38- SAD SURESİNİN TEFSİRİ

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA!

Sad suresi, Kur’an sıralamasına göre otuz sekiz, nüzul sırasına göre de otuz sekizinci sure olup, seksen sekiz ayetten ibarettir. Mekke’de nazil olmuştur.

38/1- Sad, Zikir dolu Kur’an’a andolsun;

Sad, Kur’an harflerinden birisi olup, Bazı müfessirlerin anladığı ve anlattıkları gibi, anlamı bilinmeyen “huruf’u mukatta”  harfler değil, Kur’an bu harflerden meydana geldiğine dikkat çekmektedir.

7/1- Elif, Lam, Mim, Sad. Araf suresi birinci ayette zikredildiği gibidir.

Zikir kelimesi, düşünen, tefekkür eden, insanların hem kendilerine gelen vahiyleri, hem de yaratılmış olan evrenin yasalarını çözerek anlamaları ve bilgiye ulaşmaları anlamında kullanılmıştır. Bir başka ifadeyle zikir bilginin ta kendisidir. Bilgiye ulaşan her insana Kur’an zikir ehli ifadesi kullanmaktadır.

16/43- Biz senden evvel kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.

Kur’an, evrenin konuşan dilidir. Kur’an’ı doğru anlayan insanlar, hem kendilerini doğru düzgün tanıma fırsatı bulurlar. Hem de evrenin konuşma dilini çözmeyi, kavrayabilirler.

38/2- Hayır; o inkâr edenler (boş) bir gurur ve bir parçalanma içindedirler.

 

İnkâr edenler, genelde bütünsel olarak öte dünyayı, ahiret âlemini inkâr edenler için kullanılmış olan bir ifadedir. Bunlardan bazıları, Allah ile beraber Allah’ın göndermiş olduğu peygamberleri kitapları da içine alarak inkâr etmektedirler.

 

Bazıları Allah’ı kabul ettikleri halde, Allah’ın göndermiş olduğu peygamberleri kitapları melekleri ve ahiret âlemini inkâr etmektedirler. Bazıları da Allah’ı peygamberliği, kendilerine gelen kitapları, ahiret âlemini, melekleri, cibrili, kabul ettikleri halde kendilerinden sonra gelen peygamberleri kabul etmeyerek sadece biz bize indirileni kabul ederiz deyip inkâr etmektedirler.

 

38/3- Biz kendilerinden önce, nice kuşakları yıkıma uğrattık da onlar feryada ettiler; ancak (artık) kurtulma zamanı değildi.

 

Yıkıma uğratılma,  dünya hayatında ibadet ve kulluk için yaratılmış olan insanların kendilerine yüklenmiş olan emanete ihanet ederek yaratılış gayesinin dışına çıkmak demektir. Bir başka ifadeyle kendilerine gelen uyarıcıları kabul etmeyip vahiylere karşı duyarsız olarak yaşayıp, ölmek demektir.

 

Dünya hayatı bir denenme ve imtihan salonudur. Ahiret hayatı ise bu denenmenin veya sınavın sonucunda verilen bir ödül veya ceza yeridir. İnsan ya kendisine yüklenen emaneti Allah’ın istediği gibi korur yaşar, kendi cennetini hazırlar. Ya da kendisine yüklenen emanete ihanet eder, cehennemini hazırlar.

 

Kur’an, kendi cehennemini hazırlayanlar için, dünya hayatında kendi ecellerine kadar, hakka karşı gözleri kör, kulakları sağır kalpleri mühürlenmiş olarak dolaşanlara, yıkıma uğrattık ve helak ettik ifadeleri kullanmaktadır.

 

38/4- İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kâfirler dedi ki: “Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür.”

 

Allah insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, İnsanlara uyarıcı olarak nebileri ve resulleri peş peşe göndermiştir. Ahiret âleminde inkâr edenler yapmış oldukları inkâr ve zulüm nedeniyle başlarına gelebilecek felaketlere karşı uyarılmışlardır. İnkâr edenler de gelen elçileri yalanlamış geçmişlerin hikâye ve masallarıdır. Diyerek alay etmişlerdir. Gelen nebilerin söyledikleri de şuydu. Gökleri ve yeri yaratan bir tek ilah olduğunu, sizin kendi ellerinizle yapmış olduğunuz o putların, kendilerine fayda ve zararları olmadığı anlatılınca onlar da şu cevabı veriyordu.

 

38/5- “İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey!”

 

Genelde İnsanların büyük bir çoğunluğu, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmektedirler. Ama Allah’ın rabliği konusunda insanlar ihtilafa düşmektedirler. Allah’ın rabliğini kabullenmek demek, Onun göndermiş olduğu nebi ve resullerin getirdikleri vahiy orijinli dinle hayatı yaşamak ve anlamlı hale getirmek, demektir.

 

Bakınız günümüzde de dünya insanlardan deist olanlara sorsan, Gökleri ve yeri kim yarattı desen, şüphesiz Allah derler. Ama Allah peygamber ve kitap gönderdiğini ahiret hayatı olduğunu söylesen onlar inanmazlar.

 

29/61- Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?” diye soracak olursan, şüphesiz: “Allah” diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?

43/87- Andolsun, onlara: “Kendilerini kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette: “Allah” diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?

Evet, gökleri ve yeri yaratan, bir tek Allah var. Ama Allah bizim dünya hayatında, bizim işimize karışmaz. Bize yol yöntem tarif etmez derler. Oysa gökleri ve yeri yaratan Allah insanları böyle başıboş olarak ortalığa salıp bırakıp, çekildi mi? Bu tip insanların günümüzde karşılığı deistlerdir. Allah’ın varlığını kabul ettikleri halde Allah’ın rab olduğunu kabul etmemektedirler.

Hiç bir insan, elleri ile taştan ağaçtan betondan yapılmış olan putlara tapmaz. Asıl onların taptıkları, o putların arka bahçesinde saklı olan ideolojileri ve yaşam biçimleridir.

22/73- Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de.

38/6- Onlardan önde gelen bir grup: “Yürüyün, ilahlarınıza karşı (bağlılıkta) kararlı olun; çünkü asıl istenen budur” diye çekip gitti.

Bu gün dünya üzerinde dolaşan, insan uydurması bütün beşeri sistemler ve onların sembolik heykelleri hep bu konumdadırlar. Para servet makam mevki dünya tutkusu laiklik, kominizim kapitalizm, leninizim ne kadar aklına izimler gelirse o kadar ilah   put var demektir. Herkes kendi putuna kimsenin dokunmasını istemez. Onun uğruna ölür ya da öldürür.

38/7- “Biz bunu, diğer dinde işitmedik, bu, içi boş bir uydurmadan başkası değildir.”

Dünyevileşen insanlar için, Ahiret hayatı diye bir hayat yoktur. Onlar için bu dünyada yaşarlar ve ölürler. Yeniden diriltilip hesaba çekme diye bir şey yoktur.

23/35- “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı vadediyor?”

23/36- “Heyhat, size vadedilen şeye heyhat…”

23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”

38/8- “Zikir (Kur’an), içimizden ona mı indirildi?” Hayır, onlar Benim zikrimden bir kuşku içindedirler. Hayır, onlar henüz Benim azabımı tatmamışlardır.

İşte İblis teklifini insanla buluşmasını başarmıştır. Vahye muhatap olan elçiyi küçümsüyor ve inkâr ediyorlar. Dikkat ederseniz İblis şöyle demişti.

7/11. Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.

7/12. (Allah) Dedi: ‘Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?’ (İblis) Dedi ki: ‘Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.’

Dikkatinizi çekmek istiyorum. Araf on birinci ayette geçen şu ifade, “Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik,” İnsanın ergenlik yaşına gelmesi ve kendi kararını kendisi verecek yeteneğe sahip olarak karşısına iki seçenek çıkması ile farklı bir konuma girmesi anlatılmaktadır. Yani İnsanlar anne karnından doğuşundan ergenlik yaşına gelinceye kadar tek seçenekli varlık olan melek konumundalardı. Ergenlik yaşına gelmesi ile birlikte iblis meleği yüklenerek İnsan cinsiyet ayırt edilmeden yasak ağaç tanımı ile Kur’an farklı bir konuma girmesi ile iki seçenekli bir konuma girmektedir.

7/ 19. Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

Ayette Âdem ve eşine cennette yerleş her ikiniz Allah’ın yenilmesi içilmesi yapılması yasaklamadığı bütün şeylerden ölçüyü taşmadan yiyip içip yapabilirsiniz. Ancak yenilmesi içilmesi yapılması yasaklanan şeylerden yemeyin içmeyin yapmayın ifadesine yasak ağaç diyerek Kur’an sanat kullanarak olayı özetleyerek anlatmıştır.

İşte Anne karnından doğuşu ile ergenlik yaşına kadar yaşanan dönem insanın yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” diye verdiği sözden caymadan yaşama olayına Kur’an cennet diye tanımlamaktadır. Kur’an Âdem ve eşi ifadesini kullanırken dünya hayatında var oluştan insanoğlunun yok oluşuna kadar devam eden süreç içerisinde her erkek ve kadına mesaj vererek anlatmaktadır. Yani her erkek ve kadın yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” diye verdiği sözden caymadan cennette yerleş. İfadesi ile anlatmaktadır.

Ergenlik yaşına girmiş olan her insan cennette bu güne kadar cennetten çıkmış ve kıyamete kadar da çıkmaya devam edecektir. Çünkü insan var oldukça iblis de var olmaya devam edecek ve insanı kötülük yapmayı teklif sunacaktır. Şu ayetler de tam da onu anlatmaktadır.

7/ 13. (Allah:) ‘Öyleyse oradan in, orada büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.’

  1. O da: ‘(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)’ dedi.

7/ 15. (Allah:) ‘Sen gözlenip-ertelenenlerdensin’ dedi.

7/ 16. Dedi ki: ‘Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.’

7/ 17. ‘Sonra muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulmayacaksın.’

7/ 18. (Allah) Dedi: ‘Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.’

7/20. Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.’

Araf yirminci ayette verilmek istenen temel mesaj, İnsana iblis yüklenmesi ile insan yaratılışta vermiş olduğu sözden cayarak insan konumuna yükseldi. Eğer iblis olmamış olsaydı Âdem ve eşi melek olmaktan başkası olmayacaktı.  Meleklerle İnsanları ayıran ayet de şudur.

33/72. Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

38/9- Yoksa güçlü ve üstün olan, karşılıksız bağışlayan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?

Allah peygamberliği kime verip vermeyeceği konusunda onlara mı danışacak? Yoksa Mülk onların da Kur’an’ın ona indirilişini ondan geri mi almak istiyorlar?

38/10- Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı? Öyleyse, sebepler içinde (bir imkân ve güç bularak göğe) yükselsinler.

Allah kendi ilahlığını vurgulayarak, onlara şöyle meydan okumaktadır. Göklerin ve yerin mülkü onların mı? Kimin ne alacağını, kime ne verileceğini, yoksa onlar mı tayin ediyorlar?

38/11- Onlar, burada (çeşitli) fırkalardan olma bozguna uğratılmış bir ordu(durlar).

İnkâr edenle, kendi aralarında fırkalara ayrılmış farklı guruplar halinde yeryüzüne dağılarak parçalara ayrılmışlardır. Bunun sebebi ise yaratılışta verdiği sözü bozmalarıdır. İnsanlar yaratılışta tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde idiler. Daha sonra iblisin teklifi ile ümmet ve şeriat farklılığına ayrılarak parça parça oldular.

5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

Bütün gelmiş geçmiş olan peygamberlerin getirmiş oldukları dinin adı İslam,  teslim olanların adı da Müslümandır. İstisna yapılmadan hepsi için bütün temiz şeyler helal, pis ve murdar olan şeyler de haram kılınmıştır.

Her peygamberin şeriatları arasında hiçbir farklılık yoktur. Bunlar tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisindedir. Allah bu yolda yürüyenlerin dinini kabul edecektir. Bu yol “Rabbani yoldur” Kurtuluş bunlar içindir. Bu yolun dışında olan yüzlerce binlerce şeriat ve ümmet farklılıklarına ayrılmış olanlardır.  Allah katında tek din vardır onun adı İslam, teslim olanların adı da Müslümandır.

Rabbani yolun, dışında olanların yolu belgesiz delilsiz zan ve tahminden öte geçmeyen masal ve hikâyelerden başkası değildir. Allah katında bunların yaptıkları şeyler boşa gitmiştir.

2/264- Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.

2/265- Yalnızca Allah’ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağanak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki, ona sağanak yağmur isabet etmese de bir çisentisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir.

38/12- Onlardan önce Nuh kavmi, Ad ve kazıklar sahibi Firavun da yalanlamıştı.

38/13- Semud, Lut kavmi ile Eyke halkı da. İşte onlar (Allah’a karşı isyanda birleşen ve güç toplayan) fırkalar(dı).

38/14- Hepsi de elçileri yalanladılar, böylece azapla-sonuçlandırmam (onlara) hak oldu.

Kur’an’da zikredilen değişik kavimlerin değişiklik arz eden suçlardan dolayı helak edilmelerini, Kur’an mecazi bir anlatımla anlatarak, örnekler vermektedir. İnkâr etme ve yalanlamanın ardından hakka karşı bütün duyu organları kapatılıp, basiretlerini kaybederek dünya hayatında kör ve sağır olarak dolaşması ve hayata o gözle bakma sebebiyle ´bir türlü doğru yola gelememeleri anlamında olduğu anlaşılmalıdır. Kur’an İçerisinde bununla ilgili konular sık sık tekrar edildiğinden dolayı bu olayı, bir ayet örneği vererek biraz açmaya çalışalım.

2/259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.”

Ayette verilmek istenen temel mesaj, ölenlerin diriltilip hesaba çekileceğine inanmayan bir ata dini mensubu deist veya ateist bir insanın, bize örneğini vererek bize ve bizden sonra gelecek olan nesllere, öğüt vermektedir.

Kur’an, ölü kelimesini, iki farklı anlamda kullanmaktadır. Birincisi hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan ölülerdir. Bunlar dünya hayatına bir daha geri gelmeyecek olan ölülerdir. Allah onları ahiret hayatında diriltip hesaba çekeceğini bildirmektedir.

21/ 95. Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Kur’an’ın ikinci anlamda kullanmış olduğu ölü ise, inkâr eden Allah’ın gönderdiği kitaplara resullere ahiret hayatına inanmayan insanlara ölü ifadesi kullanmaktadır. Yani, vahiylere karşı gözleri olduğu halde görmeyen, kulakları olduğu halde işitmeyen, kalplerini de kendi elleri ile mühürleyen, şeytanlaşmış olan, insanlara Kur’an ölü kelimesi kullanmaktadır.

2/ 73. Bunun için de: ‘Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun’ demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.

Ayetlerde belirtildiği gibi dünya hayatında ölüp dirilme olayı yoktur. Allah ölen insanları ahiret hayatında diriltip hesaba çekecektir. Bakara yetmiş üçüncü ayette de belirtildiği gibi inek bacağı vurmakla hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan bir ölü dirilmez. Burada o ölünün inkâr eden vahiyden uzaklaşmış ve sapmış yaşayan bir ölü olduğunun bilinmesi gerekir. İnşallah Sureler ve konu ile ilgili ayetler geldikçe bunları detaylarına kadar anlatmaya çalışacağım. Bakara suresi iki yüz elli dokuzuncu ayet, müfessiriler tarafından yanlış anlattıkları için ayet üzerinde biraz durmak istiyorum.

Ayette yüz yıl ölü bıraktık ifadesi ile dünya hayatında yaşadığı halde inkâr eden bir kişinin dünya hayatında, kör ve sağır olarak yaşaması anlamında kullanmıştır.  Sonra dirilttik ifadesi ile de Ahiret hayatında diriltmeyi murad etmiştir. Dilerseniz ayette geçen ifadeleri tekrar yazarak Kur’an’ın hangi kelimelere ne anlam yüklediğini anlamaya çalışalım.

Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: ‘Ne kadar kaldın?’ O: ‘Bir gün veya bir günden az kaldım’ dedi. (Allah ona:) ‘Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?’ dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: ‘(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.’

“Bunun üzerine onu yüz yıl ölü bıraktı; Ayette ifade edilen bu bölümde dünya hayatında ölümünden sonra Allah insanları diriltmez diye inanmadığı ahiret hayatını inkâr edenlere, yaşadığı halde ölü ifadesi kullanarak anlatmaktadır. İnkâr eden müşrikler şöyle diyorlardı.

23/37. ‘O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.’
Sonra onu diriltti; Diriltme olayı ahiret hayatında olacaktır. Yine soru ahiret hayatında sorulmaktadır. Dünya hayatında bir gün veya bir günden az kaldım. İfadesini Kur’an hep inkâr edenler için kullanmıştır.

Hayır, yüz yıl kaldın. Dünya hayatında yüz yıl yaşayıp da ölen bir inkâr eden kişinin söylediğine cevap verilmektedir.

Böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bir bak henüz bozulmamış.

54/ 52. Onların işlemiş oldukları her şey kitaplarda (yazılı)dır.

54/53. Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı)dır.

Ayette bahsedilen, yiyecek içecek diye bahsettiği yapmış olduğu amellerdir. Bir örnek verelim.

Yani ahiret hayatında işlemiş olduğu büyük küçük ne kadar günah varsa içerisinde hiçbir eksik bırakılmadan önüne bir kitap olarak konmuştur.

“eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?’ dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: ‘(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah her şeye güç yetirendir.”

Bu bölümde de, Kur’an inkâr eden kâfirlerin bedenini eşeğe benzetmektedir.

62/5. Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.

İşte Allah inkâr edenlere kitap yüklü merkep tabirini kullanarak kendilerine yüklenen emanete ihanet ettiklerini eşeğin durumuna benzeterek anlatmaktadır. Kur’an kendi sistemi içerisinde bir ayeti böyle tefsir etmektedir.

38/15- Bunlar da, (geldiğinde) bir anlık gecikmesi bile olmayan bir tek çığlıktan başkasını gözetlemiyorlar.

İnkâr edenlere uyarıcılar geldiklerinde diriltilip hesaba çekildikten sonra yapmış oldukları zulümlerin cezalarını çekecekleri haberi onlara verilince, alaylı bir şekilde eğer doğru söylüyorsan getir azabı bize dedikleri işitilmektedir.

38/16- (Alaylı alaylı) Dediler ki: “Rabbimiz, hesap gününden önce (azaptan bize vadettiğin) payımızı çabuklaştırır.”

Mademki, diriliş ve bize azap geleceğini söylüyorsun, o zaman beklemeden bize azabı tattır, demektedirler. Allah da, onlara daha önce verilmiş bir sözüm var. Onlar ahiret hayatında cezalarını çekeceklerdir. Sen de onlara az bir süre tanı.

42/14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

41/ 45- Andolsun, Musa’ya kitabı verdik, fakat onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden (daha önce) bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Gerçekten onlar, bundan yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

Evet, Allah inkâr eden ve zulmedenlerin cezasını ahiret âleminde verecektir. Çünkü Allah dünya hayatında zulmedenlerin cezasını vermeyeceğine dair söz vermiş.

38/17- Sen onların söylediklerine karşı sabret ve Bizim güç sahibi kulumuz Davud’u hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah’a) yönelen biriydi.

Allah son nebi ve resule geçmiş peygamberlerden örnekler vererek onların durumları hakkında bilgi vermektedir.

38/18. Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte (Allah’ı) tesbih ederlerdi.

Allah göklerde ve yerde insanların dışında yaratılmış olan bütün varlıkları istisnasız melek olarak tanımlamaktadır. Bir ayet örneği vererek olayı biraz anlamaya çalışalım.

33/72. Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Yeryüzünde emanet ve sorumluluk yüklenen tek varlık insanlardır. Allah göklerde ve yerde olanların tümünü insanlar için yarattığını söylemektedir. O zaman meleklerde akıl irade ve sorumluluk yoktur. Akıl irade ve sorumluluk sadece insanlarda vardır.

2/29. Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.

Melekler kendilerine kodlanmış olan bilgilerin dışına çıkmamakla secdelerini hem Allah’a yapmaktadırlar. Aynı zamanda Allah’ın onlara kodlamış olduğu bilgileri insan çözüp keşfetmekle melekler aynı zamanda insanlara secdelerini yapmaktadırlar.

On sekizinci ayette dağlara boyun eğdirilişini ve Davud’un Allah’ı tespih etmesini aynı karede göstermektedir. Kur’an’da bu ifadeler değişik yerlerde geçmektedir. Hazreti Meryem’i yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünü bozmadan yaşamasına onu bir bitki gibi yetiştirdik ifadesi kullandığı gibi, Yine Allah sabrını gösteren kararından dönmeden yürüyen Müslümanlara Allah meleklerden üç bin beş bin kişi ile yardım ulaştıracağından söz etmektedir.

3/125. Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır.

 Ayette geçen meleklerden beş bin kişi, yaratılışta vermiş olduğu sözden dönmeyen insanlardan yardım edenler anlamı taşıdığının bilinmesi gerekir.

38/19- Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onunla (Allah’ı tesbih etmede uyum içinde) yönelip-dönmekte olanlar idi.

Eğer her insan, yaratılışta vermiş olduğu söze sadakat göstererek yaşamış olsaydı, onların yaşamları ile Meleklerin yaşamları arasında hiçbir fark kalmazdı.

7/172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz ’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.

38/20- Onun mülkünü güçlendirmiştik. Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik.

Allah gökten mucize ile yardım göndererek Davud’a güçlerini kuvvetlendirmedi. O Allah’ın evrene koyduğu malzemelere yönelerek demir madenini buldu ve demirden bir takım düşman güçlerine karşı dik duruşunu koruyabilecek silah elde etmesini öğrendi.

Aslında Meleklerin âdeme secdesi Allah’ın yaratmış olduğu varlıklara usulüne uygun olarak yaklaşıp onlardan dilediğin konuda istifade edilmesi anlamında anlamak gerekir.

34/10- Andolsun, Biz Davud’a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik. “Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin” (dedik) ve kuşlara da (aynısını emrettik). Ve ona demiri yumuşattık.

34/11- “Geniş zırhlar yap, (onları) düzenli bir biçime sok ve hepiniz salih ameller yapın. Gerçekten ben, sizin yaptıklarınızı görenim” (diye vahyettik).

Davut, Şükreden kullardan birisiydi. Bir Müslüman olan bir kişinin Müslüman olarak kalabilmesi için önce kendi işini hiç kimseye bağımlı kalmadan kendisi yapacak şekilde donanımlı hale gelmesi gerekmektedir. Eğer şartlara göre Müslüman olanlar kendilerini çağa uyduramazlarsa, inkâr ve zulmeden kâfirlerin yapmış oldukları silahlarının üstünde silahlanıp hazırlıklı olmazlarsa, İnkâr edenler seni rahat durdurmazlar.

3/146- Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.

3/147- Onların söyledikleri: “Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kâfirler topluluğuna karşı yardım et” demelerinden başka bir şey değildi.

3/148- Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.

3/149- Ey iman edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin-geri çevirirler, böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz.

3/150- Hayır, sizin Mevla’nız Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.

DAVUD’A GELEN İKİ DAVACI KİMDİR?

38/21- Sana o davacıların haberi geldi mi? Hani mihraba (Davud’un bulunduğu yere girmek için) yüksek duvardan tırmanmışlardı.

وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ

38/21-Ve hel etâke nebeul hasm(hasmi), iz tesevverûl mihrâb(mihrâbe).

 

Bir ayeti veya bir konuyu doğru olarak anlayabilmek için ayet içerisinde geçen kelimelerin ne anlama geldiğini Kuran’ın kendi bütünlüğü içerisinde Kur’an’ın o kelimeye yüklediği anlamı yakalamak gerekir.

Şimdi yukarıda geçen ayette davacı, mihrap ve duvar kelimelerinin Kur’an bütünlüğü içerisinde ne anlama geldiğini bularak, anlamaya çalışalım. Eğer o kelimelere doğru bir anlamı yakalayabilmişsek ayeti doğru anlar ve yaşamımıza da doğru orantıda yansır.

Son nebi ve resule, Allah hayatında olup biten şeyler konusunda bilgilendirmektedir.  Bunlardan bir tanesi de, kendisinden önce gelen Davud peygamberin bir kıssasını anlatarak ondan öğüt almasını istemektedir. Biz Kur’an’ın konuşma dilini kendi içerisinde kullandığı kelime ve ayetlerin anlamlarını yakaladığımız zaman ancak konuları doğru olarak anlayabiliriz.

Şimdi Kur’an içerisinde bu kelimelerin geçtiği başka ayetleri aktararak ayetteki iki davacının ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.

Mihrap; Bu kelime Kur’an içerisinde iki yerde geçmektedir. Bu kelimenin birisi açıklamak üzere başladığımız ayet diğeri de âli İmran suresinin otuz yedinci ayettir.

3/ 37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya’yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: “Meryem, bu sana nereden geldi?” deyince, “Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir” dedi.

Bu iki ayetten Mihrap kelimesini, Dünya hayatında yaşanan bir hayat yolculuğunda yol tercihini takva yönünde kullanılmasıdır. Bir başka ifadeyle hayat namazıdır.

38/22- Davud’a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; dediler ki: “Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet.”

Allah bu ayette, bir insan yapısındaki iki farklı teklif sunucu iblis ve takva meleğini lisanı haliyle konuşturarak Davud’a gelen iki davacı diye anlatılmaktadır. Davud’da olduğu gibi iki davacı bütün aklı melekeleri yerinde olan her insanda bulunmaktadır. Şimdi iki davacı neymiş onu Kur’an içerisinde sörf yaparak bulamaya çalışalım.

91/7- Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,

91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).

91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.

Şems suresinde geçen bu ayetlerde, İnsanda takva olgusu ve buna muhalefet eden fısk ve fücur olgusu bir başka ifadeyle iblis olmak üzere iki teklif sunucu melek vardır. İşte o iki davacının kim olduğunu Kur’an bize bu ayetlerle açıklamaktadır. Şimdi İblis ve takvanın nasıl bir görev icra ettiklerini, ayrı ayrı tanımlarını yaparak İnsanı tanımaya çalışalım.

İblis; Melekler kategorisinden olup,  görevi insana yaratılışta vermiş olduğu sözden caydırmakla, insana inkârı isyanı kötülükleri sunmakla görevli bir melektir. İşte Davud’a gelen doksan dokuz koyunu olup bir koyunu olan takvanın tekliflerini geçersiz kılmayı isteyen doymak bilmeyen iblistir.  Hakkı temsil eden yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünde durmayı teklif sunan da takvadır. Toplum dilinde bunun adı vicdandır.  Psikoloji dilinde de bunun üst bendir.

7/11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.

7/12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”

7/13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.”

7/14- O da: “(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi.

7/15- (Allah:) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi.

7/16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”

7/17- “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”

7/18- (Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.”

7/19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

7/20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”

İblisin, Kur’an’da, bir adı nefis, bir adına da fısk fücur olarak da kullanılmaktadır. Her insan akıl baliğ çağına ermeden önce onda ne takva olgusu ne de iblis olgusu bulunmaktadır.

Ne zaman erginlik çağına gelindi. Artık ona hem takva olgusu hem de iblis olgusu yüklenerek, bir emanet bir sorumluluk verilmiştir. Sadece emanet ve sorumluluk, insanlara yüklenmiştir. İşte o emanet ve sorumluluğu dünya yaşamında Allah’ın kendisine yüklemiş olduğu sorumluluk bilinci içerisinde yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözüne sadakat göstererek yaşamasıdır. İşte İnsanın dünya hayatında temel görevi Müslüman olmak, Müslüman olarak yaşamını sürdürmek, canını verirken Müslüman olarak teslim etmek olmalıdır.

33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Yasak ağaçtan yenmemesi demek, İblisin teklifleri yönünde yol tercihi kullanan insanların inkâr ve yaptıkları davranışlardan uzak kalınması demektir. Cennetten kovulması da artık çocukluk çağından çıkılarak erginlik çağına geçilmesi ve sorumluluk yüklememesi anlamında kullanılmıştır.

16/2- Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka İlah yoktur, şu halde Benden korkup-sakının, diye uyarın.”

İşte Davud’a gelen davacılardan bir koyunu olup da benim koyunumu da kendi koyunlarına katmak istiyor diye söyleyen takva davacısıdır.

38/23- “Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen “Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat” dedi ve bana, konuşmada üstün geldi.”

Kur’an bu iki davacıyı Mecazi bir anlatım kullanarak, kardeş diye tanımlamıştır. Yani takva olgusu da insanın bir parçasıdır. İblis olgusu da insanın bir parçasıdır.

İnsan hem İblis meleğinin teklifleri yönüne eğilimli, hem de takva meleğinin teklifleri yönüne eğilimli nötr bir varlıktır. Her insan ergenlik yaşına gelince gerek iblisin gerek takvanın tekliflerine muhatap olan bir halife konumuna yükselmektedir. Yani hangi yönde karar verip vermeyeceği kişinin kendi özgür iradesine bırakılarak imtihana tabi tutulmaktadır.  

Doksan dokuz koyunu olan davacı, nefsani arzu ve istekleri olduğu görülmektedir. İblis bütün dünyadaki insanları köleleştirip onların mallarını mülklerini ellerinden alıp gasp etmeyi insana teklif sunmaktadır. Bu gün dünya üzerinde iktidar sahipleri halkı önce fırkalara ayırıp zayıflatarak onların mallarını mülklerini ellerinden alarak kendilerine kulluk yapmalarını istemektedirler. Ama ne yazık ki ölüm denen bir gerçek gelip de inkar ettikleri ahiret hayatı onlara gösterilince Dünya hayatında ne kadar kazansalar da o azaptan kurtulmak için fidye olarak vermeyi isterler.

5/36. Gerçek şu ki, inkâr edenler, yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa, bununla da kıyamet gününün azabından (kurtulmak için) fidye vermeye kalkışsalar, yine onlardan kabul edilmez. Onlar için acı bir azab vardır.

5/37. (Orada) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır.
İblis insana asla güzelliği teklif sunmaz. İnsan iblisin yolunda karar verirse, ne kadar farklı yollara gitse de o yollardan huzur ve mutluluğu yakalayamadığı anlatılmaktadır. Bir tek koyunu olan da takvadır.  Takva yolunu tercih edenler ise, hak olanın dışında bir şey istemezler. Dünya hayatının bir sınav olduğunu kendilerine verilen mallardan başkalarının da hakkı olduğunu bilirler ve infak ederler.

5/35. Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.

38/24- (Davud) Dedi ki: “Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.” Davud, gerçekten Bizim onu imtihan ettiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rüku ederek yere kapandı ve (Bize gönülden) yönelip-döndü.

قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ إِلَى نِعَاجِهِ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنْ الْخُلَطَاء لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلِيلٌ مَّا هُمْ وَظَنَّ دَاوُودُ أَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَأَنَابَ/

38/24-Kâle lekad zalemeke bi suâli na’cetike ilâ niâcih(niâcihî), ve inne kesîren minel huletâi le yebgî ba’duhum alâ ba’dın illellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve kalîlun mâ hum, ve zanne dâvûdu ennemâ fetennâhu festagfere rabbehu ve harre râkian ve enâb(enâbe). (SECDE ÂYETİ)


fetennâ-hu- onu imtihan ettik. İfadesi kullanılası gerektiği halde, “Bizim onu imtihan ettiğimizi sandı” Diye tercüme edilmiştir.

 

Şimdi yirmi dördüncü ayette Davud’a gelen iki davacıdan birisi İblisin teklifleridir. Diğeri ise takvanın teklifleridir. Birisi Davud’a şeytani yola teklif sunan, diğeri de bağışlanmayı teklif sunandır. Yani, yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” Sözüne sadakat göstermeyi teklif sunmaktadır. Davud bağışlanma teklifini kabul etme yönünde karar kıldığını,  Allah da onu bağışladık ifadesi kullanmaktadır.

 

Aslında bu ayetin anlatmak istediği, Mesaj bütün insanların ortak malıdır. Yukarıda Şems suresinden vermiş olduğum ayet örneklerimden de anlaşıldığı gibi, İnsanı diğer meleklerden ayıran özellik, her insana, bir olay karşısında iki seçenek çıkmasıdır. İşte insanın bu iki farklı seçenek karşısında doğru kararı verip verememesi onun sınavı ve imtihanı olmaktadır.  

 

Birisi dünya hayatını arzulayıp ahiret hayatından nasip almayı unutarak, nefsanî arzular yönünde tercihini kullanıp, çalmak kesmek öldürmek tecavüz etmek haksızlık yapmak hak ve adaletten ayrılarak kelimeleri konulduğu yerden saptırarak ekini ve nesli yok ederek kendi odunu ile cehennemi hazırlayanlardır.

 

İkincisi yaratılışta “Rabbim Allah’tır.” sözüne sahip çıkarak, İnsanlar arasında adaleti ihsanı güzelliği yaygınlaştırarak Allah’ın düşmanlarına karşı her türlü engellemelerine karşı zorluklara göğüs gererek dik duruşunu bozmadan Allah’ın razı olacağı şekilde hayatını sürdürerek cennetini kendi elleriyle hazırlamasıdır.

 

6/ 39- Bizim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar.

 

Allah, insanın kendisi istemedikçe, onu ne bağışlar ne de saptırır. Allah insana iki farklı yol göstermiştir. Birisi şeytanın yoludur. Birisi de rahmanın yani Allah’ın kendi razı olacağı yoldur. Allah hangi yolu seçip seçmeyeceği üzerinde insana zorlayıcı bir güç kullanmaz. Ancak her iki yola gidebilecek hem eğilimi verir ve gitmek istediği yolda malzemeleri de verir, kişileri sonunca katlanmak koşulu ile kendi özgür iradeleriyle baş başa bırakır.

 

76/ 2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

İnsan yalnız başına bir parlamento gibidir. İnsan karar verirken ya iblisin teklifleri yönünde karar verir, gittikçe azgınlaşan bir şeytan konumuna girer. Ya da takvanın teklifleri yönünde karar verir olgun bir Müslüman olur. Eğer insan iblisin yönünde tercihini kullanmış kararını vermişse o iktidarını Allah’ın lanetlediği yasak ağaçtan nemalanan inkâr isyan fuhuş hırsızlık ve Allah’ın istemediği yolda kurmuş demektir. Eğer insan takvanın teklifleri yönünde iktidarını kurmuşsa o yaşamını Allah’ın istediği yönde düzenler. Helal ağaçtan nemalanarak hayatını sürdürür.

33/ 4. Allah, bir adamın göğüs boşluğunda iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip-iletir.

Ayette geçen şu ifadeye dikkat çekmek istiyorum. “Allah, bir adamın göğüs boşluğunda iki kalp kılmadı” Ayetin vermek istediği temel mesaj şudur. Bir vücuda iman girerse, o vücuttan inkâr çıkar. Bir vücuda inkâr girerse o vücuttan iman çıkar. Felsefe diliyle kapı ya açıktır ya da kapalıdır. Aynı anda kapı hem açık hem de kaplı olamaz. Yani insan aynı anda hem Müslüman hem kâfir olamaz.

O zaman diyebiliriz ki, bir insan ya iblisin teklifleri yönünde karar verir, yaşamını hayatını Allah’ın emirlerine muhalefet ederek sürdürür. Ya da insan takvanın teklifleri yönünde karar verir yaşamını hayatını Allah’ın emirlerine uygun olarak sürdürür.

2/ 268. Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayâsız lığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.

Yol tercihini iblis ve şeytanın teklifleri yönünde kullananların konumunu ayette geçen şu ifade anlatıyor.” Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayâsız lığı emrediyor.”

6/ 162. De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.’

Yol tercihini takvanın teklifleri yönünde kullananların konumunu da Allah belirlemektedir. “De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.’

İşte Davud’a gelen iki davacının hikâyesini böyle anlatıyor. Tercihini Allah’ın istekleri yönünde kullananlar hak olan Allah’ın hak yolda tercih eden insan tipini Kur’an bir koyun olarak özetliyor. Batıl yolda olan insan tipini doksan dokuz koyunu olmakla özetliyor. Bu gün dünya hayatında inkâr eden ve zulmeden insanların konumu da aynen Davud’a gelen iki davacıdan doksan dokuz koynu olanlar gibi değil mi? Onlar bütün dünya hayatındaki Mazlum olanların mallarını gasp ederek kendi mülklerine geçirmesi bunu anlatmaktadır.

38/25- Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun Bizim Katımız ’da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.

İşte Davud kendi öz iradesi ile ”Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lordan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.” Davud, İman edip Salih amel işleme yönünde karar kılması veya bağışlanmayı dilemesinden dolayı, bağışladık ifadesi kullanmaktadır.

İşte Kur’an’da en kârlı en adil en güzel yol takvanın teklifleri yönünde olan, bağışlanma yoludur. Ne gariptir ki, en doğru olan yol, vicdanın yolu olmasına rağmen maalesef bu yolda olanların sayısı yok denecek kadar az olmuş ve az olmaya devam edecektir.

6/ 116- Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.’

Demokrasiyi kendilerine din edinenlerin kulakları çınlasın. Demokraside çoğunluğun kabul ettiği hak, azınlığın kabul ettiği de batıldır. Acaba hangisi doğru? Yorumunu size bırakıyorum.

38/26- “Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır.”

Artık Davud, kendine gelen iki tekliften, kendi öz iradesi ile bağışlanma yolunu tercih etmiş. Ve Allah’ın söylediklerine karşı duyarlı bir halde kendisine verilecek emri beklemektedir. Kim kendisine Allah’ı veli edinirse Allah onu karanlıklardan nura çıkarır. Kim de kendisine şeytanı veli edinirse, Allah onu nurdan karanlığa ve sapıklığa götürür.

““Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık.”

Daha önce de belirttiğimiz gibi, halife kelimesine Kur’an’ın iki anlam yüklediğinden söz etmiştik. Birincisi yeryüzünde insanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklardan üstün yaratılma sebebi ile kendisine verilen donanımla yeryüzündeki varlıklara hükmetme anlamında olan halifedir. Diğeri ise insanlar içerisinde iktidar sahibi güç sahibi olunduğunda Allah’ın gönderdiği vahiylerle Allah adına Allah’ın istediği şekilde toplumu yönetme anlamında olan halifedir.  İşte bu anlamda olan halife asla Allah’ın göndermiş olduğu vahiyler dışına çıkmadan Allahlın hükümlerini uygulayandır.

Kur’an’da devlet yok diyenlerin kulakları çınlasın. Son nebi ve resul hem bir devlet başkanıydı. Hem de bir halife idi Allah’tan aldığı emirleri Allah’ın kendisine insanlardan oluşturduğu güç ve destekle bozgunculuk yapan zalimlerin yapmış olduğu zulmü ortadan kaldırmak hakkı ve adaleti hak ettiği yere koyarak islam toplumunda esenlik ve barışı sağlamıştır.

2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

Fert halinde müşrik bir toplumda Mekke’de başlayan son nebinin hayat serüveni İnsanların ona iman etme ve destekleriyle Medine’de güç ve otorite haline gelerek, kendisinden sonra gelecek toplumlar için, örnek bir model olmuştur.

Mekke’de kendisine iman edenlerle beraber “Rabbim Allah’tır “ dediğinden dolayı Kâfir olanlar tarafından dövülüp, öldürülmeleri ve sürülmelerinden sonra Medine’de güç ve iktidar haline gelince artık o çağda sadece Müslüman olanlar değil, zulmeden insanlar hariç rahat bir nefes almışlardır.

 9/1. (Bu,) Müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınıza Allah’tan ve Resul’ünden kesin bir uyarıdır.

9/2. Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkâr edenleri hor ve aşağılık kılıcıdır.

İslam, Müslüman olanlar dışında olanları dışında yok edip öldürmek için değil, aksine İslam dışındaki din mensuplarını, kendi din anlayışlarını başka din anlayışında olanlara zulüm ve işkence yapmadan herkesi kendi din anlayışında kalmak koşulu ile özgürce yaşamalarını taahhüt altına almaktadır.

2/193-(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.

 

9/3- Ve büyük Hacc (Hacc-ı Ekber) günü, Allah’tan ve Resul’ünden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O’nun Resûlü de… Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah’ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azapla müjdele.

Dünya hayatında Müslüman olanlar iş başına geçtiklerinde, İnkâr edenleri kendi din anlayışlarında özgür olmak koşulu ile serbest bırakılarak, kendi din anlayışlarını mazlum olanlar üzerinde işkence ve zulüm olarak kullanma iradelerini ellerinden almaktadır. İnkâr edenler iş başına geçtiklerinde ise, kendi dininde olmayanlara, zulüm ve işkence yaparak ezerler doğrarlar. İşte Müslüman olanların iktidar olması ile inkâr edenlerin iktidar olması arasında olan fark budur.

47/4. Öyleyse, inkârcılarla (savaş sırasında) karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları ‘iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da’ artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz.
Bu açıklamalarımızdan sonra tekrar konumuza dönelim.

38/27- Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Ateşten (görecekleri azaptan) dolayı vay o inkâr edenlere.

Göklerde ve yerde ikisi arasında yaratılmış olan bütün varlıkları Allah insanların yararlanması için yaratmıştır. İnsan kendisine bir baksın, o mükemmel vücudundan herhangi bir organ eksildiği zaman insan ne kadar hüzün duymaktadır.

Bir göz, bir kulak bir kalp veya diğer organlardan her hangi biri olmasa o organı tekrar yerine koymak için insan nelerini vermezdi ki? Allah bu kadar vermiş olduğu bu nimetlere karşı, insan rabbine şükür etmesi gerekmez mi? Ama Allah buna rağmen şükredenlerle nankör olanları, hiç ayırım yapmadan rızıklarını çaba ve gayreti ölçüsünde herkese eksiksiz olarak vermektedir.

75/36- İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?

75/37- Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi?

75/38- Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir ‘düzen içinde biçim verdi.’

İnsan çevreye etrafına bir baksın. Bir memur evine ekmek götürebiliyorsa o çaba ve gayretinin sonucunda maaşını alabiliyor. Bir tarım işçisi, ektiği buğday ve arpasından tahılını ona verdiği emek ve çabanın karşılığında alabilmektedir.  Yani hayatın her alanında insan kendi ilgi alanı ile ilgili konuda çaba ve gayretinin sonucunda isteklerine kavuşabilmektedir.

Peki, Allah gökleri ve yeri senin emrine vermiş. Allah bu nimetler karşılığında seni başıboş bırakacağını mı zannediyorsun? Hayır, Allah sana vermiş olduğu bu nimetler karşısında senden bir karşılık beklemektedir. O da sana vermiş olduğu bu nimetleri sen kendi istediğin şekilde değil Allah’ın istediği şekilde kullanmak zorundasın. Allah da bu nimetleri nasıl kullanıp kullanmayacağını göndermiş olduğu elçilerle kitaplarla bildirmiştir. 

Sen elçilerin getirmiş olduğu vahiylere uyarsan Allah’a itaat etmiş olursun. Elçilerin getirmiş olduğu vahiylere uymazsan da Allah’a itaat etmemiş olursun. Allah Sana bu dünya hayatında hesap sormuyor. Allah sana ahiret hayatında hesap soracağını vaad ediyor. Dünya hayatında nasıl patronuna itaat eden kendi lehine itaat etmeyen de kendi aleyhine hareket etmişse, Allah’ın emirlerini yerine getirenler kendi lehine getirmeyenler de kendi aleyhine hareket etmiş demektirler.

 

2/286-Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. ‘Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.’

6/104-Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim.

 

Demek oluyor ki, Allah emanet ve sorumluluk yüklemiş olduğu insanlara kendi lehinde ve aleyhinde olan sermayeyi insanların önlerine koymuş. İnsanları kendi özgür iradeleri ile kendilerine verilen bir zaman dilimi içerisinde hiçbir müdahale yapmadan gözleyerek eceli gelene kadar sınava tabi tutmuştur. Allah bir de ahiret hayatı yaratıp orada sınavı kazananları ebedi cennetle ödüllendireceği, sınavı kaybedenleri de ebedi olarak cehennemle cezalandıracağını söyleyerek, müjdelemiş ve uyarmıştır.

 

38/28- Yoksa Biz, iman edip salih amellerde bulunanları yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar gibi (bir) mi tutacağız? Ya da muttakileri facirler gibi (bir) mi tutacağız?

Allah dünya hayatında kendisinin göndermiş olduğu nebiler ve resullerin getirmiş olduğu vahiyler çerçevesinde iman edip salih amel işleyenlerle, İnkâr eden mazlum olanları yerinden yurdundan sürerek mallarına el koyanları Allah elbette bir tutmayacaktır.

16/76- Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?

38/29- (Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir Kitap’tır.

Kur’an’a yaklaşan aklını kullanan ve gelen bilgilere karşı beyin antenleri açık olan hanif olanlardır. Bağımlı olmayanlar ancak onun ilahi bir yaşam projesi olduğunu kabul eder ve ondan ders  ve öğüt alırlar. İnkâr eden ata dini mensupları olanlar asla gözleri kör kulakları tıkalı kalpleri mühürlenmiş olanlar asla o Kur’an’ı dinlemezler ve ilahi mesajdan nasip alamazlar.

56/79- Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz.

Burada temiz olanlar ifadesi, Kur’an okumak için abdest alarak Kur’an okuma değil, Kur’an ile iletişim kurmak isteyenler ancak kalplerindeki pislikleri uzaklaştırmış olanlar Kur’an’ın sözünü dinler ve ona iman eder, anlamında kullanılan bir ifadedir. Bir ayetle bunu belgelemeye çalışalım.

79/17. ‘Firavuna git; çünkü o, azdı.’

79/18. Ona de ki: “Temizlenmek ister misin?’

Ayette geçen temizlenmek kelimesi herhalde abdest alır-mısın değil, Sana şeytandan yana kalbine yerleştirilmiş Allah’ı inkâr ve gönderdiği peygamberleri yalanlama anlamındaki küfür pisliğinde kurtulur-musun mesajı verilmektedir.

38/30- Biz Davud’a Süleyman’ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi.

Süleyman peygamber, babasından güçlü bir miras devralan, zengin olmakla zenginliği dolayısıyla sınava tabi tutulan bir peygamberdir. Ayette çok mal sahipleri Rabbani yoldan ayrılarak şeytani yolda hayatlarını sürdürmüşlerdir. Mal ve mülk sevgisinden dolayı Allah’ın gazabına uğratılacak şekilde hayat sürmüşlerdir. Süleyman peygamber ise bu serveti Rabbani yolda kullanmayı tercih eden ender peygamberlerdendir.

38/31- Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üçayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu.

Bu ayette geçen “akşama yakın” ifadesi Süleyman peygamber, kendi döneminde, hem insanların ona verdiği destek ile şahlanıp bütün çağdaşlarına adaletle muamele etmesi, hem de, kendisine destek veren insanların Süleyman’a verdiği desteğini çekerek ve halkın laçkalaşarak Süleyman’ın tahtının yıkılışını sembolize edilmektedir. anlamında kullanmıştır.

34/14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

Süleyman peygamber, İnsanlardan kuşlardan cinlerden güçlü bir ordu hazırlamıştı. Ancak zamanla kendisine destek veren Müslüman toplum gevşemiş laçkalaşmış rabbin terbiyesi ile terbiye olan devlet ve halk yavaş yavaş o samimiyet ve ihlâsını kaybederek Süleyman’a destek veren Müslümanlar desteğini çekince, Süleyman söz geçirememiş bir konuma gelerek yıkılmaya yüz tutmuştu.

Asa kelimesi, Süleyman’ın güç ve otoritesini temsil etmektedir. Asayı yiyen ağaç kurtları da, bakanların genel müdür ve müdürlüklerin yolsuzluk rüşvet gibi hallere dönüşerek devletin güç ve otoritesi de kaybolmuştur. Devlet otoritesinde çalışanların bu halleri devletin gücünü zayıflatmış ve Süleyman’ın artık eski şaşalı dönemi ortadan kaybolunca,  Süleyman artık halka söz geçiremez hale gelmiştir. Yoksa tefsirlerde anlatıldığı gibi Süleyman hayati fonksiyonlarını yitirmesi anlamında olmuş olsaydı Süleyman ölü haliyle değnekte dayalı olarak yıllar yılı kalıp asa çürüyünce yere yıkılması, ne evren yasalarına ne de vahiy yasalarına uygun düşer.

İşte akşama yakın ifadesi bildiğimiz gündüzün akşama yakın olması anlamında değil, devlet otoritesinin yıkılmaya yakın bir zamana atıf yapılmaktadır.

At kelimesi, İnkâr edenlerin mazlum olanlar üzerindeki zulümlerini ortadan kaldırmak için onlara korku salan, güç ve kuvveti temsil etmektedir. Şimdi Kur’an’da atlar ile ilgili geçen birkaç ayeti nakledelim.

16/ 8- Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır?

8/ 60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size ‘eksiksiz olarak ödenir’ ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

38/32- O da demişti ki: “Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim.” Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar.

Süleyman, babasından büyük bir mirası devraldığında at mülk sevgisini, bir zaman dilimi içerisinde tercihini Allah sevgisi karşısında ön plana çekmişti. Alttaki ayet de onu tasdiklemektedir.

38/33- “Onları bana geri getirin” (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.

38/34- Andolsun, Biz Süleyman’ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü.

Süleyman, bir taraftan dünya sevgisi bir taraftan Allah sevgisi ile imtihan edilmektedir. Sonunda babasından kalan peygamberlik mirası ağır basarak o rabbin yolunda o malları kullanmayı tercih etti. Tahtına ceset bırakılması ne demektir? Asıl olan ayetin bu kısmını anlamak kolay olmayan tarafıdır. Yine Kur’an’dan konu ile ilgili benzeşen ayetlerden örnek vererek açıklamaya çalışalım.

2/246. Musa’dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, peygamberlerinden birine: ‘Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım’ demişlerdi, O: ‘Ya üzerinize savaş yazıldığı halde savaşmayacak olursanız?’ demişti. ‘Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan sürüldük ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.)’ demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı hariç yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.
 

2/247. Onlara peygamberleri dedi ki: ‘Allah size Talut’u (melik olarak) gönderdi.’ Onlar: ‘Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?’ dediler. O (şöyle) demişti: ‘Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir.’

2/248. Peygamberleri, onlara (şöyle) dedi: ‘Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut’un gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden ‘bir güven duygusu ve huzur’ ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır.’

Bu ayet üzerinde konumuzu derinleştirmek istiyorum. Ayette geçen şu ifade, “’Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut’un gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden ‘bir güven duygusu ve huzur’ ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var;” Tabut burada peygamberlerin Allah’tan aldığı vahiyleri insanlara ulaştırıp Talut da bu vahilere göre iman ve yaşam tarzını tercih edenlerden birisi olduğu vurgulanmaktadır. Nasıl Süleyman’ın tahtına ceset bıraktık ifadesiyle babasının peygamberlik misyonu anlamında kullanıldığını anlamak gerekir.

Dikkat edin tabut hakkında tefsirlerde değişik şekilde yorumlar yapılmıştır. Bazıları öküz arabası ile taşınan tabuttan bahsetmiş bazıları hazine dolu bir tabuttan söz edilerek olay anlaşılmaya çalışılmıştır. Ayette geçen onu melekler taşır ifadesi ile son noktayı Allah koymaktadır. Çünkü Talut’un yaşam biçimi hayat tarzı Musa ve Horunun yaşam biçimi ve hayat tarzı ile benzediği  güdeme getirilmektedir. Bu güne kadar vahiy anlayışından başka ne tabut var ne de sandık vardır. Bu anlayışlar hep hikâye ve masaldan öteye geçmediği görülmektedir.

2/249. Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: ‘Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç onu tatmazsa bendendir. Küçük bir bölümü hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Calut’a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok’ dediler. (O zaman) Muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: ‘Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.’

2/250. Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: ‘Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.’

2/251. Böylece onları, Allah’ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def’i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.

38/35- “Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin.”

Süleyman’ın bağışlama dilemesi nefsanî arzulardan kendisini arındırarak yaşam biçimi hayat tarzını, Rabbani yolda tercihini kullanarak yürümesi demektir. Süleyman’a verilen mülk nebilik ve çağdaş toplumlar üzeninde güçlü bir ordu ve zenginlik verilmesidir.

2/ 102- Ve onlar, Süleyman’ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkar etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe Harut’a ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: “Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme” demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi.

38/36- Böylece rüzgârı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi.

Rüzgârları Süleyman’a boyun eğdirilmesi Süleyman’ın yelkenli gemiler yaparak onunla yüklerini rüzgârların gücü ile taşıması ve birçok farklı yararlar sağlaması anlamındadır. Faydalarından birisi de yel değirmeni yapıp onlarla buğdaylarını öğütülerek un yapılmasıdır. Şimdi olmuş olsaydı. Elektrik üretilmesi veya rüzgârla üretilen diğer enerji türleri de eklenmiş olacaktı.

38/37- Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı.

Önce şeytanın Kur’an’da tarif edildiği şekilde tarif ederek anlamaya çalışalım.

Şeytan; İblisin tekliflerini ilke haline getirerek bu teklifleri kabul eden insanların geriye dönüşü mümkün olmayan moda giren insanın sıfat almış halidir. Bir başka ifadeyle Allah’ın yolunda giden insanlara düşmanlıkta sınır tanımayan insanların sıfat almış halidir.  Yani Süleyman’ın Müslüman olanlardan bulamadığı konularda kâfir olan insanlardan ordusunu güçlendirmek için teknolojik konularda çalıştırarak onların bilgilerinden yararlanmasıdır.

38/38- Ve (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini.

Onlar ne kadar da mazlum olanlara ve Müslüman olanlara karşı yüreklerinde kin ve nefret besleseler de Süleyman’ın irade ve kararlılığı karşısında boyun eğmek zorunda bırakılmasıdır.

38/39- “İşte bu, bizim vergimizdir. (Ey Süleyman) Artık sen de hesaba vurmaksızın, ver ya da tut.”

Dünya hayatında, Allah kendi yolunda sabır ve gayretle göstermiş olduğu çaba ve gayretin karşılığını vermesidir. Yoksa Allah’ın kimseye borcu yoktur.

18/94-Dediler ki: ‘Ey Zu’l-Karneyn, gerçekten Ye’cuc ve Me’cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?’

38/40- Şüphesiz, onun Bizim Katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.

İşte dünya hayatında Süleyman’ın eğilmeden kıvırtmadan yamulmadan dik duruşunun karşılığında Allah onu güzel bir konuklama yeri olan cennetle ödüllendirecektir.

38/41- Kulumuz Eyüp’ü da hatırla. Hani o: “Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azap dokundurdu” diye Rabbine seslenmişti

İman eden ve Salih amel işleyen Allah dostları ve peygamberler inkâr eden kâfirler tarafından sürekli işkence ve zulüm görmüşlerdir. . “Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azap dokundurdu” diye seslenmesi, o inkâr edenler tarafından zayıf ve güçsüz oluşunun bir serzenişiydi.  

38/42- “Ayağını depret. İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su, diye vahyettik.).

 Ayette geçen ““Ayağını depret. İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su, diye vahyettik.). İfadesi Kur’an’da mecazi bir anlatım sanatı olarak kullanılmıştır. Allah Ciltlerle dolu kitaplara sığdırılamayacak geniş anlamlar ifade eden bir konuyu, sanat kullanarak iki kelime ile özetletmiştir. Allah’ın insanın kendisine verdiği donanımla, Allah’ın yeryüzüne yaydığı rızıklardan gereği gibi çalışıp çabalayıp gerekli gayreti gösterdiği zaman, kendisine yiyeceğin içeceği verileceği vurgulanmaktadır.  .

Bu olay Meryem içinde kullanılmıştır. Dilerseniz bir de onunla ilgili anlatılanları bir irdeleyelim.

19/22. Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.

19/23. Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: ‘Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutulsaydım.’

Konunun akışı içerisinde can alıcı noktayı bu ayet oluşturmaktadır. Meryem bir taraftan karnında taşıdığı çocuğu doğumunun son aşamasına geldiğinde, Bir taraftan doğum sancıları, bir taraftan da ekonomik zorluklar ona hayatta yaşamayı oldukça zorlamıştı. Hurma dalına sürüklemesi müteşabih bir anlatımdır. Yani sana hayatın yüklediği zorlukları kaldırmak için Allah’ın sana verdiği güç ve kuvvetle çabala. Gayretini göster, Allah sana bu konuda yol gösterecek ve sen her türlü zorlukların altından kalkacaksın mesajı verilmektedir.

19/24. Altından (bir ses) ona seslendi: ‘Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır.’

2/58/-Ve hatırlayın, demiştik ki: ‘Şu şehre girin, orada istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnızca secde ederek kapısından girerken ‘dileğimiz bağışlanmadır’ deyin; (biz de) hatalarınızı bağışlayalım; iyilik yapanların (ecirlerini) arttıracağız.’

 

7/161-Onlara: ‘Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, ‘dileğimiz bağışlanmadır’ deyin ve kapısından secde ederek girin, (biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) arttıracağız’ denildiğinde,

 

Rabbim Allah’tır deyip dosdoğru tutturanların temel kuralı, İnancını ve yaşamını Allah’ın gönderdiği vahiyler çerçevesinde helal ve temiz olarak yemeleri içmeleridir. Allah’ın rızkı da yeryüzüne koymuş çaba ve gayretini gösterenlere rızkı vermektedir.

 

 

19/25. Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin.’

38/43- Katımızdan ona bir rahmet ve temiz akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir benzerini de bağışladık.

Allah yine konu içerisinde, Davud ve Süleyman’da zikredildiği gibi, Eyüp peygamberin kendisine verilen iki seçenekten birisi olan bağışlanma yolunu tercih etmesi nedeniyle, ona peygamberlik verdiğini ve onunla birlikte yürüyenleri bağışladığı zikredilmektedir.

21/83- Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.”

21/84- Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik.

38/44- “Ve eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma.” Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi.

Kur’an’da deste kelimesi başka bir yerde geçmemektedir. Büyük bir ihtimal ayetin devamında gelen ifadelerden anlaşıldığı gibi, deste kelimesi güç ve kuvvet sahibi olmayı temsil etmektedir.” böylece onunla vur ve andını bozma.” Eğer deste kelimesi güç ve kuvveti temsil eden bir kelime olmamış olsaydı, küfürde olanlar kendi dinlerine gelmeleri için zor kullanırlardı.

18/ 20- “Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.”

Müslüman olanlar, İnkâr edenler tarafından Allah’ın istediği şekilde iman edip yaşadıkları zaman, süre gelen bir sünnet olarak, ya öldürülmüşler ya da sürülmüşlerdir. Sen güçlü olmazsan senin sesini çıkartmazlar dinin gereklerini yerine getirmene müsaade etmezler.

10/88. Musa dedi ki: ‘Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavuna ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalplerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler.’

Ayet üzerinde biraz durmak istiyorum. Kur’an içerisinde zikredilen iki topluluktan biri olan iman eden ve salih amel işleyen Müslümanlardır. Dineri ise inkâr eden ve zulmeden kâfirlerdir. Eğer yeryüzünde kâfir olanlar güçlü olurlarsa Müslüman olan insanları, yeryüzünde yurtlarından çıkarıp öldürmektedirler. Allah da dünya hayatında Müslüman olanlar birbirlerine güç ve destek olmadıkça kâfir olanlar onları yaşatmayacağı sözleri ile uyarmaktadır.

2/191-Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir.

Ayette geçen fitne kelimesi, İnkâr edenler seni Allah’ın yolundan alı koyarak senin ebedi olarak cehennemde azap çekmene vesile olurlar ifadesi ile Müslüman olanlara uyarı vermektedir. Müslüman asla ve asla ya Müslüman olarak kalacak ya da ölecektir.  İbrahim peygamberin Oğluna teklifi de buydu. Oğlum önünde iki seçenek var. Birinci seçenek Müslüman olmaktır.  Eğer Müslüman olursan Kâfir olanlar seni öldürecek şehit olup ebedi cennete gideceksin. İkinci seçenek ise Müslüman olmamak dünya hayatında taşa puta tapacaksın az bir süre yararlanıp ahiret hayatında ebedi olarak cehennemde azap çekeceksin. Diye Oğluna teklifte bulunmuştur. Oğlu da demişti ki, Ben Müslüman olmayı tercih ediyorum Bundan dolayı inkâr edenler beni öldürürlerse ona razıyım demişti. Allah Da Baba ve oğulun her ikisinden övgüyle bahsederek onları örnek bir ümmet olarak insanlığa göstermiştir. Kur’an İbrahim peygamberin oğlunu kurban etme olayını böyle anlatmıştır.

 

2/126. Hani İbrahim: ‘Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır’ demişti de (Allah: “Sadece inananları değil) inkâr edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o’ demişti.

2/127. İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Kâbe’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): ‘Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin’;

2/128. ‘Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin.’

 

İşte Tevhit ve şirki ayırt deden ve insanların tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde olmasını sağlayan ayetlerden örneklerdir.

 

10/89. (Allah) Dedi ki: ‘İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın.’

10/90. Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım’ dedi.

Kur’an içerisinde altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken köşe taşı gibi ayetlerden birisi de budur. Belki konumuz dışında olan bir açıklama olacak ama yeri gelmişken laf lafı açar derler ya, biz de yeri gelmişken bu ayette verilmek istenen mesajı anlatmaya çalışalım.

Her insana Ölüm anında gedecek olduğu yer ona gösterilmektedir. İman eden ve salih amel işleyenlere cennet ahvali gösterilir. İnkâr eden ve zulmedenlere de cehennem ahvali onlara gösterilir. Bunları Ayetlerden örnekler vererek açıklamaya çalışalım.

10/91. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın.
İnkâr eden ve zulmeden insanlardan Firavunun ölüm anındaki durumundan örnek vermiştik. Şimdi de ehli kitap olanlardan da bir ayet örneği vermeye çalışalım. Belki bir ayetle anlatmak istediğimiz bir meseleyi birçok ayet naklederek anlatmaya çalışıyorum. Arzuladığı şey konu içerisinde geçen ayetleri bağlamından koparmamak için böyle bir yol izliyorum bunu da belirtmek isterim.

4/157. Ve: ‘Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük’ demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (bir) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiç bir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.

4/158. Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

4/159. Andolsun, Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır.

4/160. Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kişiyi Allah’ın yolundan alıkoymaları nedeniyle (önceleri) kendilerine helal kılınmış güzel şeyleri onlara haram kıldık.

Bizim konu içerisinde ilgi alanını oluşturan ayet şudur.

4/159. Andolsun, Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır.

Hazreti İsa’yı öldürenler Yahudi ve Hristiyanlardır. Aynı zihniyette olanların tümüne ölüm anında Firavuna ölüm anında gösterilen cehennem azabı onlara da gösterilmektedir. Allah da Şirk koşan insanları ve ölüm anındaki tövbeyi kabul etmeyeceğini bildirmektedir. İnkâr eden ve ehli kitap olanlar Allah’ın gönderdiği peygamberleri yerlerinden yurtlarından sürsün ve öldürsün, ölüm anı gelince gidecek olduğu cehennem azabını görünce ben şimdi iman ettim desin yok öyle bir ey. Kişi ölmeden önce İman edip imanını hayra dönüştürenlerin tövbesini kabul edeceğini vaad etmektedir.

4/17. Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

4/18. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır.

38/45- Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakup’u da hatırla.

İbrahim peygamber, tek başına bir ümmet olarak tarihe kendisini yazdırmıştır.

16/ 120- Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.

38/46- Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık.

Bütün peygamberler, yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır.” Sözüne sadakat göstererek, ölümü hayatı dirimi gökleri ve yeri yaratan Allah’a teslim olduk diyerek hayatını sürdürmüşlerdir.

38/47- Ve gerçekten onlar, Bizim Katımız ’da seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır.

Allah katında insanlar için, bütün peygamberler güzel bir örnektir. Müslümanım diyenler, onların getirdiklerini inanmak, onları kendilerine model olarak kabul etmek zorundadır.

38/48- İsmail’i, Elyesa’ı ve Zülkifl’i de hatırla. Hepsi de hayırlı olanlardandır.

38/49- Bu, bir zikirdir. Şüphesiz muttakiler için, elbette varılacak güzel bir yer vardır.

Kur’an’da binlerce peygamberler gelip geçtiği halde yaklaşık olarak yirmi beş peygamberin isimleri zikredilmiştir. Bunun sebebi ise, kıssa oluşturan ve toplumlarda örneklik teşkil edebilecek konularda ders alınacak kıssaları ses getiren peygamberleri Allah zikretmiştir.

Allah katında peygamberler arasında hiçbir farklılık yoktur. Ancak bazı peygamberlere destek veren insan olunca onlar toplumlarda yaşadıkları hayatta ses getirmiş güç ve kuvvet olmuşlardır. Bunların her ikisine örnek vermeye çalışalım.

 2/136. Deyin ki: ‘Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerlerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.’

2/253. İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah’ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa’ya apaçık belgeler verdik ve O’nu Ruhu’l-Kudüs’le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet)ler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi inkâr etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır.

38/50- Adn cennetleri; kapılar onlara açılmıştır.

İki farklı yol tercihinden kendi özgür iradesiyle bağışlanmayı tercih edip yürümek isteyenlere, Allah bu dünya hayatında da ahiret hayatında da ödüller vereceğini vaat etmektedir.

16/ 30- (Allah’tan) Sakınanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” dendiğinde, “Hayır” dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.

16/31- Adn Cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir.

16/32- Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: “Selam size” derler. “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.”

CENNETTE HURİLER ERKEKLERE Mİ KADINLARA MI VERİLECEK?

38/51- İçinde yaslanıp-dayanmışlardır; orda birçok meyve ve şarap istemektedirler.

Cennette dünya hayatında kendilerine yüklenen emanet ve sorumluluğu gereği gibi yerine getirenlere verilecek olan ödülleri sıralamaktadır.

38/52- Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır.

Ahiret âleminde verilecek olan ahiret hayatına ait yaratılan hurilerin kime verileceği konusunda müfessirlerin büyük çoğunluğu, erkeklere verileceği konusunda birleşmektedirler. Oysa Kur’an’ın hiçbir yerinde hurilerin erkeklere verileceğine dair bir ayet yoktur. Kur’an içerisinde yaklaşık olarak, dört yerde huri, geçmektedir.

 

52/17- Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nimet içindedirler;

52/18- Rablerinin verdikleriyle ‘sevinçli ve mutludurlar’. Rableri, kendilerini ‘çılgınca yanan cehennemin’ azabından korumuştur.

52/19- “Yaptıklarınızdan dolayı afiyetle yiyin ve için.”

مُتَّكِئِينَ عَلَى سُرُرٍ مَّصْفُوفَةٍ وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍ عِينٍ

52/20-Muttekiîne alâ sururin masfûfeh(masfûfetin), ve zevvecnâhum bi hûrin înin.

52/20- Özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. Ve Biz onları iri-ceylan gözlü hurilerle evlendirmişiz.

52/21- İman edenler ve soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.

52/22- Onlara, istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik

44/51- Muttakilere gelince; muhakkak onlar, güvenli bir makamdadırlar.

44/52- Cennetlerde ve pınarlarda,

44/53- Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı (otururlar).

44/54- İşte böyle; ve Biz onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.

44/55- Orda, güvenlik içinde her türlü meyveyi istiyorlar;

52/70- Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır.

52/71- Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

52/72- Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar.

56/20- Arzulayıp-seçecekleri meyveler,

56/21- Canlarının çektiği kuş eti.

56/22- Ve iri gözlü huriler,

56/23- Sanki saklı inciler gibi;

56/24- Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur);

Dikkat ederseniz,  Kur’an içerisinde huri kelimesinin dört surede ve dört konu içerisinde geçmiş olduğu ayetleri konularla beraber aktarmaya çalıştım.  Cennette kadın erkek ayırt edilmeden, iman eden ve Salih amel işleyen her Müslüman için, muttaki, ifadesi kullanarak cennette verilecek olan diğer nimetler içeresinde huri olarak eşler de verileceği ifade edilmektedir.

Dünya hayatı bir deneme ve sınav salonudur. Kadın ve erkek olmak sadece tiyatroda farklı rollerde üslenen aktör ve aktris gibiydiler Ahiret hayatında bütün yeryüzünde sınava tabi tutulan insanlar yeni bir yaratılışla yaratılacaklardır. İman eden ve Salih amel işleyenler cennette yer alacak, inkâr eden ve zulmeden ehli kitap ve kâfirler de ebedi cehennemde yerlerini alacaklardır

29/19- Onlar görmediler mi ki, Allah yaratmaya nasıl başlıyor, sonra onu iade ediyor? Şüphesiz, bu Allah’a göre kolaydır.

29/20- De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

17/ 98. Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkâr etmelerine ve: ‘Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?’ demelerine karşılık cezalarıdır.

17/99. Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler.

29/21- Dilediğini azaplandırır, dilediğine merhamet eder. O’na çevrilip-götürüleceksiniz.

Dünya hayatında kadın ve erkek olan insanlar, ahiret hayatında yaşaya bilecek süreklilik arz eden mükâfat ve ceza çekmeye donanımlı hale gelecek şekilde yaratılacaktır.

Dünya hayatında nasıl anne karnındaki bir çocuğun yaşam farklılığı ile doğduktan sonraki yaşam farklılığı farklı ise, dünya hayatından, ahiret hayatına giden insanların da yaşam biçimleri farklı olacaktır. Dolayısı ile,  farklı bir şekilde yaratılacaklardır. Yani, İman eden ve Salih amel işleyen erkekler ve kadınlar tek bir cins olarak yaratılıp onlara eş olarak huriler verilecektir. İnkâr eden ve zulmeden kadınlar ve erkeler de tek bir cins olarak yaratılıp ebedi olarak cehennemde azap çekeceklerdir.

38/53- İşte hesap günü size vadeliden budur.

38/54- Şüphesiz bu, Bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok.

Yukarıda farklı surelerden ve farklı konulardan aktarmış olduğum ayetler. İman eden ve Salih ameller işleyenlere verilecek olan büyük ödül olan ebedi cennettir. Orada sürekli olarak kalıp bu nimetlerle hayat süreceklerdir.

38/55- Bu (böyle işte); gerçekten azgınlar için de muhakkak varılacak kötü bir yer vardır.

38/56- Cehennem; onlar oraya girerler; ne kötü bir yataktır o.

38/57- İşte bu; tatsınlar onu: Kaynar su ve irin.

38/58- Ve onun şeklinden başka, çift çift (olan daha beter azaplar) vardır.

38/59- (Müşrik olan hakim güçlere:) “İşte bu(nlar) da sizinle birlikte (küfür ve zulümde) göğüs gerenlerdir. Onlara bir merhaba (bile) yok. Çünkü onlar ateşe gireceklerdir.” (denilir).

38/60- (Onlara uyanlar) Derler ki: “Hayır, sizler; asıl size bir merhaba yok. Bunu (azabı) siz bizim önümüze sürdünüz. Ne kötü bir durak”

38/61- Derler ki: “Rabbimiz, kim bunu bizim önümüze sürdüyse, ateşteki azabını kat kat arttır.”

38/62- Ve derler ki: “Bize ne oluyor ki, kendilerini şerir (kötü)lerden saydığımız adamları göremiyoruz.”

38/63- Biz onları bir alay konusu edinmiştik; yoksa gözler mi onlardan kaydı?”

38/64- Bu, cehennem halkının birbiriyle çekişmesi kesin bir gerçektir.

Yukarıda Sad suresi elli beşinci ayetten atmış dördüncü ayete kadar İnkâr eden kâfirlerin, iman eden ve Salih amel işleyenlerle alay eden cehennemliklerin resmi çizilerek, bize aktarmaktadır.

Dünya hayatında iken hey hat! Biz çürümüş kemikler olduktan sonra mı? Dirilecekmişiz diyen o kâfirler, ahiret hayatında dirilip hesapla karşılaştıklarında şok geçirecekler ve şöyle diyecekler.

Kaf suresinde cehennemlikler hakkında şöyle anlatılmaktadır.

50/ 16- Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.

50/17- Onun sağında ve solunda oturan iki yazıcı kaydederlerken

50/18- O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır.

50/19- O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) “İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir” (denildiği zaman da).

50/20- Sur’a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.

50/21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.

50/22- “Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.”

50/23- Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.”

50/24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,

50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,

50/26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.

50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: “Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.”

50/28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”

50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.”

50/30- O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek.

38/65- De ki: “Ben, yalnızca bir uyarıcıyım. Bir olan, kahreden Allah’tan başka bir İlah yoktur.”

Peygamberler sıradan bir insan gibi görünseler de, onların insanlara getirdikleri mesajlarda bir harikuladelik vardır. İnkâr edenler ister ateist ister, deist olsun Allah’ın insanlardan her hangi birine Allah’ın vahyederek bilgi vermesini asla kabul etmezler. Bundan dolayı da peygamberliği kabul etmezler.

2/ 97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve ml’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.

2/98- Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.”

2/99- Andolsun Biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan başkası inkâr etmez.

38/66- “Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, üstün ve güçlü olan, bağışlayandır.”

Bazıları Allah’ın var ve bir olduğunu kabul ettiği halde Allah’ın İlah ve Rab olduğunu kabul etmemektedirler. Yani Allah bu ayette gökleri ve yeri yaratıp onlara bir disiplin içerisinde terbiye ettiğini kabul ettikleri halde, insanları terbiye eden, kitap ve peygamber göndermediğini zan ve tahmin etmektedirler. Söylediklerimizi ilgili ayetlerden örnekler vererek, belgelemeye çalışalım.

29/61- Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?’ diye soracak olursan, şüphesiz: ‘Allah’ diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?

 

Günümüz toplumlarında bunların adı deisttir. Allah’ı kabul ediyorlar ama Allah’ın gönderdi kitapları peygamberleri ve ahiret hayatını ret ediyorlar.

 

38/67- De ki: “Bu (Kur’an), büyük bir haberdir.”

İşte büyük haber olan, insanların dünya hayatında yapmış olduğu iyi ve kötü davranışlardan hesaba çekileceği bir ahiret âleminin var olduğunu haberidir. Bu haber sadece ve sadece nebi olan resuller tarafından bildirilmektedir. O bilgi dünya ve ahiret hayatını da yaratan Allah’ın bildirmesiyle ancak bilinebilir.

38/68- Sizler ise, ondan yüz çeviriyorsunuz.

Peygamberler bu bilgiyi insanlara tebliğ yaptıklarında inkâr edenler bu haberi hiç gale almamaktadırlar. Oysa o haber insanların kalbini titreten, “ ey insan titre ve kendine gel” diyen müjde ve uyarıcı olan bir haberdi. İşte o haberi duymazdan görmezden gelenlere ahiret hayatında ebedi bir azap yeri olan kendisini kuşatacak cehennemdir. İman eden salih amel işleyenler için ise sevinç ve mutluk getirecek ebedi cennettir.  

2/257- Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tağut ‘tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.

38/69- “Mele-i Ala (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiçbir bilgim yoktur.”

Kur’an’da geçen bu ayet, İslam müfessirleri tarafından yanlış anlaşıldığından dolayı, üzerinde geniş olarak durmak istiyorum. Sabırla okur ve anlamaya çalışırsanız, Kur’an’ı doğru anlamada önemli bir mesafe kat edileceği kanaatindeyim.

KUR’AN’DA GEÇEN MELE-İ ALA NE DEMEKTİR?

 

Kur’an içerisinde “Mele-i ala” ifadesi iki ayette geçmektedir. Birincisi Saffat suresi sekizinci ayettir. Diğeri ise Sad suresi altmış dokuzuncu ayettir.. Bu ayetlerin, her ikisini alt alta yazarak ne anlama geldiğini Kur’an bütünlüğü ve evren yasaları içerisinde yüklenen anlamı, yakalamaya çalışalım.

 

37/8- Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;

 

38/69- “Mele-i Ala (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiçbir bilgim yoktur.”

 

Kur’an içerisinde geçen bir ayetin veya ayette geçen bir kelimenin, ne anlama geldiğini doğru olarak anlayabilmek için, Kur’an’ın o ayet ve o kelimeye ne anlam yüklediği konusunda  bilgi arayıp bulmak gerekir.

Kur’an’da geçen hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmadığı gibi, hiçbir kelime hiçbir kelimeden de bağımsız değildir.

 

Bir başkası da kelimeler, kullanıldıkları yerde anlatılan konuya göre farklı anlam taşımaktadır. Mesela, Suyun içerisine şeker koyarsan, ikisinin karışımı başka bir anlam kazanır. Yani şekere şeker değil, suya su değil, şeker ve suyun karışımı olan “şekerli su” olarak karşımıza çıkar. Yani o karışımda hem suyun özellikleri hem de şekerin özellikleri bulunmaktadır.

 

Aynen onun gibi, Kur’an’da kullanılan kelimeler yalnız başına bir anlam taşıdığı halde, konulmuş olduğu konuda diğer ayetlerden etkilenerek, farklı bir anlama gelebilmektedir. Daha doğrusu Kur’an’ı doğru anlamak için, Kur’an’ının konuşma dilini çözmekle ancak mümkün olabilir.

 

Şimdi konumuz ile ilgili kelimenin ne anlama geldiğini konu ve Kur’an bütünlüğü içerisinde ayetlerin hem Arapça metnini, hem türkçe okunuşunu, hem de tercümesini vererek, doğru bir şekilde, anlamaya çalışalım.

 

يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَى وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ

37/8-Lâ yessemmeûne ilel meleil a’lâ ve yukzefûne minkulli cânib(cânibin).

37/8- Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;

 

Şimdi bu ayetleri tek tek ele alarak tefsir etmeye çalışalım.

 

37/4- Tartışmasız, sizin İlahınız gerçekten birdir.

 

İlah kelimesini Kur’an içerisinde değerlendirdiğimiz zaman, Rab kelimesi ile eş anlamda kullanıldığını görülmektedir. Eğer bu kâinatın bir tek yaratıcısı varsa, kâinatı düzenleyen sevk ve idare eden, Allah ise hele hele insanlara yol gösterip, onları eğiten, gözeten, rızık veren de Allah’tır. Ayette ifade edilen, “Tartışmasız, sizin İlahınız gerçekten birdir.” Dünya hayatında kendilerini ilah ve Rab edinmeye soyunan insanlar olduğu gibi, Yine insanlardan kendilerini Allah’ın dışında ilah rap edinmeye soyunan insanlardan onları da ilah rab edinen insanlar da bulunmaktadır.

 

37/5- Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir.

 

Dikkat ederseniz arkasından gelen ayette de İlah kelimesini, rab kelimesi ile güçlendirmektedir.

 

29/61- Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?” diye soracak olursan, şüphesiz: “Allah” diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?

 

İnsanlardan büyük bir çoğunluk, göklerin ve yerin yaratıcısı Allah olduğunu kabul etmektedirler. Ancak Allah göndermiş olduğu peygamberleri kitapları ve ahiret hayatını kabul etmemektedirler.   Ayette şu bölüm, “Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?” İfadesi gökleri yeri yaratan Allah’tır. Fakat Allah insanların dünya hayatında nasıl yaşaması gerektiği ile ilgili kural ve kanun koymaz. Anlayışını getirmektedirler. Necim suresinde yeryüzünde kanun koyan, hüküm koyan ve insanların kendilerine ilah put edindikleri o putları Allah şöyle eleştirmektedir.

 

53/ 18- Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.

 

Bu ifadede Allah, nebi ve resulleri diğer insanlardan farklı bir boyuta taşıdığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Allah onlara diğer insanlardan farklı olarak vahyi bilgiler aktararaktandır. İnsanların bilmediği göremediği bazı gayb ile ilgili bilgiler vahyederek onları yanıldığı her konuda düzelterek vahiyle yaşayan vahiyle oturup kalkan bir düzeltilmiş bir beşer konumuna getirmektedir. Kur’an düzeltilmiş beşer tanımını sadece nebi ve resuller için kullanmıştır.  Bu da gösteriyor ki, söylem ve eylemlerini, Allah kendi kontrolü altında tutarak düzeltilmiş bir insan konumuna taşıyarak insanlar için örnek bir model oluşturmuştur. Birkaç ayetle söylediklerimizi, belgelemeye çalışalım.

 

22/ 52. Biz senden önce hiç bir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

6/ 162. De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.’

Demek ki, Kur’an’da söz konusu olan düzeltilmiş bir beşer kelimesi Cebrail değil, Sadece nebiler ve resullerdir.

 

53/19- Gördünüz mü-haber verin; Lat ve Uzza’yı.

 

Ama sizin ilah ve rab olarak kabul ettiğiniz, senenin belirli günlerinde bel büküp eğildiğiniz, isimleri zikredilen o putlar, Allah tarafından yaratılmıştır. Onlar üzerine sinek konsa kovamayan veya sinek onların üzerlerinden bir şey alıp kaçsa onu yakalayan nasıl sizin ilah ve rabbiniz olabilir?  Aklını kullanmayan insanları, bu ifadelerle, silkelemektedir.

 

22/ 73- Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de.

 

53/20- Ve üçüncü (put) olan Menat’ı(n herhangi bir güçleri var mı)?

 

Allah, necim suresi bundan önce geçen ayetlerde, insanlar içinden elçi olarak seçtiği bir peygamberi eğiterek ona vahyi bilgiler göndererek insanların bilmedikleri konuları öğretmektedir. Bu sebeple onu önemli bir makama ulaştırmasından söz etmektedir. Allah evreni ve insanları yaratıp onlardan her canlıya rızık verip beslemektedir. Ama insanlardan bazıları çıkıp Allah’ı ilah ve rap edinme yerine Allah’ın yarattıklarını kendilerini ölümün bile pençesinden kurtaramayan varlıkları, kendilerine ilah rab olarak kabul ettikleri Lat, Uzza, Ve Menat’ı örnek vererek mukayese edip, düşünmeye davet etmektedir.

 

İnsanlara hayat veren, onları diriltip hesaba çekecek olan, Allah’tır. Allah onlara düşünme yeteneği vererek, akıl ve iradeyi, sapma bağışlanmayı seçenek olarak sunan, yine, Allah’tır.  Öyleyse insan yaşamını düzenleyen, kanun ve kural koyan sevk ve idare eden de Allah olması gerekir. İşte bunu kabul etmemek edememek, büyük bir gaflettir. Allah’ın yarattığı bir kısım varlıkları Rab edinsinler Ama Allah’ı rap edinmekten kaçınsınlar. Haşa bu durumda siz Allah’ın yerinde olsaydınız ne yapardınız?

 

Allah’ı İlah ve Rab kabul etmek demek, Allah’ın sözünün üzerine söz söylememek, Allah’ın koyduğu kanun ve kural üzerine kanun kural, koymamak demektir. Bu gün, gerek ehli kitap olan toplumlarda, gerekse kendini Müslüman olduğunu zaneden İslam toplumlarında, peygamberleri âlimleri papazları ilah konumuna getirmişlerdir.  

 

Allah, peygamber ve doğru yolda olan müminlerin konumunu şöyle tarif eder.

 

2/ 285- Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, müminler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. “O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak sanadır” dediler.

 

Allah katında değerli olan insan, elbette Allah’a inanan Allah’a güvenen ve Allah’ın sözünü dinleyen insanlardır. Kur’an bunu insanlara şöyle açıklar.

 

16/ 75- Allah, (Kendisi ’ne ortak koştuğunuz ilahlar konusunda) hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan ile tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verdiğimiz, böylelikle ondan gizli ve açık infak eden kimseyi örnek olarak gösterdi; bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’ındır; fakat onların çoğu bilmezler.

 

16/76- Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?

 

37/6- Şüphesiz Biz dünya göğünü ‘çekici bir süsle’, yıldızlarla süsleyip-donattık.

 

Dünya göğü insanların görebilecekleri, kendi ufuk alanı içerisinde, bulunan bitkilerinden hayvanlarından dağlarından ovalarından tutun da, ay yıldız güneş ve diğer gezegenlerin hepsini içerisine alan yaratıklar anlamındadır.

 

Yani Allah insanları doğru yola götürebilecek insanların lehinde yaratılmış varlık da vardır. İnsanları aynı zamanda yanlış yola götürebilecek aleyhinde yaratılmış varlıklar da bulunmaktadır.

 

37/7- Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk;

 

Azgın şeytandan korunmuş olan, Allah’ın yarattığı kâinat ile göndermiş olduğu vahiyler içeren Kur’an’ın ta kendisidir. Kur’an bunu şu ayetlerle belgelemektedir.

 

1-KÂİNATTA ÇELİŞKİ YOKTUR.

 

67/ 3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

 

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

 

2-KUR’AN’DA ÇELİŞKİ YOKTUR.

 

4/ 82- Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

 

3-YARATILAN KÂİNAT İLE GÖNDERİLEN VAHİYLER ARASINDA DA ÇELİŞKİ YOKTUR.

 

30/ 30- Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

 

37/8- Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;

 

İşte çelişkisiz bir kâinat yaratılışı, çelişkisiz bir Kur’an çelişkisiz bir kâinat ile çelişkisiz bir Kur’an’ın tam bir uyum içerisinde olması, düşünen aklını kullanan insan için, şeytanın ona, katma ve çıkarma yaparak bozması mümkün değildir.

 

Kur’an, İnkâr eden cin ve şeytanlara meydan okuyarak, “Mele’i A’la’ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;” Yani ister vahiyde bir çarpıklık arasınlar, ister evrenin yaratılışında bir çarpıklık arasınlar, asla çarpıklık ve çelişki bulamadıklarını ve bulamayacaklarını vurgu yaparak anlatmaktadır.

 

Cin suresinde cinlerden inkâr edip ve Kur’an’ı dinlediklerinde şu itirafı yaptıklarını görmekteyiz.

 

72/ 7- “Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.”

 

Kur’an, cinleri genel olarak iki ana çatıda, iki ana kategoride değerlendirmektedir. Belki yine okuyucuların bazılarından konuyu uzatıyorsun diye tepki duyacağım, ama eleştirenler eleştirsinler. Doğruları ortaya koymak için delil belge koymadan anlatamam. Önce olayı cin kelimesine Kur’an’ın ne anlam yüklediğini tarif etmekle başlayalım.

 

CİN NEDİR?

Cin; Yaratılışta Rabbim Allah’tır sözünden cayan ve iblisin teklifleri ile gayrı rabbani yolda yaşamını ve tercihini kullanan, Ehli kitap ve puta tapıcı olan insanların genel başlık altında sıfat almış halidir.

 

Burada cinler üzerinde Kur’an’ın anlattıklarını uzun uzadıya anlatacak değilim. Konunun iyi anlaşılması için lazım olduğu kadar değinmeye çalışacağım.

 

EHLİ KİTAP OLAN CİNLER;

 

72/ 2- “O (Kur’an), ‘gerçeğe ve doğruya’ yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.”

 

72/3- Elbette, Rabbimiz ’in şanı Yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”

 

Allah’a ortak koşmak demek, dünya yaşamında kendilerine gerek peygamberleri gerek rahipleri gerek şeyhleri efendileri rab kabul etmek demektir. Yani, Allah’ın sözüne denk söz söyleyici veya onun sözlerinin üzerinde söz söyleyen ve kendilerine rab kabul ettikleri, Allah’ın dışında yaratılmış olan varlıklar kast edilmektedir.

 

9/ 30- Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler; Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?

 

9/31- Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.

 

PUTA TAPICI OLAN CİNLER;

 

Bu tip insanların temel özellikleri Allah’a inanan ve inanmayanlar olarak ayrıldıklarını görmekteyiz. Her iki topluluğun, ortak özelliği, Cibril’e, peygamberlere iman etmezler. Dolayısı ile Allah’ın göndermiş olduğu kitaplara ve ahiret âlemine inanmamalarıdır. Onlar şöyle derler. Allah’ın varlığına inanan ve inanmayanlardan her ikisini de fotoğraflayan ayetler vermeye çalışalım.

 

Önce ateist olanlar için, ayetlerden örnek verelim. Çünkü bazı insanlar Allah’ı inkâr eden ve Allah’ın varlığını kabul etmeyen hiçbir insan olmadığını söylemektedirler.

 

2/28. Nasıl oluyor da Allah’ı inkâr ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz.
 

43/87. Andolsun, onlara: ‘Kendilerini kim yarattı?’ diye soracak olsan, elbette: ‘Allah’ diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?

 

 

23/ 35- “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı vadediyor?”

 

23/36- “Heyhat, size vadedilen şeye heyhat…”

 

23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecek değiliz.”

 

Bu ayetlerle cinlerin gerek Ehli kitap olanları, gerekse de puta tapıcı olanları tanıtmış olduk.

 

72/8- “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.”

 

İşte Kur’an’ı dinleyen ve kabul eden cinler, evrenin yaratılışı ile ilgili bilgilerin, Kur’an’da karşılığının bulunması puta tapıcı olan cinleri şoke olduklarını dile getirmektedir. “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.” Bizim asıl konumuz olan ayette şöyle deniliyordu.

 

37/8- Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;

 

Demek ki; “Mele-i Ala” tefsirlerde anlatılanlar gibi yüce melekler topluluğu değil, bizzat Allah’ın yarattığı çelişkisiz kâinat olduğu anlaşılmaktadır.

 

72/9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”

 

Doğru tektir. Ama yanlışlar ise, çoktur. Eğer yanlış olan bir şeyi birisi sana doğru diye sunarsa, senin mutlaka ama mutlaka ondan bir belge istemen gerekir. Allah belgesiz hiçbir şeyi kabul etmemektedir.

 

6/ 116- Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler.’

72/10- “Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğruya iletici) bir hayır mı diledi?”

Hayır, Allah kimseye kötülük istemez. Allah iyiliğe ve kötülüğe gidebilecek özgürlüğü verir İnsan hangi yolu tercih ederse tercih ettiği yönde malzemeleri de vererek, iyiliği de kendi kararları ile yaparlar. Kötülüğü de kendi kararları ile yaparlar. Yoksa Allah kimseye zulüm yapmaz

 

72/11- “Gerçek şu ki, bizden salih olanlar vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.”

Evet, kim Müslüman olup,  Rabbin yoluna girmişse o kurtulmuştur.

 

72/12- “Biz şüphesiz, Allah’ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de O’nu hiçbir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.”

 

Allah’ı inkâr etmek sureti ile asla Allah’a bir zarar veya bir eksiklik acizlik veremeyeceğimizi anladık

 

72/13- “Elbette biz, o yol gösterici (Kur’an’ı) işitince, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, o ne (ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından.”

 

Kur’an’ı dinleyen ve ona iman eden aklını kullanan müşrik ve ehli kitap olan insanları kast etektedir.

 

37/9- Uzaklaştırılırlar. Onlara kesintisiz bir azap vardır.

 

Kur’an ve evren çelişkisiz bir şekilde yaratılmıştır. Kim çelişkisiz ligin içerisine, bir katma veya bir çıkarmada bulunacak olsa onun yanlış olduğunu ortaya koyan bir ayet karşımıza çıkmaktadır.

Mesela bir oyuncak kutusundan bir parçayı çıkarsan veya fazla bir parça koysan, o orada o oyuncağın bütünlüğünü bozuyorsa evren ve Kur’an bütünlüğü de aynen öyledir.

 

72/9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”

Ama şimdi kim kusur aramaya kalkar ve insanlara yanlışlıklar olduğunu öne sürerek kandırmaya çalışırsa, karşılarına mutlaka onların yanlış olduğunu belgeleyen bir ayet,  çıkar. “şihap” bilgi ve belge ayet demektir.

37/10- Ancak (sözü hırsızlama) çalıp-kapan olursa, artık onu da delip geçen ‘yakıcı bir alev’ izler (ve yok eder).

 

Genelde İslam müfessirlerinin büyük bir çoğunluğu, bu ayetten Peygambere vahiy gelirken dumansız ateşten yaratıldığını sandıkları cinlerin, vahiyler gelirken çaldıklarını söylemişler ve anlamışlardır. Oysa yukarıda ayetlerle izah etmeye çalıştığım gibi Cinler dumansız ateşten yaratılmış varlıklar değil, onlar da insandırlar. Eğer bu ayeti anlamak için yedinci kat semalara çıkan cinleri değil de, insan olan cinler olarak anlamış olsalardı insanın semalarda olmadığını anlarlar, bu bakış tarzlarını değiştirirlerdi.

 

37/11- Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa Bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık.

Şimdi Allah İnsanların Allah’tan başka taptıkları ilahlarla yaratan ve hayat veren Allah’ı mukayese etmelerine davet etmektedir. Yaratan ile yaratılan hiç bir olabilir mi?

 

37/12- Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkârına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar.

Düşünen her insan elbette onların ne kadar yanılgıda olduklarını anlar ve bilir.

37/13- Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar.

37/14- Bir ayet (mucize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar.

37/15- “Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir” dediler.

37/16- “Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?”

37/17- “Veya önceki atalarımız da mı?”

37/18- De ki: “Evet, üstelik boyun bükmüş kimseler olarak (diriltileceksiniz).”

37/19- İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar.

37/20- Derler ki: “Eyvahlar bize; bu, din günüdür.”

37/21- “Bu, sizin yalanladığınız (mü’mini kafirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür.”

Allah inkâr edenlerin profilini bu ayetlerle ortaya koymaktadır.

Ne zaman O inkâr edenler Ahiret âleminde diriltilip O uyarıcıların verdikleri bilgileri görünce arttık yanılmış olduklarını anlarlar. Fakat diriltilişteki anlamaları bilmeleri öğrenmeleri onlara fayda vermeyecektir.

ا كَانَ لِي مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَإِ الْأَعْلَى إِذْ يَخْتَصِمُونَ

38/69-Mâ kâne liye min ilmin bil meleil a’lâ iz yahtesımûn(yahtesimûne)

38/69- “Mele-i Ala (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiçbir bilgim yoktur.”

Bu ayeti doğru bir şekilde, ne anlatmak istediğini anlayabilmek için bakara yirmi dokuzuncu ayetten otuz dördüncü ayete kadar ne anlatmak istediğini anlamak gerekmektedir.

2/ 29- Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.

Allah,  göklerde ve yerde yaratılmış olan ne kadar varlık varsa, insan için yaratmıştır. İnsan yaşam ve dualarını kendilerine secde eden meleklerle sürdürmektedirler. İnsanların Duası kendilerinin vermiş olduğu karar yönünde İstekleri ve arzularının istikametinde arzuladıkları şeyleri eyleme götürmeleridir.

25/ 77- De ki: “Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.”

İşte insanlar hangi yola gideceklerine karar verirlerse bu yollarda eylemlerini meleklerle gerçekleştirmektedirler. Aşağıda Allah, bakara suresinin otuzuncu ayetinden otuz dördüncü ayetine kadar melekleri lisanı haliyle konuşturarak bizlere bilgi sunmaktadır.

 

Kâinatta yaratılmış olan varlıkları Allah temel olarak iki ana, kısma ayırmaktadır. Melekler- ve insanlar. Melekler, Kur’an’da doksan üç yede geçmektedir. Melek kelimesini bu ayetlerde yola çıkarak yorumlamaya çalışalım.

 

Melek; İnsanların biyolojik ve psikolojik yapısı da dâhil olmak üzere, insanların karar verdikleri yönde insanların emirlerine amade olarak yaratılmış lehlerinde ve aleyhlerinde hizmet sunan, bütün varlıklara genel bir başlık altında Kur’an melek tabirini kullanmıştır.

 

Şimdi konumuzla ilgili aşağıya nakletmiş olduğumuz ayetleri tefsir etmeye veya yorumlamaya çalışalım.

 

2/30- Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.

İşte Mele-i Ala’nın tartışması ve son nebi ve elçinin tartışma konusunda bilmediğini söylemesi budur. Aslında Ayette bahsedilen

 

“Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler.” Bu ifade Meleklerin yerini ve konumunu belirtmektedir.

 

Melekler kendilerine kodlanış olan bilgilerin dışında bir şey bilmezler. Ve kendilerine katlanmış olan bilgilerin dışında çıkmamakla görev ve sorumluluk yüklenmemişlerdir. O zaman Meleklerin Bakara otuzuncu ayette bahsedildiği gibi, Allah yaratılacak olan insanın, hakkında itiraz etmeleri değil, onları Allah lisanı haliyle konuşturarak melekler hakkında bize bilgi sunması anlamında olması gerekir. Meleklerin konumunu başka bir ayette Allah şöyle tanımlar.

66/6- Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.

Melekler insanlar için yaratılmıştır. İnsanlar dünya yaşamında gerek takva yolunda gerekse de fısk yolunda işlevlerini melekler kanalı ile sürdürmektedirler. Allah İnsanlarla insanların ışında olan varlıkları şu ayetlerle bariz bir şekilde açıklamaktadır.

76/1- Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.

33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.     

 

Kâinatta en son yaratılan ve ona emanet ve sorumluluk yükleyerek denemeye tabi tuttuğu tek varlık insandır. Allah insanların dışındaki hiçbir varlığın kendilerine verilen görev dışında bir görev ve sorumluluğu olmadığını bu ayetlerle hüsnü tahlil  sanatı yaparak anlatmaktadır.

2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.

Yine Allah bu ayette olayları sanat kullanarak anlatmaktadır. “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti.”  Bu ifade geçmişi anı ve geleceği aynı anda kullana sanatı yaparak anlatılmıştır. Ayet insanlara gerek vahyi bilgiler, gerekse eşyaya Allah’ın kodlayıp yerleştirilmiş olduğu teknolojik bingileri öğretmekten söz etmektedir. Bu bilgiler insanların ilk yaratılışında öğretilmeye başlamış şimdi öğretilmekte ve kıyamete kadar da öğretilmeye devam edecektir.

2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”

Bu ayet, yine meleklerin kendi dilleri ile kendilerine verilen bilgilerin dışında hiçbir bilgileri olmadığını söyleyerek onların yeri ve konumunu bize bildirmektedir.

2/33- (Allah:) “Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”

2/34- Ve meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.

 

Bu ayet bize, İblis de melekler kategorisinden olduğu, insanların emirlerini yerine getirdiği halde, Kur’an onu farklı bir konumda değerlendirerek İnsanların sapma yolunda hizmet sunan bir melek olduğu için onun tekliflerini ve onunla yaşam süren insanların davranış ve yaşam biçimlerini kabul etmemektedir. Etmediği için de, onaylamama anlamında kâfirlerden oldu. İfadesi ile bize bilgi vermektedir.

 

72/6- “Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.”

 

72/7- “Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.”

 

72/8- “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.”

 

72/9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”

 

Yukarıda vermiş olduğum ayetler içerisinde Mele-i ala konusunda anlayabildiğim kadarıyla yaratılmış olan kâinatın çelişkisizlik ilkesi ile gönderilen vahyi bilgiler hakkında ayetler birleşmektedir.

Allah’ın insanları acze düşüren iki Mucizesi vardır. Birincisi evren veya kâinattır., Kur’an buna Mikail ifadesi kullanmaktadır. İkincisi de Allah’ın peygamberlerle indirmiş olduğu vahyi bilgilerdir. Bir başka ifadeyle Cibril’dir İki ayetle söylediklerimizi belgelemeye çalışalım.

 

2/97. De ki: ‘Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.

2/98- Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.”

 

Mikail, Allah’ın yaratmış olduğu evren veya evren yasalarıdır. Evren Sünnetullah çerçevesi içerisinde seyrini sürdüren, çarpık ve çelişkisi olmayan, Allah’ın yaratmış olduğu mucizelerden biridir.

 

67/3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

Cin suresi sekiz ve dokuzuncu ayetlerde inkâr eden cinlerin şu söyledikleri dikkat çekmektedir.

 

72/8. ‘Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.’

72/9. ‘Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.’

 

Ayette şihab kelimesi, hem Kur’an içerisinde, hem yaratılmış olan kâinat içerisinde çatlaklık çarpıklık ve çelişki bulunmadığına dikkat çekmektedir.

 

Allah’ın yaratmış olduğu kâinat hakkında bilgi vermesi ve âdeme isimlerin öğretilmesi olarak algılanması gereken olay, Cibril olgusudur. Genelde klasik İslam müfessirleri nebi ve resullere gelen vahiyler, Cebrail aracılığı ile getirildiğini söylemişler ve Kur’an’ı doğru anlama konusunda bir takım sıkıntıya düşmüşlerdir. Oysa Kur’an’ın hiçbir yerinde vahyi bilgiler Cebrail ile gelir diye bir ayet yoktur.

Konumuzu daha iyi anlayabilmek için bu bilgileri vermek istedim. Yoksa insanlar bir konu hakkında detaylı bir bilgiye ulaşmazlarsa o konu ile ilgili anlatılanları da kavrayamamaktadırlar. Bilgi Kur’an’a göre insanlara iki kaynaktan gelmektedir. Birincisi vahyi bilgilerdir. Bu bilgiler Allah’ın insanlar içerisinde seçmiş olduğu nebi ve resullerle gelmektedir. İkinci bilgi kaynağı ise, Allah’ın eşyaya kodlamış olduğu bilgilerdir. Bir başka ifadeyle melekler aracılığı ile gelen bilgilerdir. Şimdi bunları Kur’an’dan bir ayet örneği ile izah etmeye çalışalım.

 

22/75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Hac suresi yetmiş beşinci ayette seçilen resullerin ne olduğunu şura suresi elli birinci ayette net bir şekilde izah edildiğini görmekteyiz

 

42/51- Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Ayette geçen Allah’ın insanlarla üç şekilde konuşma olayını şıklara ayırarak anlamaya çalışalım.

 

a)- Vahiyle konuşma şekli= Bu sadece nebi ve resullerle,  konuşma şeklidir.

 

b)-Perde arkasından konuşma şekli; Bu konuşma şekli Allah’ın gönderdiği nebi ve resulleri inkâr edenlerle konuşma şeklidir. Yani Allah’ın nebi ve resuller aracılığı ile göndermiş olduğu vahyi bilgileri kabul etmeyen ateist ve deist olanlarla konuşma şeklidir. Yani Allah bilgiyi yaratılmış olan varlıklara bilgileri yüklemektedir. Allah’ı ve onun göndermiş olduğu nebi ve resulleri inkâr etseler de yaratılmış olan varlıkların konuşma dilini çözmeleri ile Allah ile konuşmaktadırlar. 

Bu konuyu biraz açmak istiyorum. İnsanlar doğru bilgilere ya nebilerin resullüğü ile ulaşabilirler. Ya da meleklerin resullüğü ile ulaşabilirler. Yine söylediklerimizi, ayetlerden bir örnek vererek belgelemeye çalışalım.

 

22/75- Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.

 

Genelde ateistlerin ve deistlerin Allah ile konuşmaları bu yöntem ile olmaktadır. Bu konuşma şekli, İnansın ve inanmasın eşyanın bilgisine ulaşmak için insanlar yöneldikleri zaman, bilgilere doğru bir şekilde melekler aracılığı ile ulaşmaktadırlar. Meleklerin Âdeme secdesi bir anlamda bu şekilde olduğu ifade edilmektedir.  

 

c)- Allah’ın elçi aracılığı ile konuşma şekli; Ayette geçen bu konuşma şekli Allah’ın insanlar içerisinden seçmiş olduğu nebi ve resullere indirilen vahyi bilgilere iman edip yaşayanlarla konuşma şeklidir. Bütün Müslümanım diyen insanlar, Allah ile elçi aracılığı ile konuşmaktadır.

 

33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

 

Son nebi ve resul ile Allah peygamberlik ayetini kaldırmış, yerine her örnekten bir örnek verdiği hiçbir eksiğin bırakılmadığı şimdiye kadar bozulmamış kıyamete kadar bozulmayacak olan,  Kur’an’la insanlara Allah mesajını iletmektedir. O Kur’an yaklaşık bin dört yüz yıldan bu tarafa bozulmamış ve kıyametin sonuna kadar bozulmadan Allah’ın insanlar eliyle koruması altında rehber olmaya devam edecektir.

 

15/9. Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.

 

Tekrar “Mele-i Ala” ile ilgili anlattıklarımızı özetlemeye çalışalım.

 

Saffat suresi sekizinci ayette geçen şu ifade bizim konumuzu anlatmaktadır.

 “Ki onlar, Mele’i A’la’ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;”

 

Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında Allah bilgi vererek kalbinde maraz olanlar ne kadar çelişki ve çarpıklık arasalar da çarpıklık ve çelişki bulamayacaklarını izah edilmektedir. Aklını kullanan ve doğru yolda yürümek isteyen insanlara hiçbir şekilde zarar vererek hiçbir şey yapamayacaklarını onları kandırmak için yaldızlı sözler söyleyip kandırma aldatma çabalarının geçerli bir delili olmadığı anlatılmaktadır.

 

Sad suresi altmış dokuzuncu ayette de “ “Mele-i Ala (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiçbir bilgim yoktur.”

Gönderilen vahiylerde çelişki arayanlara da Allah Kur’an ile meydan okumaktadır. Dikkat ederseniz bu ayette geçen mele-i Ala ifadesi saf suresinde geçen mele-i ala ifadesinden farklı olduğu gözlenmektedir. Bu ayette tartışma kelimesi geçmektedir. Kur’an’da itilaf ve tartışma geçen ifadeler hep yaratılışta vermiş olduğu sözden cayan Rabbin yolundan sapan önde gelen kâfirler için kullanılmıştır.

2/ 23- Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’an)’dan şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın.

2/24- Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kâfirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının.

Allah İki ayette yaratılan evren ile gönderilen vahiyler arasında tam bir uyumluluk olduğu bildirilmektedir. Gözünü dört açan insan için, evrende ve Kur’an’da muazzam bir uyumluluk olduğu fark edilecektir.  .

Yani mele-i Ala Allah’ın yarattığı çelişkisiz evren yasaları ile Allah’ın gönderdiği çelişkisiz vahiy yasaları arasında tam bir uyumluluk olduğu vurgulanmaktadır. bilgilerdir. Hakkında tartışma yapanlar halkın önde gelen inkâr eden ve zulmeden kâfir olanlardır.

 

38/70- “Bana ancak, yalnızca apaçık bir uyarıcı olduğum vahyolunmaktadır.”

 

İBLİS ŞEYTAN MELEK ÂDEM-İNSAN!

38/71- Hani Rabbin meleklere: “Gerçekten Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım” demişti.

Yeryüzünde Allah’ın kendisine muhatap olarak kabul ettiği tek varlık insandır. Hâşâ İnsan ne Allah gibi bir yaratıcı, ne de melekler gibi kumanda ile hareket eden varlıklardır. İnsan; dünya hayatında kendisinde var olan, akıl takva ve iblis olgusu ile diğer meleklerden ayrılmaktadır. Her insan erginlik döneminden bunaklık ve ölüm dönemine kadar geçen süreç içerisinde imtihana tabi tutularak emanet ve sorumluluk yüklenmektedir.

Kâinatta yaratılmış olan, temel olarak iki varlık vardır. Melekler ve âdemoğlu şemsiyesi altında olan bütün insanlardır. Yeryüzünde ve kâinatta yaratılmış olan, bütün varlıklar insan yaratılmadan önce yatılmışlardı. Göklerde ve yerde yaratılmış en son varlık insandır.

76/1- Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.

İnsan; Tabiri caizse yeryüzünde bütün meleklerin özelliklerini taşıyan mükemmel bir varlıktır. Bir başka ifadeyle kâinatın küçültülmüş, yoğunlaştırılmış halidir. Göklerde ve yerde olan bütün varlıkların özelliklerini taşıdığı halde, İnsanın bütün özelliklerini taşıyan hiçbir varlık yoktur. Allah katında insanın ne kadar önemli ve değerli olduğunu bildiren bir ayeti nakletmeye çalışalım.

25/77. De ki: ‘Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.’

38/75- (Allah) Dedi ki: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?”

Allah kendi rabliğini inkâr edenlere, şu soruyu sormamızı istemektedir.

31/25- Andolsun onlara; “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, tartışmasız; “Allah” diyecekler. De ki; “Hamd Allah’ındır.” Hayır, onların çoğu bilmezler.

43/87- Andolsun, onlara: “Kendilerini kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette: “Allah” diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?

Kâinatta yaratılmış olan hiçbir varlık hiçbir varlığın aynısı değildir. Aynı zamanda hiçbir varlık hiçbir varlıktan da bağımsız değildir. Bir İnsan vücudundaki bir damla kan, İnsanın bütün özelliklerini taşıdığı gibi kâinata yaratılmış olan insan kâinatın bütün özelliklerini taşımaktadır.

Helva; un şeker ve yağın birleşip damak zevkini ortaya koyan bir yorumudur. Helvanın içerisinde olan her madde helvanın özelliklerini yansıtır.

Her insan kendi icadını ve sanatını, gösterme isteği duyuyorsa, Allah da kendi sanatını, gösterecek birini yaratmıştır. Hâşâ Allah’ın buna ihtiyacı olduğundan değil, kendisine muhatap olan insanları denemek için yapmıştır.

67/ 2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Denenmek,  Sadece insanlar için vardır. Her aklı olan insana bir olay karşısında yapıp veya yapmama konusunda iki farklı ses gelmektedir. Bu farklı iki sesten her hangi birini mutlaka ama mutlaka tercih etmesi veya karar vermesi gerekir. Eğer vermiş olduğu karar Allah’ın istedikleri yönünde ise o sınavı kazanmış yoksa sınavı kaybetmiş demektir.

Ama meleklerde böyle bir seçenek yoktur. Onlara nasıl bir görev yüklenmiş veya kodlanmışsa o görevi yerine getirirler.

İnsanın bütün organları meleklerdense, İnsan hem sapma yoluna hem de bağışlanma yoluna gidebiliyorsa demek ki insana hem sapmayı teklif sunan hem de bağışlanmayı teklif sunan melek de var demektir.

İblis; İnsana sapmayı teklif sunan bir melektir.

Takva; insana bağışlanmayı teklif sunan bir melektir.

İnsan; Bu iki teklif karşısında kendi kararını kendisi veren yetkili ve sorumlu bir varlıktır. 

38/72- “Onu bir biçime sokup, ona Ruhumdan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın.”

Ruh, kelimesi Kuran’da yirmi iki yerde geçmektedir. Ruhun kaynağı Allah’ın kendisidir

Ruh; Yaratılmış olan bütün varlıklara kendi yaratılış istikametinde bilgi yüklenerek bilginin aktif hale dönüşmesidir.

Genelde ehli kitap ve İslam toplumlarında can ile ruh arasındaki fark anlaşılamamıştır. Dolayısı ile ruh ile can kelimesini biri birinin yerine kullanmışlardır.

Can; Dumansız ateşten yaratılmış olan enerjinin adıdır.

Beden; Topraktan yaratılmış olan et kemik hücreler ve organların bütünüdür. Bedene can gelirse beden fiile dönüşme hareketine hazır hale gelir. Yani doğar büyür ve ölür.  Ruh ise canlı bedende bütün hücre ve organların kendi görev alanları içerisinde, yaratılış gayesi istikametinde eyleme dönüştürmesini sağlar.

Öyle ise beden can ve ruh biri birlerinden ayrılmayan insan bütünüdür. Veya bir organizmadır. Beden candan ayrıldığı zaman ne can ne de ruh bir anlam taşımaz. Tıpkı buzdolabına enerji gelmediği zaman buzdolabının bir anlam taşımadığı gibidir. Buzdolabı soğutma ve dondurma işlemini enerji olmadan yapamıyorsa Beden de can olmadan bir başka ifadeyle enerji olmadan vücutta bulunan hücreler ve organlar bir iş yapamazlar.

Bütün canlı varlıkların yaratılış istikametinde eylem yapabilmesi için bir ruha ihtiyaç vardır. Konumuz insan olduğu için, insandan örnek vermeye çalışalım.

Eğer kalpte can olmamış olsaydı kendisinde var olan kanı hücrelere damarlara pompalama imkânı olamazdı. Aynı zamanda kirlenmiş olan kanı toplama görevini de yapamazdı. Kalp, bu görevi eylem haline dönüşmesini ruh üslenmektedir.

Şimdi, ayeti tekrar alarak anlamaya çalışalım.

38/72- “Onu bir biçime sokup, ona Ruhumdan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın.”

Âdem insan olmadan önce çocukluk aşamasında bir melekti.  Onun biçime sokulup ruh üflenmesi, ergenlik çağına ulaşıp insan olma aşamasında gündeme gelmektedir. İşte âdem tek seçenekli bir varlık konumundan çıkıp, iki seçenekli bir varlık haline gelince, Allah meleklere secde etmelerini emretmektedir. Dikkat çekmek istiyorum. Neden Allah meleklere çocuklar için, secde etmelerini emretmemiş de Âdeme veya insana secde edilmesini istemiştir?

Âdem tam donanımlı bir biçime sokulmadan önce, melekler gibi irade ve seçeneği olmayan tek seçenekli bir melek konumdaydılar. Değilse melek meleğe secde etmesi olamazdı. Ancak kendi kararını kendi verebilen bir insan konumuna gelince, ancak melekler secde edebilirlerdi. İşte o dönem ergenlik çağıdır. Bir başka ifadeyle biçime sokma Ruhtan üflenme dönemi insan olma dönemidir. Bir başka ifadeyle cennetten çıkma dönemidir. Yine bir başka ifadeyle attığı her adımdan, konuştuğu her sözden, yaptığı her davranıştan, hesaba çekileceği emanet ve sorumluluk yüklendiği bilincine ermiş olduğu dönemdir.

Meleklere secde etmeleri için, bu kadar değerli ve önemli olan insan, nasıl bir varlık onu tanımlamaya çalışalım.

İnsan; İki teklif sunucu meleğin muhatabı olan iki seçenekten kendi kararını kendisi verebilen emanet ve sorumluluk yüklenen irade sahibi olan, bir halifedir. O zaman insan için şöyle bir tanımda buluna biliriz. İnsan hem takva meleğinin teklifleri yönüne, hem de iblis meleğinin teklifleri yönüne eğilimli nötr bir varlıktır. Bir başka ifadeyle, İnsan hem kötülükleri yapmaya hem de iyilikleri yapmaya aday bir varlıktır.

Her insanda bu olgu akıl baliğ çağına erdiği zaman var olmaktadır. Yani dünya hayatında Allah’ın kendisine muhatap olarak aldığı insanı denenmeye tabi tutulabilmesi için iki tercihten birini seçmesi gerekir İnsan ister takva meleğinin yolunda ister, İnsan isterse iblisin teklifleri yönünde, kendi kararını kendisi vermekle özgür iradesi ile baş başa bırakılarak denemeye tabi tutulmaktadır.

 

67/2. O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

38/73- Meleklerin hepsi topluca secde etti;

Meleklerin topluca secde etmeleri, yukarıda anlattığım gibi insan hangi yönde karar verir o yolda yürürse melekler insan emrine boyun eğerek insan emirlerine amade olması demektir.  Dilerseniz, müşahhas bir örnek vererek olayı biraz açmaya çalışalım. Bir bıçak senin yemek yapmak, soğan doğramak için sana hizmet etmektedir. Hem de aynı bıçağı birini öldürmek için kullanırsan senin emrini yerine getirmektedir. İşte meleklerin secde etmesi insanın karar verdiği yönde hizmet etmesi anlamında kullanılmıştır.

38/74- Yalnız İblis hariç. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.

 Daha önce bu konuları defalarca izah etmeye çalıştım. Yine de kısa da olsa, izah ederek ayetlerin ne demek istediğini, açıklamaya çalışalım.**************

Kur’an’a göre göklerde ve yerde biri birinden farklı İki varlık olduğu görülmektedir. Evrende yaratılmış olan bütün varlıklar sebep ve sonuç ilişkisine bağlı olarak ilkeli bir şekilde yaratılmıştır. Yaratılmış olan bütün varlıklar istisnasız hepsi, ikişerli olarak yaratılmışlardır. O zaman diyebiliriz ki, evrende birisi emanet ve sorumluluk yüklenen varlıklardır. Kur’an’da bunun karşılığı insandır. Diğer varlıklar ise emanet ve sorumluluk yüklenmeyen varlıklardır. Kur’an’da bunun karşılığı meleklerdir.   

Kâinatta yaratılmış olan bu iki varlık dışında hiçbir varlık yoktur. Gözünü etrafa çevirip gezdir, görebildiğin ve göremediğin bütün varlıklar, ya melekler kategorisindendir, ya da âdemoğlu şemsiyesi altında insanlar kategorisindendirler.

İnsanların fiziki olarak bedenini meydana getiren bütün organları melek olduğu gibi, aynı zamanda insanların psikolojik yapılarını temsil eden, iblis ve takva olgusu da birer melektirler.

Bir başka ifadeyle İnsanların her organı bir melektir ama insanın kendisi melek değildir. Çünkü bütün melekler kendilerine kodlanmış bilgiler çerçevesinde hareket ederler. Ama insana gelince İnsan iyilik ve kötülükleri yapma konusunda kendi kararını kendisi vererek hareket ederler. İşte insanların denenmesi bu aşamada gündeme gelmektedir.

İblis, melekler kategorisinden olup görevi sadece insanlara, inkârı isyanı fuhuş’u adam öldürmeyi teklif sunmakla görevli bir melektir.   Bunun karşısında bir de takva meleği vardır. Bu melek de insana İblisin verdiği teklif sunduğu zaman, takva meleği hemen devreye girmektedir. Takva meleği yaratılırken Allah’a vermiş olduğu sözü hatırlatarak kötülüğü yapmama konusunda insana uyarı vermektedir. Bu olay aynen bilgisayarlarda olan virüs ve anti virüs gibidir.

İblis ve takva meleği aynı zamanda insanın denenme sürecinin başlaması olan ergenlik yaşında gündeme gelmektedir. Çocuklarda delilerde ve bunaklarda ne iblisin ne de takvanın yeri ve önemi yoktur.

O zaman, İblis melekler kategorisinden olup, insanı isyana inkâra ve kötülüklere sapmayı teklif sunmakla görevli bir melektir.

Eğer insana İblis diye bir melek yüklenmemiş olsaydı, kâinatta yaratılmış olan melekler gurubuna dâhil olurlardı. O zaman erkek kadın her ikisi de melekler kategorisine girer, dolayısı ile emanet ve sorumluluk yüklenmezdi.

7/ 20. Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.’

38/75- (Allah) Dedi ki: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?

Ayette İblisi Allah lisanı haliyle konuşturulmaktadır. Genelde bütün müfessirler İblisin insan dışında insanı saptırmakla görevli bir varlık olduğu konusunda fikir birliği içerisindedirler. Oysa İblis İnanın insan olmasını tamamlayan meleklerden birisidir. İblis yoksa insan da yoktur. İnsan var olduğu, iblis var olmaya devam edecektir İnsan ya iblisle isyan ve inkâr ederek kötülüklerle buluşur. İnsan ya da takva ile buluşursa iman eder ve salih amel işleyebilmektedir. İblis ve takva meleklerinin, tarlası tabiri yerindeyse insandır.

İblisin teklifleri yönünde yapılan bütün amelleri Kur’an yasak ağaç olarak tanımlamaktadır. İblis ağacının meyvelerinden beslenen ve nemalanan bütün insanlara Kur’an genel başlık altında ehli kitap ve müşrik olanlara cin sıfatı kullanmaktadır.

18/ 50- Hani meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik; İblisin dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.

Bütün insanlar yaratılırken istisna yapılmadan hepsi “Rabbim Allah’tır” demişlerdi. Ama ne yazık ki, insan İblisin ona verdiği vesveselerle yaratılışta vermiş olduğu sözden caymış, tercihini o yönde kullananlar azgınlaşarak rabbin yolundan uzaklaşıp Cin veya şeytan olmuşlardır. İşte İblisin cinlerden olması bu anlama gelmektedir. Yani bütün cinler iblisinin soyundandır. Bir başka ifadeyle bütün puta tapıcılar ve ehli kitap olan müşrikler. Cin soyundandırlar. Bir başka ifadeyle İblis bir melektir. İblis ile yaşamını düzenleyen insanlar cin şeytan kafir sıfatı taşımaktadırlar.

2/ 34. Ve meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.

İblis ne cindir, iblis ne de kâfirdir. O zaman iblis bir melek ise, iblis ile iş birliği yapan insanlar cin şeytan ve kâfir olmaktadırlar.

İblisin secde etmemesi insanın iblisin teklifleriyle hayatını Allah’ın emirleri dışına çıkarak yaşam sürmesi anlamını taşımaktadır. Yani insanlardan inkâr eden, isyan eden, küfür bataklığına gömülen insanlar, işlevlerini iblis ile icra etmektedirler.  

38/76- Dedi ki: “Ben ondan daha hayırlıyım; sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”

Burada İblisin kibir büyüklenme ve inkâr etme olgusunun insanla bütünleşmesinden söz edilmektedir. Kim iblisin teklifleri yönünde karar verip, tercih etmişse o yeryüzünde büyüklenen kibirlenen ve inkâr eden, kavimleri oluşturmaktadır. Yani iblis ile iş birliği içinde olan insan bulunmuş olduğu konumda zenginlik makam koltuk farklılığını insanlar arasında üstünlük olarak göstermesidir.

38/77- (Allah) Dedi ki: “Öyleyse oradan (cennetten) çık, artık sen kovulmuş bulunmaktasın.”

Allah İblisin insana sunmuş olduğu vesvese ve teklifleri İnsanın kabul etmemesi gerektiği konusunda uyarı vermektedir. Kim iblisin tekliflerine aldanarak  ehli kitap, kâfir ve şeytan olmayı dilerse bu yolda olan davranışları Allah kabul etmediğini bildirmektedir.

38/78- “Ve şüphesiz, din (kıyametteki hesap) gününe kadar Benim lanetim senin üzerinedir.”

Gökleri ve yeri yaratan Allah, insanlara dünya hayatında dilediği her şeyi verdiği halde İnsanlardan Allah’ı ilah ve rab kabul etmeyip Allah’ın dışında olanları ilah ve rab kabul etmeleri gerçekten nankörlüktür.  Allah da ibadet ve kulluğu kendisine değil de hak etmeyenlere yapmasını asla hoş görmemektedir.

38/79- Dedi ki: “Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.”

Burada Allah bir olayı anlatırken edebi sanatlarda olduğu gibi hüsnü- tahlil sanatı yaparak anlatmaktadır. Yani, sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak anlatılma sanatıdır. İblis olgusu iblis istese de istemese de zaten insan var olduğu sürece var olmaya devam edecektir. Çünkü iblis insandan ayrı bir varlık değil, insanın ana parçası olan bir melektir. Öyleyse insanlar kıyamete kadar yaşadığı sürece iblis de ister istemez var olmaya devam edecektir.

38/80- Dedi ki: “O halde, süre tanınanlardansın.”

Bu süre ne kadar? İnsanların yok oluşuna yeniden diriltilip denenme sürecinin bitişine kadar var olmaya devam edecektir. Aşağıdaki ayet de onu izah etmektedir.

38/81- “Bilinen vaktin gününe kadar.”

Bilinen vakit yeryüzünde bir tek insan kalmayıncaya kadar devam edecektir.

38/82- Dedi ki: “Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlaka azdırıp-kışkırtacağım.”

Evet, azıp sapmış olan insanların hepsi İblisin tekâliflerini kabul eden insanlardır. Öldürme, hırsızlık, gasp, yaralama halkı fırkalara bölüp parçalayarak onları köleleştirme zina inkâr, yoldan sapma ile ilgili ne kadar insanların olumsuzluklar yönünde almış olduğu karar ve eylemler hep iblisin mahsulüdür bir başka ifadeyle meyvesidir. Bir başka ifadeyle yasak ağaçtır.

38/83- “Ancak onlardan, muhlis olan kulların hariç.”

İblisin tekliflerinin sökmediği insanlar Samimi ihlaslı yaratılışta vermiş olduğu sözün arkasında duran insanlardır. Maalesef bu tip insanlar çok azı teşkil etmektedir. İnsanların kahır ekseriyeti iblisin ağacından nemalanarak doğru yoldan sapmaktadırlar.  

38/84- (Allah) “İşte bu haktır ve Ben hakkı söylerim” dedi.

Demek ki, İki farklı yol var. Birisi rabbani yol, Bu Allah’ın nebiler aracılığı ile gönderdiği vahiyler çerçevesinde yaşanan yoldur. Diğeri ise, gayrı rabbani yoldur. Bu da Allahlın vahiylerle çerçevelediği yolun dışında olan yüzlerce yollardır.  Bu yollardan birisinin tetikleyicisi takva, diğerinin tetikleyicisi ise iblistir. Birisinin yolu insanları cennete, diğerinin yolu da insanları cehenneme götürür. Allah kimseyi kendisi istemedikçe ne cennete ne de cehenneme atar. Kedisi ancak kendi kendisinin istek ve davranışları ile gideceği yere kendisi karar verir ve gider. Allah kimseye zulüm yapmaz kimseye özel bir torpil de yapmaz.

38/85- “Andolsun, senden ve içlerinde sana tabi olacak olanlardan tümüyle cehennemi dolduracağım.”

İblisin yolunu tercih eden ve davranışlarını yasak ağaçtan yiyerek hayatlarını sürdürenler, ayette de belirtildiği gibi ahiret âlemindeki yeri ebedi cehennemdir. Kim de dünya hayatında yol tercihini takva yönünde kullanır helal ağaçtan nemalanırsa ahiret hayatında yeri ebedi cennettir. Kim dünya hayatında ne ekerse ahiret hayatında onu biçecektir. Dünya hayatında kötülük ekenler ahiret hayatında cehennem biçeceklerdir Dünya hayatında iman eden ve Salih amel işleyenler ahiret hayatında cennet biçeceklerdir. Bu Allah’ın kesin bir vaadidir. Allah vadinden asla dönmez.

38/86- (Ey Peygamber) De ki: “Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim.”

Bütün peygamber ve Allah dostları Allah’ın dinini anlattıklarından dolayı ücret almazlar, almamışlardır. Kulakları çınlasın. Dini ticaret malzemesi haline getirip kendi menfaatleri için satan gizleyen şeyhlere, cemaat liderlerine, Allah kesin olarak dini bir ticaret aracı olarak kullananlara kesin bir uyarı yapmaktadır.

38/87- “O (Kur’an), âlemler için yalnızca bir zikir (öğüt ve hatırlatma)dir.”

Kur’an, insanların dünya hayatında düzgün bir yol yöntem takip etmek isteyenlere Allah tarafından çizilip gönderilmiş bir hayat projenin adıdır. Nasıl, bir mühendislik projesi varsa mühendisler icraatlarını eylemlerini bu projeye göre gerçekleştirmektedirler. Müslüman olalar da inanç ve yaşamlarını Kur’an’ın gösterdiği rotada sürdürmek zorundadırlar. Bir ayetle taçlandıralım.

6/ 162. De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.’

38/88- “Gerçekten onun haberini bir zaman sonra öğreneceksiniz.”

İşte o haber inanmayanlara ahiret âleminde verilecektir. Ahiret âlemine karşı görmeyen gözler görür hale gelecek işitmeyen kulaklar işitir hale gelecek hissetmeyen kalp de hisseder hale gelecektir.

5/36- Gerçek şu ki, inkâr edenler, yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa, bununla da kıyamet gününün azabından (kurtulmak için) fidye vermeye kalkışsalar, yine onlardan kabul edilmez. Onlar için acı bir azab vardır.

 

Burada Sad suresinin tefsirini bitirmiş bulunmaktayım. Benim yortularımı sakın olarak Kur’an olarak görmeyin. Ben sadece Kur’an’dan anladıklarımı dilimin döndüğü gücümün yettiği kadar aktarmaya çalıştım.

Doğrularım gökleri ve yeri yaratan Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.