72- CİN SURESİ TEFSİRİ

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;

Cin suresi, Kur’an sıralamasına göre yetmiş iki, nüzul sırasına göre kırkıncı sure olup, yirmi sekiz ayetten ibarettir. Mekke’de nazil olmuştur.

Kur’an içerisinde yaklaşık olarak kırk bir yerde cinlerle ilgili ayet geçmektedir. Genel olarak İslam toplumlarında Cin deyince, akla beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış gözle görülemeyen varlıklar olarak tanımlanmış ve öyle bilinmektedir.

Kur’an’ın hiçbir yerinde, cinlerin dumansız ateşten yaratıldığı ile ilgili bir ayet yoktur. Kur’an’ın iki sure ve iki ayette canın dumansız ateşten yaratılmış olduğu ile ilgili ayet geçmektedir. Her nedense sanki bütün mütercimler, sözleşmişler gibi, can kelimesini Kur’an’ın orijinal metninde cin geçmediği halde ya direk meallere cin diye yansıtılmış, ya da Can’ı değiştirmeden yazarak tırnak içerisinde cin yazarak cin olduğu ima edilmiştir.

Şimdi isterseniz Kur’an içerisinde can ve cin kelimesinin orijinal metnini de aktararak, hem arapça bilenlere bir ders vermek, hem de arapça bilmeden, Kur’an’ın doğru anlamak isteyenlere tercüman aracılığı ile Kur’an’ı doğru anlamak için yoğunlaşanlara Kur’an doğru tercime edildiği zaman,  Kur’an’ı doğru anlayabileceklerini, göstermek istiyorum.

 / وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مّ 26

Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).

15/26- Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.

وَالْجَآنَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ

Vel cânne halaknâhu min kablu min nâris semûm(semûmi).

15/27- Ve Cann’ı da daha önce ‘nüfuz eden kavurucu’ ateşten yaratmıştık.

لَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ

Halakal insâne min salsâlin kel fehhâr(fehhâri).

55/14- İnsanı, ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı.

وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ

Ve halakal cânne min mâricin min nâr(nârin).

55/15- Cann’ı (cinni) da ‘yalın-dumansız bir ateşten’ yarattı.

Yukarıda Hicir ve rahman suresinde geçen Can’ın kelimesini ile ilgili ayetlerin Arapça ve Türkçe yazılış ve okunuşunu vermeye çalıştık.

Onlara, Cinlerin dumansız ateşten yaratıldığına dair hiçbir ayet yok dediğimde, onlar yukarıda vermiş olduğum ayetleri örnek olarak göstermektedirler. Tekrar onlara orada cin değil can geçmektedir. Nasıl olur da cin diye tercüme ediyorsunuz? Deyince de Can cinin çoğuludur demektedirler.

Şimdi de Kur’an’ın orijinal metninde çoğul olarak kullanılan cin kelimesi nasıl yazılmış ona bir bakalım.34/14- فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ

34/14-Fe lemmâ kadaynâ aleyhil mevte mâ dellehum alâ mevtihî illâ dâbbetul ardı te’kulu minseeteh(minseetehu), fe lemmâ harre tebeyyenetil cinnu en lev kânû ya’lemûnel gaybe mâ lebisû fîl azâbil muhîn(muhîni).

34/ 14- Böylece onun (Süleyman’ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

Cinlerin dumansız ateşten yaratıldığını iddia edenlere soruyorum cin kelimesi Kur’an’da demek ki çoğul olarak kullanıldığında, cinnu en lev kânû ya’lemûnel gaybe mâ lebisû fîl azâbil muhîn(muhîni

“Cinnu “ Diye geçmektedir

O zaman can kelimesi cinlerin çoğulu diye söyleyenler söyledikleri bir belgeye dayanmadan zan ve tahminle yalan söyledikleri anlaşılmaktadır.

Şimdi Kur’an okuyan kardeşlerime Kur’an’da geçen cin kelimesi ile ilgili ayetleri okurken cinlerin dumansız ateşten yaratılmış olan varlıklar olmadığını, görmekteyiz. Ancak insanların yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünden cayarak tercihini gayrı rabbani yolda kullanan insanlardır. Bir başka ifadeyle inanç ve yaşam biçimlerini iblisin teklifleri yönünde kullanan ehli kitap ve müşrik olan insanlardır. Bu tip insanlar, yasak ağaçtan nemalanan Allah’ın insanlardan yapılmaması gereken davranışları yapan, ehli kitap ve kâfir olan insanlar için kullanılmıştır.  

Şimdi bu gözle bakarak cin suresini ayetler arasında çelişkiye düşmeden tefsir etmeye çalışalım.

CİN SURESİ;

72/1-De ki: “Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur’an dinledik”

Kur’an’da kullanılan “De ki” ifadesi genelde, Allah’ın göndermiş olduğu peygamberleri kitapları ve ahiret âlemini inkâr eden Puta tapıcı kâfir ve müşrikler için kullanılmaktadır.  Ancak bazen de kitap ehli için de kullanılmıştır. Yani Kur’an gelmeden önce hazreti Musa ve hazreti İsa’ya inandığını iddia eden, fakat vahiy orijinli dinden sapan, Yahudi ve Hristiyanlar için de kullanılmıştır. İşte konumuzla ilgili geçen cinler Yahudi ve Hristiyan olan insanlardır. Kur’an’da geçen sure ve ayetlerden birkaç tane örnek ayet verelim.

109/1 De ki: ‘Ey kâfirler

3/ 64- De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.” Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.”

De ki, İfadesi ehli kitap olanlar ile kâfirler, hazreti Muhammed’in peygamber olduğuna iman etmedikleri için Allah, onlarla peygamber aracılığı ile konuşmaktadır.  Başak’a bir ifadeyle Allah onları kendisine muhatap bile kabul etmemektedir.  

Yani, Cin suresinin birinci ayetinde muhatap olan insanlar ehli kitap olan insanlardır. Bilindiği gibi, Kur’an’da geçen bir kelime ve ayetin karşılığı mutlaka Kur’an içerisinde geçen benzeşen başka ayetlerde, aranmalıdır. Bakınız ahkâf suresinden birkaç tane cinlerle ilgili ayet aktaralım.

46/ 29- Hani cinlerden birkaçını, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: “Kulak verin;” sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.

46/30- Dediler ki: “Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitap dinledik; hakka ve doğru olan yola yöneltip-iletmektedir.”

46/31- “Ey kavmimiz, Allah’a davet edene icabet edin ve O’na iman edin; günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.”

46/32- “Kim Allah’a davet edene icabet etmezse, artık o, yeryüzünde (Allah’ı aciz bırakacak değildir ve onun O’ndan başka) velileri yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” 

Demek ki, peygamberden Kur’an dinlemek için gelen cinler, beş duyularla algılanamayan gözle görülmeyen varlıklar değil, Musa peygamberin İsa peygamberin dininde olduğunu zanneden Yahudi ve Hristiyan topluluklar, olduğu anlaşılmaktadır. Cin suresinde cinlerle ilgili bahsedilen ayetler peygamberden Kur’an dinleyen cinlerinde Yahudi ve Hristiyanlar olduğu anlaşılmaktadır.

72/2- “O (Kur’an), ‘gerçeğe ve doğruya’ yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.”

Ayette bahsedilen ortak koşma olayı hem Yahudi toplumlarında hem de Hıristiyan toplumlarında bulunmaktadır.

9/ 30- Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler; Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?

9/31- Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.

72/3- Elbette, Rabbimiz ’in şanı Yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”

Yahudi olanlar, Müslüman olduktan sonra kendi kavimlerinin yaptıkları yanlışlıklara dönüp baktıklarında ne kadar yanılmış olduklarını anlayabilmişlerdir.

72/4- “Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah’a karşı ‘bir sürü saçma şeyler’ söylemişler.”

Bu günkü tarikatlar, mezhepler, cemaatler, aklına ne kadar vahiy yolundan sapmış insan gurupları varsa, hepsi şeyhlerini efendilerini Allah’a ortak koşmaktadırlar.  

72/5- “Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık.”

Bu tip insanlar, uyarıcılara karşı kapalı gözleri açılan, tıkanmış kulakları işitir hale gelen, hissetmez kalpleri hisseder hale gelince kendi kavimlerinin gitmiş olduğu yolların yanlışlığını fark ederek vahyin yoluna dönen insanlardır.

Kur’an, insanların kendilerine dışardan gelen bilgilere karşı, beyin antenlerini her türlü bağımlılıklardan uzaklaşmış olan insanlara kendisini açmaktadır. Bu gün kendilerini şeyh mehdi ilan edenlerin peşinde giden ve onların yapmış oldukları yanlışlıkları aradan otuz kırk yıl takip ettiği halde fark edemeyen, birçok bağımlı insanlar bulunmaktadır. Ne zaman onların yapmış oldukları yanlışlıklara yanlış diyen bir uyarıcı gelince o uyarıcıya kulak verenler olursa onu dinleyip farkı fark eden insanlar, kendilerini değişmektedirler.

72/6- “Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.”

Bu gün ehli kitap ve müşrik olan insanlar diğer insanlara göre, ilim ve teknoloji sahasında daha ilerde olduğu gözlenmektedir. Bu sebepten dolayı onların dünya rol modelliğini, üslenmektedir. Bir başka ifadeyle bu gün İslam toplumlarının geri kalmışlığı batı toplumları kendilerine ilah konumuna getirmektedirler. Kur’an’ın ifadesi ile batı laik seküler, Yahudi Hristiyan olması onlar cinlerin ta kendileridir.

72/7- “Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.”

 Daha önceki ayetlerde geçen cinler, ehli kitap olan insanlardı. Bu ayette söz konusu olan cinler ise Kur’an’ın puta tapıcılar diye isimlendirdiği ateist ve deist olan cinlerdir. Bunlardan ateist olanlar Allah’a, Allah’ın göndermiş olduğu kitaplara peygamberlere ve ahiret hayatını tanımayan insanlardır.

Bu cinlerden bir kısmı da deist olan cinlerdir. Deist olan cinler Allah’ı var ve bir olduğunu kabul ettikleri halde Allah’ın rab olduğunu kabul etmemektedirler. Bir başka ifadeyle Allah’ın gönderdiği peygamberleri kitapları cibrili ve ahiret hayatını ret etmektedirler.  Kur’an’dan bunların her iki tip insan için, ayetlerden örnekler verelim.

Ateist olanlara Kur’an şöyle hitap eder.

2/28- Nasıl oluyor da Allah’ı inkâr ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz.

Deist olanların ateist olanlardan tek farkı, Allah’ı kabul etmektir. Kur’an bunlar için de şöyle söyler.

39/38- Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette “Allah” diyecekler. De ki: “Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O’na tevekkül etsinler.”

43/87- Andolsun, onlara: “Kendilerini kim yarattı?” diye soracak olsan, elbette: “Allah” diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?

Kur’an’a göre, deist ve ateist olanların, her ikisi de peygamberliği kabul etmezler. Dolayısı ile Allah’tan gelen kitapları ve Ahiret hayatına da inanmazlar. Dolayısı ile her ikisinin ortak görüşünü Kur’an şöyle tasvir eder.

23/35- “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaat ediyor?”

23/36- “Heyhat, size vaat edilen şeye heyhat…”

23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”

Allah ise sadece, kendi rabliğini kabul edilmesini istemektedir. Allah’ın Rabliğini kabul etmek demek, onun göndermiş olduğu nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy orijinli kitapların ortaya koyduğu kurallarına göre inanmak ve yaşamaktır.

6/ 162. De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.

İşte Allah’ın varlığını kabul etmemekle,  Allah’ı kabul ettiği halde Allah’ın rab olduğunu kabul etmedikten sonra, Allah katında hiçbir anlam ve önemi yoktur. Bir başka ifadeyle deist ve ateist olanlar arasında yaşam kuralları bakımından hiçbir farklılık, yoktur.

72/8- “Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.”

Bu ayette bahsedilen gök kelimesi dünya dışında hem uzay cisimlerinden ay yıldızlar güneş galaksiler ve meteorlar
anlamında, hem de yer kürede yaratılmış olan bütün hayvanlar bitkiler denizler göller anlamında da kullanılmıştır. Mülk suresinde bu olay, şöyle anlatılmaktadır.

67/3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

67/5- Andolsun, Biz en yakın olan göğü (dünya göğünü) kandillerle süsleyip-donattık ve bunları, şeytanlar için taşlama-birimleri (rücum) kıldık. Onlar için çılgınca yanan ateşin azabını hazırladık.

İşte ayette geçen şihab kelimesi hem evrende yaratılmış olan varlıklar arasında kendi içinde çelişki tutarsızlık olmadığını, hem de indirilmiş olan Kur’an’ın kendi içerisinde bir çelişki olmadığını belirtmektedir. Asıl önemli olanı Allah’ın yaratmış olduğu evren yasaları ile indirmiş olduğu vahiy yasaları arasında bir tutarsızlık olmadığı ve uyum içerisinde olduğu anlatılmaktadır.

30/ 30. Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir Hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

72/9- “Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.”

 Ayette geçen, oturma yerleri ifadesi, bazı insanların bilmediği göremediği konularda onları yanıltmak için ortaya attıkları bazı büyücü hileleridir. O peygamberden Kur’an dinleyen cinler yapmış oldukları yanlışlığın farkına vararak, şu itirafta bulunmaktadırlar.

7/86- “O’na iman edenleri tehdit ederek, Allah’ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.”

7/16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”

İblisin görevi insanlara inkârı isyanı fuhuşu ahlak bozukluğunu adam öldürmeyi teklif sunmakla görevli bir melektir. İnsanlar eğer iblis olmamış olsaydı insanlar da birer melek olurlardı. Dolayısı ile asla kötülük yapma diye bir durumu olmazdı. İnsanı insan yapan ve insanları diğer varlıklardan ayıran özellik, İblisin teklifleri ile insan yaratılışta verdiği sözden caymaktadır.

7/ 20. Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.’

Kur’an’a göre bütün melekler kendilerine kodlanmış olan bilgilerle görevlerini icra ederler. İblis bir melekse ki melektir. O da kendisine kodlanmış olan bilgilerle görevini icra etmektedir. O zaman insanın yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünden caymayı teklif sunmakla görevlidir. Bunun karşısında da bir de takva meleği vardır. O da insana yaratılışta vermiş olduğu söze sadakat göstermeyi teklif sunmakla görevli bir melektir. Eğer insanın öz yapısında kötülükleri teklif sunan iblis meleği olmamış olsaydı erkek olsun kadın olsun her ikisi de birer melek konumunda olurdu. O zaman insanların denenmesine de gerek kalmazdı. Aynı zamanda cennet cehennem diye mükâfat ve ceza yeri olmasına da gerek kalmazdı.

İblis de dâhil bütün melekler tek seçenekli varlıklar, birer melektir. Ama insana İblis yüklenince ergenlik yaşından sonra iki teklif sunucu melekle karşı karşıya kalmakla birlikte, iki seçenekli bir varlık konumuna dönüşmektedir. Denenme süreci ergenlik çağına gelince başlamaktadır. İşte Allah’ın değer verdiği ve imtihana tabi tuttuğu tek varlık insandır.

25/ 77. De ki: ‘Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.’

Dua kelimesi konusuna daha önce değinmiştik. Ancak konunun doğru anlaşılabilmesi için ayette kastedilen duanın ne anlama geldiğini anlamak için kısacık da olsa bilgilendirmek istiyorum. Önce insanı tanımlayarak işe başlayalım.

İnsan; Hem iblis meleğinin tekliflerine karşı eğilimli, hem de takva meleğinin tekliflerine karşı eğilimli nötr bir varlıktır. Bir başka ifadeyle gerek takvanın yönünde, gerekse de iblisin yönünde karar kılmamış olan halidir.

O zaman evrende yaratılmış olan varlıkları Kur’an iki ana çatıda ele alarak değerlendirmektedir. Birisi melekler, diğeri ise, insanlardır. İşte insan rüşt yaşına gelince kendi kararını kendisi vererek gerek iblisin, gerekse de takvanın yolunda mesafe veya ilerleme kaydetmektedir. Dünya hayatında insan hangi yönde tercihini kullanır ve karar verirse, Allah asla insanın yol tercihini kullanma konusunda kararına müdahale etmez. İnsanlara dünya hayatında gönderilen vahiyler dışında ne özel bir yardımı ne de özel bir engeli bulunmaktadır. Bu anlamda inansın veya inanmasın melekler insana secde etmekle görevlidirler.  

Ama Allah yol tercihini, iblisin teklifleri yönünde ve yasak ağaçtan nemalanarak kullananların dualarından icabet etmekle birlikte razı olmadığını olmayacağını vurgulamaktadır. Duasını takva meleğinin teklifleri yönünde yapan gönderilen vahiyler çerçevesinde iman edip salih amel işleyenlerin dualarına icabet etmekte, Aynı zamanda bu tip insanlardan razı olacağını bildirmektedir.

67/ 2. O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Demek ki insanların denenme süreci, iblis insana yüklenmesi ile başlamaktadır. O da ergenlik çağından bunaklık ve ölüm dönemine kadar geçen bir süreci kaplamaktadır.

Eğer insan iblisin teklifleri yönünde karar verirse ve yasak ağaçtan nemalanır hayatını sürdürürse Kur’an bu yolda olan insanlara genel bir başlık altında cin sıfatı yüklemektedir. İşte ehli kitap ve müşrik olan yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” diye verdiği sözden cayan insanların tümü cin diye anılmaktadır. Eğer insan helal olan ağaçtan nemalanır veya takvanın teklifleri yönlüde karar verirse, Kur’an bu tip insanlara, Müslüman sıfatı yüklemektedir.

Şeker ve su karıştırılmadan önce ayrı ayrı maddelerdir. Ama şekerle suyu karıştırırsan o karışıma ne şeker ne de su diyebilirsin. Ancak her iki maddenin karışımı içinde barındırarak şekerli su veya şerbet olarak anılabilir. Aynen onun gibi,  İblisle insan birleşirse bu birleşim insana cin sıfatı yüklemektedir. Yani bu insanın yaşamı inkâr isyan fahşa ile kötülüklerle buluşursa cin olmaktadır.

Takva ile insan buluşur kötülüklerden kendisini arındırırsa Müslüman olmaktadır. O zaman Kur’an’ın ifadesiyle cinler insandan ayrı yaratılmış olan bir varlık değil, İblis ile buluşan insanların sıfat almış halidir.  Bu söylediklerim birçok insanların ezberini bozacak ve kafalarda bir takım bazı Kur’an’da geçen insan ve cinlerle ilgili ayetleri anlamakta soru işareti bırakacaktır. Şimdi ilgili ayetlerden örnekler vererek olayı açıklamaya çalışalım.

51/56. Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.

Ayette cinleri ve insanları sanki yaratılış farklılığı olarak ayrı ayrı varlıklar gibi algılanmakta ve genelde öyle bilinmektedir. Şimdi konunun doğru anlaşılabilmesi için bazı ayetlerin doğru anlaşılıp Kur’an anlayışını doğru bir temele oturtmak gerekir.

33/72. Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Örnek olarak vermiş olduğum bu ayet, eğer doğru anlaşılabilirse Kur’an’da geçen birçok ayetin doğru anlaşılmasını sağlayan ait olduğu yere konulabilirse köşe taşı gibi ayetlerden birisidir.

O zaman bu ayeti doğru bir şekilde Kur’an ayetleri ve kevni ayetlere tezat teşkil etmeden anlamaya çalışalım.

Ayetten anlaşılması gereken temel mesaj şudur. Allah diyor ki, Ben gökleri yeri ve dağları yarattım. Onlara emanet ve sorumluluk vermedim. Bunların hepsi meleklerdir. Melekler kesinlikle yaratılış amacı Hem Allah’a secde etmektir. Hem de insanlara secde etmek için yaratılmışlardır. Onlar kesinlikle kendilerine verilen göreve asla suiistimal etmezler. Allah ne emretmişse emrini yerine getirmeyen hiçbir melek yoktur.

22/18. Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.

Demek ki, Evrende yaratılmış olan bütün varlıklar ya melekler kategorisindendir bunların hepsi istisnasız hepsi Allah’a secde etmektedirler. Ya da insanlar kategorisindendir. Bunlardan bazıları Allah’a secde etmekte birçoğu da Allah’a secde etmemektedir. Secde etmeyen insanlara Kur’an cin anlamı yüklemiştir. Onlarda nankör bozguncu zalim cahil olanlardır.

Kur’an evrende yaratılmış olan varlıkları birebirinden ayırırken melekler ve insanlar olarak tasnif etmiştir. Melekleri de iki kısma ayırmıştır. Rabbin yolunda giden insanlara secde eden meleklerdir. Bir de Rabbin yolundan sapan insanlara secde eden meleklerdir. Kur’an İnsanları da temel olarak iki kısma ayırmaktadır. Allah’a secde eden insanlar. Allah’a secde etmeyen insanlardır. Allah’a secde etmeyen insanlara genel başlık altında cin demiş. Allah’a secde eden insanlara da genel balık altında Müslüman demiştir.

6/130. Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve size bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: ‘Nefislerimize karşı şehadet ederiz’ derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.

Kur’an’da dikkat ederseniz genelde cin kelimesi geçince insan kelimesi ile beraber zikredilerek anılmaktadır. Ama bunun yanında insan kelimesi geçen bazı ayetlerde Müslüman olanlarla beraber zikredilerek anılmaktadır. Örnek verelim.

3/21. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.

22/75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Demek ki insan kelimesi inkâr edenlerle veya cinlerle beraber zikredildiği zaman iblisin soy ağacını oluşturan insanlar olduğu anlaşılmalıdır. Eğer İnsan kelimesi Rüsup ve Rabbani yolda yürüyen insanlarla anıldığı zaman Müslüman olduğunu anlamak gerekir.  Beşer kelimesi de nerede kullanılmışsa kullanıldığı yerde ne tarafta olduğu anlaşılmaktadır. Bunlara da örnek verelim.

11/27-Kavminden, ileri gelen inkârcılar: ‘Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, sizi yalancılar sanıyoruz’ dedi.

Bakınız bu ayette beşer kelimesini Kur’an kâfirler için kullanmıştır.

 

17/93-Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.’ De ki: ‘Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?’

 

Kur’an bu ayette de beşer kelimesini peygamber veya Müslüman olanlar için kullanmıştır.

 

Cinlerin beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış varlıklar olduğunu söyleyen ve inananlara, bu anlayışın yanlış olduğunu Kur’an’dan bazı ayetlerden örnekler vererek anlatmaya çalışalım.

 

17/95. De ki: ‘Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.’

Bu ayeti eğer doğru anlayabilirsek, Cinlerin de beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılan varlıklar olmadığını rahatlıkla anlayabiliriz. Yani inkâr edenlerin söylediği gibi gelen elçinin melek olması gerektiğini söyleyenlere Kur’an tokat gibi bir cevap vermektedir. Siz yeryüzünde tatmin bulmuş melek olsaydınız Allah size gökten tatmin bulmuş sizin cinsinizden meleklerden elçiler gönderirdi mesajı verilmektedir. Siz insan olduğunuza göre Allah da sizin içinizden sizden olan insanlardan elçi seçip göndermektedir.

Kur’an da geçen bu kadar farklı sure ve ayetlerden anlaşıldığına göre cinlerin insanlardan ayrı bir varlık olmadığı cinlere insanlardan elçi geldiğine göre onlar da insan olduğu üzerine basa basa vurgulanmaktadır. Bunla ilgili birkaç örnek verelim.

46/29. Hani cinlerden birkaçını, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: ‘Kulak verin;’ sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.
72/1. De ki: ‘Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur’an dinledik’

72/2. ‘O (Kur’an), ‘gerçeğe ve doğruya’ yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.’

Vermiş olduğum ayet örneklerinden de anlaşıldığı gibi, cinler insan olan bir peygamberden Kur’an dinleyip Müslüman olmuşlardır.

Kur’an içerisinde cinlere cinlerden bir peygamber geldiğini söyleyen hiçbir ayete rastlanmamaktadır. Aynı zamanda Kur’an’da cinlerin cennete gideceğine dair bir ayete de rastlamıyoruz.  O zaman cinler ne bir melektir. Ne de insanlardan ayrı bir varlıktır. Onlar kâfir olan istisnasız hepsi cehennemi dolduracak olan insanlardır.

11/119-Rabbinin rahmet ettikleri dışında. Onları bunun için yarattı. Böylece Rabbinin (şu) sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: ‘Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, (kâfirlerin) tümüyle dolduracağım.’

Her halde Kur’an’dan cinlerin ne olup olmadığı konusunda yeterli bir bilgiye ulaştığımız kanaatindeyim. Şimdi cin suresine kaldığımız yerden devam edelim.

İblisin şu söyledikleri asla akıldan çıkmaması gerekir. İnsanların önünden arkasından sağından solundan yaklaşarak saptıracağım demesi ayette verilen “’Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk.” Ehli kitap ve kâfir olanların insanları Allah’ın yolundan alıkoyması demektir.

72/10- “Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğruya iletici) bir hayır mı diledi?”

Ayette Kur’an önemli bir konuya dikkat çekmektedir. Her insan neden Kur’an’ın hakikatlerini gördüğü halde inkâr edip kendi kendilerini helake götürecek yolda yürümektedirler. Hayır, Allah yeryüzünde onlara bir kötülük istemedi. Ancak seçenekler içerisinde kötülüğü de koydu, iyiliği de koydu. Doğru yoldan sapan insanlar kötülükleri yapma tercihini kullandı. Allah da daha önce verdiği bir söz dolayısı ile onları adı konulmuş bir süreye kadar cezayı erteledi.

42/14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

Allah insanlara hem doğru yolu hem de yanlış olan yolları gösterip dünya hayatında dilediği yolda yürümesini, sonucuna katlanmak koşulu ile tercihini insanın kendi özgür iradelerine bırakmıştır.

76/2. Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören (biri) kıldık.

76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

72/11- “Gerçek şu ki, bizden salih olanlar vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.”

Cin kelimesini tarif ederken, yaratılışta her insanın vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünden cayarak Allah’tan başkalarına ibadet ve kulluk eden bütün insanların genel adı diye tarif etmiştik. İşte bu insanlar içerisinde araştırıp inceleyen, sorup sorgulayan hakikatleri gördüğünde iman ederek teslim olan Müslüman olanlar, mutlaka olmaktadır.

Medine’de Yahudilerden Hıristiyanlardan ve ümmilerden toplu olarak, Müslüman olmadan önceki yanlış din anlayışlarını terk ederek Müslüman olanlar için kullanılan bir ifadedir. Yine aklını kullanan ve kullanmaya devam eden insanlarda Müslüman olanlar çıkacak ve çıkmaya devam edecektir. Şunu unutmamak gerekir. Nasıl inkâr eden ve zulmeden bir kişi yaptığı yanlışlıktan dönerek kendisini düzeltir ıslah ederse daha önceki cehaletten kurtulup Müslüman olmuşsa o kimlik değiştirmiş demektir. O kişiye Kur’an kâfi demez. Ancak ona Müslüman der. Daha önce cin olup kimlik değiştiren cinler de aynı kategoride yer almalıdır. Kendi yanlış gidişatını değiştirip Kur’an’a adayan ve Müslüman olan insanlara da cin denemez.

 2/62- Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.

Ayette bahsedilen ümmilerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve yıldıza tapan ve başka din mensuplarından olup da Müslüman olmuş Salih amellerde bulunmuşlarsa onlara korku yoktur ve mahzun da olmayacakladır. Mesajı verilmektedir.

72/12- “Biz şüphesiz, Allah’ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de O’nu hiçbir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.”

Biz Allah’ı inkâr etmek ve Allah’ın yarattıkları konusunda Allah’ı eleştirmek bir haksızlık ve zulümdür. Aynı zamanda Allah’ın göndermiş olduğu nebi ve resullerin getirmiş olduğu hakikatlerden kaçarak Allah’ı aciz bırakamayacağımızı anlayıp gerçekleri gördük. Bundan dolayı inanmadığımız ahiret hayatında bizi diriltip hesaba çekeceğine inandık. Allah kesin olarak vermiş olduğu sözden caymaz vadinde mutlaka ama mutlaka durur.  Bu sebepten dolayı Müslüman olduk.

72/13- “Elbette biz, o yol gösterici (Kur’an’ı) işitince, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, o ne (ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından.”

Bu tip cinler, bir başka ifadeyle kendilerini İblisin teklifleri yönünde yaşamayı tercih etmiş olan insanlar, öyle sıradan bir insan olmadıkları anlaşılıyor. “Elbette biz, o yol gösterici (Kur’an’ı) işitince, ona iman ettik.”

Bu ifade öyle herkesin yaşam biçimi hayat tarzını hemencecik değiştirmek kolay bir şey değildir. Hele hayta bakışını inkâr ve zulüm üzerine bina etmiş olan insanlar, Kur’an’ı dinler dinlemez iman edebilirler mi?

23/35- “O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaat ediyor?”

23/36- “Heyhat, size vaat edilen şeye heyhat…”

23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”

Bakınız daha önce inkâr edip daha sonra Kur’an’ı dinlediklerinde kabul eden insanların konumunu Kur’an şöyle anlatmaktadır.

5/82- Andolsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Hıristiyanlarız” diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.

5/83- Elçiye indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: “Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şahidlerle birlikte yaz.”

5/84- “Hem Rabbimiz ‘in bizi Salihler topluluğuna katmasını umarken ne diye Allah’a ve bize Hak’tan gelene inanmayalım?”

5/85- Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır.

5/86- İnkâr edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar; işte onlar, çılgın ateşin arkadaşlarıdırlar.

72/14- “Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah’a) teslim olanlar, artık onlar ‘gerçeği ve doğruyu’ araştırıp-bulanlardır.”

Cinlerden yani ehli kitap ve müşrikler, Kur’an’ı dinlediklerinde mantıklı ve hikmetli bir anlayışı kavradıktan sonra İman edip Salih amel işleyen, yeni bir kimliğe kavuşmuşturlar. Artık onlar, cin olma özelliğinden soyutlanarak Müslüman olma özelliğine dönüşmüştür. Müslüman olmanın cinsi cibilliyeti ırkı türkü yoktur. Yeter ki insan olsun herkesin Müslüman olma seçeneği vardır. Cin olma seçeneği de vardır. Olmamış olsaydı zaten böyle farklı yaşam biçimleri ortaya çıkmazdı.

Önce kâfir iken yolunun yanlış olduğunun farkına varıp tövbe edip kendisini değiştiren Müslüman olanlara nasıl Kâfir ifadesi kullanamıyorsak, cinlerden Müslüman olanlar insanlar için cin ifadesi kullanamayız.

72/15- Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.

Kur’an’a göre yeryüzünde yaşam biçimi hayat tarzı olarak biri birinden farklı insan tipi vardır. Müslüman olan insanlar, bir de Müslüman olmayan insanlardır. Bir başka ifadeyle seçimlerini, Rabbinin elçiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiy orijinli yolda tercihini kullanan Müslümanlardır. Diğeri ise tercihini cinlerin yolunda kullanarak, hem kendi nefsine, hem de diğer insanlara zulmederek sürdüren insanlardır.  

Halife olmanın bir anlamı da budur. Dünya hayatında yol seçimini dilediği yönde özgür iradesiyle, kendi kararını kendisi vererek hayat sürmesidir. Onların dünya hayatında yol seçme özgürlüğüne, ne Allah ne de insanlar müdahale eder. İnsanın kendisi istemedikçe bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler onu, ne Rabbin yoluna ne de şeytanın yoluna götürebilirler. Ancak hangi yolda karar verip vermeyeceğini sonuçlarına katlanmak koşulu ile insan, kendisi seçer.

72/16- Eğer onlar (insanlar ve cinler), yol üzerinde ‘dosdoğru bir istikamet tuttursalardı’, mutlaka Biz onlara bol miktarda su içirir (tükenmez bir rızık ve nimet verir)dik.

Dünya hayatında ister insanlardan isterse de cinlerden Kim Allah’ın istediği şekilde yaşamlarını sürdürmüş olsaydı, hem bu dünyada hem de ahiret hayatında insanlar, nimetler  içeresinde olacaklardı.

72/17- Ki, kendilerini bununla denemek için. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Allah), onu ‘gittikçe şiddeti artan’ bir azaba sürükler.

Kur’an kendi içerisinde geçen kelime ve ayetleri, kendi hikmet ve mantık kuralları içerisinde açıklar. Bizim görevimiz haşa Kur’an’ı açıklamak değil, Allah tarafından açıklanmış olan Kur’an’ın nasıl açıklandığını bularak Kur’an’dan öğüt almak isteyenlere tercüman olmaktır.

Kur’an’da geçen bir kelime veya bir ayet eğer doğru anlaşılmışsa, mutlaka onu destekleyen bir veya birçok ayet var demektir. Hiçbir zaman hiçbir ayet, Kur’an’da geçen diğer ayetlerle çelişmez. Şimdi insanların anlayamadığı bir ayeti naklederek ayeti Kur’an ve evren yasaları çerçevesi içinde ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.

51/52- İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka: “Büyücü ve cinlenmiş” demişlerdir.

51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

Zariat suresinde  ayet içerisinde,” Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.”

Genelde Ehli kitap ve İslam toplularının cin kelimesine yüklemiş oldukları anlam, beş duyularla algılanamayan gözle görülmeyen dumansız ateşten yaratılan varlıklar olarak tanımlanmış ve öyle anlaşılmıştır. Kur’an’ın cin kelimesine yüklediği anlamda ise böyle bir anlam çıkarmak asla mümkün değildir. Bakınız konu içerisinde ayette şöyle bahsedilmektedir.

“İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka: “Büyücü ve cinlenmiş” demişlerdir.”

Cinlenmişsin ifadesi, kendi toplumlarının örf ve adetlerinden uzaklaşmış başka bir din anlayışını kendi din anlayışı ile kıyasladığı zaman onun getirdiği din anlayışının farklılığını vurgulamak için böyle bir ifade kullanılmaktadır. Kur’an’da geçen bir kelime ve bir ayetin ne anlama geldiği, Arapça sözlüklerde değil, Kur’an’ın o kelimeye yüklediği anlamı kendi sistemi içerisinde aramak bulmak gerekir.

Mantıklı ve hikmetli bir anlayış çerçevesi içerisinde düşündüğümüz zaman, Kur’an’ın anlattığına göre, kâinatta temel olarak yaratılış olarak, birebirinden farklı iki varlık vardır.

Birisi Âdemoğlu şemsiyesi altında insanlardır. Diğeri ise âdemoğlu şemsiyesi altında olan insanlara secde etmek için yaratılmış olan varlıklardır. Birisi denenen ve dünya hayatında attığı her adımdan konuştuğu her sözden yaptığı her davranıştan dolayı sorumlu olan insanlardır. Diğeri ise akıl irade ve seçeneği olmayan Allah’ın kodlamış olduğu bilgilerle hareket eden Meleklerdir.  

67/ 2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Dünya hayatında İnsanlar iyi ve kötü amel işleye bilmeleri için hem iyi amel işleyebilecek eğilim, hem de kötü amel işleyebilecek eğilim vardır. İnsan yol tercihini hangi istikamette kullanmak isterse Allah yol tercihini insanların kendisine bırakmıştır. Hangi yola gitmek isterse istediği istikamette malzemeler de vardır. İşte insanın her iki yöne gidebilecek tarzda yaratılan insanın önüne konulmuş olan malzemelerin tümüne Kur’an, genel bir başlık altında melek sıfatı yüklemiştir.

2/ 29- Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.

2/30- Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.

Allah’ın kendisine muhatap aldığı insana, göklerde ve yerlerde yaratmış olduğu bütün varlıkları insanlar için yaratmıştır. O zaman evrende yaratılmış olan bütün varlıklar istisnasız hepsi insanlara secde etmektedirler Kur’an’da geçen “biz her şeyi çift yarattık” ayeti hem insanlar için hem de melekler için kullanılmış olan bir ifadedir.  

51/ 49- Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz.

Meleklerin yaratılışlarının temel özellikleri, kendilerine kodlanmış olan bilgilerle, secdelerini insanlara yapmaktadırlar.

66/ 6- Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.

Meleklerde ne seçenek var, ne irade ne de akıl vardır. “Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.” Onlara ne emredilmişse onu yerine getirirler. Şimdi yukarıda anlattıklarım ölçüsünde, cin dediğimiz varlıklar, melek kategorisinden mi, yoksa insan kategorisinden midir?  

Göklerde ve yerde yaratılmış olan, gözle görebildiğimiz ve gözle göremediğimiz bütün varlıklar, ya insandan sıfat alarak isim almışlardır.  Ya da meleklerden sıfat alarak isim almışlardır.

Eğer insanlar kategorisindense önüne her insanın bir olay karşısında iki seçenek çıkmaktadır. O zaman cinler nasıl bir varlıktır. Cinler, meleklerden sıfat alarak mı isim aldı? Yoksa insanlardan sıfat alarak mı isim aldı?  Bu anlaşılmadıkça cinlerle ilgili geçen ayetlerin de anlaşılması mümkün değildir.

Kur’an’da yaklaşık olarak, kırk bir yerde cin, doksan üç yerde melek, iki yüz seksen üç yerde de insan kelimesi geçmektedir. Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa kâinatta bulunan meleklerin listesi yapılmak istense deniz biter meleklerin listesi bitmez. O zaman bu insan kimdir. İnsan nasıl bir varlıktır? Kur’an genelde insanların bazı bildikleri şeyleri örnek göstererek bazı bilmediği şeyleri bizlere anlatmaktadır. Ben de insanların bazı bildiklerinden bilmedikleri şeyleri örnek göstererek anlatmaya çalışayım.

Yaratılmış olan iki varlıktan bitkiler insanlar kategorisinden mi? melekler kategorisinden midir?

Bu sorunun karşılığı Melekler kategorisinden olması gerekir. Çünkü bitkilerde denenme sınanma diye bir olay yoktur.

7/ 206- Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler; O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.

16/ 48- Allah’ın herhangi bir şeyden yarattığına bakmıyorlar mı? Onun gölgeleri küçülerek sağdan ve soldan Allah’a secde eder vaziyette döner.

16/49- Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar.

16/50- Üstlerinden (her an bir azap göndermeye kadir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.

Ama insanlara gelince büyük çoğunluğu kendilerine verilen emirleri yerine getirmezler.

30/ 8- Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkâr ediyorlar.

22/ 18- Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.

Demek ki, secde etmeyen insanların dışında hiçbir varlık yoktur. O zaman iblisi nereye koyacağız?  Şimdi onu tespit etmeye çalışalım.

2/ 31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.

2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”

2/33- (Allah:) “Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”

2/34- Ve meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.

Dikkat eder ve dikkatlice düşünürseniz, bakara suresinde, konu içerisinde bütün meleklerin âdeme secde ettiklerini İblisin secde edenlerden olmadığını açıklamaktadır. O zaman iblis insanla gündeme gelmektedir. İbis kelimesi Adem ve eşi ile ilgili ayette anlatılırken, hemen ikisinin nötr halden yasak ağaca yaklaşma isteği ve yemesi sonucunda şeytan gündeme gelmektedir.

7/ 19- Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

7/20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”

Eğer İblis olmamış olsaydı, Âdem ve eşi iki melek olacaklardı. Yani kendilerine vesvese veren Allah’ı inkâr etmeyi fısıldayan kötülük yapmayı adam öldürmeyi teklif sunan insanın kendi öz yapısında bir varlık olmasaydı bulunmuş oldukları ortamdan hiçbir zaman çıkmayacaklardı. İnsanı insan yapan insanın yeryüzünde sınava tabi tutulmasının tek nedeni iblistir. Ergenlik yaşına gelince âdem tek seçenekli bir varlık olmaktan iki seçenekli bir varlık haline gelmesine Kur’an cennetten çıktılar ifadesi kullanmaktadır.   

İblis; İnsandan ayrı bir varlık değil, Melekler kategorisinden olup, insanı sadece saptırmayı teklif sunmakla görevli bir melektir. İşte iblisin görevinin doğrultusunda yol seçen insanlar İnkâr eden, kâfir cin, şeytan, münafık, zalim, vs. isimleri ile Kur’an’da anılmaktadır. O zaman iblis yaksa insan da yoktur. İnsan yoksa iblis de yoktur. Yani iblis, insanda et ve kemik gibidir. İşte iblisin var olması ile başlayan yaşam süreci insanların yok olma sürecine kadar devam edecektir.

7/14- O da: “(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi.

7/15- (Allah:) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi.

Şimdi insanda bir de takva meleği vardır. Onunla ilgili birkaç tane ayet aktaralım.

16/2- Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka İlah yoktur, şu halde Benden korkup-sakının, diye uyarın.”

Takva; Toplum dilinde vicdan, psikoloji dilinde üst ben Kur’an dilinde takvadır. Takva meleği iblis meleğinin tamamen bir alternatifi olarak karşımıza çıkmaktadır. İblisten insana bir teklif geldiğinde takva meleği insanı hemen o teklifin yanlış olduğunu fısıldar ve doğru olan Rabbinin sözlerinin olduğunu insana söyler. O zaman İnsanın bir tanımını yapalım.

İnsan; Hem iblis meleğinin tekliflerine karşı eğilimli, hem de takva meleğinin tekliflerine karşı eğilimli karar verdiği istikamette gösterdiği performansa göre sıfatlanıp isim almaktadır.

Kur’an, insanda bulunan iki birdirbirine zıt olguların İblisin teklifi yönünde karar kılıp yasak ağaçtan nemalanan insanların tümüne genel bir başlık altında cin sıfatı yüklenmiştir. İşte cin insanlardan ayrı bir varlık değil, insanın yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” sözünden cayan insanların sıfat almış halidir.  

18/50- Hani meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik; İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.

Cin; İblisin teklifleri sonucunda, yaratılışta Allah’a vermiş olduğu sözden cayarak, Rabbani yolun dışında hayat süren yasak ağacın meyvelerinden yiyerek beslenen insanların adıdır.

Çelik fabrikasından, domates salçası veya makarna üretilmediği gibi, İblis ağacından takva meyveleri de üremez. Takva ağacından iblis ağacının meyveleri de üremez.

7/172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.

Şimdi, Cinlerin yaratılış gayesi ile ilgili ayeti tekrar naklederek yeniden düşünmeye çalışalım.

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ

51/56-Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya’budûni.

51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

Daha önce insan kelimesini tanımlarken, hem rabbani yola karşı eğilimli, hem de şeytani yola karşı eğilimli nötr bir varlık olarak tanımlamıştık. Bu ayette Rabbani yolda olanlardan bahsetmiyor. Sebebi ise onlar zaten imtihanı kazanmış görülmektedir. Asıl imtihan Yol tercihini daha seçmemiş olan insanlarla, yol tercihini İblisin yolunda kullanan insanları İmtihan etmek için yarattık ifadesi kullanılmaktadır. Veya cin kelimesi ile aynı yerde kullanan insanlar cin kategorisinde yer almaktadır.

Cinler hakkında İslam toplumları ve ehli –kitap toplumlarının Kur’an’daki anlatılan cin kelimesi ile çelişkilerini ortaya koymaya çalışalım.

1-Kuran’a göre cinlerin dumansız ateşten yaratıldığına dair hiçbir ayet yoktur. Ama Kur’an’ın dışında din edinenler Kur’an’daki şu ayetleri öne sürerek dumansız ateşten yaratıldığını söylemektedirler.

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ

55/14-Halakal insâne min salsâlin kel fehhâr(fehhâri).

55/14- İnsanı, ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı.

 

وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ

55/15-Ve halakal cânne min mâricin min nâr(nârin).

55/15- Cann’ı (cinni) da ‘yalın-dumansız bir ateşten’ yarattı

15/27-Vel cânne halaknâhu min kablu min nâris semûm(semûmi).

15/27- Ve Cann’ı da daha önce ‘nüfuz eden kavurucu’ ateşten yaratmıştık.

Rahman suresi on dört on beş ve Hicir suresi yirmi altı ve yirmi yedinci ayetlerde gördüğünüz gibi, İnsanın beden kısmını çamurdan balçıktan, o bedeni diri tutan onu ayakta tutan enerjiyi bir başka ifadeyle canı da dumansız ateşten yaratıldığı anlatılmaktadır.

Genelde meallerde mütercimlerin büyük bir kısmı cinlerin dumansız ateşten yaratıldığını tercüme etmişlerdir. Böyle bir bakış açısı da bütün cin kelimesi ile ilgili ayetlerin tamamen yanlış anlaşılmasına sebep olmaktadır. Ayetin orijinal metninde canne geçtiği halde, neden cinleri diye tercüme ettiklerini sorduğumuzda can cinin çoğuludur diye cevap vermektedirler. Ben de dedim ki orijinal olan metinde çoğul kullanılmış olan cin kelimesine bakalım dedim ve örnek verdim. İşte örnek;

فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ

34/14-Fe lemmâ kadaynâ aleyhil mevte mâ dellehum alâ mevtihî illâ dâbbetul ardı te’kulu minseeteh(minseetehu), fe lemmâ harre tebeyyenetil cinnu en lev kânû ya’lemûnel gaybe mâ lebisû fîl azâbil muhîn(muhîni).

34/14- Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

Yukarıda vermiş olduğum ayetler öreğinde görüldüğü gibi, can kelimesine canne, cinler kelimesi de cinnu diye geçmektedir. Demek ki, Cinlerin dumansız ateşten yaratılışı ile ilgili Kur’an’ın hiçbir yerinde bir ayet yoktur.

2-Efendim İblis ateşten yaratılmış iblis de cinlerdendi ayeti cinlerin de ateşten olduğunu gösterir demektedirler.

7/12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا

18/50-Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi’se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).

18/50- Hani meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik; İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.

Evet, ayette, İblis cinlerdendi diyor. Peki, İblis ateşten yaratılınca cinlerin de ateşten yaratılması şart mı? Allah bütün canlıları sudan yarattık ifadesi kullanır bütün canlılara su diyebilir miyiz?

 

21/30- O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?

 

3-Eğer, klasik din anlayışında olanların anladıkları gibi cinler beş duyulara algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış varlıklar olmuş olsaydı, İnsan olan elçiden nasıl Kur’an’ı eğitim alabilirlerdi?

 

17/94- Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: “Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?” demelerinden başkası değildir.

17/95- De ki: “Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.”

Eğer, cinler yukarıda aktarmış olduğum, ayet örneklerine göre beş duyularla algılanamayan varlıklar olmuş olsaydı, kendilerine beş duyularla algılanamayan varlıklardan peygamber gelmesi gerekirdi. Oysa Kur’an’da cinlerden peygamber veya uyarıcı olarak geldiğini ima eden veya söyleyen hiçbir ayet yoktur.

Yeryüzünde insan değil de tatmin bulmuş Melekler olsaydı kendilerine gökten tatmin bulmuş meleklerden peygamberler gönderirdik. Ayeti aynı zamanda cinler için bu söylenemez miydi? Eğer cinler beş duyularla algılanamayan varlık olsaydı kendilerine beş duyularla algılanamayan varlıklardan peygamber gönderilmesi gerekirdi.

4-Cinlerin insan bedenine girerek, cinlerle insana büyü sihir yaptırdıkları inancı vardır. Bir de cinleri kontrolleri altına alarak kayıptan haber aldıklarını söyleyen bazı şaklabanlar vardır. Onlar eğer böyle bir şey yapabilmiş olsaydı, önce cinleri kendi şahsiyetleri için kullanırlardı. Kendileri ekmeğe muhtaç olmaktan kurtulurlardı. Kendilerine hayrı olmayan bir insanın, cinleri başkalarının hayrına kimse kullanmaz. Bu sahtekârlıktan başka bir şey değildir.

72/18- Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah’a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiçbir şeye (ve kimseye) kulluk etmeyin (dua etmeyin, tapmayın).

Gökleri ve yeri yaratan ve insanlara yol gösterici olarak kitapları peygamberleri gönderen, insan için her türlü donanımı vererek yayılmış olan rızktan ikram eden Allah’a ibadet ve kulluk yapmak gerekirdi. Kendilerine bile yararı olmayan bir takım putlara tapmak, Allah’ı bırakıp kulluk ve ibadeti onlara yapmak gerçekten nankörlüktür.

 

Dünya hayatında kim rabbinin sözlerini dinler ve onun vermiş olduğu kurallara göre hayatını düzenlerse o hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında mutlu olmuştur. O yolda yürüyen temiz akıl sahipleri, ölümünü dirimini namazını ibadetlerini hep gökleri ve yeri yaratan Allah’a ait olan kullardır. Onun emri dışına çıkmazlar.

 

6/ 161- De ki: “Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif dinine… O, müşriklerden değildi.”

6/162- De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”

6/163- “O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben Müslüman olanların ilkiyim.”

İşte bu ayetler çerçevesinde inanan ve yaşayan insanlar Allah’ın taraftarlarıdırlar. Bu tip insanların mescidi Allah’ın mescididir. Bunun dışında inanan ve yaşayanların mescitler de tağutlara tapan insanların mescididir.

Bu iki mescit şeklini kuran tövbe suresinde şöyle anlatmaktadır.

9/ 17- Şirk koşanların, kendi inkârlarına bizzat kendileri şahitler iken, Allah’ın mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır.

Şirk koşmak, Allah’ın haşa yanına bir Allah daha getirerek ona tapmak değildir. Şirk koşmak put edindiği ilahların sözlerini kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul etmek demektir. Hem adam Allah’ın içme dediği içkiyi içsin hem de namaz kılsın. Hem adam Allah’ın yapma dediği zinayı yapsın hem de Allah’ın mescidinde namaz kılsın. Hem Allah kumar oynama desin hem adam kumarını oynayıp Allah’ın mescidine gelsin. Allah’ın dininde böyle bir şey yoktur.

33/ 4- Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip-iletir.

Bir vücuda iman girerse orada küfür barınmaz. Bir vücuda küfür girerse orada iman barınamaz. Bir insan hem küfrü hem de imanı aynı anda barındıramaz. Kapı aynı anda hem kapalı hem de açık olamıyorsa, bir insan aynı anda hem Müslüman, hem de kâfir olamaz.

9/18- Allah’ın mescidlerini, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar onarabilir. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.

Mescidi onarmak demek sadece camilerin sıvasını badanasını yapmak değildir. Allah’ın mescidi, Allah’ın vahiylerle çerçevesini çizdiği, imanla yaşamın bütünleştiği bir duruşun adıdır. Kendilerine vahyin dışında yaşam biçimi hayat tarzı düzenleyenler asla Allah’ın mescitlerinde olduklarını sanmasınlar. Allah’ın mescitlerini ayette belirtildiği gibi, Allah’ın mescidlerini, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar onarabilir.”

9/ 107- Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah’a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: “Biz iyilikten başka bir şey istemedik” diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir.

Allah kendi taraftarları olmayan inşaları, net bir şekilde böyle ayırmaktadır. Adam hem Allah’ı inkâr etsin hem de Müslümanım desin. Adam hem Kur’an gökten indiği zannedilen Muhammed’in uydurmuş olduğu bir kitap desin. Adam hem böyle diyenlerin bulunmuş olduğu cemaatlerde bulunup ben Müslümanım desin. Allah iman eden ve Salih amel işleyenleri, böyle münafık tipli kâfirlere karşı dikkatli olmaları ve onların oyunlarına gelmemeleri konusunda, mümin olanları uyarmaktadır.

9/108- Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiçbir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever.

9/109- Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.

Evet, binasının temelini sağlam yere atanla, çürük yere atan aynı değildir. Aynen onun gibi İnanç ve yaşamının temelini gökleri ve yeri yaratan Allah’ın istediği istikamette planlayanlarla, yaşamının temelini Allah’ın isteği dışında planlayanların durumu, elbette bir değildir. Bir olmayacaktır.

4/ 146- Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar müminlerle beraberdirler. Allah müminlere büyük bir ecir verecektir.

72/19- Şu bir gerçek ki, Allah’ın kulu (olan Muhammed,) O’na dua (ibadet ve kulluk) için kalktığında, onlar (müşrikler,) neredeyse çevresinde keçeleşeceklerdi.

Peygamberin duası, cehalet karanlığındaki topluma, Allah’tan başkasını ilah ve rab edinmeyin, hırsızlık yapmayın biri birlerinizin mallarını haksız olarak değerinden düşürüp eksilterek yemeyin. İnsanların din konusundaki özgürlüklerini kendi din anlayışlarını başkalarının üzerinde zulüm ve işkence olarak kullanmadığı sürece kendi özgürlükleri içerisinde yaşamaları istenmektedir. İşte toplumun önde gelen makam ve koltuk sahipleri bundan rahatsız olmakta ve onun yapmış olduğu söylem ve eylemlerine karşı tavır koymaktadırlar.

72/20- De ki: “Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O’na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum.”

Dua; Elleri havaya kaldırarak Allah’tan istekler sıralamak değil, Allah’a yapılan dua, Onun göndermiş olduğu vahiylerle hayatı planlayıp iman eden Müslümanları vahyin kontrolünde yaşanan bir hayata davet etmek demektir. İşte son nebi resul “Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O’na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum.” Demesindeki hikmet budur.

72/21- De ki: “Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşad) sağlayabilirim.”

İnsan kendisi istemedikçe dünya hayatında gelmiş geçmiş bütün peygamberler toplansa onu ne hidayete getirebilir, ne de onu sapıklığa götürebilir. Allah sapma ve hidayete gelme özgürlüğünü sonucuna katlanmak koşulu ile insanın kendisine vermiştir.

76/ 2. Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören (biri) kıldık.

76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

72/22- De ki: “Muhakkak beni Allah’tan (gelebilecek bir azaba karşı) hiç kimse asla kurtaramaz ve O’nun dışında asla bir sığınak da bulamam.”

Evet, biz Allah’tan geldik tekrar ona döneceğiz. Onun dışındakiler Allahtan ne gelecek olan azaba karşı insanları kurtarabilir. Ne de Allah’tan başka sığınılabilecek hiçbir güç yoktur. Bunu bir ayetle belgelemeye çalışalım.

31/ 32. Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na ‘halis kılan gönülden bağlılar’ olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkâr etmez.

İşte gerek dünya hayatında gerekse ahiret hayatında, insanların ilah edindikleri Allah sıkıntıya düşüp hiçbir kurtarıcının yardım edecek bir durumu olmadığı zaman ortaya çıkmaktadır.

72/23- “(Benim görevim,) Yalnızca Allah’tan olanı ve O’nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah’a ve O’nun elçisine isyan ederse, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere onun için cehennem ateşi vardır.”

Peygamberler Allah’tan almış oldukları vahiyleri insanlara iletirler. Görevleri sadece tebliğ etmek Müslüman olanlara müjde vermek, inkâr eden ve zulmedenleri de gelecek olan şiddetli ve ebedi azaba karşı uyarmaktır. Kim bu uyarılara karşı öğüt alır yanlışlıklarını düzeltirse kendi lehine, kim de gelen uyarılara karşı duyarsız kalır azgınlık ve sapkınlıklarını arttırırsa o da kendi aleyhinedir.

72/24- Sonunda onlar, kendilerine vaad edileni gördükleri zaman, yardımcı olmak bakımından kim daha zayıfmış ve sayı bakımından kim daha azmış artık öğrenmiş olacaklardır.”

Bu inkâr eden ve nebilerin getirdikleri ahiret âlemi ile ilgili uyarılara kulak tıkayan azaba karşı duyarsız kalanlara korkunç bir tehdittir.

25/ 41. Seni gördükleri zaman, seni yalnızca alay konusu edinmektedirler: ‘Allah’ın, elçi olarak gönderdiği bu mu?’

25/42. ‘Eğer onlara karşı kararlılık göstermeseydik, neredeyse bizi ilahlarımızdan saptıracaktı.’ Azabı görecekleri zaman, kim yol bakımından daha sapıkmış, öğreneceklerdir.

25/43. Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?

Allah’tan başkasını ilah ve rab edinenlerin sonu budur. Onların Müslümanlar üzerinde göstermiş oldukları alaylı tavır onları ebedi olarak azaba düçar etmiştir. 

72/25- De ki: “Bilmiyorum, size vaat edilen (kıyamet ve azap) yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koymuştur!?”

İnsan kendisine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde denenmektedir. Kim Allah’ın istediği kurallara göre yaşamaz ve zulmederse, o ahiret âleminde kendisine verilecek olan cezayı beklesin. Allah katında zaman sıfırdır. İnsanlara göre, en son duyduğum habere göre dünya hayatında en çok yaşayan insan ancak, yüz altmış dokuz yaşına kadar yaşamıştır. İşte insanlar için Allah’ın vaad ettiği süre bu olmalıdır. Her insan ölünce onun için kıyamet kopmuştur. Bir de bütün insanların görevlerinin bitip kopacağı kıyamet vardır. Bu kıyametin kopuşu da, insanlığın eşyanın dilini tamamen çözünce olacaktır. Bu süreç insanoğlu var oluşu ile başlayan öğrenme insanlığın yok oluşuna kadar devam edecek olan süreçtir. Bu süreyi Allah elli bin yıl olarak belirlemiştir.

70/ 4. Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.

72/26- O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.)

Allah kimseye ne zaman öleceğini bildirmez.

31/ 34- Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın Katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.

72/27- Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer.

Peygamberleri peygamber yapan ve onları kutsallaştıran olay, ne doğum günleri ne ölüm günleridir. Onları değerli kılan Allah’tan almış oldukları vahiylerdir. Aynı zamanda almış oldukları vahiyleri geldiği şekilde eksiltmeden karıştırmadan insanlara ulaştıranlardır. Resuller kendilerine gelen vahiylere ilk inanan ve taşın altına ellerini ilk koyan olmalarından dolayı Müslüman olanların ilkiyim demişlerdir.

6/163- ‘O’nun hiç bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben Müslüman olanların ilkiyim.’

72/28- Öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah,) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve her şeyi sayı olarak da sayıp-tespit etmiştir.

Peygamberi diğer insanlardan farklı kılan şey, onların Allah’tan vahiy almalarıdır. Allah onları insanların bilmediği iki gayp haberi ile bilgilendirmektedir. Birincisi dünya hayatında insanların teknolojik yönden ulaşamadığı konularda ulaşılamayan gaybi bilgileridir. İkinci olarak da, insanlar teknolojide bilimde ne kadar ilerleseler de hiçbir zaman ulaşılamayacak oldukları ahiret hayatı ile ilgili gaybi bilgilerdir.

69/ 40- Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.

69/41- O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?

69/42- Bir kâhinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?

69/43- Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

İnkâr edenler Allah’ın göndermiş olduğu peygamberleri kabul etmemeleridir. İnsanlar içinden Allah peygamber seçip insanlara vahiy göndermez demeleridir. Bundan dolayı onlar, ne Allah’ın gönderdiği peygamberlere ne gelen kitaplara ne de ahiret âlemi ile ilgili bilgilere inanırlar. Şimdi Kur’an’dan iki farklı ayet örneği vererek, dünya hayatında insanlar o bilgiye ulaşmadan Allah’ın bilgilendirmesi ile bilinen gayb haberlerinden örnekler verelim.  

21/30- Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Konunun uzamaması için, bir ayet örneği vererek dünya hayatında insanların o bilgiye ulaşmadan önce bu bilgi bir insan tarafından verilemez. Bu gün canlıların sudan yaratılmadığını izah eden bir tane bilim adamı var mı?

Şu anda İnsanların daha keşfedemediği bilgiler çağlar ilerledikçe keşfedilip bilinir hale gelecektir. Şimdi ahiret hayatı ile ilgili gaybi bilgilere bir örnek verelim.

39/47- Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azaptan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah’tan kendileri için açığa çıkmıştır.

Kur’an gaybi bilgi olup, ahiret hayatına inanmalarını müminlerden istemektedir. Dünya hayatında kim Allah’ın göndermiş olduğu vahiylere iman eder ve yaşamını ona göre düzenlerse işte onlara ahiret hayatında ebedi cennet vardır. Kim de inkâr eder ve zulümle hayatını sürdürürse de ahiret hayatında onlara, ebedi cehennem azabı vardır.

Dünya hayatında ahiret hayatı ile bilgi,  peygamberlerin getirdikleri bilgilerden başka ispatı yoktur.  Sadece peygamberlerin getirdikleri vahyi bilgiler hakkında derin derin düşünüp tefekkür edenler var olduğuna kanaat getirmektedirler. Ondaki harikuladeliği görenler ancak ahirete iman ederler. Eğer insanları ve kâinatı yaratan bir Allah varsa ki vardır. Eğer Allah varsa inkâr eden ve zulmedenlerin mazlum olanlara yapmış oldukları zulümleri herhalde Allah görmezden gelecek değildir. Aklını kullanan vicdanı olanlar için en adil en doğru olan da budur.

Cin suresinin tefsirini burada bitirmiş olmaktayız, Biz bir kuluz ne Allah’tan vahiy alan bir nebiyiz ne de haşa Allah’ız. Âcizane ben diyorum ki, Benim Anlattıklarım Kur’an değil ancak Kur’an’dan anlayabildiklerimdir. Doğrularım Allah’a yanlışlarım da bana aittir.

Ali Rıza BORAZAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.