54-KAMER SURESİ TEFSİRİ

Rahman Rahim Olan Allah’ın adıyla;

Kamer suresi Kur’an sıralamasına göre elli dört, nüzul sırasına göre de otuz yedinci sure olup elli beş ayetten ibarettir.

 

54/1. Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

 

Genelde İslam müfessirlerinin büyük çoğunluğu bu ayeti tefsir ederken, Kur’an’ı Kur’an’la tefsir etmek yerine, hazreti peygamberin söylemediği halde, peygamber adına uydurmuş oldukları hadislerle açıklamaya çalışmışlardır.

 

Son nebi ve resul,  uydurulmuş olan hadis kaynaklarına göre, bir gün aya sağ eli ile işaret eder ve bir mucize olarak, ay ikiye ayrılır. Yarısı sağ koynundan yarısı sol koynundan çıkararak gökte tekrar birleşir. O bölge halkının da bu olaya, şahit olduğu rivayet edilmektedir.

 

Oysa Kur’an’da geçen bu ayeti açıklamak için, Kur’an bütünlüğü içerisinde ilgili bazı ayet ve bazı müspet bilimlerle ilgili, bilgilerin bilinmesine ihtiyaç vardır. Bir başka ifadeyle, Kur’an’da geçen bazı ayetlerin doğru bir şekilde açıklanabilmesi için, kevni ayetlerin de bilinmesi gerekir.

 

6/91-Onlar: ‘Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir’ demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: ‘Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.’ De ki: ‘Allah.’ Sonra Onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.

 

Ayette konumuz ile ilgili dikkat çeken bölüm şu bölümüdür.

“’Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?”

 

Vermiş olduğum ayet örneğinde, konumuz ile ilgili bilgiyi ayetin bu bölümü izah etmektedir. Bir şeyin doğru bir şekilde açıklığa kavuşabilmesinin temel kuralı, önce teorik bilginin bilinmesi gerekir. Daha sonra da bu teorik bilginin iddia ve ispat haline gelmesi için yaratılmış olan ayetler hakkımda teknolojik bilgiye ihtiyaç vardır. Kur’an’ı tefsir ederken, sürekli onu anlatmak istiyorum. İnsanlara Allah tarafından bilgi iki kaynaktan gelmektedir. Bir başka ifadeyle bilgi iki resul ile gelmektedir. Birincisi vahyi bilgilerdir.

Bu bilgiler insanlara nebi ve resuller aracılığı ile gelmektedir. İkinci kaynak bilgi ise, Allah’ın eşyaya yüklemiş olduğu bilgilerdir. Bu bilgileri Allah evrende yaratmış olduğu bütün varlıklara kodlamıştır. İşte eşyanın dilini objektif olarak insanlar tarafından çözülüp bize ulaştıkça gelen bilgilerdir. İşte teknolojide mesafe kat etme böyle olmaktadır. Kur’an bu olayı bize şöyle açıklamaktadır.

 

22/75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Ayette dikkat çekilen konu, meleklerden Allah’ın resul seçmesidir. Meleklerden Allah nasıl resul seçer?  Ayeti doğru anlamak için, yine burada bir melek tanımı yaparak olayı izah etmeye çalışalım.

 

Melek; İnsanların biyolojik ve psikolojik yapıları da dâhil olmak üzere insanların dışında, insanların karar verdikleri yönünde insanların emirlerine amade olarak yaratılmış, zerreden küreye kadar varlık varsa Kur’an bunların istisna yapmadan hepsine melek ismini kullanmaktadır.

 

Allah yaratılmış olan bu varlıklara bir başka ifadeyle meleklere bilgiyi kodlamakta ve kendilerine kodlanan bilgi dışında bilgileri olmadığı anlatılmaktadır. O zaman diyebiliriz ki, meleklere Allah’ın kodlamış olduğu bilgilere objektif bir şekilde ulaşmakla, Hem Allah ile insanlar konuşmakta, hem meleklere yüklenen bilgileri insanlar çözmekle melekler, insanlarla Allah arasında elçilik veya resullük görevi yapmaktadırlar.

 

Allah, İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, insandan olan nebiler ve resulleri, peş peşe dizerek son nebi ve resule kadar vahyi bilgileri aktarmaya devam ettirmiştir. Ancak, her örnekten bir örnek verilip hiçbir eksik bırakılmadığı Kur’an gibi bir kitap gelince peygamberlik olayı sona ermiştir.

 

6/38. Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap’ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.

 

İşte insanların sorup da cevap alamadıkları soruların cevabı burada yatmaktadır. Tevrat ve İncil neden korunmadı da Kur’an korundu? Sorusu hemen insanların akıllarında bir soru işareti bırakmaktadır.

 

Allah, Tevrat ve incili biz indirdik onu biz koruduk dememesinin sebebi, insanlar onları yazıp ezberlemedikleri nedeniyledir. Kur’an en son gelen bir kitaptır. Allah, Kur’an’ı deriler ve kâğıtlar üzerine yazarak belgeleyen, bir taraftan da ezberleyerek hıfzeden insanlar olmasıyla onu biz indirdik onu koruyan biziz ifadesi kullanmaktadır.  

 

15/9. Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.

 

33/40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.

 

Elbette, Kur’an gelmeden önce peygamberler aracılığı ile gelen bütün kitaplar Allah tarafından indirilmiştir. Ancak son nebi ve resule gelen kitabı, yazı kültürü ve teknolojik bilgilerin gelişmesi ile inanan insanlar yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde ayetler geldikçe bir taraftan deriler ve kâğıtlar üzerine yazarken bir taraftan da hafızlar tarafından ezberleniyordu. Vermiş olduğum şu ayetler o konuda bize bir belge niteliği taşımaktadır.

 

25/4. İnkârcılar dediler ki: ‘Bu (Kur’an) olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.’ Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.

25/5. Ve dediler ki: ‘Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.’

 

Kur’an’ın korumasını, Allah onu biz indirdik biz koruduk derken insanlar eliyle koruduğunu ifade etmektedir. Eğer insanlardan iman eden ve salih amel işleyenler, diğer peygamberler zamanındaki gibi yok denecek kadar az olsaydı, en önemli olanı da, teknolojik bilgiler gelişmemiş olsaydı, Kur’an da diğer kitaplar nasıl korunmamışsa Kur’an da korunmamış olurdu.

 

Ayette geçen ve konumuzla ilgili olan bölümü açıklamaya çalışalım.

 

“’Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?”

 

Demek ki, Kur’an’da geçen bazı ayetler daha açıklanmamıştır. Bir başka ifadeyle teknolojik bilgiler o dönemde onu açıklamaya yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. O zaman insanlara bilginin iki kaynaktan geldiği bilinmesi gerekir. Birisi vahyi bilgilerdir. İkincisi de teknolojik bilgilerdir. Vahyi bilgiler son nebi ve resul ile sona ermiştir. Ama teknolojik bilgiler hala gelmeye ve öğretilmeye devam etmektedir.

 

2/31. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin’ dedi.

 

“Âdem’e isimlerin hepsini öğretti.” Ayette geçen bu ifade, genelde tefsirlerde sadece, ilk insan ilk peygamber olan âdeme öğretildiği söylenmiş ve öyle anlaşılmıştır. Oysa âdem kelimesi Kur’an’da iki farklı anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır. Birisi peygamber olan âdemdir. Diğeri ise soy ağacı olan âdemdir. Dilerseniz iki farklı âdem kelimesini Kur’an’da geçen ayetler içerisinden, örnekler vererek belgelemeye çalışalım.

 

3/33. Gerçek şu ki, Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemler üzerine seçti;

 

Vermiş olduğum bu ayette geçen peygamber olan âdemden söz edilmektedir. Çünkü diğer seçilmiş olan peygamberlerin yanında zikrederek anılmaktadır.

 

20/115. Andolsun, biz bundan önce Âdem’e ahid vermiştik, fakat o, unuttu. Biz onda bir kararlılık bulmadık.

 

Ayette geçen âdem de soy ağacı, peygamber olmayan âdemden söz edilmektedir. Konunun anlaşılması için vermiş olduğum bu ayet örnekleri yeterlidir kanaatindeyim.

 

Demek ki peygamber olan âdem, yaratılan ilk insan değil, insan toplulukları içerisinden kendisinin bağışlanma yolunu tercih eden Allah’ın seçmiş olduğu nebi ve resul olan âdemdir. Peygamberleri Allah önceden belirleyip Ahmet Mehmet gel seni peygamber seçiyorum demez. Eğer öyle olmuş olsaydı şu ayetle çelişmiş olurdu.

 

67/ 2. O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

 

İnsan olup da uyarıcı gelmeyen ve sınava tabi tutulmayan hiçbir kimse yoktur. Bu sebeple, peygamber olarak seçilmeyenler neden beni peygamber seçmedin deme haklarına sahiptiler. Son nebi ve resulün nasıl peygamber seçtiğini necim suresinde şöyle anlatılır.

 

53/5. Ona (bu Kur’an’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.

53/6. (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.

53/7. O, en yüksek bir ufuktaydı.

53/8. Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.

53/9. Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.

53/10. Böylece O’nun kuluna vahyettiğini vahyetti.

 

Son nebi ve resul ümmi bir toplum içerisinde, ümmi olan biriydi. Yani kendilerine gelen bütün nebileri ret etmişler, Allah’tan gelen hiçbir peygamberi, hiçbir kitabı kabul etmemiş müşrik bir toplum demektir. Öyle bir toplum içerisinde önde gelen müşrikler mazlum olanları öldürüyor, insanları köleleştirip onların özgürlüklerini ellerinden alıyorlardı. Son nebi, nebi olmadan önce, ezilen köleleştirilip onların özgürlükleri ellerinden alınanların halini düşünüp, onlar için bir çözüm yolu aradıkça o Allah’a yaklaşıyordu. Allah’a yaklaştıkça Allah da ona yaklaşıyor ve kuluna vahyettiğini vahyediyordu. İnsanlar içinden seçmiş olduğu peygamberlere nasıl vahiy ilettiğini detayına kadar konular geldikçe izah edeceğiz inşallah.

 

İlk insan yaratılır yaratılmaz peygamber olmaz. Zaten insanların bir tek âdemden çoğalması ne ilme ne Kur’an’a ne de akla uygundur. İnsanlar ilk olarak birçok erkek ve birçok kadın olarak, yaratılmıştır. Bu günkü insanlardaki kan gruplarının renklerinin dillerinin farklılığı, bunu anlatmaya yeter ve artar bile.

 

71/ 17. ‘Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi.’

 

Demek ki insanlar ilk yaratılış birçok erkek ve birçok kadın olarak yaratılmış. Böyle anlaşılması gerekir. Eğer böyle anlaşılmazsa kardeş evliliği ile çoğalmaya, Allah mecbur edilmiş olur. Allah bir âdem yaratıp onun sağ kaburga kemiğinden eşini yaratacağına, birden çok âdem yaratıp aynı formattan birden çok kadın yaratarak insanlığın Allah’ın yaratılış sünnetine uygun bir üreme şekli ile çoğalma ortaya çıkmış olur. Nitekim şu ayet de onu anlatmaktadır.

 

4/ 1. Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup-sakının. Ve (yine) kendisiyle, birbirinizle dilekleştiğiniz Allah’tan ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir.

 

“Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup-sakının.”

 

Ayette geçen Allah sizi bir tek nefisten yaratan ifadesinden şu anlaşılması gerekir. Allah bir erkek formatı yaratıp, aynı formattan bir de kadın yarattığından söz ettiğini anlamak gerekir. Yoksa Kur’an çelişkiler halinde bir kitap olurdu. Oysa Kur’an çelişkisiz bir kitaptır onun çelişkisiz bir şekilde anlamak gerekir.

 

20/115. Andolsun, biz bundan önce Âdem’e ahid vermiştik, fakat o, unuttu. Biz onda bir kararlılık bulmadık.

 

Bu ayette bahsedilen âdem soy ağacı olan âdemi kastetmektedir.

Soy ağacı olan âdem de ilk insan yaratılışından bu tarafa bilgi öğretilmeye başlandı şu anda öğretilme devam etmekte ve kıyametin sonuna kadar da öğretilmeye devam edecektir. Yani Allah “Âdem’e isimlerin hepsini öğrettik” ifadesini kullanırken geçmişi anı ve geleceği aynı anda kullanma sanatı yaparak anlatmıştır. Başka bir ayet söylediklerimizi tasdik etmektedir.

 

70/4. Melekler ve Ruh ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.

 

Kur’an’da geçen bir ayeti açıklamak için başka ayetlerden örnekler vererek anlatmak konuyu uzamaktadır. Ne olur beni bağışlayın. Belki konular uzadıkça okumak zor gelebilir, ama sabırla okuyup, derinlere inildikçe konunun daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyim.  “Melekler ve ruh ona süresi elli bin yılda ulaşırlar” Bu ifade Allah’ın kendisine muhatap aldığı insanlara, yaratmış olduğu evrendeki varlıkların hikmetini anlamak ve sırların çözülmesine Allah elli bin yıl süre biçmekte olduğu anlaşılmaktadır.

 

Uzun uzadıya yapmış olduğum bu açıklamalardan sonra, ”Kıyamet yaklaştı ay da yarıldı”  Ayetinin kastettiği anlamı yakalamaya çalışalım. Olayla ilgili teknolojik gelişme ile ilgili bir olayı,  bir kıssa ile örnek vererek açıklamaya çalışalım.

 

 Yıl, bin dokuz yüz altmış dokuz senesiydi. O zamanlarda televizyon bizim köye daha gelmemişti. Sadece dünyada olup bitenleri bazı sayılı kişilerde bulunan radyolardan dinlemeye çalışıyorduk. Rahmetli babam bir gün cuma namazından gelmişti. O sıralarda radyolardan Amerikalı astronotların aya çıkacakları konusunda fısıltılar dolaşıyordu. Rahmetli babam, hoca hutbede aya çıkamayacaklarını eğer çıkarlarsa ay nurdan yaratılmış olduğunu ve kendilerini yakıp kavuracağı haberini söyleyince bizi daha da heyecanlandırdı. Ayet şöyle diyordu.

 

71/16-Ve ayı bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır.’

 

Ayet, yakıcı kavurucu olanın güneş olduğunu, ayın da güneşten aldığı ışığı yansıtan olduğu anlatılmaktadır. Âcizane bizim Kur’an ve evren hakkında böyle bir bilgimiz yoktu. Ancak biz olayları ve söylenenleri sadece izlemekle yetiniyorduk. Uzun lafın kısası Neil armisrong edvin oldrin ve marki kolin gibi üç astronotun aya indiklerini ay hakkında bilgi verdiklerini radyolardan işitmiş olduk.

Demek ki, “Kıyamet yaklaştı ay yarıldı” ifadesi insanların uzay çağına ulaştıklarında ay hakkında bilgi edinmeleri kıyamet alametleri olduğu anlaşılması gerekir. Kur’an’ın kıyamet sahnesi hakkında söylediklerine şöyle bir göz atalım.

Dağlar hallaç pamuğu gibi atıldığında, ifadesi dağlardaki bütün madenlerin deşifre edilerek insanlar tarafından teknolojik alanda kullanılması anlamını taşımaktadır. Denizler tutuşturulduğunda ifadesi suyun insanlar tarafından enerji haline dönüştürülüp kullanıldığı anlamını taşımaktadır. Güneş köreltildiği zaman ifadesi insanlar enerjiyi öyle kullanacaklar ki Güneşin ışığına bile ihtiyaç kalmayacak dereceye ulaşacak konuma gelecekleri anlaşılmalıdır.

Ayetin anlatmak istediği mesajı özetleyecek olursak, İnsanoğlu ilk yaratıldığı zaman bilgi sıfırken Âdeme bütün isimlerin öğretilmesi insanoğlu yaşadığı sürece isimlerin öğretilmesinin devam etmesi anlamında kullanılmıştır. İsimlerin öğretilmesi bitince filim bitecek insanlık için yeni bir hayat yeni bir yaşam başlayacaktır.

Bu hayat da ahiret âlemindeki hayattır. İşte insanlar ahiret hayatına götürmüş oldukları azıklarla orada ebedi bir hayata kavuşmuş olacaklardır. İman eden ve salih amel işleyenler için ebedi bir cennet vardır. İnkâr eden ve zulmedenler için de ebedi cehennem vardır. Allah vaadinden asla dönmez.

17/98- Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkâr etmelerine ve: ‘Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?’ demelerine karşılık cezalarıdır.

54/2. Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür, derler.

 

Kur’an içerisinde mucize kelimesi geçmez. Ama müfessirler genelde ayet kelimesine hep mucize anlamı yüklemişlerdir. Bütün nebi ve resullerin ellerindeki mucize sadece Allah’tan aldıkları vahyi bilgilerdir. İşte inkâr edenlerin yalanladıkları odur. Zaten aşağıdaki ayetler onu izah etmektedir.

 

Nuh kavmi, Semut kavmi, Lut kavmi, Salih kavmi, gelen elçileri yalanladı. Böylelikle onların hakla batılı doğru ile yanlışı iyi ile kötüyü, ayıran vahye karşı gözleri kör, kulakları sağır, kalplerini de kendi kendileri mühürleyerek, cehennem ateşine yem olmuşlardır. İşte o inkâr edenler seninle bu dünya hayatında senden yüz çeviren inkâr eden ve zulmeden seni yalanlayan kâfirlere karşı biz de onları ebedi cehenneme sokacağız mesajı vererek Allah resulünü teskin etmektedir.

 

54/3. Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Hâlbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.

 

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, Allah insanlara ardı arkası kesilmeyen peygamberler göndermiştir. Eğer bir insanda akıl irade varsa o insana mutlaka uyarı gelmiştir. Bir başka ifadeyle akli melekesi yerinde olup da uyarı gelmeyen yeryüzünde bir tek insan yoktur. Ama insanların büyük bir çoğunluğu gelen nebi ve resulleri yalanlamışlardır.  Oysa onların yalanlamaları onları asla temize çıkarmaz. İş tilkinin dönüp dolaşıp gideceği yer, kürkçü dükkânı olduğu gibi, insanların da dönüp dolaşacakları yer Allah’ın huzuru olacaktır. Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz.

 

54/4. Andolsun onlara, kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir.

 

Peygamberlerin insanlara getirmiş olduğu en büyük haber ötelerin ötesinden hiç kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği sadece Allah’ın bildirmesi ile nebilere bildirilen ahiret hayatı ile ilgili gayp haberidir. İnsan hem kötülükleri yapmaya eğilimli, hem de iyilikleri yapmaya eğilimli nötr bir varlıktır.

 

Kur’an’da geçen halife kelimesinin bir anlamı da insan yol tercihini kullanma konusunda yetki ve sorumluluğun kendisine verilmiş olmasındandır. Allah insanlara hem kötülükleri yapma yönünde, hem de iyilikleri yapma yönünde yolu gösterir.  İnsan hangi yönde karar verirse karar verdiği yönde davranışta bulunmayı insanın kendi özgür iradesine bırakarak dünya hayatında kendilerine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde imtihana tabi tutmaktadır. Yani insan, ergenlik yaşından bunaklık ve ölüm dönemine kadar yol tercihini ve davranışları ile kaderini kendisi çizmektedir. İnsan, iyilikleri yapma yönünde de kötülükleri yapma yönünde de karar verirse Allah asla müdahil olmaz.

 

İnsan, iyilik yönünde karar vermişse peygamberleri yol gösterici olarak tayin etmiştir. Kötülükler yönünde karar vermişse şeytanları saptırmak için göndermiştir. Ancak Allah kendi gönderdiği peygamberleri örnek alıp onların getirmiş olduğu vahiyler çerçevesinde hayatına şekil verenlerden razı olmuş onları ahiret hayatında cennetle müjdelemiştir. İnkâr eden ve zulmeden şeytanın yolunu tercih edenleri de cehennem azabı cezalandıracağını vaad etmiştir. İki ayetle bunu taçlandırmaya çalışalım.

 

76/2. Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören (biri) kıldık.

76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

 

Denenmenin asıl sebebini insanların önlerine iki seçenek çıkmasıdır. Bunlardan birisi, yaşamını ölümünü namazını ibadetlerini belirleyen Allah’ın istekleri yönünde kullanmaktır. Diğer seçenek ise nefsinin azgın istekleri ve şeytanın yolunda tercihini kullanmaktır.

 

Allah insanlara bu iki seçenekten hangisini tercih ederse o yönde onları başarıya ulaştıracak sermayeyi önlerine koymuş ve yollarını açmıştır. Ama Allah kendisinin gösterdiği yönde inanan o yolda yaşamını düzenleyen insanlardan razı olacağını belirtmiştir. Diğer seçeneği tercih edenleri, yani inkâr eden ve zulmedenleri ahiret hayatında ebedi olarak cehennemde cezalandıracağını vaad etmiştir. İki tip insan gurubunun tutum ve davranışını Kur’an şöyle fotoğraflamaktadır.

 

Allah’ın istediği istikamette tercih kullanan ve yaşamını düzenleyen insanların  resmini Kur’an, şöyle ortaya koymaktadır.

 

2/2. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.
2/3. Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
2/4. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.
2/5. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.

 

İnkâr eden ve zulmeden kâfirlerin ise, fotoğrafını şöyle ortaya koymaktadır.

 

2/6. Şüphesiz, inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar.
2/7. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Büyük azab onlar içindir.

 

Allah İnkâr edenlere, kâfir, ümmi, cahil, bilmeyenler, puta tapıcılar, diye ifade ederek temel başlık altında onların konumunu müşrik olarak tanımlamaktadır.

 

54/5. Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!

 

Ayette anlatılmak istenen anlam, tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkânıdır derler ya, insanların dönüp dolaşacağı yer ahiret âleminde Allah’ın huzurunda toplanacak olmalarıdır. Ama buna kim inanır? Ancak yaratılışta verdikleri “Rabbim Allah’tır” sözüne sadakat göstererek elçilerin getirdikleri vahiylere iman eden insanlar, inanırlar.

 

İnkâr edenlerden iman etmediği gelen peygamberlerin getirdiği vahyi bilgileri yalanladıkları ahiret hayatı mutlaka ama mutlaka gelecektir. Orada öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler, kesin bir bilgiyle inanacaklar. Ama ahiret hayatında inanmaları onlara bir yarar sağlamayacaktır.

 

78/40- Gerçekten Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kâfir olan: ‘Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim’ diyecek.

 

54/6. Çağıranın görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir.

Ayette, çağırıcı diye ifade edilen azap melekleridir. Bir ayetle örneklendirmeye çalışalım.

 

6/ 130. Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve size bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: ‘Nefislerimize karşı şehadet ederiz’ derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.

 

54/7. Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar.

 

Kur’an ayette insanlardan inkâr edenlere kesin bir uyarı göndermektedir. Onlar dünya hayatında şöyle demişlerdi.

23/ 37. ‘O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.’

Diriltilip hesaba çekileceği azap günü gelince, artık üzerlerindeki örtü kaldırılıp her şey ayan beyan ortaya çıkmıştır.

 

54/8. Davetçiye koşarlarken o esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! Derler.

 

Davetçi, inkâr eden ve zulmedenler için ahiret hayatındaki cehennem zebanileridir. İnanmadıkları ahiret hayatı gelmiş çatmış işitmeyen kulaklar işitir görmeyen gözler görür hale gelerek başlarına gelecek şiddetli azabı fark ederek çetin bir gün gelip çattığını bilmişlerdir.

 

54/9. Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: O, delirdi, dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı.

 

Allahtan gelen nebiler ve resuller sürekli inkâr edenler tarafından yalanlanarak önde gelenler tarafından deli cinlenmiş büyülenmiş ifadesi kullanarak işkence çektirmişlerdir. Bazılarını öldürmüşler bazılarını da yerlerinden yurtlarından sürgün etmişlerdir.

 

54/10. Bunun üzerine, Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! Diyerek yalvardı.

 

Oysa Allah’ın dünya hayatında özel bir müdahalesi yoktur. Zulme uğrayanlara Allah müdahaleyi insanlardan iman eden ve salih amel işleyenlerle yapmaktadır. Şu ayet buna en güzel bir örnektir.

 

9/52. De ki: ‘Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

 

Ayette anlatılmak istenen mesele şudur. Allah peygamber aracılığı ile kâfirlere gönderme yapmaktadır. Eğer siz bizimle savaşırsanız bizim için iki güzellik vardır. Eğer biz galip gelirsek siz bize teslim olup zafer kazanacağız. Allah bizim elimizle size azap edecek. Bu bize birinci güzelliktir. Eğer siz bize galip gelir bizi öldürürseniz, Allah bize ahiret hayatında ebedi cennette ağırlanacağız. Bu da ikinci güzelliktir. Ama dünya hayatında siz bizi öldürürseniz Allah ahiret hayatında kendi eliyle cehennem azabı verecektir.

 

Ayette geçen Allah’ın kendi eliyle inkâr edenlere cezasını vermesi dünya hayatında Allah asla zulüm yapanlara müdahale etmediğini göstermektedir. Bir ayetle söylediklerimizi taçlandıralım.

 

16/ 61. Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

 

54/11. Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.

Ayette anlatılmak istenen olay, İnkâr eden ve zulmeden kâfirler için, ahiret hayatında ebedi cehenneme giden yolların, gelen nebi ve resulleri yalanlama nedeniyle, insanların bilmediği fakat Allah’ın bildiği sonuca götüren cehennem hayatında katlanılması mümkün olmayan, acı bir azap hatırlatılmaktadır.

 

54/12. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti.

Yine ayette mecazi bir anlatım devam etmektedir.

 

54/13. Nuh’u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.

 

Ayette ifade edilen gemi, vahiy gemisidir. İman edenler, Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler çerçevesinde hayat tarzlarını düzenledikleri için, inkâr edenler onları öldürmüşler yerinden yurdundan sürmüşlerdir.  Kur’an’a göre dünya hayatı bir an, ahiret hayatı ise ebedidir. İman eden ve salih amel işleyenleri, Allah ahiret hayatında ebedi cennetle mükâfatlandıracağını, İnkâr eden ve zulmedenleri ise ebedi cehennemle cezalandıracağını vaat etmektedir. İnanan bir kimse için ölmek sadece hal değiştirmek ve ebedi mükâfat için ilk adımı atmak demektir.

54/14. İnkâr edilmiş olana (Nuh’a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

 

Bütün peygamberlerin yaşam biçimini hayat tarzını Allah belirler. Onlar kendi arzularına göre, ne bir söz söyleyebilir ne de bir davranışta bulunabilirler.

 

6/162. De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.’

22/52. Biz senden önce hiç bir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

 

 

69/43. Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

69/44. Eğer o, bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45. Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
69/46. Sonra onun can damarını elbette keserdik.

 

Asla unutulmamalıdır ki, Peygamberlerin peygamber olduktan sonra onların nerde nasıl davranacaklarını Allah belirler. Birinde olan haslet diğerinde de vardır. Fabrika ayarlarından çıkmış bir ürün diğer aynı fabrikadan çıkmış olan ürünlerle farklılık arz etmiyorsa, peygamberler de aynen öyledirler.

 

54/15. Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

 

Nasıl Nuh kavmi kendilerine gelen peygamberleri yalanlayıp onlara acı çektirip öldürenlerin yaptıkları zulümler asla kendi yanlarına kar kalmayacaktır. Onlar yaptıkları zulümlerin bedelini misliyle ahiret hayatında, cehennemde cezalarını çekmekle ödeyeceklerdir.

 

54/16. Benim azabım ve uyarılarım nasılmış!

 

İşte azap ahiret hayatında nasıl olduklarını göreceklerdir.

 

54/17. Andolsun biz Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?

 

Kur’an, kolaylaştırdık, apaçık bir kitaptır, ifadeleriyle Kur’an’ın anlaşılamaz bir kitap olmadığını vurgularken, bir taraftan da Müteşabih olan ayetleri de ilimde derinleşenler anlar ifadesi kullanılmaktadır.

 

İslam toplumlarında bu ifadeler onulmaz bir yara açmıştır. Bazıları çıkmış bu Kur’an’ı biz anlayamayız ancak peygamber anlar deyip Kur’an hadislerle anlaşılır demişlerdir. Bazıları da çıkıp bu Kur’an’ı ancak biz anlarız siz Kur’an’ı anlayamazsınız biz ne söylersek onu yerine getirin diyerek Allah’ın ayetlerini kendi menfaatleri için satıp gizlemişlerdir. Yani Allah’tan olmayan bir din anlayışını Allah adına paralel din uydurarak ortaya koymuşlardır. Bu konuda Kur’an ne diyor? Kur’an’da geçen ayetlerden örnekler vererek muhkem ve Müteşabih kelimelerinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.

 

MUHKEM VE MÜTEŞABİH NE DEMEKTİR?

 

3/7. Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır’ derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

 

Edebi sanatlarda nasıl gerçek anlatım, mecazi anlatım sanatları varsa, Kur’an’da bunların karşılığı muhkem ve Müteşabih anlatım sanatı olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Eğer, Kur’an’da geçen anlatım sanatının hangi anlamda kullanıldığı fark edilmezse, ayet içerisinde geçen kelimelerin kastettikleri anlamı yakalamamız mümkün olmayacaktır. Kur’an’da geçen ayetlerden örnekler vererek müteşabih ayetlerin hangi anlamda kullanıldığını, bulmaya çalışalım. Öncelikle birbirlerini açıklayan üç ayeti harmanlayıp bir araya getirip ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.  

 

2/60. (Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman biz ona: ‘Asanı taşa vur’ demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece her bir topluluk içeceği yeri bilmişti. Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın.

 

5/12. Andolsun, Allah İsrail oğullarından kesin söz (misak) almıştı. Onlardan on iki güvenilir gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: ‘Gerçekten ben sizinle beraberim. Eğer namazı kılar, zekâtı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah’a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır.’

 

7/160. Biz onları (İsrailoğullarını) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa’ya: ‘Asanla taşa vur’ diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) ‘Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin.’ Onlar bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.

 

Vermiş olduğum farklı sure ve ayetlerde, üç ayette ne anlatılmak isteniyor? Gerçekten anlaşılması zor olan bir konudur. Eğer Musa asası ile taşa vurarak su çıkarıyorsa bu bir mucizedir denilebilir. Ama Allah hiçbir peygambere kendilerine indirilen kitaplardan başka mucize vermediği bildirilmektedir.

 

29/50. Dediler ki: ‘Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?’ De ki: ‘Ayetler yalnızca Allah’ın katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.’

29/51. Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

 

 

 

 

Onlar senden mucize istiyorlarsa işte sana mucize olan kitap, bu kitabın sana indirilmesi yetmiyor mu? İfadesiyle Allah cevabını vermektedir. Demek ki Musa’nın asasını taşa vurması ile insanların anladığı anlamda olağan üstü harikulade fiziki yasaları altüst eden on iki pınar çıkmaz. Şu Ayet de onu hatırlatmaktadır.

 

2/136. Deyin ki: ‘Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerlerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.’

 

O zaman bakara, maide ve Araf surelerinde, Musa, asası ile taşa vurarak on iki pınar fışkırması müteşabih bir anlatımdır. Asa kelimesini Kur’an iki farklı anlamda kullanmıştır. Birincisi Allah’tan almış olduğu vahyi bilgilerdir. İkinci anlamı ise dünya hayatındaki malını mülkünü devlet otoritesi olan, gücünü temsil eden asadır.

 

O zaman Musa peygamber, Allah’tan almış olduğu vahyi bilgileri kör ve sağır olan topluluğa anlatmış o topluluk içinden, vahyi bilgilere iman eden ve salih amel işleyen, on iki havariden söz edilmektedir. Dikkat ederseniz on iki pınar, arkasından, on iki gözetleyici, yine arkasından on iki topluluk olarak, peş peşe geldiği gözlenmektedir. İşte Kur’an’da geçen müteşabih ayetler kendi içinde tutarlı ve yaşanan hayatla çelişkiye düşmeyecek şekilde,  anlaşılmalıdır. Dilerseniz yine Kur’an’da geçen müteşabih olan ayetlerden başka bir örnek verelim.

 

20/17. ‘Sağ elindeki nedir ey Musa?’

20/18. Dedi ki: ‘O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.’

20/19. Dedi ki: ‘Onu at, ey Musa.’

20/20. Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).

20/21. Dedi ki: ‘Onu al ve korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz.’

 

Taha suresi on yedinci ayetten yirmi birinci ayete kadar bir asadan ve işlevinden söz edilmektedir. Bu asa nasıl bir asa ki atıldığı zaman kocaman bir yılan olmakta ve Musa korkarak kaçmaktadır. Bütün dünya üzerindeki sihir yapan büyü yapan insanları toplasan eğer bu asa kuru bir ağaçtan yapılma değnek anlamında olan asa ise, nasıl canlanarak yılan haline dönüşebilir? Bu olay Allah’ın yaratış kanunları ile uyum sağlamamaktadır. Bir de başka bir konuda başka bir anlamda kullanılan bir asadan söz edilmektedir.

 

20/65. ‘Ey Musa’ dediler. Ya sen (asanı) at veya önce biz atalım.’

20/66. Dedi ki: ‘Hayır, siz atın.’ Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı ipleri ve asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü.

20/67. Musa, bu yüzden kendi içinde bir tür korku duymaya başladı.

20/68. ‘Korkma’ dedik. ‘Muhakkak sen üstün geleceksin.’

20/69. ‘Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.’

20/70. Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: ‘Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik’ dediler.

 

Bu konuda Musa için kullanılan asa kelimesi, Allah’tan almış olduğu vahyi bilgiler anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Büyücüler için kullanılan asa kelimesi de insanların uydurdukları beşeri sistem ve ideolojiler olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse konu içerisinde olayın sonucu açıklanırken onların atmış oldukları asayı Musa’nın atmış olduğu asa derleyip toplayıp yuttuğu ve arkasından gelen ayette bütün büyücülerin Musa ve Harun’un ilahına teslim olduğu izah edilerek sonuca varılmıştır.

 

Görüldüğü gibi asa kelimesi, genelde müfessirlerin anlattığı gibi, ağaçtan yapılan değnek anlamında asa olarak anlaşılırsa Kur’an ve evren yasaları ile uyum sağlamadığı görülmektedir.

 

54/18. Ad kavmi (Peygamberleri Hûd’u) yalanladı da azabım ve tehdidim nasılmış (gördüler).

 

54/19. Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik.

 

54/20. O rüzgâr, insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

 

54/21. Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!

 

Kur’an içerisinde geçen peygamberleri yalanlayan kavimlerin değişik anlatımlarla helak edildiği anlatılmaktadır. Bunlardan birkaç tane helak edilen kavimlerin helak edilme olayını anlatırken şöyle diyordu. Peygamberlerini yalanladılar diz üstü çöktüler. Peygamberlerini yalanladılar suda boğduk. Peygamberlerini yalanladılar sayha tuttu ifadeleriyle anlatılmaktadır. Oysa Allah dünya hayatında peygamberleri yalanlayan ve zulüm yapanların cezalarını asla dünya hayatında vermeyeceğini üzerine basa basa vurgulamaktadır.

 

16/61. Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

 

Soruyorum deist olanlara, eğer Allah var da ahiret hayatı yoksa Dünya hayatında önde gelenler ve güçlü olanlar mazlum olanları köleleştirip ekmeğini elinden alarak onları yer yer yurtlarından sürmektedirler. Bazen de onları öldürmektedirler. Dünya hayatında zulmedenlerin yapmış oldukları zulmeden Allah özel bir müdahalede bulunmayacağım diye söz veriyor. Peki, onların yapmış oldukları zulümler diğer insanlar eliyle de verilemiyorsa yanlarına kar mı kalacak? Adaletle hükmeden birisi için asla bu doğru olamaz. Allah ayette de belirtildiği gibi Allah inkâr eden ve zulmedenlerin cezasını ahiret âlemine ertelediğini bildirmektedir.

 

54/22. Andolsun biz Kur’an’ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?

 

Bir kişi veya bir kavmin kendilerine gönderilmiş olan peygamberi yalanlamaları onların Allah’tan gelen vahyi bilgileri ret etmek demektir. Bir başka ifadeyle Allah’ın rablığını inkar etmesi demektir. Bu da Kur’an’a göre Cibril’i kabul etmemek demektir. Cibril’i kabul etmemek de Allah’a düşman olmak demektir. Allah’a düşman olan bir insanın Allan’da onun düşmanıdır.

 

2/97. De ki: ‘Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.

2/98. Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.’

 

Ayetlerde belirtildiği gibi Allah’ın dünya hayatında inkâr edenlere rızkını keserek onları aç susuz bırakmak değil, ilahi mesajdan nasibini kendi iradeleri ile alamamakla Allah düşmanlığını göstermektedir. Bu konuyla ilgili Kur’an’da çok Ayet var ama ben iki tane ayeti vererek olayın aydınlığa kavuşacağı kanaatindeyim.

 

16/61. Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

42/14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

 

İşte Hud kavminin helak edilmesi ile ilgili konu bu şekilde anlatılmaktadır. Yoksa bu günde peygamberleri yalanlayan ekini ve nesli yok eden mazlum olan insanları köleleştirip zulme uğratan ülkeler ve toplumlar var, var olmaya devam etmektedir.  Eğer helak edilme olayı İslam toplumlarının anladığı gibi anlaşılmış olsaydı, onlar da helak olur ve Allah onların dünya hayatında kökünü kuruturdu. Maalesef zulmeden ülkeler zulümlerini arttırdıkça daha da çok güçlenmeye devam etmektedirler.

 

Evet, dünya hayatında Allah zulmedenlerin cezasını vermeyeceğine dair söz verdiğini belirmekte ve cezasını ahiret âlemine ertelediği sürekli anlatılmaktadır. Kur’an’da geçen helak kelimeleri bu dünya hayatında vahye karşı gözleri kör kulakları sağır kalpleri kendileri tarafından mühürlendiğinden dolayı ilahi mesajı bir türlü anlamaktan uzak kalmaktadırlar. Yoksa Allah kimseye zulüm yapmaz.

 

54/23. Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı.

 

54/24. “Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz” dediler.

 

54/25. “Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır o, yalancı ve şımarığın biridir” (dediler.)

 

Salih kavmi için buraya kadar geçen ayetlerde, İblisin teklifleri sonucunda kibirlenen gururlanan insanlar Allah’ın gönderdiği bir peygamberi, inkâr etmek ve yalanlamakla en büyük yanlışlığı yapmışlardır. Yukarıda Hud kavminin başına gelen konum ne ise Salih kavminin başına gelen felaketler aynısı olacak bir sünnet olarak devam edecektir. Devam etmelidir demeli de başka bir alternatif yoktur.

 

54/26. Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.

 

İnkâr edip, gelen peygamberleri yalanlayan kavimler ahiret hayatında kimin söylediği yalan kimin söylediği doğru orada bileceklerdir. İnkâr eden ve zulmeden kâfirlerin yapmış oldukları zulümler iman eden ve salih amel işleyenleri üzmesin. İnkâr eden ve zulmedenlerin yapmış oldukları zulümler asla kendi yanlarına kar olarak kalmayacak ahiret hayatında kim ne kadar kötülük yapmışsa mutlaka onun bedeli misliyle ödettirilecektir

 

45/34. Denildi ki: ‘Bugününüzle karşılaşmayı unuttuğunuz gibi, biz de sizi bugün unutuyoruz. Barınma yeriniz ateştir. Ve sizin için hiç bir yardımcı yoktur.’

54/27. Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.

 

54/28. Onlara, suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver. Her biri kendi içme sırasında gelsin.

 

54/29. Arkadaşlarını çağırdılar, o da (bundan cüret alarak) kılıcını kaptı ve deveyi kesti.

 

54/30. (Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu!

 

54/31. Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler.

 

Genelde müfessirlerin büyük bir çoğunluğu, olayı anlatırlarken Salih peygamber dağdan mucize olarak bir deve doğurttuğu ve halk da kendilerine ait içecek suyun çok az oluşu sebebiyle deveyi kestiklerinden dolayı o toplumun helak edildiği anlatılıp durmuştur.

 

Oysa Kur’an bu olayı, farklı bir boyutta ele almaktadır. Şöyle ki; deve dağdan mucize olarak çıkarılmış bir deve değildir. Deve bildiğimiz etinden sütünden,  derisinden gübresinden yavrusundan yükünden yararlansınlar diye Allah in insanlara hizmet sunsun diye yaratmış olduğu devedir. Bilindiği gibi Kur’an’da iki tip anlatım sanatı vardır. Edebi sanatlara göre bu anlatım şekli, mecazi anlatım gerçek anlatım olarak anlatılır. Kur’an’a göre bu anlatım şeklinin karşılığı muhkem anlatım ve Müteşabih anlatım şeklidir.

 

İşte burada devenin içlerinden zorba birisinin kesmesi, Salih kavminin önde gelenlerden birisi, İnsanların istifadesine sunduğu deveyi ait olduğu yerden kaldırıp onu tapınılır hale getirmesine deveyi kestiler ifadesi kullanarak uzun uzadıya anlatılması gereken bir olayı kısacık anlatarak sanat yapmıştır. Zulüm, Allah’ın koyduğu bir değeri ait olduğu yerden kaldırıp, değerin altında veya üzerinde bir yere taşımak demektir.

 

Salih kavminin devesi ile ilgili ayetlerde anlatım şekli aynen şöyledir. Bir gün su içme hakkı devenin, bir gün su içme hakkı sizindir. İfadesi ile kendi anlamı dışında farklı bir anlama geldiği bilinmesi ile anlam kazanmaktadır. Yani, Allah evrende temel olarak yaratılmış olan iki varlıktan söz etmektedir. Birisi Âdemoğlu şemsiyesi altında insanlar diğeri ise meleklerdir.

 

33/ 72. Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

 

Belki tefsir kitaplarımda zamanı zemini geldikçe bu konular bir binanın köşe taşı gibi her geldiğinde konu ile ilgili ayetler, yerleştirilecektir. Ayette anlatılmak istenen evrende yaratılmış olan varlıklardan birincisi emanet ve sorumluluk yüklenen insanlardır. Diğeri ise emanet ve sorumluluk yüklenmeyen meleklerdir. Kur’an emanet ve sorumluluk yüklenen varlıkların sadece ve sadece insanlar olduğunu, emanet ve sorumluluk yüklenmeyen varlıkların ise dağlar yerler gökler olduğunu, bir başka ifadeyle melekler olduğu üzerine basa basa vurgulanmaktadır. Kur’an içeresinde de yaklaşık olarak doksan üç yerde melek kelimesi geçmektedir.

 

Meleklerde akıl irade ve seçenek yoktur. Bundan dolayı onlara Allah bilgiyi kodlamış ve görevleri sadece Allah’a ve insanlara secde etmektir. Bir başka ifadeyle insanların emirlerine amade olmaktır. Bir iki ayetle bunu taçlandırmaya çalışalım.

 

2- 31. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin’ dedi.

2-32. Dediler ki: ‘Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.’

İşte Meleklerin Allah’ın öğrettiği bilgilerden başka bilgileri yoktur. Meleklerin görevi Allah’ın bildirdiği bilgilerle insanoğlunun karar verdiği yönde insanların emirlerine amade olmaktır.

 

66/ 6. Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert (iri cüsseli), güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.

 

Bu kadar açıklamalardan sonra, demek ki insanların biyolojik ve psikolojik yapıları da dâhil olmak üzere, insanların dışında insanların karar verdiği yönde hizmet sunan, evrende ne kadar varlık varsa, Kur’an o varlıklara melek anlamı yüklememiştir. O zaman evrende yaratılmış olan, güneş ay yıldızlar hayvanlar bitkiler hava su ne kadar yaratılmış olan varlık varsa bunların hepsinin görevi insanoğluna secde etmektir. O zaman deve bir melektir.

 

26/155- Dedi ki: ‘İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.’

 

Dikkat ederseniz, bu ayet başka bir sure başka bir ayetten buraya naklederek getirdik. Yani bu Müteşabih benzeşmeli bir ayettir. Benzeşen ayetlerden yola çıkılarak, ne anlatmak istediği ancak anlaşılabilen ayetlerdir. Burada devenin görevi insanlara hizmet etmekse, eğer anlatıldığı gibi su sıkıntısı varsa deveyi keserler yerler ve onun su tüketmesine fırsat tanımazlar. Yok, eğer burada kullanılan su içme sırası bildiğimiz içlen su değil de görev farklılığı anlamında olan bir farklılıktan söz ediliyorsa o zaman burada insan emredecek deve de o emre itaat edecektir.

 

Peygamberlerini yalanlayan Salih kavmi, burada deveyi kestikleri için helak olmadılar. Aksine deveyi kesip yemedikleri ve onu ilah haline getirdikleri için helak oldular. Yani deveyi Allah’ın koyduğu bir değerin üzerine çıkararak kelimeyi ait olduğu yerden kaldırdılar. Böylece zulüm yaptılar. Bir başka ifadeyle deveyi tapınılır hale getirdiler. İsterseniz deve kesilmesi ile ilgili bir ayet daha verelim.

 

22/ 36. İri cüsseli develeri size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşçasına ayakta durup) boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkâra ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.

 

Kur’an’da çelişki olmadığına göre, bir kavim deve kesince Allah onaylayıp övmektedir. Bir kavim deve kestiği zaman helak edilmesi olacak şey değildir. Bu ayetler arasında doğru bir bağ kurulamamasından kaynaklanan yanlış bir anlayış olarak karşımıza çıktığı gözlenmektedir.

 

Sonuç olarak diyebiliriz. Salih kavmi kendilerine gelen peygamberi yalanlamışlar ve Allah’ın yarattığı deveyi Allah’ın koyduğu değerin üzerine çıkarmışlardır. Etinden sütünden yükünden istifade etmeleri için yarattığı deveyi kendilerine ilah haline getirmişlerdir.  Böylece Allah’ı rab ilah edinmeyi bırakıp deveyi kendilerine rab ilah haline getirmişlerdir. Bir başka ifadeyle, Allah’ın göndermiş olduğu ilahi mesajdan nasibini almamama nedeniyle ölünceye kadar dünya hayatında kör ve sağır olarak dolaşmışlardır. Ölünce ahiret hayatında inkâr etmeleri ve zulümleri nedeniyle ahiret hayatında cezalarını ebedi olarak, cehennemle ödeyecekleri bildirilmektedir.

 

54/32. Andolsun biz Kur’an’ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu?

 

Düşünen aklını kullanan insanlara her türlü kıssalardan örnekler vererek anlatılmaktadır.

 

54/33. Lût’un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı.

 

54/34. Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lût ailesini seher vakti kurtardık.

 

54/35.Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni işte böyle mükâfatlandırırız.

 

54/36. Andolsun ki, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu tehditleri kuşkuyla karşıladılar.

 

54/37. Onlar Lût’un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!” (dedik).

 

54/38. Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı.

********

Yine yukarıda geçen ayetlerde, Lut kavmi ile ilgili bir kıssa anlatılmaktadır. Olay bütünü ile geçen üç ayette anlatıldığı için biz Lut kavmi hakkında olan olayları kısacık da olsa özet olarak sebep ve sonuç ilişkilerini bir araya getirerek anlatmaya çalışacağız.

Dilerseniz bu olayı başka bir surede anlatılan Lut kıssası ile ilgili geçen ayetleri aktararak anlatmaya çalışalım.

 

11/ 77. Elçilerimiz Lut’a geldiği zaman, onlardan dolayı kaygılandı, göğsünü bir sıkıntı bastı ve: ‘Bu, zorlu bir gün’ dedi.

11/78. Kavmi ona doğru koşarak geldi; onlar daha önceden kötülükler işlemekteydiler. ‘Ey kavmim’ dedi. ‘İşte benim kızlarım, bunlar sizler için daha temizdir. Artık Allah’tan korkun ve beni misafirim önünde küçük düşürmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan bir adam yok mu?’

11/79. Dediler ki: ‘Andolsun, senin kızlarında bizim haktan bir şeyimiz (ilgimiz ve arzumuz) olmadığını sen de bilmişsindir. Bizim ne istediğimizi gerçekte sen biliyorsun.’

11/80. Dedi ki: ‘Size yetecek gücüm olsaydı veya sağlam bir yere sığınabilseydim.’

11/81. (Elçiler) Dediler ki: ‘Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiç biriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan (azap), ona da isabet edecektir. Onlara vazolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?’

11/82. Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık;

11/83. Rabbinin katında ‘belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış’ olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir.

 

Lut kavmi, peygamberini yalanladı. Cinsel ihtiyaçlarını Allah’ın helal kıldığı kadınlarla değil, erkekler cinsel ihtiyaçlarını bir birleri ile karşılıyorlardı. Lut kavminin bu yanlış davranışlarını Lut uyardığı halde onlar kendi tutumlarından vaz geçmediler. Ayrıca Lut kavmine nebi ve resul olan iki elçi gelmişti. Lut peygamber misafirlerinin yanında beni mahcup etmeyin diye onları uyardığı halde onlar bu tutum ve davranışlarından vaz geçmediler.

 

Lut kavminin kötü gidişatını gören elçiler Lut’a dediler ki sen geceleyin iman eden ailen ile birlikte karın hariç yola çıkın. Sakın ola ki, iman edenlerden hiç kimse o inkâr edenlerin yapmış oldukları kötülükleri yapmak için arkasına dönüp bakmasın. Dik duruşlarını bozmadan bu kavimden ayrılsınlar.

 

11/81. (Elçiler) Dediler ki: ‘Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiç biriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan (azap), ona da isabet edecektir. Onlara vaad olunan (azab) sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?’

11/82. Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık;

11/83. Rabbinin katında ‘belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış’ olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir.

 

İman eden Lut kavmi hicret ederek zulmeden topluluğu terk ederek, ayetlerde ifade edildiği gibi ilahi mesaj ile iletişimi kesilen toplumlar ecelleri gelince ahiret hayatında her şeyin ayan beyan ortaya çıktığı zamanı vurgulayarak ebedi cehennemi hak edecekleri anlatılmaktadır.

 

Sabah kelimesi Kur’an içerisinde iki farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi gecenin arkasından gelen sabahtır. İkincisi de dünya hayatının sona erip ahiret hayatının başlaması ile birlikte, yapmış oldukları her kötülüğün ortaya çıkarak inkâr ettikleri cehennem azabını tatmaları anlamındaki sabahtır. Ahiret hayatında inanmadıkları cehennem azabı onlara gelip çatmış üzerlerindeki hakkı hakikati görmeyi engelleyen perde kaldırılıp ahiret hayatında ne olup bitiği ayan beyan görülmesi anlamındaki sabahtır.  Ayetlerde anlatılan ahiret hayatı için kullanılan bir sabahtan örnek vermeye çalışalım.

 

28/82-Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkârcılar felah bulamaz’ demeye başladılar.

 

Evet, Lut kavmi de inkâr etme ve zulüm yapmaları dolayısı ile dünya hayatında doğal yasalardan cezalarını görecekler. Bir de ahiret hayatında yapmış olduğu zulümlerin karşılığını ebedi cehennemde azap çekmeyle, ödeyeceklerdir.

 

54/39. İşte azabımı ve uyanlarımı tadın! (denildi).

 

54/40. Andolsun biz Kur’an’ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu?

 

Allah geçmişlerde peygamberlerin başlarına gelen kıssaları bizlerin başına da gelecektir. Bunları Kur’an bize oyun eğlence olsun diye anlatmamaktadır. Bakınız sizden önceki kavimler böyle böyle suçlar işlediler onlara ne kadar nebi ve resuller gelip uyarı verdikleri halde onlar bu uyarılardan öğüt almadılar. Bari siz ders alın siz de onlar gibi Allah’ın gazabına uğramayın diyerek öğüt vermektedir.

 

54/41. Şüphesiz Firavun ‘un kavmine de uyarıcılar gelmişti.

 

54/42. Lâkin onlar bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir şekilde yakaladık.

 

Kur’an içerisinde en çok kıssaları anlatılan peygamberlerden birisi Musa peygamberdir. Firavunla ilgili Kur’an’da geçen konu ve ayetlerden yeri zamanı geldikçe anlatmaya çalışacağız inşallah. Kamer suresinde çok kısa anlatılmış ama biz Firavunun mahiyeti hakkında kısa da olsa Kur’an’da aktarılan bazı bilgiler vermeye çalışalım.

 

Firavunlar insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa var idi, şimdi de var ve kıyamete kadar da var olmaya devam edecektir.

 

Kur’an, Musa döneminde Firavun ’un sarayına hasbel kader bebek olarak geldi. Musa ergenlik yaşına gelinceye kadar Firavunun yanında büyüdü. Dilerseniz Firavun ile ilgili Kur’an’dan bir pasaj aktaralım.

 

28/3. Mümin olan bir kavim için hak olmak üzere, Musa ve Firavun ‘un haberinden (bir bölümünü) sana okuyacağız.

28/4. Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.

28/5. Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyorduk.

28/6. Ve (istiyorduk ki) onları yeryüzünde ‘iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım’, Firavuna, Haman’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.

 

Yeryüzünde bozguncu olanlar genelde kendini kibirli büyük gören insanlardan çıktığı görülmektedir. Yukarıda aktarmış olduğum ayetlerde olduğu gibi, Firavun önce insanları fırkalara ayırmakta daha sonra güçten düşürerek onları köleleştirip, zulüm yapmaktadırlar. Ayette geçen “erkek çocukları öldürüyor kadınları sağ bırakıyor” ifadesi burada kastedilen anlamı, zulme karşı çıkan diklenen küçük toplumların liderlerini öldürerek zulme karşı koymayan insanlardan diğerlerini sağ bırakan cinsiyet ayırımı yapmadan sessiz kalmasını anlamında söylendiğinin bilinmesi gerekir..

 

Dünya üzerinde bulunan Firavunlar bu gün de aynı taktiği uygulamaktadırlar.

 

54/43. Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraat mı var?

 

Ayet firavun ve ordusunun başına gelen kıssaları anlattıktan sonra, Onlar gelen resullerini yalanladılar. Biz de onları yerin dibine geçirdik. Onlar öyle böbürlendiler öyle gururlandılar ki kendilerinin hiç ölmeyeceklerini sanıyorlardı. Ama ölüm anında azap ile karşılaşacağı büyük azabı görünce ben de Musa ve Harun’un rabbine iman ettim Müslüman olanlardan oldum, demekten kendini alıkoyamadı.

 

19/90. Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım’ dedi.

 

Demek ki Allah sizden önce nice güçlü topluluklara gücünü gösterip ahiret hayatında defterini dürüp hesabını sormuştur. Size mi soramayacak? Mesajını vermektedir.

 

54/44. Yoksa “Biz, intikam almağa gücü yeten bir topluluğuz” mu diyorlar?

 

Yoksa siz onlardan daha güçlü bir topluluğuz intikam almaya gücümüz yeter mi diyorsunuz? Hayır, Allah sizden önce nice inkâr edip güçlü olduğunu iddia eden bütün toplulukları helak etti. Elbette Allah sizi de helak etmeye gücü yetecektir.

 

54/45. O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır.

 

Ayet Mekke müşriklerine atıf yaparak, Müslüman olanları yerinden yurdundan eden müşrikler ve kâfirler. Müslümanlar son nebi ve resulün önderliğinde güçlenerek zulmeden kitap ehli  ve müşriklere  Medine’de güç ve otorite olup, yaptıkları zulmün karşılığını ödetmişlerdir.

 

17/4. Kitapta İsrail oğullarına şu hükmü verdik: ‘Muhakkak siz yer(yüzün) de iki defa bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir azgınlıkla kibirlenip yükseleceksiniz.

17/5. Nitekim (ikiden) ilk vaad geldiği zaman, güç ve şiddet sahibi kullarımızı üzerinize gönderdik de (sizi) evlerin aralarına kadar girip araştırdılar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü.

 

Allah İslam topluluğu gerekli gayreti ve çabayı gösterdiği zaman Müslüman olanlar iktidar sahibi olmuşlardır. Müslüman olanlar iktidar sahibi olduklarında, aç olanlar doyurulmuş çıplak olanlar giydirilmiş, zulme uğrayan mazlumlar da zalimlerin elinden alınarak onlara esenlik temin edilmiştir.

 

9/2. Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkâr edenleri hor ve aşağılık kılıcıdır.

 

Kur’an’a göre cihat yeryüzünde inkâr edenler yok oluncaya kadar, savaş yapmak değildir. Cihat, ayrı ayrı dinlerde olan insanların kendi din anlayışlarını kendilerine vererek, Kimse kimsenin üzerinde kendi din anlayışını üzerinde zulüm ve işkence aracı olarak kullanmadan özgürce yaşama ortamı hazırlanıncaya kadar mücadele vermek demektir. İnkâr edenlere Allah dünya hayatında insanlar eliyle müdahalesini yapmakta ahiret hayatında ise Allah kendi eliyle müdahalesini yapacaktır.

 

54/46. Bilakis kıyamet onlara vadedilen asıl saattir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır.

İnkâr eden ve zulmedenlerin kıyamet sahnesinde resmi şöyle çizilmektedir.

 

75/24. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir.

75/25. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır.

75/26. Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman,

75/27. ‘Son müdahaleyi yapacak kim’ denir.

75/28. Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır.

75/29. (Ölüm korkusundan) Ayaklar birbirine dolaştığında;

75/30. O gün sevk, yalnızca Rabbinedir.

75/31. Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı.

75/32. Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti.

 

54/47. Şüphesiz suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

 

54/48. O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde “Cehennemin elemini tadın!” denir.

 

O cehennem halkı pişmanlıklarını gizleyemezler. Ve şöyle derler.

 

6/27-Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: ‘Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık.’

 

54/49. Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.

 

Allah evrende yaratmış olduğu her şeyi bir ölçü ve kader üzerine yaratmıştır.

 

33/38-Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiç bir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir. Allah’ın emri takdir edilmiş bir kaderdir.

54/50. Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir şey değildir.

 

Allah’a göre zaman yoktur. Zaman İnsanlara göre vardır. Bize göre Allah bir şeyin olmasına karar verdi mi, her şey bir zaman dilimi içerisinde sebep ve sonuç ilişkisine bağlı olarak olmaktadır. Kur’an bu olayı şöyle anlatmaktadır. Allah bir şeyin olmasına karar verdi mi o da hemen oluverir. İfadesi ile olayı anlatmaktadır.

 

2/177-Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca ‘OL’ der, o da hemen oluverir.

 

54/51. Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mu?

 

Evet, Allah inkâr eden ve zulmedenlere meydan okumaktadır. Sizden önce size gelen nebileri ve resulleri yalanlayan sizin benzerleriniz olan hatta sizden daha güçlü olanları bile helak ettik. Siz, kendinize çeki düzen vermezseniz sizi de helak ederiz mesajı verilmektedir. Bu uyarılarla Allah insanları ibret almaya ve öğüt almaya davet etmektedir.

 

54/52. Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur.

 

54/53. Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır.

 

18/49-Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: ‘Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp-döküyor?’ Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.

 

Allah kimseye zulüm etmez. Ancak inkâr edenler kendi kendilerine zulmederler.

54/54. Takva sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarındadır.

 

Dünya hayatında Allah’ın emirlerine karşı boyun eğenler. Yap dediklerini yapanlar yapma dediklerini yapmayanlar elbette kâfirler gibi olmayacaklardır. Onlar her istediklerinin verileceği korkusuz güven içerisinde meleklerin selamla karşılayacakları cennette ağırlanacaklardır.

 

54/55. Güçlü ve Yüce Allah’ın huzurunda hak meclisindedirler.

 

Allah haktır hakkı söyleyendir. Hak meclisleri de Allah’ın terbiyesi ile terbiye edilmiş tek bir ümmet tek bir şeriat içerisinde olan Müslümanlardır.

 Ali Rıza Borazan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.