olarak vahyin kontrolünden çıkarak elindeki levhaları attı ifadesiyle anlatılan olay şöyle anlatılmaya devam etmektedir.

 

2/ 150- Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: “Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?” dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:) “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)” dedi.

 

Burada Musa peygamberin yapmış olduğu hareket yanlıştı. Ve Kur’an bu yanlışlığı, “Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:)” izah etmektedir.

 

Levhalar, Musa peygamberin, Allah’tan aldığı vahyi bilgileri, temsil etmektedir. Musa peygamberin vahyin kontrolünden çıkarak Harun’un yakasından tutup ona hakaret etmesi sanki kavminin yanlış gidişinden Harun, sorumluymuş gibi tavır sergilemesi şeytanın işlerindendir. Çünkü Harun kavminin bu yanlış gidişinin uyarısını yapmış kendi üzerine düşen görevi yerine getirmişti. Ve daha sonra Musa öfkesi yatışınca tekrar vahyin kontrolüne giriyor.

 

2/ 154- Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında “Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır” (yazılıydı).

 

Okuyucular Musa peygamber vahyin kontrolünden çıktı. İfadesini belki yadırgayabileler. Evet, bütün nebi ve resuller kovulmuş şeytanın katmasına musallat olan ve Allah’ın da şeytan katmalarını kaldırdığı ilgili ayeti nakletmek yerinde olacak kanaatindeyim.

 

22/ 52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Dikkat ederseniz Kur’an’da geçen bir konuyu anlayabilmek için Kur’an’ın bütün surelerine serpiştirilmiş olan ilgili ayetleri, derleyip toplayarak o konunun Kur’an içerisinde ait olduğu yeri bulup ait olduğu yere koymaya çalışıyoruz. Aynen evrende serpiştirilmiş malzemelerle bir mamulün icat edilmesi gibi.  Nasıl dünya hayatında bir ev inşa ederken ev için gerekli olan bütün malzemeleri farklı farklı yerlerden derleyip toplayıp bir evi inşa ede biniliyorsak Kur’an’da geçen bir konuyu da inşa etmek aynıdır. Şimdi Yine konumuza kaldığımız yerden devam edecek olursak olay şöyle gelişiyor.

 

20/ 83- “Seni kavminden ‘çarçabuk ayrılmaya iten’ nedir ey Musa?”

Bu ayet kavmi ile Musa peygamberin bir müddet ayrı kalması, değişik sebeplerden olabilir. Ya bir hastalık nedeniyle yalnızlaşma olabilir. Otuz gün ifadesi böyle anlaşılabilir. On gün ifadesi de itikâf olduğu kesindir.  İtikâf dünyalık işlerden uzaklaşarak sadece Allah ile hem dem olma manasınadır. olabilir. Allah her insana şah damarından daha yakındır.

 

2/187-Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet ettiğinizi (güvenmediğinizi) bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.

 

20/84- Dedi ki: “Onlar arkamda izim üzerindedirler,  hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim.”

İnsanları Allah’a yaklaştıran olay yalnız kalarak bütün dünyalık zevk ve arzulardan uzaklaştığı andır. Ressamın resmini icra etmesi, mucidin icadını gerçekleştirdiği ilgi alanında yoğunlaşma anıdır. Bütün peygamberler toplumlarda ortaya çıkan zulüm işkence adaletsizlik yoksulluk açlıktan feryat edenlerin onlar üzerindeki bırakmış olduğu çözümsüzlüğü çözmek için itikâfa çekilmeleri ile onlar peygamber olmuşlardır. İcat eden mucitler de kendi ilgi alanlarında düşünüp çaba gösterip yoğunlaştıklarında onlara ilham gelip icatlarını gerçekleştirmektedirler.

 

20/85- Dedi ki: “Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.”

 

Ayette bahsedilen fitne Allah’ın tanımladığı gerçek yolun dışına çıkarak insanlara Allah’a kulluğu bırakıp, kendilerine peygamberleri de kalkan olarak kullanıp, halkı mala mülke tapmaya çağıran ve bunun bir sembolik olarak altından heykeli dikilen buzağıya tapana destek vermeleridir.

 

20/86- Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?”

 

Ayette Musa peygamber belirli bir müddet kavminden ayrılmasıyla kendisiyle beraber ilahi bir vahiy yolunda sözleşerek halkın bu sözleşmeden caymaları ilahi yolu terk ederek dünyalık bir takım eğlence süs eşyalarına dalarak verdikleri sözden vazgeçmeleridir. Musa peygamber kavminin bu durumuna çok üzülmüştü. O üzüş onu öyle kızdırmıştı ki; o da bir an vahyin kontrolünden çıkarak nefsinin esaretine yenik düşmüştü.

 

20/87- Dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı.”

 


Her yoldan sapanın mutlaka yanlış yola gitmesi için bir tetikleyicisi ve önderi vardır. Kur’an bütünlüğünde olayı değerlendirdiğimiz zaman firavun halkını zayıflatarak onları ilahi yoldan uzaklaştırıp kendi dinine ve yoluna sürüklemesi, Salih kavminde deveye tapan halkın Allah’ı bırakarak kendi önderlerinin izini takip ederek yoldan sapmaları, gibi burada da Samir’inin insanları dünyalık zevklere davet edip, halkın da bu davete icabet etmeleriydi.

 

20/88- Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, “İşte, sizin de ilahınız, Musa’nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu” dediler.

 

Her dönemin kendisine ait bir putu bir ilahı vardır. Musa döneminde halkın dünyalık zevki buzağıya olan sevgi ve ihtiramda onu aşırı boyutlara taşıyarak buzağıyı tapınılır hale getirmeleridir. İnsanların dikkatini çeken şeyler onları ilahi yoldan uzaklaştırıp dünyalık zevke ve süslere çekiliyorsa onlar ibadet ve kulluğu Allah’a değil onlara tapıyorlar demektir.

 

Olayı günümüze taşıdığımız zaman, bu günün buzağısı, markalı arabalar dayalı döşeli evler, kuş sütünün eksik edilmediği sofralar, Zenginliklerinin üzerine zenginlik katarak ilah haline gelen seralar makamlar mevkilerdir. Musa kavminin buzağıyı kendilerine ilah edinip, heykelini dikmelerinden hiç bir farkı yoktur.

 

Put, İnsanların betondan tahtadan tunçtan heykeller yapıp ona senenin belirli günlerinde saygılarını göstererek tazimde ihtiramda bulunup, bel büküp eğilmeleri değildir. Asıl puta tapmak onun arka bahçesinde onu sembolize eden ideolojilerdir. İnsanların yapmış oldukları putların karşısında eğilmeleri onların dünya hayatındaki bakış açılarının ne olduğunu temsil etmektedir.

 

20/89- Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı?

 

Aklını kullanan insanlar bilirler ki; Allah’ın yarattıklarının hiç biri Allaha eş değer olamaz. Onlar insanı öldüremezler diriltemezler öldürmeyi Allah yaratmasaydı insanlar ölmeyecekti Allah diriltmeyi yaratmasaydı insanlar dirilemeyecekti. Dünya hayatında ne varsa Allah’ın insanlara sunduğu bir ikramdır. Tutup da Allah’a olan bu ham’dı övgüyü yaratıklardan herhangi bir varlığa vermek şirktir. En büyük zulümdür. Allah şirk koşup zulüm yapanları asla bağışlamaz.

 


20/90- Andolsun, Harun bundan önce onlara: “Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin” demişti.

 

Gördüğünüz gibi Harun, kavmine karşı kendi üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Allah’ın insanlardan istediği de budur. Allah İnsanların yol tercihini kullanırken ister menfi isterse müspet yönde kullansınlar, kendi özgür iradeleri ile baş başa bırakılmıştır. Asla ne peygamberin ne de şeytanın insan üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur. Halka; Samir’i buzağı yapıp buzağıyı kendilerine ilah kabul edip tapmayı teklif sunmuş, halk da bu teklifi kabul etmiştir. Çünkü ahiret onlara uzun gelmiştir. Bunun yanında Harun da Allah’ı bırakıp buzağıyı ilah edinmelerinin yanlış olduğunu söylese de halk da bunu kabul etmemiştir. Musa peygamberin Harun hakkındaki bu yanlış söz ve davranışı Allah’tan almış olduğu vahyi bilgiden değil şeytanın onu kışkırtması dolayısı iledir.

 

20/91- Demişlerdi ki: “Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız.”

 

Demek ki halk Musa peygamber kendisine vekil olarak tayin ettiği Harun’u pek önemsememiş olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısı ile onun uyarılarını da dinlememişler. Kur’an burada halkın söylemek istediği bir olayı lisanı haliyle anlatma sanatı yaptığı hatırlanmalıdır. Musa peygamber halkın karşısına geldiği zaman yanlış bir davranış olan puta tapma olayını değiştireceklerini halk nerden bilsinler ki böyle geleceği okuyabiliyorlar? Bu sanatı kuran başka bir ayette de kullanmış.

 

33/37- Hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: “Eşini yanında tut ve Allah’tan sakın” diyordun; insanlardan çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, Kendisinden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyit ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda müminler üzerine bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.

 

“Eşini yanında tut ve Allah’tan sakın” diyordun; insanlardan çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun;”

 

Bu ifade hâşâ Allah’ın şeytandan koruduğu, güvenilir olan bir peygambere yakışmaz. Ancak Allah peygamberin gelecekte olması gereken bir olguyu sanki peygamber bunu biliyormuş gibi bir anlatımla anlatmıştır. Yoksa peygamber birisinin karısını boşasa da onu ben alsam diye düşünmez. Düşünemez de. O zaman Allah onu peygamberlik makamından indirirdi.

 

20/92- (Musa da gelince:) “Ey Harun” demişti. “Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (Onlara müdahale etmekten) alıkoyan neydi?”

Bu anlatış tarzı, Musa levhaları attı diye bahsedilen olayın nedenini oluşturmaktadır Allah hazreti Musa peygamberin yapmış olduğu bu davranışı onaylamıyor. Harun’a karşı haksız davranışı levhaları attı ifadesiyle tatlı bir dille yapılan yanlışlığı bize izah ediyor.

20/93- “Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?”

Aşağıdaki ayette zaten Harun bunun cevabını vermektedir.

 

20/94- Dedi ki: “Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: “İsrail oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin” demenden endişe edip korktum.”

 

Harun’un bu cevabından sonra Musa peygamber sakinleşiyor. Öfkesi gidiyor. Ve attığı levhaları tekrar alarak yani, vahyin kontrolüne girerek, yaptığı yanlışlığın farkına varıp tövbe ediyor

 

7/154- Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında “Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır” (yazılıydı)

 

20/95- (Musa) Dedi ki: “Ya senin amacın nedir ey Samiri?”

 

Artık Harun’un verdiği cevap onu yatıştırmış. Musa yaptığı yanlışın farkına varmıştı. Şimdi asıl hesaplaşma sırası, halkı saptırmada önderlik eden Samire’ye gelmişti.

20/96- Dedi ki: “Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi.”

 

Kur’an’da bu ifade şeytanlar ve cinler için de kullanılmaktadır. Samir’i de tam bir şeytandı. Halkı ahiret âlemi için malını mülkünü gerektiği zaman canını dahi vermeye söz alan Musa peygamber, Samir’inin dünyalık vaadlerle kandırması onların eksen kaymasına neden olmuştu.

 

3/14- Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.

 

Ancak bu olayı aklını kullanan kısacık hayatta bazı zorluklara sabır ederek uzun bir gelecek vadeden Allah ile yapılan sözleşmeye gönülden inanlar kabullenir.

 

9/111- Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaadidir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.


20/97- Dedi ki: Haydi çekip git, artık senin hayatta (hak ettiğin ceza: “Bana dokunulmasın”) deyip yerinmendir.” Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız.”

 

Kur’an burada Musa peygamber ile Samir’inin mücadelesinde ince bir noktaya dikkat çekmektedir. Allah hiç kimse, hiç kimsenin din anlayışını başka din anlayışında olanların üzerine zulüm ve işkence aracı olarak kullanmadığı sürece onun dinini kendine vermeyi bir ibadet telakki ettiğini bildirmektedir. Tevbe suresinde de inkâr edenler için buna benzer bir ifade kullanılmaktadır.

 

9/2. Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkâr edenleri hor ve aşağılık kılıcıdır.

 

Samir’i dünya hayatında kendi yolunu bu yönde seçmesi onun kendi seçimidir. Halkı da şeytanın yoluna çağırabilir bunda da bir problem yok. İşte Musa peygamberin asıl mücadele vermesi gereken fitnenin halka ne olduğu anlatılarak halkı fitneden korumayı onlara teklif sunmasıdır.” “Bana dokunulmasın”) deyip yerinmendir.” Bu ifade onun kendi seçimini kendisine bırakılarak ona uyan halkı bilgilendirilme yönünde çarpıcı bir açıklama tarzıyla Allahlı ilah olarak takip etmekten buzağıyı ilah olarak kabul etmenin yanlış olduğu vurgulanmaktadır.

 

Samir’i ile bu hesaplaşma yapıldıktan sonra, Musa peygamber halkın karşısına çıkarak şöyle hitapta bulunuyor.  

 

2/67- Hani Musa kavmine: “Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. “Bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. (Musa) “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” dedi.

 

Burada hazreti Musa peygamberin kardeşi Harun, Samir’i ve kavimi ile aralarında geçen olayları uzun uzadıya anlatarak nakletmeye çalışmıştık. Harun ve Samir’i ile geçen olaylar tamamlandıktan sonra şimdi sıra kavmine geldi. Bakara altmış yedi ile yetmiş ikinci ayetler arasındaki geçen konu şudur. Musa kavmine seslenerek Allah’ı ilah edinmekten ayrılıp buzağıya tapmanın ne kadar yanlış olduğunu karşılıklı soru ve cevaplarla anlatmaktadır.

 

 “ Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti.”

 

 Ayette geçen bu ifade, halkın Allah’ın ilahlığını bırakıp da buzağı heykeli yapıp ona tapmalarından vaz geçip tekrar Musa Allaha kulluğa davet etmektedir. Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor “Devam eden ayetlerde bu ayette anlatılmak isteneni zaten anlatmaktadır.

 

.İnsanların dünya hayatına geliş gayeleri Allah’a ibadet ve kulluk içindi.

 

51/56- “Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.”

 

Fakat yoldan çıkmış olan hal bu görevi unutmuş. Allah’a kulluktan uzaklaşarak, Dünyalık bir takım zevkler uğruna Allah’ın haram kıldığını kendilerine helal Allah’ın helal kıldığı bazı şeyleri de kendilerine haram kılmışlardır. Bu davranış şekli Allah’ın insanları yaratış biçimine gölge düşürüyordu. Aşağıdaki ayetlerde yanlış yolda gidenlerin fotoğrafını, Kur’an ortaya koyarak bize ders veriyor.

 


9/41- Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.

 

9/42- Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. “Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık.” diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helake sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor.

 

9/43- Allah seni affetsin; doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara izin verdin?

Bu ayetler ahirete iman etmeyen veya inanmadığı halde inandığını iddia edip, Müslüman olanların güç ve otoritesinden nemalanmaya çalışan münafıkların fotoğrafını bize göstermektedir.

 

Harun’un uyarılarına karşı aldırmayan halk Musa peygamber gelerek halkın karşısında etkili çarpıcı bir anlatımla halka tekrar doğru yolu anlatarak onları ikna etmeye çalışıyordu. Gittikleri yolun yanlış olduğunu, belgelerle izah etmeye çaba gösteriyordu.

 

Musa peygamber ortaya bir “inek kesme” problemi attı ve bunu halkın düşünerek çaba göstererek çözmesini istedi. Asıl Problem İnek kesmeyi Halk nedir ne değildir diye bunu sorgulamaya başlıyor. Tıpkı bir öğretmen ve bir öğrenci ilişkileri gibi
Öğretmen bir problem soruyor öğrenciler de takıldıkları yerde öğretmenin önderliğinde problemi çözmeye çalışmaları gibi.
Halk Musa’nın sorduğu problemi takıldıkları yerde sorarak cevabını bulmaya çalışıyorlar.

 

ALLAHIN KESİLMESİNİ EMRETTİĞİ İNEK NASIL BİR İNEKTİR?

 

2/68- “Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın” dediler. (Musa, Rabbine yalvardıktan sonra) “Şüphesiz Allah diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emir olunduğunuz şeyi yerine getirin” dedi.

 

2/69- (Bu sefer) dediler ki: “Rabbine adımıza yalvar da, bize rengini bildirsin.” O: “(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir” dedi.

2/70- (Onlar yine:) “Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz” dediler.

 

2/71- (Bunun üzerine Musa, Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir” dedi. (O zaman): “Şimdi gerçeği getirdin dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.

 

Musa Peygamber’in sormuş olduğu bu problem, halkın Musa’ya Musa’nın da Allaha sorarak problem çözüme kavuşuyor.  Meğer Musa peygamber halka sanatsal bir üslup ile halkın anlayacağı dilde Samir’inin önderliğinde Allah’ı bırakıp, taptıkları buzağı heykelini işaret ediyordu. Vermiş olduğumuz ayetler bütününde kesilmesi gereken inek şöyle tarif ediliyordu. Alacası olmayan sütü sağılmayan, çifte koşulmayan bakanları ferahlatan ne genç ne de ihtiyar orta yaşta altından dökülmüş bir buzağı heykeli olduğunu anlıyorlar


İşte Musa peygamberin halktan Allah’ın istediğini böyle sanatsal bir üslupla anlatarak halkın tapmakta olduğu buzağı heykelinden vazgeçip Allaha tapmalarını istiyordu. Fakat onlardaki bu yanlışlığı güzel bir dille uzun bir zamanda anlatabilmişti.  


DİRİLTİLEN ÖLÜ NASIL BİR ÖLÜDÜR?

 

Ölü kelimesi Kur’an’da iki farklı anlam ifade ederek kullanılmıştır.
Birinci alamı, Hayati fonksiyonlarını yitirerek bir daha dünya hayatına gelmeyecek olan ölüdür.  Bununla ilgili ölüye, Kur’an’dan bir ayet örneği verelim.

 

2/180- Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size yazıldı (farz kılındı).

 

Buradaki bahsedilen ölü hayati fonksiyonlarını yitirmiş olup da bir daha dünya hayatına geri dönmeyecek olan anlamında ölülerdir.

 

21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.


Kur’an’ın gerçek anlamında öldüğü halde fakat onların dünya hayatında yaşadıkları hayatı taltif etme ve onlardan hoşnut olma anlamında hazreti İsa peygamber hayati fonksiyonlarını yitirdiği halde onu öldürmediler asmadılar. Onu katımıza yükselttik. İfadesiyle gerçek olarak yaşamını yitirip öldüğü halde öldürmediler ifadesi kullanılmıştır.

 

4/ 157- Ve: “Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.

 

4/158- Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Gerçek olarak hazreti İsa peygamber öldüğü halde onu katımıza yükselttik ifadesiyle mecazi anlatım kullanarak izah etmiştir. Aynen şehitler öldüğü ve hayati fonksiyonlarını yitirdiği halde diridirler ölü değildir ifadesi kullanması gibidir.

 

2/ 154- Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.

 

İkinci anlamda kullanılan ölü ise; Dünya hayatında asıl yaratılış gayesini unutarak veya “rabbim Allah’tır” sözleşmesini bozarak vahyin kontrolünden çıkarak dünya hayatında yaratılış gayesi dışında bir hayata girerek gözleri gördüğü halde görmez kulakları olduğu halde işitmez, kalbinin de duyarlılığını kaybetme anlamında olan ölülerdir.

 

2/171- İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.

 

İşte Kur’an’da Hazreti İsa peygamberin dirilttiği ölülere bir örnek verelim.

5/110. Allah şöyle diyecek: ‘Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu’l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğullarına apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkâra sapanlar, ‘Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir’ demişlerdi (de) İsrailoğullarını senden geri püskürtmüştüm.’

 

Ayette geçen şu ifade, “ benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun.

 

Hazreti İsa’nın Allah’ın izniyle hayata çıkardığı ölü hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan ölüler değil, gelen vahiylere karşı duyarsız olup ahiret hayatını tanımayan kör sağır olarak yaşayan ölülerdir. Kur’an içerisinde bu tip ölülerin dirilişine çok örnekler verilmektedir. Kur’an kendi içerisinde çelişkisiz bir kitaptır. Hem de evren yasaları ile çelişkisiz bir din vaaz eder.

 

4/82- Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

 

HALKIN BİR KİŞİ ÖLDÜRÜP DE DİRİLTTİĞİ ÖLÜ KİMDİR?

 

2/72- Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.

Musa peygamberin halktan ayrıldığı zaman Samir’inin teklifi ile bir buzağı heykeli yaparak halkın ve Samir’inin bel büküp eğilip taptıkları buzağı Allah’ın yolundan ayırmış, kısacık dünya hayatını ahiret hayatına tercih etmişlerdi. Dünyalık zevkler uğruna halkın da desteklemesi ile Gözleri olduğu halde hakkı göremeyen, kulakları olduğu halde hakkı işitmeyen kalbi olduğu halde hissetmeyen Samir’i kör ve sağır olarak yaşadığı halde, Kur’an bu tip insanlara ölü ifadesi kullanmaktadır.

 

Bu anlamda doğru yoldan sapmasına halkın destek verip öldürdükleri kişi Samir’idir.  

.
2/73- Bunun için de: “Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun” demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.*********

 


Yukarıda anlattıklarımız kıssanın ana çatısını oluşturan olay; samiri ve halkın doğru olmayan ve Allah’ın kesinlikle onaylamadığı bir davranışı yapmışlardı. Bu yanlış davranış halk ile beraber samirinin altından yaptıkları buzağı heykeli idi. Musa peygamber halkı ikna etmiş taptıkları buzağı heykelinin ne olduğunu öğreninceye kadar sorgulama devam ederek en nihayet olayı tam olarak ayet tanımlayınca çözmüşlerdi.

 

2/ 71- (Bunun üzerine Musa, Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir” dedi. (O zaman): “Şimdi gerçeği getirdin dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.

 

a)O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan,

 

b)salma ve alacası olmayan bir inektir” dedi.


c)O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır.


d)Bize rengini bildirsin.” O: “(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir” dedi.

 

Musa peygamberin kesilmesini emrettiği inek neymiş? Samirinin önderliğinde kendilerinin de destek vererek altından yaptıkları buzağı heykeli imiş. Allah etinden sütünden derisinden çift sürmesinden yararlansınlar diye yarattığı halde bunlar ineğin bu nimetlerinden istifade etmek yerine ineği tapınılır hale getirmişler.  Ama onlar ne yapmış? 

 

Buzağıyı ilah haline getirip,  altından ihtişamlı bir heykelini yaparak tapmaya başlamışlar. altın ve lüks masraflarla bomboş duran bir heykel yapıp tapmışlardı. O putun üzerine bir sinek gelse kovamayan, üzerinden sinek bir şey alıp kaçsa yakalayamayan veya söz dinlemeyen duymayan bir heykele tapmalarını şiddetli bir dille eleştirmektedir. İşte kesmek istedikleri inek, tapmamaları gereken puta tapmaktan vaz geçmeleri idi. Sonunda bunu başara bilmişlerdi.

 


Buzağıyı kendisine ilah edinen ve onun altından heykelini yapıp destekleyen halk bu tutum ve davranışı ile Samir’iyim manen öldürmüşlerdi. Halk nasıl destek vererek onun manen dünya hayatında ölümüne sebep olmuşlarsa, Musa’nın telkinleri ile kendisine gelen halk, ondan desteğini çekerek, onun yalnızlaştırıp dirilmesine vesile olmuşlardır. Buzağıyı ilah edinen baş aktör rolde oynayan Samir’i yanlış yolda gidişini Musa peygamberin anlattığı vahiy diyalogu ile halk ile Samir’i arasındaki ilişki bozulmuş Samir’i yalnız başına ortada kalmıştı. Hayati fonksiyonlarını yitiren bir kişi dünya hayatında dirilmez. Eğer dirilmiş olsaydı enbiya suresinin doksan beşinci ayetiyle çelişki arz ederdi.

 

2/73- Bunun için de: “Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun” demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.

 

İneği kesmenin yapmış oldukları buzağı heykeline tapmaktan vaz geçmek anlamında olduğunun bilenmesi gerekir. Bakınız bu olay Salih peygamberin devesi ile ilgili kıssada da geçmektedir.

 

26/154- “Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim.”


26/155- Dedi ki: “İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.”

 

26/156- “Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.

 

26/157- “Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular.”


26/158- Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.

 

İki kıssada bir benzerlik vardır. Ama olay farklı anlatılmaktadır. Allah göklerde ve yerde canlı cansız ne varsa insanoğlunun istifadesine sunmuştur. Bütün varlıklar insan içindir. Eğer İnsanlar için yaratılmış olan deveyi tutarda tapınılır hale getirirsen Allah’ın verdiği bir değeri değerinin üzerinde bir yere taşımış olursun.

 

Burada ki Salih kavminden bozguncu bir önderin rehberliğinde deveye tapınmaya başlamışlar. Deveyi öldürdüler. Deveyi kestiler. Devenin su içme hakkına müdahale ettiler denmesi ondan kaynaklanmaktadır. Deveyi Allah, insanlar etinden sütünden tüyünden yükünden yavrusundan yararlanılması için yaratmıştı. Salih kavmi ne yapmış? Deveyi kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanmaları gerekirken onu tapınılır hale getirmişlerdir.

 

İsterlerse keserler sucuk salam yaparlar isterlerse yük taşırlar kimse böyle yaptı diye onu kınayamaz Allah’ın kınadığı deveyi konulduğu yerden kaldırılarak ona tapmalarıdır. Bakınız başka bir ayette develerin kesilmesini Allah nasıl övüyor.

 

22/36- İri cüsseli develeri size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşçasına ayakta durup) boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkâra ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.

 

Kavmin birisi deveyi kesiyor helak oluyor. Birisi de deveyi kesip yiyor başkalarına da yediriyor. Muttaki Allah’ın sevdiği bir kul olup onun bu davranışını onaylamaktadır.

 

İşte Salih kavminin helakini yani Allah’ın sözünden uzaklaşmasını arttıran devenin kesilip yenmesi değil deveyi konulduğu yerden kaldırmalarıdır. Yani Allaha olan saygıyı Allaha olan sevgiyi Allaha olan kulluğu yapmaları gereken yerden kaldırıp, deve sevgisini ön plana çıkarmalarıdır. 

 

4/46- Kimi Yahudiler, kelimeleri ‘konuldukları yerlerden’ saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: “Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve ‘Raina’ bizi güt, bize bak” derler. Eğer onlar: “İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve ‘Bizi gözet’ deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.

 

Burada başrollerde oynayan kişiler, Musa peygamber, yerine kendisi kavminden ayrıldığında vekil bırakılan Harun peygamberdir. Harun o zaman peygamber değil, Musa peygamberin yardımcısıydı. Samir’i ise vahyin kontrolünden çıkan yozlaşmış halkın baş aktörlüğünü üslenen kişidir. Halkın desteği ile şeytani yolda bir buzağının ilahlaştırılmasında önemli bir rol oynayandır.  

 

Allah insanlara aklını takvasını ve fıs kını da vererek önüne doğru yola ve yanlış yola gidebilecek malzemeleri koyarak insanları tek başına yola gitmede yetkili ve sorumlu kılmıştır. İster vahiy getiren insanları doğru yola çağıran peygamberler olsun, isterse de şeytan ve şeytani yolda giden adamlar olsun, kişilerin yolunu kendileri istemedikleri sürece zorla değiştirme gücüne sahip değildir.

 

16/ 98- Öyleyse Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.


16/99- Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur.

 

16/100- Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir.

 

Kur’an’da anlatılan Salih kavminin kestiği deveyle, Samir’inin önderliğinde Musa kavminin kestiği inek arasında bir benzerlik vardır. Salih kavminde deveyi kesmeyi, deveyi ait olduğu yerden kaldırmak ve ona tapmaktır. Musa kavminde ineği kesmek altından döktürüp put haline gelmiş ineğe tapmaktan vaz geçmektir. Bir başka ifadeyle inek sevgisini bağırlarına sindirmiş olan halkın bundan vazgeçerek sevgiyi ihtiramı buzağıdan uzaklaştırarak Allaha yöneltmektir. Yani Salih kavmi deveyi kesiyor helak oluyor. Ama Musa kavmi buzağıyı kesiyor ve kurtuluyor. Yani buzağıyı ait olduğu yere koyuyorlar.

 

İşte buzağıyı ait olduğu yerden kaldırıp da onu tapınılır hale getiren halkın bu davranışından vaz geçmesiyle dirilmiş olmaktadırlar. Hala Samir’i buzağı sevgisini kalbinde taşımasından vazgeçmediği sürece ölüdür. Bu sebeple kulağı olduğu halde işitmeyen gözü olduğu halde görmeyen kalbi de hissetmeyen anlamında ölüdür. Halkın kendisini destekleyerek nasıl onu Allah’ın yolunun dışında bir yolda yürümesine vesile olup manen onu öldürmüşlerse. Musa peygamberin telkinleriyle vahye karşı duyarlı hale gelen halk, o telkinle Samir’iye yaklaşıp onu vahyin kontrolüne getirmeleri kesilen ineğin bir parçasıyla, vurulup ölü kişinin dirilişi sembolize edilmiştir.

 

Oradaki ölünün hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan bir ölünün dirilmesi olarak anlaşılırsa hem evren yasalarına hem de vahyin yasalarına ters düşülmüş olunur.

 

Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir. En doğrusunu Allah bilir.

7/151- (Musa yalvarıp) Dedi ki: “Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.”

7/152- Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte Biz, ‘yalan düzüp-uyduranları’ böyle cezalandırırız.

7/153- Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir.

Tövbe; Kişilerin yapmış oldukları yanlıştan vaz geçerek o yanlışlığa bir daha geri dönmemesi demektir. Yoksa her yaptığı yanlışa tövbe edip geriye dönerek aynı yanlışlığı tekrar tekrar yapmak tövbe değildir.

4/17. Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

4/18. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır.

7/154- Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında “Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır” (yazılıydı).

7/155- Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı. Bunları da ‘dayanılmaz bir sarsıntı’ tutuverince, dedi ki: “Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim Velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”

Ayette geçen olay Musa peygamber inanlarla birlikte hicret etmişlerdi. Firavun ve askerleri güçlü azılı birer düşmandılar. Ayette dikkat çeken şu ifade, “Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? Allah Musa peygamberin bu sorusuna şu ayetlerle cevap vermektedir.

10/87. Musa ve kardeşine (şöyle) vahyettik: ‘Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namazı dosdoğru kılın. Mü’minleri de müjdele.’

10/88. Musa dedi ki: ‘Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun’a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler.’

10/89. (Allah) Dedi ki: ‘İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın.’

10/90. Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de müslümanlardanım’ dedi.

10/91. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın.

7/156- Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: “Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve Bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım.”

Dünya hayatı iman eden ve salih amel işleyenlerle inkâr eden ve zulmedenlerin deneme ve imtihan salonudur.  Kim Allah’ın göndermiş olduğu vahiylere iman eder ve salih amel işlerse O ahiret hayatında  onlara ebedi cennet vaat ediyorum kim inkar eder ve zulmederse de onlara ebedi cehennem vaad ediyorum siz ikiniz asla onların yaptıklarına aldırış etmeden dosdoğru yolunuza devam edin bu benim sünnetim devam edecektir..

7/157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Kur’an içerisinde altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken ve üzerinden düşünülüp tefekkür edilmesi gereken ayetlerden birisi de budur. Ayet Kur’an’da geçen birçok ayetlerin doğru anlaşılmasında önemli bir yapı taşı oluşturduğu için üzerinde biraz durmak istiyorum.

Ayette onlar ki diye bahsedilen kimdir? Böyle bir soru karşısında verecek oldukları cevap hemen büyük ihtimal, Yahudi ve Hıristiyan olanlar olacaktır. Yahudi ve Hristiyan olanlar Tevrat ve incideki hükümleri kısacık dünya menfaatleri için satanlar ve gizleyenlerdir. Belki böyle bir yorum klasik din anlayışında olanları hop ayağa kaldırıp, hop oturtturacaktır.

Evet, Yahudi ve Hristiyan olanlar Hz. Musa ve Hz. İsa peygamberin getirmiş oldukları vahiy orijinli dine karşı çıkıp hınç besleyen ehli kitap olanlardır. Allah’ın insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa nebi ve resuller aracılığı ile gönderdiği dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslümandır. Şimdi söylediklerimizi ayetlerden örnekler vererek doğru olduğunu ispatlamaya çalışalım.

3/ 52. Nitekim İsa, onlarda inkârı sezince, dedi ki: ‘Allah için bana yardım edecekler kimdir?’ Havariler: ‘Allah’ın yardımcıları biziz; biz Allah’a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol’ dediler.

5/ 68. De ki: ‘Ey Kitap Ehli, Tevrat’ı, İncil’i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiç bir şey üzerinde değilsiniz.’ Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkârlarını arttıracaktır. Sen de kâfirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.

Kur’an içerisinde geçen ne kadar kitap ehli ile ilgili ayet varsa bunlar Yahudi ve Hristiyan olanlardır. Eğer son nebiden sonra yine bir peygamber ve kitap gelmiş olsaydı Kendilerinin Müslüman olduğunu iddia edip Allah’ın indirmiş olduğu Kur’an’ın dışında yol yöntem edinenlere de şu ifadeyi kullanırdı. Ey Müslümanım diyenler siz Allah’ın size indirdiği Kur’an’ın hükümlerini ayakta tutmadıkça siz hiçbir şey üzerinde değilsiniz derdi.

Bu gün İslam toplumları içerisinde kendilerine gelen vahiylerin dışında farklı farklı cemaatlere mezheplere tarikatlara ayrılarak Allah’ın helal kıldığı şeyleri haram, haram kıldığı şeyleri, helal yapmıyorlar mı? Bunların hepsi Allah’ın dinini parça parça bölük bölük ettiler. Allah Müslüman olanların konumunu şöyle tarif etmektedir.

41/ 33. Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: ‘Gerçekten ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?

Demek ki ayette geçen “Onlar ki” diye bahsedilen Yahudi ve Hristiyan olanlar değilmiş. Ya kimmiş? Tefsirini yapmakta olduğumuz ayette geçen bazı incelikleri anlatmaya devam edelim.

“Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar;”

Ayette geçen bu ifadeye bu günkü Yahudi ve Hristiyan olanların kendi elleri ile Milattan sonra üç yüz yirmi beş yılında İznik konsülünde yazmış oldukları eski ahit yeni ahit diye geçen, Tevrat ve İncil’de mi yazmaktadır? Hayır, zaten yazmış olsaydı onlar da Müslüman olurlardı. Peki, Ümmi peygamberin geleceği hangi Tevrat ve İnci’de yazmaktadır? Şimdi onu bulmaya çalışalım.

61/ 6. Hani Meryem oğlu İsa da: ‘Ey İsrail oğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi ‘Ahmed’ olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim’ demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: ‘Bu, açıkça bir büyüdür’ dediler.

Her peygamberin kendinden önceki peygamberleri ve kitapları doğrulayıp kendinden sonra gelecek olan peygamberi müjdelemesi insanlar eliyle yazılmış olan kitaplar değil, Allah’ın peygamberlere indirmiş olduğu orijinalliği bozulmamış levhu mahfuzda saklanmış korunmuş olan vahiy orijinli kitaplardır.

15/  9. Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.

Kalbi marazlı olanlar ayette kastedilen manayı bozmak için şöyle bir soru sorarak insanların kafalarına kurt düşürmektedirler. Neden Allah Tevrat ve İncil’i korumadı da Kur’an’ı korudu? Konu ile ilgili ayete verilecek çok ayet var ama biz ayette geçen “zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” İfade Allah insanlar eliyle Kur’an’ı korumuştur. Kur’an’dan önce gelmiş olan kitapların korunmayışı iki sebepten kaynaklanmaktadır. Birincisi yazı kültürü ve sanatının gelişmemesi nedeniyle Allah’tan gelen vahiylerin, yakılacak kâğıt ve kalemin icat edilmemesi, onu yazacak ve ezberleyecek insanların olmaması nedeniyledir. Ayetlerden örnekler verelim.

25/ 4. İnkârcılar dediler ki: ‘Bu (Kur’an) olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.’ Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.

25/5. Ve dediler ki: ‘Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.’

6/ 91. Onlar: ‘Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir’ demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: ‘Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.’ De ki: ‘Allah.’ Sonra Onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.

Vermiş olduğum bu ayetler, düşünüp anlayanlar için, Neden Kur’an’ının korunup da diğer kitapların korunmayışına en güzel örneklerdir. Allah başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır.

8/ 17. Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müzminleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.

Allah savaşta İnkâr eden ve zulmedenlere ok da atamaz onları öldürmez de. Ancak İman eden ve salih amel işleyenlere ok atmanın sermayesini verir onların attığı oklara ve oklarla öldürülen adamları ben öldürdüm der Bu Kur’an’ın konuşma dilidir.

Kur’an’ın sesli olarak okunuşu ilk olarak, bin sekiz yüz seksen beş yılında alındı. Neden? Sebebi kasetçalar o tarihe kadar daha icat edilmediğindendir. Ayette geçen geleceği yazılı olan ümmi haber getirici ve ismi Ahmet olan peygamberin ismi yazılı değildir. Ancak belgelenmemiş Musa ve İsa peygamber sağ iken getirmiş olduğu orijinalliği bozulmamış kitapta yazılıdır.

Yine ayette geçen şu bölüm önemli bir şeye dikkat çekmektedir.

“o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor.”

Ümmi peygamber temiz şeyleri helal murdar olan şeyleri haram ettiği için mi helal ve haram kılıyor yoksa kendi arzuladığı için mi haram helal kılıyor? Ayette önemli olan başka bir şeyden daha bahsetmektedir. Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya haram ve helal edilen bazı şeyler o peygamberler öldükten sonra, insanların unutup bilemedikleri helal ve haramlar olması gerekir. Yoksa Her peygamber kendinden önceki peygamberleri doğrulayıp tasdik etmesi bir anlam taşımazdı. Allah hiçbir peygamberin getirmiş oldukları helal ve haram olan şeylerde hiçbir farklılık yoktur.

16/ 118. Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.

Ayetin son kısmında da mesaj verilmektedir. “Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır”

Doğru olan yol Allah’ın göndermiş olduğu vahiylerle çerçevesini çizdiği yoldur. Kim son nebi ve resulün getirmiş olduğu Kur’an’a iman eder ve o yolda yürüyenlere yardım eder destek verirse ve o nuru izlerse kurtuluşta olan onlardır. Onlar üzülmeyecek mahzun da olmayacaklardır.

Özet olarak diyebiliriz ki, Yahudi olanlar, Hristiyan olalar, ateist ve deist olanlar Müslüman olup indirilen vahiyler çerçevesinde iman edip salih amel işlemedikçe asla cennete girmeyeceklerdir.

7/158- De ki: “Ey insanlar, ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.

7/159- Musa’nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır.

7/160- Biz onları (İsrailoğulları�nı) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa’ya: “Asan’la taşa vur” diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.” Onlar Bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.

Ayet Kur’an’da geçen müteşabih ayetlerden biridir. Ayeti açıklamak için benzeşen ayetleri bir araya getirerek anlamak gerekir.

5/12. Andolsun, Allah İsrail oğullarından kesin söz (misak) almıştı. Onlardan on iki güvenilir gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: ‘Gerçekten ben sizinle beraberim. Eğer namazı kılar, zekâtı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah’a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır.’

2/60. (Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman biz ona: ‘Asanı taşa vur’ demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece her bir topluluk içeceği yeri bilmişti. Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın.

Örnek olarak vermiş olduğum bu üç ayet, asa kelimesinin ne anlama geldiği anlaşılmakla ayetler açıklanabilir. Kur’an asa kelimesini iki farklı anlamda kullanmaktadır. Birincisi dünyada dayanmış olduğu güçler, Bu asanın konumuzla alakası yoktur. Diğeri ise Allah’tan almış olduğu vahyi bilgiler anlamında asadır. İşte ayetlerde konumuzla ilgili ayetler bu anlamı ifade etmektedir.

Hz. Musa Allah’tan Almış olduğu vahyi bilgileri kavminden olan insanlara anlatıyor. Ayette on iki pınar diye bahsedilen on iki havariden söz etmektedir. On iki havariden her biri ayrı topluluklara giderek onları Allah’ın dinine davet etmektedir. İşte on iki havari on iki pınar,  su içeceği yeri bilen on iki topluluk kendilerine gelen havarilerden her biridir.

Dikkat ederseniz on iki pınarı ilahi mesajı doğru anlayan ve doğru aktaran elçiler olarak Kur’an tanımlamış, su içeceği yeri bilen on iki topluluğu da havarilerden Allah’ın dinin öğrenen topluluk olarak anlatmıştır.

7/161- Onlara: “Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, ‘dileğimiz bağışlanmadır’ deyin ve kapısından secde ederek girin, (Biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) artıracağız” denildiğinde,

Allah’ın bütün insanlara vermiş olduğu mesaj da budur. Her insan topluluğu beldede iki farklı yol tercihinden sapma yolunu değil bağışlanma yolunu tercih edin. Allah’ın istediği şekilde iman edin ve yaşayın mesajı verilmektedir. Dünya hayatında kim Allah’ın istediği şekilde iman eder ve salih amellerde bulunursa Allah onları ebedi cennette ağırlayacağını vaad etmektedir.

7/162- Onlardan zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulmetmeleri dolayısıyla gökten ‘iğrenç bir azap’ indirdik.

Bundan önce geçen ayete bağışlanma yolunu tercih eden ve bağışlananlardan söz etmişti. Şimdi ise, tercihini sapma yolunda kullananların konumunu ele almaktadır. Ayetin son bölümünde de gökten iğrenç bir azap indirdik ifadesi ile onların ahiret hayatındaki sonuçlarının felaket olacağını vurgulamaktadır. Yoksa Allah dünya hayatında yapmış oldukları inkâr kötülük ve yapmış oldukları zulümlerin cezasının verilmeyeceğini anlatmaktadır.

16/61. Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

7/163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. ‘Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında’, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, ‘cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında’ ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.

Allah dünya hayatında insanlara rızık verme olayını iki yasaya bağlamaktadır. Bunlardan birisi eşyanın yaratılış kuralı veya evrensel yasalardır. Dünya hayatında bu kural ve yasalara uyanlara inansın veya inanmasın Allah bol bol rızkını vermektedir. İkincisi de kim Allah’ın gönderdiği vahiy yasalarına uyarsa Allah onlara rızkı ahiret hayatında bol bol vereceğini vaad etmektedir. Açıklamasını yapmakta olduğumuz ayetten önce gelen ayette Allah zulmeden kavimler için şöyle diyordu.

7/162. Onlardan zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulmetmeleri dolayısıyla gökten ‘iğrenç bir azab’ indirdik.

Kur’an’da geçen cumartesi yasağı İslam toplumlarında ayetlerle ilgi ve alakası olmayan boyutlara taşınarak sonuçlar ortaya çıkmıştır. Konumuzla ilgili ayette geçen ifadeleri ayrıntıları ortaya koyarak, açıklamaya çalışalım.

“Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı.”

Ayette geçen bu ifade dünya hayatında Kur’an’ın üzerine basa basa vurgulayıp anlattığı olay, inkâr eden ve zulmeden bir topluluğun konumunu ele alarak anlatmaktadır. Bunun karşılığında bir de iman eden ve imanını salih amellerle bütünleştiren Müslüman olan toplumların yaşamış olduğu hayat tarzı vardır. Haddi aşan kavmin Yahudi olan topluluklar olduğu anlaşılmaktadır. Haddi aşmak ne demektir? Allah’ın koyduğu bir değeri konulduğu yerden kaldırıp, farklı bir yere koymak demektir.

4/46- Kimi Yahudiler, kelimeleri ‘konuldukları yerlerden’ saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: ‘Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası ve ‘Raina’ bizi güt’ derler. Eğer onlar: ‘İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve ‘Bizi gözet’ deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.

İşte ayette küfre sapıp ve Yahudi olan toplumların konumunu Kur’an böyle tasvir etmektedir. Yani onlar genelde ibadet günlerini Cuma ertesi günü yapmaktadır. Fakat Ayette dikkat çeken ve anlatılmak istenen konu onların ibadetlerini hangi gün yapıp yapmadığı değildir.  Yahudi olanlar Allah’ın yaratmış olduğu evren yasaları ile indirilmiş olan vahiy yasalarına uyup uymama sonuca başlarına gelenlere dikkat çekilmektedir. Kur’an’da konu ile ilgili benzeşen ayıtlardan örnekler vererek konuyu biraz daha açmaya çalışalım.

2/ 249. Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: ‘Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç onu tatmazsa bendendir. Küçük bir bölümü hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Calut’a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok’ dediler. (O zaman) Muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: ‘Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galip gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.’

2/ 35. Ve dedik ki: ‘Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.’

Açıklamakta olduğumuz ayette cumartesi yasağından söz ederken, benzeşen konuyla ilgili iki ayet daha naklettik. Şimdi üç ayette ilgili olan bölümleri alarak bir araya getirelim ayetin ne demek istediğini anlamaya çalışalım.

“Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. ‘Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında’, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, ‘cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında’ ise, gelmiyorlardı.”

“’Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz”

Ayette bahsi geçen konu, insanlar yaratılışta “Rabbim Allah’tır” demişlerdi. Fakat her insan anne karnından doğuşundan ergenlik dönemine gelinceye kadar yaratılışta verdiği sözde, sadakat göstermişti. İşte ergenlik dönemine gelen her insana, iblis ve takva meleği yüklenmektedir. İşte her insan tek seçenekli bir varlık olma konumunda iken, emanet ve sorumluluk yüklenen bir konuma geçmektedir.

Her insan ergenlik yaşına kadar yaratılışta vermiş olduğu, “Rabbim Allah’tır” sözünden caymadan bir melek konumuyla, tek seçenekli varlık olarak beklemektedir. Kur’an’a göre meleklerde akıl seçenek ve iradeleri yoktur. Onlar sadece Allah’ın kodlamış olduğu bilgilerle hareket ederler.  Kur’an insanın çocukluk döneminden çıkarak attığı her adımın, konuştu her sözün, yaptığı her davranışın emanet ve sorumluluk yüklenmeye başladığı döneme, cennet çıkma tabiri kullanmaktadır.

Âdem ve eşinin çıkma olayını Kur’an sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak sorumluluğun bulunmadığı dönemden emanet ve sorumluluk yüklenme dönemine geçişi cennetten çıktılar ifadesi kullanmaktadır. Bir başka ifadeyle her insan tek seçenekli bir varlık olmaktan ayrılarak iki seçenekli bir varlık konumuna geçişi cennetten çıkma olarak tanımlamaktadır.

Ayetin konumuzla yakından ilgi ve bağlantısı vardır. O da şöyledir. Yahudiler cumartesi yasağına uydukları zaman Allah onlara gökten ve yerden rızkı yağdırmakta, Cumartesi yasağına uymadıkları zaman Allah onlara rızkı dünya hayatında da ahiret hayatında da rızık vermemektedir.

“’Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç onu tatmazsa bendendir.”

Talut, kendisini takip eden ordusuna “Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir.” Ayette geçen bu ifade, Allah dünya hayatında doğru yolda yürümek isteyenlere ders alabilecek örnekler vererek öğüt almak isteyenlere öğüt vermektedir. Her şeyin bir doğru olanı olduğu gibi her şeyin bir de yanlış olanı vardır. Her şeyin bir haram olanı olduğu gibi, her şeyin bir de helal olanı vardır. Ayette geçen ırmaktan içmeyin eğer içmek zorunda kalırsanız haddi aşamadan ihtiyaç kadar için mesajı verilmektedir. Konu ile ilgili şu ayet hemen hatırlanması gerekir.

5/ 3. Ölü eti, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç, dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve faloklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir; artık onlardan korkmayın benden korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim. Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin(bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Ayette geçen şu bölüm, “Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin(bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” Talut ’un ordusundan az bir miktar su içen kurtuldu. Ancak çok su içen ise küfür yolunu tuttu ifadesi ile evren ve vahiy yasalarına uyanların ve uymayanların fotoğrafları ortaya konmaktadır.  

Demek ki, bu üç ayette verilmek istenen mesaj aynıdır. Fakat anlatım üslubu ve verilen örnekler farklı farklı anlatılmış olduğu gözlenmektedir. Âdem ve eşi için verilen örnekte, İnsanlar yol tercihini kullanırken,  olayı “yasak ağaç, “helal ağaç” olarak anlatılmıştır.  Talut ve ordusunu denerken, ırmaktan su içip içmeme ile anlatılmıştır.  Açıklamakta olduğumuz ayette olayı cumartesi yasağına uyup uymamakla anlatılmıştır. Ayetlerin hepsi insanlara aynı mesajı verme konusunda birleşmektedir. Şimdi ayetin asıl anlatmak istediği bölümü tekrar ele alarak, ayetin vermek istediği mesajı hem evren hem de vahiy yasasına tezat teşkil etmeden anlamaya çalışalım.

“’Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında’, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, ‘cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında’ ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.”

Ayetin bu bölümünde, Yahudiler dünya hayatında Allah’ın evrene koymuş olduğu doğa yasalarına uydukları zaman nimetler harıl harıl geliyordu. Yahudiler evren yasalarına uymadıkları zaman da nimetler onlara gelmiyordu. Olarak anlaşılması gerekir. Balık kelimesi Kur’an’da iki anlamda kullanılmıştır. Birisi tatlı tuzlu sularda insanların et ihtiyaçlarını karşılayan hayvan anlamında olan balıklardır. Diğeri ise, dünya hayatında her çeşit yiyecek ve içecekler anlamında kullanılan balıklardır. Kur’an içerisinde bununla ilgili çok örnekler geçmektedir. Olayı doğru olarak anlayabilmek için benzeşen ayetlerden, bir örnek verelim.

37/139. Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.
37/140. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
37/141. Böylece kuraya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.
37/142. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.
37/143. Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,
37/144. Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.

Konu ile ilgili konuşacak anlatacak çok şeyler var ama biz burada balık kelimesi geçtiği zaman sadece denizde yaşayan balıklar olmadığı dünya hayatında, balık kelimesi içerisinde zenginlik ve önde gelenlerin şımararak Allah’ın yolundan sapan mal mülk anlamında balık ifadesi kullandığını anlamak için bu ayetleri verme ihtiyacı duydum.

Eğer elçi olarak gönderilen hz. Yunus, denizde yaşayan bir balık onu yutmuş olsaydı, balığın karnındaki asit onu eritir öldürürdü. Ama ayette anlatılmak istenen balık dünya hayatındaki lüks yaşam Hz. Yunus peygamber olmadan önce yaşadığı hayat anlatılmaktadır. Lüks hayat onu şımartıp, dünya sevgisi Allah’ı tespih edip zikretmekten alıkoymuştu. Ne zaman ki yunus zenginlik ve bolluktan yoksullaşıp sıkıntıya ve darlığa düşünce Yunus Allah’ı hatırlayıp tespih etmeye başladığı anlatılmaktadır. Allah da onu vahiyle terbiye ederek yüz binlerin takip ettiği bir peygamber konumuna geldiği mesajı verilmektedir. Bir ayet örneği daha vermek istiyorum.

7/179-Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.

 

O zaman diyebiliriz ki, balık senin ibadet yasağına uyup uymadığını bilmez. Dünya hayatında sana nimet gelebilmesi için, şu şartların oluşması gerekmektedir. Eğer ziraat yapıyorsan, teknik konularda o konunun uzmanları ile iş birliği yaparak ektiğin tahıl ve bitkilileri usulüne uygun suyunu gübresini ilacını gereği gibi vermelisin. Kurallara uygun olarak hangi konuda hangi meslekte hangi ilim dalında çalışırsan çalış, işi usulüne uygun olarak yaparsan nimetler sana gökten ve yerden sana gösterdiğin çaba ve gayret karşılığı olarak sana geri dönecektir.   Ayet bize bu mesajı vermektedir.

 

7/164- Onlardan bir topluluk: “Allah’ın kendilerini helak etmek veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediğinde “Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler diye” dediler.

Ayette geçen şu ifadeye bakın, “: “Allah’ın kendilerini helak etmek veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” Allah insan kendisi istemedikçe onu ne saptırır, ne helak eder, ne bağışlar, ne cennete ne de cehenneme atar. Allah insanlara iki yol iki tercih kullanma yetkisinin vermiştir. İnsan hangi yolda yürümek için tercihini kullanmışsa, Allah o yola ait sermayeyi vererek kişileri sonucuna katlanmak koşulu ile kendi özgür iradeleri ile baş başa bırakıp denemeye tabi tutmaktadır.

67/2. O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Allah, insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, doğru yoldan sapan insanları uyarmak için, peş peşe peygamberler göndererek uyarmıştır. Ne yazık ki insanlardan çok azı dışında, gönderilen peygamberleri yalanlamışlardır. Gelen uyarıcılara karşı gözlerini kulaklarını kalbini kendi elleri ile mühürleyip, büyük çoğunluk helak olup gitmiştir.

2/87-Andolsun, biz Musa’ya kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruh’ul-Kudüs’le teyit ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldüreceksiniz, öyle mi?

Yeryüzünde aklı başında olan hiçbir insan yoktur ki, yapmış olduğu iyi veya kötü amellere karşı müjdelenip korkutulmuş olmasın.  

 

4/165-Elçiler; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildi). Öyle ki elçilerden sonra insanların Allah’a karşı (savunacak) delilleri olmasın. Allah, üstün ve güçlü olandır, hikmet ve hüküm sahibidir.

 

Allah’ın ve ahiret hayatının olmadığını iddia edenler, büyük bir yanılgı içerisine düşmektedirler. Eğer Allah varsa ki vardır. Dünya hayatında güçlü olanlar mazlum olan insanları yerinden yurdundan sürüp bir kısmını da öldürmelerini hangi insanın buna vicdanı onay verebilir. Oysa Allah dünya hayatında zulmedenlerin yaptıkları zulümlere müdahale etmeyeceğim diye söz vermiştir. Müdahaleyi ahiret hayatında yapacağını vaat etmektedir. Merak etmeyin Allah her insanın yapmış oldukları iyi veya kötü her şeyi bilmekte ve görmektedir.

 

42/14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

58/7. Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka o’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir.

Vermiş olduğum ayet örneklerinden de anlaşıldığı gibi, inkâr eden ve zulmedenlerin yaptıkları inkâr ve zulümleri Allah görmekte ve bilmektedir. Ama Allah onların yapmış olduğu zulümlerin bedelini ahiret âleminde ödeteceğini vaat etmektedir. Ne yazık ki ahiret hayatı münafık ve kâfirler için bir aldanma günü olduğunu ancak o zaman görecekler ve bileceklerdir.

64/9. Sizi toplanma günü için bir arada toplayacağı gün; işte bu aldanma (teğabün) günüdür. Kim Allah’a iman edip salih bir amelde bulunursa (Allah) onun kötülüklerini örter ve içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük ‘mutluluk ve kurtuluş (fevz)’ budur.

7/165- Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile yakaladık.

Allah dünya hayatında inkâr eden ve kötülük yapan insanları ahiret hayatı gelmeden önce başlarına genelecek olan azabı, öğüt almak isteyenlere azap gelmeden belki öğüt alıp düşünürler diye uyarıp cehennem azabı ile korkutmaktadır.  Ama onlar ne yazık ki, kendilerine uyarıcıları inkâr ettiler ve yalanladılar. Cehennem azabı onlara hak oldu. İman eden ve salih amel işleyenler de cennetle müjdelendi ve kurtuluşa erdiler.

7/166- Onlar, kendisinden sakındırıldıkları ‘şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca’ onlara: “Aşağılık maymunlar olunuz” dedik.

Kur’an kendisine emanet ve sorumluluk yüklediği halde yüklenen emanete ihanet edip, inkâr eden ve zulmeden insanlara hayvanlar gibidir. Kitap yüklü merkep gibidir. Aşağılık maymun olun dedik. Domuz olun dedik ifadeleri ile inkâr eden ve zulmedenleri lanetlemiştir. Hayvanlarda akıl irade ve sorumluluk da yoktur. Onların görevi sadece Allah’ın kodlamış olduğu bilgilerle insanlara hizmet etmek ve secde etmektir.

5/60-De ki: ‘Allah katında, ‘kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazaplandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır.’

62/5. Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.

7/179-Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.

 

7/167- İşte o zaman Rabbin, onlara en kötü azabı yapacak kimse(leri) kıyamet gününe kadar üzerlerine mutlaka göndereceğini bildirdi. Şüphesiz, Rabbin (ceza ile) sonuçlandırması pek çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir.

Dünya hayatında, Allah ve ahiret hayatını İnkâr eden ve kendilerine gelen peygamberleri yalanlayan günahlarında ısrarcı olan insanlar için, cehennem azabı ağır ağır yaklaşarak gelmektedir.

43/36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlatırız artık bu, onun bir yakın dostudur.

43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

Dünya üzerinde ne kadar insan sayısı varsa hepsi kendilerinin dosdoğru yolda olduğunu iddia etmektedirler. Oysa doğru yol, gökleri ve yeri yaratan, Allah’ın kendilerine peygamberler aracılığı ile indirmiş olduğu vahiylerle çerçevesini çizdiği yoldur.

7/168- Onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri salih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır. Onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik ki dönsünler.

İnsanlar yaratılışta tek bir ümmet tek bir şeriat içerisinde idiler. Ne zaman onlara resuller gönderildi o zaman insanlar ayrılığa düştüler.

2/213. İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.

7/169- Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım ‘kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: “Yakında bağışlanacağız” diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz?

Ayette kitaba mirasçı olup da dünyevileşenlerden bahsederken ehli kitap olan Yahudi ve Hristiyan kastedilmektedir. Onlar Allah’ın göndermiş olduğu vahiy orijinli dini dünya menfaatleri için satan ve gizleyenler dünya hayatını ahiret hayatına tercih eden insanlardır.

3/77-Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar… İşte onlar; onlar için ahirette hiç bir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır.

7/170- Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz Biz salih olanların ecrini kaybetmeyiz.

Ayette bahsedilen kitaba sımsıkı sarılanlar ifadesi kullanılırken Müslüman olan insanlar kastedilmektedir.  Allah insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa peş peşe dizerek göndermiş olduğu peygamberlerin getirmiş olduğu dinin adı İslam teslim olanların adı da Müslümandır. Allah’ın razı olacağı, onların da Allah’tan razı olduğu din budur.

5/48. Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitap’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

Ayet geniş bir yelpazede açıklanması gereken bir ayettir. Ancak bilinmesi gereken bir gerçek vardır ki, tek bir ümmet tek bir şeriat içerisinde olanlar ancak ve ancak Allah’ın gönderdiği vahiylerle çerçevesi çizilen inanç ve yaşamdır. Kur’an o dinin adına İslam, o dine teslim olanların adına da Müslüman ifadesi kullanmaktadır. Farklı farklı ümmet ve şeriat içerisinde olanlar, Müslüman olanların dışında olan ümmet ve şeriat içerisinde olanlar için kullanılmıştır. 

41/33. Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: ‘Gerçekten ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?

6/162. De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.’

7/171- Bir zamanlar dağı, sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine geçirmiştik. Onlar ise neredeyse tepelerine düşecek sanmışlardı. (Onlara demiştik ki:) “Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün ki sakınasınız.”

Ayette bahsi geçen konu İsrail oğullarının, Hz Musa peygamberin Sina dağında almış olduğu vahiylerle doğru yolu bulmuşlardı. Ne yazık ki, inandıklarından dolayı onlara inkâr eden ve zulmeden kâfirler tarafından zulüm geldi. Sanki inandıkları din onları eziyete uğrattığını sanmışlardı.

10/88. Musa dedi ki: ‘Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavuna ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalplerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler.’

Ben Müslümanım demek ölümü riske almak demektir. Allah’ın inkâr edenlere özel bir müdahalesi yoktur. İman edenler kendi aralarında birleşip güç ve kuvvet haline gelirse ancak düşmanlara karşı üstünlük sağlayabilirler. Yine Kur’an’da geçen ilgili ayetlerden bir tanesini daha zikredelim.

9/52. De ki: ‘Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

Evet, Allah dünya hayatında inkâr edenlere asla yaptıkları zulüm ve işkencelerden dolayı müdahale etmeyeceğini vaad etmektedir. Allah Dünya hayatında Müdahalesini ya Müslüman olanlar eliyle onlar güç ve iktidar sahibi olursa onlar eliyle yapacaktır. Ya da, Müslüman olanlar güç ve kuvvet sahibi olamazlarsa Allah ahiret hayatında kendi eliyle yapacağını vaad etmektedir.

7/172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz ’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.

Evet, Kur’an’da geçen ayet ve konuların anlaşılmasında güçlük çekilen konular arasında, köşe taşı gibi yer işgal eden ayetlerden birisi de bu ayettir. İnsan ilk yaratılışında bir melek konumundadır. İnsan üzerinde bulunan hücre ve organların hepsi Allah’ı tespih etmektedirler.

Her insan ergenlik yaşına gelinceye kadar bu çerçevede hayatını sürdürüp gitmektedir. Onun için Kur’an çocuğun anne karnından doğuşundan ergenlik yaşına gelinceye kadar geçen dönemi cennet olarak nitelendirmektedir. Yani o döneme kadar çocuklarda ne günah işleme ne de sevap işleme vardır. Ekmek elden su gölden hesabı ergenlik yaşına kadar bu süreç devam eder.

İşte ergenlik yaşına gelince, artık her erkek ve kadın tek seçenekli varlık olan konumdan iki seçenekli bir varlık olan, insan konumuna geçmektedir. Bir başka ifadeyle attığı her adımdan konuştuğu her sözden yaptığı her davranıştan dolayı, sorumlu olduğu dönem başlamaktadır. Yine bir başka ifadeyle dünya hayatındaki cennetten çıkarak, dilerse iman edip salih amel işleyeceği, dilerse inkâr edip zulüm yapa bileceği bir dönem başlamaktadır.

İşte o dönem kendisine iblis ve takva meleğinin teklif sunmasıyla iki seçenekli bir varlık olma konumuna gelmektedir. Yani insan hem takva meleğinin hem de iblis meleğinin bombar dumanına tabi tutularak hangisinin teklifi yönünde karar verme ve yol çizgisi takip edeceğinin yetki ve sorumluluk sahibi olan, bir halife konumuna yükselmektedir.

Ayette önemli bir konuya daha dikkat çekilmektedir. Her insan zerreden küreye kadar yaratılmış olan, bütün hücre ve organları “Rabbim Allah’tır” dediği halde, yol seçme tercihini, iblis ve şeytanın yolunda kullanması hak olanı hak olarak bilen vicdan ve adalet sahibi olan insan için büyük bir zulümdür. Ayette geçen şu ifade dikkat çekicidir. “(Bu,) Kıyamet günü: ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.”

İşte ahiret hayatında cehennem azabıyla karşı karşıya geldiklerinde insanın yapmış olduğu bütün organları insan ben bu suçu işlemedim dediği zaman hepsi işlediğine dair, şahitlik edeceklerdir.

41/20. Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir.

41/21. Kendi derilerine dediler ki: ‘Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?’ Dediler ki: ‘Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürülüyorsunuz.’

İnkâr eden ve zulmeden kâfirler, biz yaratılırken böyle bir söz vermedik diyenlere Allah ayetlerle, her örnekten bir örnek vererek açıklayarak anlatmaktadır.

7/173- Ya da: “Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin?” dememeniz için.

Allah insan için, hak olanı hak bilip doğru yolda emin adımlarla yürüyebilmesi için, her türlü donanım ve sermayesini vererek sınava tabi tutmaktadır. Allah insanlara bildirmediği ve gücü yetmeyen hiç bir şeyden dolayı, sorumlu tutmayacaktır. Her insan doğarken yalnız olarak doğar, ölürken yalnız olarak ölecek, ahiret hayatında da yalnız olarak hesaba çekilecektir. Hiç kimse kimsenin adına hesap görmeyecektir. O zaman bir kişinin anasının babasının dedesinin inkâr ederek yanlış yolda gitmesi, onun da yanlış yolda gitmesine vesile değildir. Olmamalıdır da. Ayette geçen şu ifade bunu anlatmaktadır. “Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız;”

7/70-Dediler ki: ‘Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.’

 

7/71. ‘Andolsun’ dedi. ‘Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azab ve gazab gerekli kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.’

2/170-Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?

İşte Kur’an’da konuyla ilgili ayetlerden anlaşıldığı gibi, Allah kimseye gücünün üstünde sorumluluk yüklememiştir. Allah kimseyi kimseden hesaba da çekmeyecektir. Şu ayet de onu anlatmaktadır.

2/48. Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.

7/174- İşte Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız, umulur ki dönerler.

 

Dikkat ederseniz Allah olayları anlatırken sebep ve sonuç ilişkisine bağlı kalarak her şeyden örnek vererek hikmetli ve mantıklı şekilde anlatmaktadır. Eğer yağmur yağıyorsa sebebini yağmur yüklü bulutlara bağlamaktadır. Kuruyan topraklar yeşerip diriliyorsa sebebini inen yağmura bağlamaktadır. Eğer ortada bir icat varsa sebebini bir mucidin gösterdiği çaba ve gayretin sonucu ilga ve ilhama bağlamaktadır.

7/175- Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu.

Allah kimseyi saptırmaz kimseyi hidayete erdirip ve bağışlamaz. Ancak kim doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Allah sapmak isteyenleri kendi istediği için, saptırır. Bağışlanmak isteyenleri de kendi istedikleri için, yaratılışta verdiği söze sadakat gösterenleri bağışlar.

43/36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

8/53-Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.

 

7/176- Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler.

 

Yukarda sapmayı isteyen ve hidayete gelmek isteyenleri Allah saptırıp hidayete erdirdiğini anlatmıştık. Bu ayette de yol seçme özgürlüğünü inkâr ve zulüm yönünde kullanan insanların, delil ve belgeye dayanmadan kendi nefsani arzularına göre hareket ettiğini vurgulamaktadır. İşte bunların durumunu akıl ve iradeleri olmayan köpeğin durumuna benzetmektedir.

 

72/16-Eğer onlar (insanlar ve cinler), yol üzerinde ‘dosdoğru bir istikamet tuttursalardı’, mutlaka Biz onlara bol miktarda su içirir (tükenmez bir rızık ve nimet verir)dik.

 

Ayette doğru yol kendilerine apaçık belli olan insanların ve cinlerin hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında bol miktarda rızık vereceği hatırlatmaktadır. Allah hem dünya hayatında rızık verme şartını dünya hayatında doğanın kanunlarına uymak ve indirilmiş olan vahiy kurallarına bağlamaktadır. Eğer İslam toplumları sadece şu ayeti doğru anlamış olsalardı, inkâr ve zulmeden kâfirlere karşı ezilmiş yerilmiş zayıflatılmış ve köleleştirilmiş olarak yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmayacaklardı.

 

7/177- Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği ne kötüdür.

 

Allah kimseye zulüm yapmaz. Allah kimseyi cehenneme atıp cezalandırmaz da. Ancak Allah cennete ve cehenneme giden yolu insanlara göndermiş olduğu elçiler aracılığı ile gösterir. İnsan hangi yolu tercih ederse, seçmiş olduğu yolda sermayesini de verir. Kişi cennet ve cehenneme giderse kendi çaba ve gayretleri sonucunda gider.

 

92/4. Gerçekten sizin çabalarınız (çelişkili, parça parça) darmadağınıktır.

92/5. Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,
92/6. Ve en güzel olanı doğrularsa,
92/7. Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız.
92/8. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse,
92/9. Ve en güzel olanı yalan sayarsa,
92/10. Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.

 

Nasıl büyük yangınlar, küçük bir kıvılcımla ağır ağır büyüyerek her şeyi kül edip yok ediyorsa, başlangıçta bir inkâr ediş ve küçücük inkâr yolunda yapılan yanlışlar, tedbir alınmazsa insanları ağır ağır cehennem azabına sürüklemektedir. Bunun karşılığında iman eden ve kendilerine gelen peygamberleri doğrularsa onları da Allah cennete sokar. Bir başka ifadeyle iman eden ve salih amel işleyenleri, ağır ağır büyüyerek onları, Allah’tan, Allah’ında onlardan razı olacağı bir konuma sürükleyerek ebedi cenneti hak edecek konuma getirmektedir.

 

58/22. Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.

 

7/178- Allah kime hidayet verirse o artık hidayeti bulmuştur; kimi şaşırtıp-saptırırsa artık onlar da hüsrana uğrayanlardır.

Allah, dünya hayatında ilk yaratılışta, bütün insanlara eşit uzaklıktadır. Kim Allah’ın emir ve yasaklarına uymak ister ve Allah’a yaklaşmak isterse Allah ona yaklaşır hidayetini verir. Kim de Allah’ın göndermiş olduğu vahiyleri inkâr ederse Allah ondan uzaklaşır. Dolayısı ile Allah’ı unutanları Allah’ı hesaba almayanı Allah da onları unutur ve hesaba almaz.  

39/8-İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine dua eder. Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O’na dua ettiğini unutur ve O’nun yolundan saptırmak amacıyla Allah’a eşler koşmaya başlar. De ki: ‘İnkârınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın.’

 

32/14-Öyleyse bu (azab) gününüzle karşılaşmayı unutmanıza karşılık azabı tadın. Biz de sizi gerçekten unuttuk; yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın.

 

7/179- Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.

Evet, Yol seçme tercihini, iblis ve şeytanın yolunda kullanan insanlar, elbette yapmış oldukları inkâr ve zulümlerin bedelini er veya geç ödeyeceklerdir.

6/130. Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve size bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: ‘Nefislerimize karşı şehadet ederiz’ derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.

7/180- İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde ‘aykırılığa (ve inkâra) sapanları’ bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.

Ayette, dikkat çeken bölüm şu bölümdür. “İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin.”

Kur’an dua kelimesine iki farklı anlam yüklemiştir. Birincisi resullerle gelen vahiyler çerçevesinde yapıla dua ve davranışlardır. İkincisi ise elçilerle gelen vahiyler çerçevecisi dışındaki yapılan dua ve davranışlardır. İşte Allah duanın birisi Allah katında hüsnü kabul görmektedir. Diğeri ise Allah’ın göndermiş olduğu vahiyler çerçevesi dışında yapılan dualar, Allah katında hüsnü kabul görmemektedir. Burada dua konusunu geniş olarak ele alacak değiliz. Ancak duanın iki farklı anlamda kullanıldığını bir iki ayetle örnek vererek, yetinmek istiyorum.

17/ 11. İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua eder. İnsan, pek acelecidir.

5/ 27. Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: ‘Seni mutlaka öldüreceğim.’ (Öbürü de:) ‘Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.’

Vermiş olduğum iki ayet örneği iki farklı dua olduğu konusunda fikir vermektedir. Bunlarda birisi Allah’ın istedikleri doğrultuda yapılan dualardır. Bir başka ifadeyle iman eden ve salih amel işleyenlerin duasıdır Bunlar dünya hayatında yaşadıkları sürece, hayır yolunda inanç ve davranışlarını düzenleyen insanlardır.

28/24- Hemencecik sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: ‘Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.’

 

Allah katında Allah için yapılan her güzel davranış, demek ki, Allah’a yaklaştırma vesilesi olduğu anlaşılmaktadır. Kur’an onu da şu ayetle örnek vererek anlatmaktadır.

 

5/35-Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihat edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.

 

7/181- Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır.

 

Ayette, yeryüzünde yaratılıp, emanet ve sorumluluk yüklenmiş olan insanlardan söz etmektedir. Bu insanlardan bazıları İman edip Allah’ın istediği istikamette hem kendilerini düzelten ve ıslah eden hem de başkalarını düzeltip ıslah insanlardan söz etmektedir. Altta gelen ayette ise, inkâr eden ve zulmeden kâfir olanların konumu ele almaktadır.

 

7/182- Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız.

İnsanlardan böyle tipleri için Kur’an, gözleri olup da görmezden gelen, kulakları olup da işitmezden gelen, kalpleri olduğu halde, kendi yaptıklarından dolayı mühürlenmiş olan topluluklardan söz edilmektedir. Bu tip insanlar ile Kur’an’ın verdiği mesajlar arasında görünmez bir perde vardır. Böyle tip insanların günah işlemeye başlamasından merdivenin ilk basamağından çıkarken, son basamağına kadar günah ve kötülük yapma potansiyeli artarak devam etmektedir.

7/183- Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz Benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.

Allah inkâr edenlerin cezasını hemencecik vermeyeceğini, onlara yaptıkları zulüm ve inkârlarının bedelini ahiret hayatında ebedi cehennemle ödeteceğini vaad etmektedir.

16/ 61. Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

7/184- Sahiplerinde (ya da arkadaşları olan peygamberde) delilikten hiçbir şey olmadığını düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir.

 

Mekke müşrikleri son nebi ve resul olan o peygamberi ben Allah’tan gelen gönderilmiş bir peygamberim dediği zaman, Mekke müşrikleri onu daha önce emin güvenilir birisi olduğunu kabul ettiklerini söylemekte idiler. Ama ne zaman Onlara o güvenilir olarak kabul ettikleri o insan Ben sizi ahiret hayatında başınıza gelecek azap için uyarmak için geldim. Dediği zaman hatlar karışıp işler değişiyor.  Allah da onların bu tutum ve davranışlarını şöyle eleştirmektedir.

 

53/2. Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.
53/3. O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
53/4. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.
53/5. Ona (bu Kur’an’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi Allah öğretmiştir.

Haşa Mekke müşrikleri o peygamberi yalanlamıyorlar. Onlar cibrili inkâr ettiklerinden dolayı Allah’ı yalanlamaktadırlar. Onların asıl düşmanlığı sana değil Allah’adır.

 

2/97. De ki: ‘Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.

7/185- Onlar, göklerin ve yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete� (melekût) Allah’ın yarattığı şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı? Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?

Sünnet kelimesi yaklaşık olarak Kur’an içerisinde yaklaşık olarak, on iki yerde geçmektedir. Sünnet kelimesini Kur’an, İki farklı anlamda kullanılmaktadır. Birincisi toplumsal sünnetlerdir. Diğeri ise yaratılış sünnetleridir. Bununla ilgili sünnetlerin ne olduğu konusunda açıklamalarda bulunmuştum. Ancak açıklamakta olduğumuz ayette geçen sünnet kelimesi üzerinde biraz durmaya çalışacağım inşallah.

Allah yaratmış olduğu evreni çelişkisizlik ilkesine uygun olarak yaratmıştır. Güneşin doğudan doğup batıdan batması, gece ile gündüzün peş peşe bir biri ardınca takip etmesi, yağmurun yağması için havada bulutların olması verilmesi gereken bazı örneklerdir.

67/3. O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

30/30. Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

4/82. Onlar hâlâ Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

Vermiş olduğum bu ayetler hep çelişkisiz olarak yaratılmış olan kâinatla, çelişkisiz olarak gönderilmiş olan Kur’an’ın verileri tam bir mutabakat içerisinde olduğu anlatılmaktadır. Adil olan hâkimler, doğru karar verebilmek için, sanıkların suçlu olup olmadığını, çelişkisizlik ilkesinden yola çıkararak bularak, karar vermektedirler.

7/186- Allah’ın saptırdığı kimseye artık hidayet verecek yoktur. Ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.

Sürekli saptırma ve hidayete erdirme ile ilgili ayetler geçtikçe anlatmaya çalışıyoruz. Sapma eğilimini veren de Allah’tır. Hidayete gelme eğilimini veren de Allah’tır.  Ama Allah kimseyi ne saptırır ne de hidayete erdirir. İnsan sapmak isterse ve saparsa ona saptırdım der. İnsan hidayete gelmek isterse ve gelirse onu hidayete erdirdim ve bağışladım der. Bu Kur’an’ın konuşma dilidir. Doğru olanı bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler kişi kendisi istemedikçe onu ne saptıra bilirler, ne de hidayete erdirebilirler.

8/53-Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.

 

7/187- Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: “Onun ilmi yalnızca Rabbimin Katındadır. Onun süresini O’ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir.” Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: “Onun ilmi yalnızca Allah’ın Katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler.”

Kıyamet saati gayp ’la ilgili bir haberidir.  Elbette onunla ilgili bilgiyi ne kâhinler bilir, ne de Allah bildirmedikçe peygamber olanlar bilebilirler. Ancak Allah peygamberlere ne zaman kopacağını bildirmişse onlar bilebilirler.

33/63-İnsanlar, sana kıyamet-saatini sorarlar; de ki: ‘Onun bilgisi yalnızca Allah’ın katındadır.’ Ne bilirsin; belki kıyamet-saati pek yakın da olabilir.

 

70/1. İstekte bulunan biri, (muhakkak) gerçekleşecek olan bir azabı istedi.

70/2. Kâfirler için olan bu (azabı) geri çevirecek yoktur.

70/3. (Bu azab) Yüce makamlar sahibi olan Allah’tandır.

70/4. Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.
70/5. Şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret.

İnkâr edenler kendilerine azabın ne zaman geleceğini soruyorlar. Allah da onlara elçisi aracılığı ile şu cevabı vermektedir.

70/4. Melekler ve Ruh ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.

Allah dünya hayatında insanlığa elli bin yıl ömür biçmektedir. Bunu nereden anlıyorsun diye akıllara, bir soru gelebilir. İlgili ayetlerden örnekler vererek anlamaya çalışalım.

2/ 31. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin’ dedi.

Ayette geçen şu ifade “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti.” Âdeme isimlerin öğretilmesi demek, insanoğlu var oluşu ile başlayan öğrenim süreci, insanoğlunun yok oluşuna kadar geçen, bir süreyi kapsamaktadır.

Allah katından insanlara bilgi iki kaynaktan gelmektedir. Birisi insanlardan seçilen resuller aracılığı ile gelmektedir. Resullerden gelen bilgi son nebi ile sona ermiştir.

33/ 40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.

Bu ayette, Allah’tan nebi ve resuller aracılığı ile gelen bilgiler her örnekten bir örnek verilip, hiçbir eksik bırakılmadan yazılıp ezberlenmiştir.  Bu da gösteriyor ki insanlardan olan resule insanların artık ihtiyacı kalmamıştır. Allah da peygamberlik ayetini nesh ederek yerine herkesin sabah akşam okuya bileceği ve insanların elleri ile koruduğu ve koruyacağı bozulmayacak olan bir kitap bırakmıştır.

15/9. Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.

 

6/ 91. Onlar: ‘Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir’ demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: ‘Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.’ De ki: ‘Allah.’ Sonra Onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.

Kur’an gelmeden önce peygamberler aracılığı ile gelmiş geçmiş bütün peygamberlere kitap ve hikmet vermiştir. Ancak teknolojik veriler yeterli gelmediğinden dolayı o kitaplar insanların ellerinde yazma ve ezberleme imkânları olmayınca, Allah’tan gelen vahyi bilgiler peygamberler ölünce, insanlar ağzında dolaşan bir din haline gelmiştir. Ama son nebi ve resulle bir taraftan kendisine gelen vahiyler, yazı kültürü ve ona duyarlı yeterli insan sayısı ortaya çıkınca, insanlar eliyle ezberlenmiş ve yazılmıştır.

25/ 4. İnkârcılar dediler ki: ‘Bu (Kur’an) olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.’ Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.

25/5. Ve dediler ki: ‘Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.’

Artık iman eden ve salih amel işleyenler için ellerinde Allah’ın insanlar eliyle yazıp ezberlediği, bir kitap bulunmaktadır.

Allah’ın ikinci olarak gelen bilgi öğrenme tekniği de meleklerden elçi seçmesi ile melekler aracılığı ile bilgi öğretilmektedir.

22/ 75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

İşte Müslüman olanların anlamakta güçlük çektiği, ayetlerden birisi de budur. Zaten Müslüman olanlar bu ayeti anlamış ve yaşamış olsaydı teknolojide baş döndürecek şekilde ilerler meleklerin yardımını kullanarak, inkâr eden ve zulmede kâfir olanların gücü karşısında ezilip, yerilmiş olarak dolaşmazlardı.

Allah Kur’an’da melek kavramını nasıl tanımlamakta ve anlatmaktadır? Bunu daha önce anlatmıştık ama bilgileri yine tazelemeye çalışalım. Melek; İnsanın biyolojik ve psikolojik yapısı dâhil olmak üzere, İnsanların yol seçiminde karar verdiği yönde insanların dışında insanların emirlerine amade olarak yaratılmış akıl ve iradesi olmayan bütün varlıkların genel adıdır. Demiştik.

Belki bu bakış tarzı, ehli kitap ve İslam toplumu diye nitelendiren vahyin çemberi dışına çıkmış olan, insan guruplarını, mezhepleri, tarikat anlayışında olanları, cemaat türlerini, hop oturtup hop kaldıracak ve onları sarhoş edip silkeleyecektir.  Ama sarsıntı geçirsinler ki o büyük azap gelmezden önce, Allah’ın göndermiş olduğu kitabı anlayarak ve yaşayarak kendilerine gelsinler.

O zaman Allah meleklerden nasıl elçi seçer? Bir ayet örneği vererek izah etmeye çalışalım.

42/ 51. Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Birinci sırayı teşkil eden Allah’ın insanlarla vahiyle konuştuğu nebi ve resullerdir. Allah’ın kutsal ruhla destekledim diyerek Allah onları insanlar içerisinde farklı bir konuma yerleştirmiştir.  Dilerseniz Bir ayetle Allah onları nasıl bir konuma yerleştirdiğini kanıtlamaya çalışalım.  

22/ 52. Biz senden önce hiç bir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Kur’an içerisinde, düzeltilmiş olan beşer ifadesi hep nebiler ve resuller için kullanılmıştır. Yeri gelmişken yine bir örnek verelim.

19/ 17. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril’i) göndermiştik, ona düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

Ayette geçen ruh kelimesi ne Cebrail’dir ne Cibril’dir.  Ayette geçen Meryem’e gelen ruh nebi ve resul olan elçinin ta kendisidir. İşte Kur’an’da geçen bir kelimenin yanlış anlaşılması Kur’an anlayışına fesat getirmektedir.

4/164- Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu.

7/143- Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.

Allah istisnasız bütün peygamberlerle vahiyle konuşmaktadır. İsimleri zikredilsin veya zikredilmesin, Allah, vahyederek istisnasız hepsiyle konuşmuştur. Ancak Allah o ayette farklı bir şeye dikkat çekmek istemektedir. Allah’ın konuşmuş olduğu peygamberler İnsanlardan destek görüp toplumda yankı uyandıran ses getiren hiç olmasa Allah’ın tüm emirleri uygulanamamış olsa bile, bazı emirlerin insanlar arasında uygulanır hale gelmesi anlamındadır. Son nebi ve resulle Allah’ın emirleri bir ümmet ve toplum olarak devlet modelinde vahiyle yaşayan örnek bir toplum olarak yaşanmıştır.

2/ 143. Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta (vasat) bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun yönü kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

İkinci tip Allah’ın insanlarla konuşma şekli, perde arkasından Allah inkâr eden insanlarla konuşmaktadır. Perde kelimesi Kur’an’da yaklaşık olarak on iki yerde geçmektedir. Hepsinde ortak özellik inkâr edenler için kullanılmış bir kelimedir. İki ayet örneği verelim.

2/7- Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.

 

6/25- Onlardan seni (okuduğun Kur’an’ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: «Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir» diyerek seninle tartışırlar.

 

İşte yukarıda vermiş olduğum ayet örneklerinde olduğu gibi, peygamberleri yalanlayan kendilerine Allah’tan başka ilah edinip mustazaf olanlara zulmeden ekini ve nesli yok eden insanlar bu tip insanlardan ortaya çıkmaktadır. Allah Bu tip insanlara da dünya hayatında Allah’ı inkâr ettiği ve göndermiş olduğu peygamberleri yerinden yurdundan sürüp öldürdükleri halde, bunların da dünya hayatında rızkını çaba ve gayretine eş değer olarak vermektedir.

 

Şura elli birinci ayette, Allah’ın insanlarla konuşma şekillerinden birisi de perde arkasından konuşma şekli idi. Allah’ın bu tip insanlarla konuşma şekli şöyle olmaktadır. Allah, göklerde ve yerde yaratmış olduğu bütün varlıklara bilgileri kodlayarak kendi görev alanı içerisinde aktif hale dönüşmektedir. İşte Kur’an bu varlıkların istisnasız hepsine melek sıfatı yüklemiştir. Yeryüzünde ve evrende yaratılmış olan varlıklara kodlamış olduğu bilgileri çözen insanlar Allah’ı inkâr etseler de Allah ile konuşmuş olmaktadır.

 

22/ 75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

 

Maalesef dünya hayatında en çok Allah ile perde arkasından konuşan, inkâr eden ve zulüm yapan insanlar olmuştur. İşte onlar Allah’ın rabliğini kabul etmedikleri halde, Allah’ın eşyaya kodlamış olduğu bilgileri çözmektedirler. Allah ile perde arkasından konuşma şekli de Kur’an ifadesine göre bu şekilde olmaktadır. Meleklerin dili çözüldükçe dünya hayatında insan yaşamında kolaylık sağlamaktadır. Teknoloji konusunda ilerlemenin tek yolu olsa olsa meleklerin konuşma dilini çözerek onların secdesi ile güç ve kuvvet haline gelindiğinin bilinmesi gerekir.  .

 

Bu gün uçakların, arabaların, buharlı gemilerin yel değirmenlerinin füzelerin, bilgisayarların aklına ne kadar üretilmiş teknolojik araçlar varsa insan yaşamını kolaylaştırmaktadır. Dünya üzerinde ne kadar üretilmiş icatlar varsa bunların hepsi meleklerin konuşma dilini çözmekle ancak mümkün olabilmektedir. İslam toplumlarını geri kalmalarının meleklerin konuşma dilini çözememeleri, aynı zamanda kader ve dua anlayışının Kur’an’ın tarif edişinin dışında bir anlayış olarak karşımıza çıkmasından kaynaklanmaktadır.

 

Dua; elleri havaya kaldırıp Allah’tan ardı arkası kesilmeden istekler sıralamak değildir. Dua Allah’ın sana verdiği yetenek ve kabiliyetle, isteklerini dağlardan hayvanlardan ırmaklardan bahçelerden usulüne uygun olarak göstermiş olduğun çaba ve gayretin istek ve filin buluşmasıdır. Yoksa armut ağacının gölgesine oturup armudun düşmesini bekleyerek Allah’ım bana armut ver demek değildir. Sen ağacın başına çıkacaksın istediğin kadar Allah’ın sana verdiği el ve ayaklarınla armut ağacına çıkacaksın armudu toplayacaksın.  İşte Allah böyle dualara icabet eder.

 

Yanlış anlaşılanlardan birisi de kader anlayışı veya alın yazısıdır. Kur’an’a göre kader anlayışı iki kısma ayrılmaktadır. Birincisi, İnsan hangi anneden babadan meydana geleceğini, cinsiyetini genetik yapısını, rengini nerde ne zaman öleceğini, nerde ne kazanacağını insan bilmez. Bu konularla ilgili kaderi insanın kendisi değil Allah tarafından yazılmıştır. Bu kaderinden dolayı Allah insanı sorumlu tutmamıştır. Ancak Allah her insana ergenlik yaşına gelince Hem iyiliklere hem de kötülüklere gidebilecek eğilimi ve sermayeyi insanların önüne koymuştur. Kim bu sermayeyi Allah’ın istekleri doğrultusunda kullanırsa onu ahiret hayatında ebedi cennette ağırlayacağını vadetmiştir. Kim de bu sermayeyi Allah’ın istekleri dışında kullanırsa Allah onu bedi cehennemle cezalandıracağını vaad etmiştir. İşte insan davranışları ile kaderini kendisi yazar kendisi oynar. Allah insanın kendi yazdığı ve oynadığı kaderinden sorumlu tutacaktır.

 

Üçüncü Allah’ın insanlarla elçi aracılığı ile konuşma şekli iman eden ve salih amel işleyenlerle konuşma şeklidir.

 

Allah bu tip insanlarla konuşma şeklini şöyle izah etmektedir. Allah İnsanlardan ve meleklerden elçiler seçer. Bu tip insanlar, iman eden ve salih amel işleyen Müslüman olan insanlardır. Bunlar kendilerine gelen nebi ve resullerin getirmiş olduğu vahiyleri kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul edip, hayatını vahiylere göre şekillendiren ve düzenleyen insanlardır.

 

Müslüman olanlar aynı zamanda Allah’ın eşyaya kodlamış olduğu bilgileri objektif olarak çözerek, teknoloji ve ilim dallarında kendi uzmanlık alanı ile ilgili konularda keşifler yapması anlamında da kullanılmıştır. Perde arkasından Allah ile konuşanla tek fark, yaratılmış olan meleklerin resullüğü ile yaratıcısı olan Allah tarafından onlara bilgi kodladığına, inanmasıdır. Vermiş olduğum her iki anlatım şekline Kur’an’dan birer ayet örneği ile belgelemeye çalışalım.

 

6/162. De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.’

Bu ayet Müslüman olanların yaşam biçimlerini hayat tarzlarını ne kendi nefsani arzuları, ne de şeyhleri efendileri ne tarikatları ne de mezhepleri belirleyebilir. Ancak onların yaşamını ölümünü ve bütün inanç ve davranışlarını Allah belirler.

 

2/32. Dediler ki: ‘Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.’

Melekleri daha önce tarif etmiştik, tekrar yeni bir tanımlamaya gerek yok. İşte ayette de belirtildiği gibi onları insanlardan ayıran özellik akıl irade ve seçenek olmayışıdır. Allah onlara nasıl bir bilgi yüklemişse o bilgiler dışına çıkma imkânı yoktur.  Öyleyse evrende yaratılmış olan insanın dışında her bir varlık incelenip onların nasıl ve nice olduğu çözüldükçe akıl eden insanlar onlarda Allah’ın tecellisini görmektedirler. Bir başka ifadeyle yaratılmış olan her bir varlıkta Allah’ın imzası ve onayı var demektir.

 

Bu açıklamalardan sonra ayeti tekrar gözden geçirerek, anlamaya çalışalım.

 

7/187. Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O’ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir.’ Sanki ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Allah’ın katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler.’

“Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar.” Yani bu bölümde ahiret âleminin var olduğunu inkâr edenler kâfirler, böyle bir günün geleceğini Allah’ın bildirmesi ile haber veren peygambere, böyle bir soru sorarak inkârlarını ortaya koymaktadırlar. Allah resulüne onlara  şöyle bir cevap vermesini istemektedir. “De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O’ndan başkası açıklayamaz.” Ayette geçen bu bölüm üzerinde biraz durmak istiyorum.

 

“De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O’ndan başkası açıklayamaz. Ayette geçen bu bölüm şu ayetle açıklanmaktadır.

 

70/ 4. Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.

 

Allah insanların yaratılması ile başlayan eşyanın kendilerine ait olan bilgilerin insanların ölüp de dirileceği güne kadar geçen zamana Allah elli bin yıl süre biçmektedir. Yani insanoğlunun yaratılış amacı Allah’a ibadet ve kulluk yapmaktır. İşte Allah insanlar için verilmiş olan bu zaman dilimi içerisinde insanlara kendi katından nebiler ve resuller göndererek nasıl kulluk ve ibadet yapılacağını öğretmiştir.

 

 Allah insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte Allah peygamberleri peş peşe dizerek göndermiştir. Allah insanlar için her bir örnekten verilip hiçbir eksik kalmayınca gelen vahyi bilgiler bir taraftan yazılıp belgelenmiş bir taraftan da ezberlenmiştir. İnsanlığa lazım olan vahyi bilgiler insanlar eliyle korunmuş bir Kur’an gibi bir kitapta toplanınca artık peygamber gelme ihtiyacı kalmamıştır. Çünkü yeni bir peygamber gelse de söyledikleri Kur’an’dan başka bir şey olmayacaktı. Bu sebeple Allah peygamberlik olayına son noktayı koymuş Kur’an’la konuşan Kur’an’la yaşayan bir dönem başlamıştır.

33/ 40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.

 

Allah son nebi ve resulle vah yetme olayını noktalamış ama kıyamet kopuşuna da, ağır ağır yaklaşılmakta olduğu görülmektedir. Vahiylerde günün şartlarına göre açıklanamayan bazı bilgiler teknolojik bilgilerde ilerlendikçe ancak açıklanabileceği konusunda Allah bilgi vermektedir.

 

6/ 91. Onlar: ‘Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir’ demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: ‘Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.’ De ki: ‘Allah.’ Sonra Onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.

Ayette geçen şu ifadeye dikkatinizi çekmek istiyorum.

 

“De ki: ‘Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?”

 

Ayetlerin açıklanan bölümü vahiyle birlikte at başı giden teknoloji ile açıklananlardır. Açıklanmayan bölümü de teknolojik ve müspet bilimler ilerledikçe açıklanacak olanlardır. İşte o bilgilerin tamamen açıklanması sona erince artık insanoğlunun görevi bitmiş denenmiş sınanmış herkes yaptığı iyi ve kötü amellerin karşılığını almak üzere ahiret hayatında diriltilip hesaba çekileceklerdir.  

“O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir.’”

Ayetin bu bölümünde arttık yavaş yavaş kıyametin sonu gelmeye başladı. Artık insan kendisine verilen sürenin dolmaya başladığının son aşamasına gelindiği anlaşılmaktadır. Ayetin bu bölümünde aynı zamanda peygamberleri kendilerine ilah edinenlere, Allah tokat gibi cevap vererek şöyle vahyedilmektedir.

 

“O, size apansız bir gelişten başkası değildir.’ Sanki ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Allah’ın katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezle”

 

Yani Allah kıyametin ne zaman kopacağı konusunda, elli bin yıl içiinde olacağı bunu da çağ açıklayacağını vurgulamaktadır. Her insanın ölümü de onun kıyametinin kopması değil mi? İnsan nerde ne zaman öleceğini bilemez.

 

31/34. Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.

 

“Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.”

 

7/188- De ki: “Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim.”

 

Allah bu ayette peygamberlerin yeri ve konumunu tarif ederek, peygamberler sadece Allah’ın kendilerine bildirmiş olduğu gayb hakkında bilgileri vardır. Onun dışında peygamberlerin gaybla ilgili hiçbir bilgileri yoktur.

 

81/24. O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.)

69/42. Bir kâhinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?

69/43. Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

 

Evet, Allah’ın resulü ancak geçmiş ve gelecek hakkında Allah’ın bildirdiklerini bilebilir. Eğer o bir kâhin olsaydı geçmiş ve gelecek hakkında söyledikleri ya tutardı, ya da tutmazdı.  Allah ona geçmiş ve gelecek hakkında bilgileri bildirmektedir. Resulün geçmiş ve gelecek hakkında söylemiş olduğu her söz mutlaka ama mutlaka gerçekleşecektir. Hiç şüpheniz olmasın mesajı verilmektedir.

 

7/189- O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah’a dua ettiler: “Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız.”

Ayette geçen,” O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti.” İfadesi insanlar eliyle yazılmış bozulmuş olan Tevrat’tan gelme bir anlayış olarak genelde İslam toplumlarında şöyle anlaşılmaktadır.

İlk önce Âdem peygamber yaratıldı. Onun sağ kaburga kemiğinden Havva yaratıldı. İkisi evlendi kardeş evliliği ile bütün insanlar tek bir Âdem ve tek bir Havva’dan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Oysa Kur’an’da her kelime genelde iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi peygamber olan âdemdir.

3/ 33. Gerçek şu ki, Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemler üzerine seçti;

Ayette geçen bu âdem peygamber olan âdemdir. Peygamber olan âdemin Allah ile sözleşmesi vardır. Asla onlar Allah’ın gönderdiği vahiylerle çerçevesi çizilen yolun dışına çıkamazlar.

3/ 81. Hani Allah peygamberlerden ‘kesin bir söz (misak)’ almıştı: ‘Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız.’ Demişti ki: ‘Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?’ Onlar: ‘İkrar ettik’ demişlerdi de ‘Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım,’ demişti.

Demek ki peygamber olan Âdem çocuklarını ilah edinemezler. İkinci Âdem ise soy ağacı anlamında olan âdem’dir. Kur’an bu âdemden şöyle söz etmektedir.

20/ 115. Andolsun, biz bundan önce Âdem’e ahid vermiştik, fakat o, unuttu. Biz onda bir kararlılık bulmadık.

 Ayette geçen bu âdem demek ki, peygamber olmayan âdem veya âdemler olduğu anlaşılması gerekir. Allah’tan başkalarını ilah edinen insanlar ve peygamber olan insanlar, istisnasız hepsi soy ağacı olan âdemden türemiştir.

O zaman, ayette geçen “ O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti.” Geçen bölümde Allah önce erkek nasıl yaratılmışsa aynı formattan erkeğin eşini de yaratmış olması Kur’an anlayışına daha uygun olması gerekir.

71/ 17. ‘Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi.’
71/18. ‘Sonra sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltip-çıkaracaktır.’

Demek ki,  bütün insanlar bir tek âdemden değil, yerden bitki gibi çıkarılmış birçok Âdem ve Havvalardan türemiş olması gerekir. Nitekim Allah’ın insanların çoğalma yasasına ters olan bir anlayış Kur’an’la tezat teşkil ederdi. Nitekim nisa suresi yirmi üçüncü ayette şöyle buyurulur.

4/23. Sizlere anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe) girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız -onlarla gerdeğe girmemişseniz, size bir sakınca yoktur-, sizin sülbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir araya getirdiğiniz (evlilik) haram kılındı. Ancak (cahiliyede) geçen geçmiştir. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Ayette kız kardeşlerle evliliği hatta sütkız kardeşlerle evliliği Allah yasaklamakta ve haram kılmaktadır. Allah bir taraftan Kur’an Allah tarafından gönderilmiş çelişkisiz bir kitaptır demektedir. Bir taraftan da kardeş evliliği ile insan neslini çoğaltsın. Bu Kur’an’a akla ilme uygun olmayan bir anlayıştır. Bir başka ifadeyle bu çelişkisiz evren yasaları ile uyumlu olmayan bir anlayıştır. Yine bir başka ifadeyle Allah’a bir iftiradır.

7/190- Ama O, onlara (Âdem’in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda Ona ortaklar kılmaya başladılar. Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir.

Demek ki, çocuklarını Allah’a ortak edinen peygamber olan âdem değil, çocuklarını Allah’a orak koşan çocuklarını ilah edinen peygamber olmayan soy ağacı olan âdem olduğu anlaşılmaktadır. Bu gün insanların büyük çoğunluğu mal sevgisini çocuk sevgisini Allah sevgisinin önüne çıkarmaktadırlar.  

7/191- Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

İnsanları yoktan var eden, onları öldürüp dirilten, onlara rızık veren, can veren Allah iken, kendisini, ölmek istemediği ölümden bile engelleyemeyen, rızkını Allah kesse rızkını bile kazanamayan insanlar nasıl ilah edinilebilir?

7/192- Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe.

22/ 73. Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de.

 

7/193- Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.

Çünkü inkâr edenlerin gören gözleri görmez haldedir. işiten kulakları işitmez haldedir. hisseden kalpleri de kendileri tarafından mühürlenmiştir.

27/80- Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara çağrıyı işittiremezsin.

27/81. Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır.

7/194- Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.

Ayette dünya hayatında gerek ehli kitap olanlar, gerekse müşrik olanlar içerisinde yıldıza, aya güneşe nehirlere, âlim zannettikleri yatırlardan medet beklemektedirler. Aslında tapılan kendi elleri ile yaptıkları, taştan ağaçtan tunçtan olan heykeller değildir. O heykellerin arka bahçesinde o heykelleri sembolize eden ideolojileri ve hayat tarzlarıdır. Müşrik olan toplumların sevdiklerinden öldükten sonra heykellerini dikerek onların yaşam ve hayat tarzlarını kendilerine ilah ve rab edinmişlerdir. Kur’an Allah’tan başka ilah edinenlerin kendilerini değiştirmedikçe asla doğru yola gelemeyeceklerini söylemektedir.

7/195- Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın.”

43/ 36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

Allah onların hak olanla batılı, doğru olanla yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt edemediklerini böyle izah etmektedir.

7/196- Hiç şüphesiz, benim velim kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor.

Eğer Allah’a güvenir iman ederseniz Allah sizin koruyuculuğunuzu üslenmektedir. Belki olayın iç yüzünü kavrayamayanlar Allah neden peygamberleri zulmeden kâfirlere karşı korumadı? Sorusunu sorabilirler. Ama Allah yaşam hayatını iki kısma ayırmaktadır. Birisi dünya hayatı o bir an kadar kısadır. İkincisi de önemli olanı ebedi ve sürekli olan ahiret hayatıdır. İşte Allah ahiret hayatında asla Müslüman olanlara acı ve ızdırap çektirmeyecektir. Dünya hayatı inkâr eden ve Müslüman olanların yarış pistidir. Allah vahyi bilgiler dışında iman eden ve salih amel işleyenlere özel bir yardımı yoktur.

2/ 4. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.

2/5. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.

7/197- O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.

7/198- Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile.

Allah inkâr edenler için de şöyle söylemektedir.

2/ 6. Şüphesiz, inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar.

2/7. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Büyük azab onlar içindir.

7/199- Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.

 Emanet ve sorumluluk yüklenen insanların önünde, İki tercih ve iki yol vardır. Binsisi iblisin teklifleri ile şeytanlaşan insanların yoludur. Diğeri ise, takvanın teklifleri ile vahiylerle çerçevesi çzilen Allah’ın yoludur. Sen bunlardan Rabbin yolunu tercih et. Bir başka ifadeyle bağışlanma ve hidayet yolunu tercih et mesajı verilmektedir.

7/200- Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.

Bu ayeti açıklayan şu ayeti hatırlamak gerekir.

22/ 52. Biz senden önce hiç bir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Dikkatinizi çekmek istiyorum Kur’an içerisinde düzeltilmiş bir beşer diye geçen bütün ayetler sadece ve sadece nebi ve resuller için kullanılmıştır. Nebi ve resullerin dışında yaratılmış olan hiçbir insan düzeltilmiş değildir. Ayetlerden bir örnek verelim.

19/ 17. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuzu göndermiştik, ona düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

İşte size yanlış anlaşılıp da ezber bozan ayet içerisinde yanlış anlam yüklenip de ilgili ayetlerin doğru anlayışına fesat getiren Cebrail kelimesidir. Meryem’e gelen düzeltilmiş bir beşer kılığında gelen Cebrail değil, nebi ver resul olan bir elçidir. Bu Anlayış Kur’an’daki ayetleri doğru anlamada önemli bir ipucu vereceği kanaatindeyim.

7/201- (Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir.

Her insanın başına her hangi bir olay karşısında iki farklı ses gelmektedir. Bu sesin birisi Allah’ın lanetlediği ve huzurundan kovduğu iblisten gelmektedir. Kur’an buna yasak ağaç ifadesi kullanmaktadır. Diğeri ise İblisten gelen vesvesenin yanlış olduğunu uyaran bir de takva sesi gelmektedir. Toplum dilinde bu sesin adı vicdan psikoloji dilinde de bunun adı üst ben veya içimizdeki babadır. İşte bu Allah’ın Musa peygamber aracılığı ile Firavun ve askerlerine göstermiş olduğu iki mucizedir.

28/ 32. ‘Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve (her türlü) dehşetten yana kanatlarını kendine doğru çek. İşte bunlar, senin Rabbinden Firavun ve önde gelen adamlarına iki kesin-kanıt (mucize)dır. Gerçekten onlar, fasık bir topluluktur.’

7/202- (Şeytan’ın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar.

Şeytan; Rabbin yolundan sapıp da, kalpleri mühürlenmiş ve geriye dönüşü mümkün olmayan bir moda giren insan veya insanın sıfat almış halidir. Onlar kendilerini takip edenlere asla hayır ip takmazlar. Eğer şeytanı veli edinmemişler ise, asla onların insan üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur.

59/ 16. Şeytanın durumu gibi; çünkü insana ‘İnkâr et’ dedi, inkâr edince de: ‘Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım’ dedi.

59/17. Sonunda onların akıbetleri, şüphesiz ateşin içinde ikisinin de süresiz olarak kalıcı olmalarıdır. İşte zalim olanların cezası budur.

8/48-O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: ‘Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım’ demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu (karşılaştı) o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: ‘Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah’tan da korkuyorum’ dedi. Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.

Ayet üzerinde biraz konuşmak istiyorum. Ayette kâfir münafık olan bir insan resmi çizilmektedir. Ayette Müslüman olan toplulukla inkâr eden ve zulmeden iki topluluğun savaş hazırlığı durumu anlatılmaktadır. Münafık olanların nerede ne zaman nerde olacakları hiçbir zaman belli olmaz. Münafık olan insan şeytanı inkâr edenlere dedi ki siz güçlüsünüz sakın ola ki bu savaştan vaz geçmeyin ben sizinle beraberim dedi. Ama Müslüman olanlar onları yenecek olduğunu fark edince hemen saf değiştirip Ben Allahtan korkarım dedi. İşte o yalan söylemektedir. Yine başka bir ayette de şöyle söylediği zikredilmektedir.

2/14. İman edenlerle karşılaştıkları zaman: ‘İman ettik’ derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla sadece) alay ediyoruz.’

İşte Kur’an’da şeytan diye anlatılan görülmez varlıklar değil, aramızda gezip dolaşan münafık ve kafir olan insanların ta kendileridir.

16/ 98. Öyleyse Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.
16/99. Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiç bir zorlayıcı-gücü yoktur.
16/100. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir.

7/203- Onlara bir ayet getirmediğin zaman: “Sen onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana” derler. De ki: “Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.”

Ayet genelde inkâr eden ve zulmeden kâfirlerin karakteristik özelliklerinden söz etmektedir. Nitekim onlar hakkında bilgiyi başka sure ve ayetlerde şöyle Allah şöyle dile getirmektedir.

17/ 89. Andolsun, bu Kur’an’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkârda ayak direttiler.

17/ 90. Dediler ki: ‘Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız.’

17/ 91. ‘Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın.’
17/ 92. ‘Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin.’

17/ 93. ‘Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.’ De ki: ‘Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?’

7/204- Kuran okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz.

Ayet Kur’an’ı dinleyen cinler için şöyle diyordu.

46/29. Hani cinlerden birkaçını, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: ‘Kulak verin;’ sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.

46/30. Dediler ki: ‘Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve doğru yola yöneltip-iletmektedir.’

46/31. ‘Ey kavmimiz, Allah’a davet edene icabet edin ve O’na iman edin; günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.’

46/32. ‘Kim Allah’a davet edene icabet etmezse, artık o, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir ve onun O’ndan başka velileri yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.’

Bu ayetlerde Kur’an’a kulak verip dinleyen cinler, ehli kitap olan Yahudi ve Hristiyan toplumlardır. Ama onlar Müslüman olunca onlar kimlik değiştirip cin sıfatı onlar üzerinden kalkmıştır.

7/205- Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.

Allah’ın güç ve kuvveti karşısında kendilerini büyük görmeyen kibirlenmeyen ve Müslüman olanlara güzel bir mesaj verilmektedir. Hayatın her alanında Allah’ın yaratmış olduğu varlıklar hakkında durmadan yorulmadan usanmadan tefekkür ederek onların yaratılışı hakkında bilgi edinerek Allah’ın ne kadar yüce bir yaratıcı olduğu hakkında bilgi edinmeyi Allah bizden istemektedir.

4/103. Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, müminler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.

7/206- Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler; O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.

Allah’ı kendilerine ilah ve rab edinenler, Allah’a karşı asla kibirli ve gururlu olamazlar. Allah’ın söyledikleri kendi istek ve arzularına ters düşse bile onu yerine getirmekten asla çekinmezler.

33/36. Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resul’üne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

4/65. Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir

 

Ali Rıza BORAZAN.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.