108 – KEVSER SURESİNİN TEFSİRİ

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla!

Kevser suresi nüzul sırasına göre on beş, Kuran sıralamasına göre de yüz sekizinci sure olup, üç ayetten ibarettir. Mekki bir suredir.

108/1- Şüphesiz, Biz sana Kevser’i verdik.

İman eden ve Salih amel işleyenlere, Allah kişilerin her istediklerini vaat ettiği bir cennetten söz ediyor.

Cennet; Müslüman olanlara Allah’ın dünyadaki Rabbim Allah’tır demeleri yüzünden zorluklara sabreden ve mücadelesini dik duruşunu bozmadan devam ettiren, insanlara Allah’ın ahiret âleminde mükâfat olarak her türlü nimetlerini vereceği ebedi bir yaşam yeridir.

2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.

Dünya hayatında insanlar kendilerini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Dünya; iman eden ve Salih amel işleyenler ile bunun karşılığında inkâr eden ve zulmedenlerin mücadele ve yarış sahasıdır. Kim dünyada gerekli gayreti gösterir kendi yanına insanlardan ve meleklerden güç kuvvet toplayabilirse güçlü olan onlardır. 

Dünya hayatında iktidarın insanlar arasında devretmesi de bu anlama gelmektedir. Müslüman olanların velisi Allah’tır. Onları dünya hayatında eğitir ve yönlendirir. ama onlar söz dinlemezlerse de onlara özel bir yardımda bulunmaz. Kâfirlerle iman edenleri denemeye tabi tutar. Eğer kâfirler çalışır gerekli gayreti gösterirse onların dünya üzerinde zulüm iktidarı kurmasına engel olmaz. Müslüman olanlara da Allah şu öğütleri sıralayarak onları güçlendirmektedir.

3/139- Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.

3/140- Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah’ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahitler (veya şehitler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez;

3/141- (Yine bu) Allah’ın, iman edenleri arındırması ve inkâr edenleri yok etmesi içindir.

3/142- Yoksa siz, Allah, içinizden cihat edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

3/143- Andolsun, siz onunla karşılaşmadan önce ölümü temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.

3/144- Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip-geçmiştir. Şimdi O ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah’a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.

Allah isteseydi, kendisiyle insanlar arasında göndermiş olduğu nebilerine karşı çıkan onlara tuzak kuran kâfirleri bir kaşık suda boğabilirdi. Ama dünya hayatının anlamı ve imtihan edilmenin sırrı burada yatmaktadır. 

Allah dünya hayatında iman edenlerin güçlü olması ve iktidarı onların ele geçirmesinden yanadır. Ve desteğini gördüğünüz gibi vahiylerle iman edenlere ulaştırarak vermektedir. Yoksa Müslümanlarla birleşip harp meydanlarında kâfirlerle savaşmaz. 

Ve Müslüman olanlar gerekli gayreti göstererek peygamberlerini etten duvarla örerek ona destek verirlerse işte takva iktidarı kurulup insanlar İslam’ı yani insanların rahat bir nefes alacağı, kimsenin dininden mezhebinden dolayı öldürülmeyeceği yerinden yurdundan sürülmeyeceği, esenlik içerisine girmiş bir yaşama kavuşacaktır.

Allah’ın göndermiş olduğu nice peygamberler ve Allah dostları, kâfirlerden işkence ve zulüm görmüşlerdir.

3/146- Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.

Yukarıdan buyana anlatmış olduğumuz gibi, iman etmek; bir kıyam etmeyi Allahın buyrukları önünde eğilmeyi ve sana yapılanlara karşı güçsüz kaldığında sabretmeyi, gerektiği zaman malını yakınlarını düşünmeden seni yolundan alı koyanlara karşı yiğitçe savaşıp ölmeyi gerektirmektedir. İşte Allah bunun karşılığında cenneti ve sana Kevser’i vaat etmektedir. İşine gelirse bunları yerine getir.

108/2- Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

Burada açıklanmasına ihtiyaç duyulan üç kelime dikkat çekmektedir. Rab, Namaz, Kurban,

RAB

Rap; Dünya hayatında Yaşamın kurallarını koyan ve ona bağlı olarak yaşanan Allah’ın rabliği için hayatın yaşanması anlamındadır. Yani insanlardan bazıları hatta diyebiliriz ki, büyük bir kısmı Allah’ın dışındaki yaratılmış olanları kendilerine rab ilan ederek hayatı anlamlaştırmaktadırlar. İşte nebisi ve ona uyanları Allah kendisini rab edinerek ona kulluk çerçevesi içerisindeki yaşam biçimlerinin nasıl olacağını sıralamaktadır. Ve o kurallar çerçevesinde yaşamalarını emretmektedir.

Firavun kendisini ilah olarak ilan etmişti.

43/51- Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: “Ey kavmim, Mısır’ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?”

28/38- Firavun dedi ki: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.”

Allah’ın rabliğini ilahlığını kabul etmek demek, Onun insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa göndermiş olduğu nebiler aracılığı ile gelen dini kabul ederek, onun getirdiği kurallar içerisinde yaşamaktır. Bu yolda olanlar tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisindedirler.

21/92- Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin rabbinizim, öyleyse Bana ibadet ediniz.

Kendilerine Allah’tan başka rab ilah arayanlar ise ayrı ayrı rab ümmet ve şeriat içerisindedirler. Müfessirlerin büyük bir kısmının yanıldığı nokta peygamber şeraitlerinin farklı olduğu anlayışıdır. Asla bu doğru değil her peygamberin kendilerinden önce gelen nebilerin getirdiklerini doğrulaması ve kendilerinden sonra gelecek olan nebileri de müjdelemeleri onların tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde olduklarının kanıtıdır. Şeritaleri farklı farklı olanlar Allah’ın göndermiş olduğu dinin dışında kendilerine din uyduranlardır.

5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitabı (Kuran’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

Ümmet ve şeriat farklılığı olanlar Allah’ın nebiler aracılığı ile gönderdiği dindeki ümmet ve şeriat farklılığı değil Allah’ın dışında kendi uydurdukları dinlerdeki ümmet ve şeriat farklılığıdır.

Öyleyse Allah’ı Rab ilah kabul etmek demek, Allah’ın dışındaki yaratıklardan hiç birisini Rab ve ilah kabul etmemek sadece ona ibadet etmek sadece ondan yardım dilemektir.

NAMAZ

Namaz; yaşadığın bütün hayatta davranış biçimlerinin Allah’ın koyduğu şekilde kuralların tezahürü olduğu gibi, aynı zamanda bu yaşamı gündemde tutmak sürekli kılmak için insanın belirlenmiş vakitlerde ritüel olarak Allah’ın karşısında kıyam kıraat rüku ve secdeye kapanarak Allah’ı tazim etmektir. 

Yaşadığın hayatı onun adına olduğunu fiilen hem insanlara göstermek hem de Allah’a göstermektir. İnsanlara göstermek riyakarlık anlamında değil, aynı sancağı taşıyanların birbirlerini tanımaları kimin hangi safta olduğunun belirginleşmesi içindir. Yoksa namaz insanın kendisi yararına olan bir ibadettir. Fanusun içerisinde yanan mumu dış etkenlerden koruduğu gibi namaz da insanı dış etkenlerden korur.

4/103- Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, müminler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.

Ritüel olarak günde beş vakit namaz yok diyenlerin kulakları çınlasın. Elbette Kuran’da namaz diye geçmez ama, bizim kültürümüze ritüel olarak günde beş vakit kılınan ibadet şekli salat olarak geçer. Kuran’da peygamber kelimesi ayetin orijinalinde geçmez, ama biz peygamber kelimesi duyduğumuz zaman vahye muhatap olan elçi aklımıza gelir nitekim de öyledir. Kuran’da peygamber kelimesinin karşılığı nebidir. Salât kelimesinin karşılığı da bize namaz olarak yansımıştır.

Salat mimin olanların peygambere destek vererek Allah’ın dininin kuvvetlenmesi için kullanıldığı gibi, aynı zamanda salat insanın kendisine destek vererek fahşadan koruyan bir ibadet türüdür.

33/56- Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de O’na salat edin ve tam bir teslimiyetle O’na selam verin.

Namaz dinin direği dedikleri bir anlamda doğrudur.İnanan ve inanmayanları birbirinden ayıran temel özellik namazdır.Tabi ki namaz kılış insanlarda şuurlu hale gelirse bunlar net olarak belirginleşir.

Medyen halkına peygamber olarak gönderilen Şuayb peygamber ile halkı arasında şöyle bir diyalog geçer.

11/84- Medyen (halkına da) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, O’ndan başka İlahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın; gerçekten sizi bir ‘bolluk ve refah (hayır)’ içinde görüyorum. Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum.”

11/85- “Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.”

11/86- “Eğer müminseniz, Allah’ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim.”

11/87- Dediler ki: “Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın.”

Görüldüğü gibi namaz yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın bir nebi ve resul aracılığı ile gönderdiği kuralları fiili olarak hayata uygulamaktır. Yasakladıkları yiyecek içecek ve davranışlardan uzaklaşmak, serbest ettiği yiyecek ve davranışları da yapmaktır.

Namazın en önemli etkilerinden birisi insanları fahşadan korumaktır.

29/45- Sana Kitap’tan vah yedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise, muhakkak en büyük bir ibadettir. Allah, yaptıklarınızı bilir.

Namazın ikinci özelliği iman eden ve Salih amel işleyen insanları tek bir inanç ve eylem altında birleştirmektir. Bu gün namaz kılan insanların genelde görünüşlerinin bu ruhu yansıtmadığı gözlenmektedir. Şeytan eşyanın yapısını insanlara bozdurduğu gibi, namaz kılışın da anlamını insanlardan uzaklaştırmıştır.

Namaz kılanlar gerçekten dinin asıl özünden sapmamış olsalardı. Kumar içki zina, kazara olması dışında adam öldürme Allah’ın dışındaki yaratıklara kulluk yapmazlar ve insanların emin ve eman içerisinde olduğu bir düzen ortada görülürdü. Namaz adına Allah adına beline bomba bağlayarak masum insanların içerisinde infilak ettirerek kendisiyle birlikte oradaki insanları öldürmesi Allah’ın peygamberlerle gönderdiği dinde asla yeri yoktur.

Namaz kılanlar gerçekten yürekten namaz kılıyorsa kıldıkları namaz onları olgun tertemiz insan haline dönüştürür.

KURBAN

Aynı ayet içerisinde açıklanmaya ihtiyaç duyulan kelimelerden birisi de kurban kelimesidir.

Kurban; Allah’ın insanların kontrolüne verdiği mallardan,  hayvanlardan canını, oğlunu, sevdiği şeylerden ne varsa gerektiği zaman Allah uğruna feda etmesi harcaması demektir. Kuran içerisinde kurban kelimesi Ali Bulaç mealinde on iki yerde geçmektedir.

Kurban kelimesi kuranda iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi Kazandığı mallardan, güzel olanlardan infak etme aynı zamanda gerektiği zaman oğlunu kızını Allah’ın emrine teslim ederek onun dünya hayatında Allah tarafından başına gelenlerden dolayı üzülmeme anlamındadır. 

İkinci kurban kelimesi ise Allah’ın sana verdiği büyük baş hayvanlarından şartlara göre mali gücü yerinde olanların senenin belirli günlerinde Allah adına keserek, hem kesenlerin yemesi hem de kesemeyenlerin yemesi için kesilen kurbanlardır. Şimdi bu söylediklerimizi kuranda konu içerisindeki yerlerini tespit ederek hangi anlamda kullanıldığını yakalamaya çalışalım.

5/27- Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: “Seni mutlaka öldüreceğim.” (Öbürü de:) “Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.”

Buradaki kurban Allah’ın insanların Allah uğruna feda edebilecekleri bir kurbandan söz edilmektedir. İnsanlar kazandıkları mallardan harcarken  adını anarak harcaması gerekiyor. Allah’ın adını anması da hayata Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde pencereden bakarak yaşamayı anlamlılaştırmak. Allah uğruna olmayan hiçbir şey Allah katında makbul ve kabul değildir.

2/264- Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.

Ademin iki oğlundan kuran bahsederken kurban sunumları kabul edilen Allah’ın tanımladığı hayatı kendisine ilke edinen ve o malların Allah’ın olduğunu tasarruf hakkının da ancak Allah’a ait olduğuna inanıp Allah için harcayandır. diğeri ise de malların kendisinin olduğunu ve tasarruf hakkının da kendisine ait olduğunu iddia edendir.

Hazreti Meryem’e gelen nimetlerin göndericisinin vericisinin sorulduğunda Rabbinin gönderdiğini söylemesi onun vahyin doğrultusunda yaşadığının bir göstergesidir. Karun ise o nimetleri kendisi kazandığını söylemesi iki tip biri birine zıt yaşam biçimi farklılığını ortaya koyması bakımından çok anlamlıdır.

Karun’un yanlışlığını ve hayattaki duruşunu kuran şöyle anlatmaktadır.

28/76- Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: “Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.”

8/77- “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.”

28/78- Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.

Karun gibi insanlar bundan önceki toplumlarda olduğu gibi şimdi de var ve bundan sonra da olmaya devam edecektir. Allah bunların yaşam biçimlerini ve gidiş tarzını onaylamamaktadır. Bunlar için ahiret âleminde ebedi bir cehennem hazırlanmıştır.

Hazreti Meryem için de Allah şöyle vah yetmektedir.

3/35- Hani İmran’ın karısı: “Rabbim, karnımda olanı, ‘her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen” demişti.

3/36- Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: “Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım.”

3/37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya’yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: “Meryem, bu sana nereden geldi?” deyince, “Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir” dedi.

Yine okuyuculardan azar işiteceğimi biliyorum. Kurban konusu açıklanırken bunların burada anlatılmasının hikmeti nedir diye soracaklar. Ama bunların aydınlatılarak bilgilerin netliğe kavuşturulması gerekir.

Meryem de kendisine verilen nimetlerin Allah tan olduğuna inanmakta ve onlara yediği zaman Allah’a şükrederek hayata bakışını Allah’ın kurguladığı şekilde bakmasını sürdürebilmektedir.

Mal Allahın olduğunu bilen bir kişi Allahın istediği şekilde harcamasını kendisine ilke edinir ama malın kendisinin olduğunu sana bir kişi de kendisinin istediği şekilde harcar ve kısar cimrilik eder. Bunların her ikisinin durumu Allah katında aynı olabilir mi?

Kuran’da kurban olayı hazreti İbrahim’in yaşamında doruk noktasına ulaşarak bizlere anlatılmaktadır.

37/102- Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): Oğlum dedi. Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun. (Oğlu İsmail) Dedi ki: Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşAllah, beni sabredenlerden bulacaksın.

37/103- Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail’i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı.

37/104- Biz ona: Ey İbrahim diye seslendik.

37/105- Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.

37/106- Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.

37/107- Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdi.

Kuran’da İbrahim peygamberin oğlu İsmail’i kurban etmesi gerçek anlamında değil mecazi anlamdadır. İnsanlar dünyaya birbirlerini kesmek kurban etek için değil imtihan için gönderilmiştir.

Kuran’daki bu anlatım sanatı düzgün olarak anlaşılmazsa ayetlere yüklenen anlamlar yanlış olur.. Kuran bir taraftan çelişkisiz bir kitap olduğunu söyler ve inanırken bir taraftan adam öldürmek bütün insanları öldürmek kadar günahtır.

Bir taraftan da hazreti İbrahim’in boynundan İsmail’i kesmek için yere yatırması anlayışı meazi bir anlatım olduğunun kavranılması gerekir. Oradaki anlatılmak istenen hazreti İbrahim’in bu ağır yükü İsmail’in üzerinde de taşımaya gönlü olması kâfir ve müşriklerin onu öldürme pahasına da olsa bu ilahi mesajın çizgisinden sapmamasını istemektedir.

Hazreti Meryem’i nasıl annesi her türlü bağımlılıklardan uzaklaşarak sadece Allah’a bağlılığın Özgürlüğüne kavuşturulması anlamı çıkıyorsa hazreti İbrahim’in oğlu İsmail’i de her türlü bağımlılıktan arındırarak Allah’a bağlılıkta özgürlüğe kavuşturulması anlamını taşımaktadır.

Kuran sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlama sanatı yaparak büyük baş hayvanlardan kurban edilmesini böyle bir sebebe bağlayarak anlatmaktadır.” – Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdi.” işte kurban kesmenin anlam ve önemi budur. Yoksa insanları doğramak ve kesmek değildir.

108/3- Doğrusu, asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.

Dünya hayatında rab yolunda yürüyen insanlar birbirlerinin zürriyetinden oldukları gibi rab yolunun dışında olanlar da aynı ailedendirler.

3/33- Gerçek şu ki, Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemler üzerine seçti;

34- Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.

İman eden ve Allah’ın koyduğu kurallar içerisinde hayatlarını düzenleyenler için hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında Allah’ın razı olduğu kullardır. Bunlar aynı ailedendirler. Ama iman etmeyen hayatlarını Allah’ın koyduğu kurallar dışında yürütenler ise hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında Allah’ın razı olmadığı sonuca ulaşacaklardır.

Kuran bunun la ilgili olayı Firavundan örnek vererek şöyle anlatmaktadır.

3/10- Şüphesiz inkâr edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah’tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar.

3/11- Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Ayetlerimizi yalanladılar, böylece Allah günahları nedeniyle onları yakalayıverdi. Allah, (cezayla) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.

3/12- İnkâr edenlere de ki: “Yakında yenilgiye uğratılacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz.” Ne kötü yataktır o.

Kuran’da bir örnek olarak verilen biyolojik olarak aynı ana ve babadan olduğu halde inkâr etmesi ve babası Hazreti Nuh’un sözlerini dinlememesi nedeniyle Allah onu kendi ailesinden olmadığını zikretmiştir.

11/42- (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: “Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma.”

11/43- (Oğlu) Dedi ki: “Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur.” Dedi ki: “Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur.” Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.

11/44- Denildi ki: “Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut.” Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: “Uzak olsunlar” denildi.

11/45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: “Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin vaadin de doğrusu haktır. Sen hâkimlerin hâkimisin.”

11/46- Dedi ki: “Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.”

11/47- Dedi ki: “Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.”

Kendi oğluna ve karısına söz geçiremeyen onlara şefaat edemeyen bir peygamberin, âlimlerin şeyhlerin evliyaların ahiret âleminde şefaat edeceği inancıyla avunanlara Allah akıl ve izan versin.

Ama dünya hayatında iman eden ve Salih amel işleyenler için kafir ve zalim olanlardan ne kadar işkence görseler de onlar için öldükten sonra Allah’ın hazırlamış olduğu altlarından ırmaklar akan her türlü nimetlerin verileceği bir cennet vardır. 

Onların yardımcıları ve desteği yerleri ve gökleri yaratan Allahtır. Kâfir olanlar Allah’ın desteğini kaybetmeleriyle en büyük yıkıma uğramışlar ve savaşı baştan kaybetmişlerdir. Belki dünya hayatında ilimde teknolojide ileri gitmiş olabilirler, insanlara bu güçleriyle zulüm uygulayabilirler ama bu hallerini ancak firavun gibi dünyada hükümlerini yürütebilirler.

20/71- (Firavun) Dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.”

20/72- Dediler ki: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla ‘tercih edip-seçmeyiz.” Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin.”

20/73- “Gerçekten biz Rabbimize iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir.”

Dünya hayatında Müslüman olanlar gerekli gayreti gösterdiği zaman, Allah güç ve kuvveti Müslümanlara, Müslümanlar gevşeklik gösterip kâfirler gerekli gayreti gösterirlerse de, güç ve kuvveti kâfirlere vermektedir. Teşbihte hata olmasın adil jüriler önünde güreştirilen inanan ve inanmayanın güreşleri gibi, kim yenerse adil olarak galip olan o ilan edilmesidir.

Allah da adil bir şekilde inananları ve inanmayanları dünya hayatında güreştiriyor. Kim antıramanını güzel yaparsa hiç ayırım yapmadan dünyada onu iktidar sahibi yapıyor. Ama ahiret âleminde ise inkâr eden ve zulmedenler boyunları bükük olarak ateşe sürüklenecektir. Ve onların orada hiçbir destekçisi olmayacaktır.

Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.