68 – KALEM SURESİNİN TEFSİRİ

KALEM SURESİNİN TEFSİRİ

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
 
Kalem suresi elli iki ayetten ibarettir.
 
68/1- Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun.
 
Kuran bir konuyu bir meseleyi açıklarken insanların bildiklerini hatırlatır. Ve bilemediklerini de o bildikleri şeylerden örnekler vererek açıklar. İnsanlar, deriler ve kâğıtlar üzerine kalemle nasıl yazıyı yazıyorlarsa ve bundan hiçbir kuşku duymuyorlarsa bilmedikleri konulardan anlattığı zaman da kuşku duymamalarını istemektedir.
 
68/2- Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.
 
Nüzul sırasına baktığımız zaman bu sure mekki bir suredir. Peygamber vahiyleri topluma anlattığı zaman toplumdan önde gelenler bir takım suçlamalarda bulunmuşlardı.
 
52/29- Şu halde sen, öğüt verip-hatırlat; çünkü sen, Rabbinin nimetiyle ne kâhinsin, ne mecnun.
 
Bir beldeye veya bir kavme bir peygamber geldiği zaman istisnasız delilik, şairlik, kendisi uydurdu yapmışlıkla suçlamaktadırlar. Bu toplumlarda olagelen Allah’ın sosyal, toplumsal  bir sünnetidir. Burada  kastedilen şairin bir sözü değildir derken ona gelen vahiyler şairlere gelen bir ilham gibi olmadığını, Kahin değildir derken de gelecekle ilgili bilgileri kahinlerin zan ve tahminle ortaya attıkları gibi değil, Gayba ait bilgileri Yerleri ve gökleri yaratan Allah bildirmektedir.
 
68/3- Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır.
 
Nebiler, Allah’ın eğitimi ile eğitilen ve onlar yanıldıkları zaman düzeltilen konumlarıyla diğer insanlardan ayrılmaktadırlar. Kuranda hiçbir peygamberin kendisine yüklenen sorumluluktan vaz geçerek değiştiği inkâra gittiği görülmemiştir. Ama diğer nebiler dışındaki insanlarda devamlı zikzaklar çizerek hayat yürümüşlerdir.
 
Bir taraftan Mekke müşrikleri peygamberimizin getirdiklerini yalanlarken ve yakınlarından çevresinden işkence görürken Allah da resulünü teskin etmektedir. Eğer Allah isteseydi onların hepsi senin söylediklerini yalanlamayacak bir şekilde yaratırdı. Ama bu dünya hayatını bir deneme ve gözetleme yeri yaptı. 
 
Onlar sana ne tuzak kuruyorlarsa Allah bunların hepsini görmekte bilmekte ve kayıt altına almaktadır. Senin üzerinde bunlar ağır bir yüktür belki seni öldürme girişiminde bulunacaklar geçmiş kavimlerde bunlar olmuştur. Allah’ın bir sünnetidir. Sen hiç merak etme “senin için kesintisi olmayan bir ecir var seni cennette ebedi rahat ve mutluluğa ulaştıracağız ifadesi kullanmaktadır.
 
Bu nasihat ve öğütler peygamberin şahsında bütün ona iman etmiş Müslümanları da kapsamaktadır. Her Müslüman için Dünya hayatında kâfirler ve müşrikler tarafından mutlaka eziyet ve işkence görecekler. Bunu denediği zaman dini halis olarak yaşadığı zaman kendilerinde mutlaka bunu test etmiş olacaklardır.
 
68/4- Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.
 
Ahlak: Dünya hayatında insanların davranış biçimlerinin adıdır. En güzel davranış biçimi Allah’ın göndermiş olduğu nebiler ve resullerdir. Çünkü onlar yanlış bir davranış yaptıkları zaman uyarılırlar. davranışlarının düzgün olanını Allah onlara yapmalarını gösterir. Ve onlar da o emirler çerçevesinde yaparlar ve yapmak zorundadırlar.
 
İman eden ve Salih amel işleyen toplumlar için peygamberler güzel bir örnektir. Ehli Kitap ve İslam toplumlarında bu tamamen saptırılarak Âlimlerini papazlarını rahiplerini kendilerine örnek almayı tercih etmişler ve onlar da ister bilerek isterse de bilmeyerek şirke bulaşmışlardır. 
 
Hiçbir insan bunun içerisine peygamberler de dâhil şeytanın katmalarından vesveselerinden arî değildir. Ama Allah peygamberlerde şeytanın katmalarını çıkararak kendi ayetlerini sağlamlaştırır. insanlara model örnek bir fotoğraf ortaya çıkarmaktadır.
 
22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Bu Olgu sadece vahye muhatap olan nebilerde vardır. Hazreti Meryem’in karşısına çıkan düzgün bir beşer de vahye muhatap olan elçi anlamını taşımaktadır. Şeytanın katmalarından davranış ve yaşam biçimiyle kâfir ve müşriklerden ayrılan ve tamamen Allah adına konuşan Allah adına yaşayan bir peygamber olarak karşımıza çıkmaktadır.
 
Belki ayetin yorumu uzayacak ama yeri gelmişken bütün nebiler ve resuller. Allah’tan bir ruhtur. Bunu kuran hazreti İsa peygamberde sembolleştirmiş ve Hristiyanlar da onu aşırı boyutlara taşıyarak Allah’ın oğlu diyecek kadar sözlerini ilerlemişlerdir.
 
4/171- Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Onu (OL kelimesini) Meryem’e yöneltmiştir ve O’ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve elçisine inanınız; “üçtür” demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah’tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa o’nundur. Vekil olarak Allah yeter.
 
Allah’ın kelimesi ve Allah’tan bir ruh ifadesi o kendiliğinden bir şey söylemez. onun söyledikleri ve yaptıkları Allah’ın emriyle olmaktadır. Bütün peygamberlerde bu özellik vardır. Hiçbir peygamber başka bir peygamberden vahyi iletme ve yaşama konusunda farklı değildir. 
 
Bu anlamda birbirine üstünlükleri de yoktur. Sadece farklı üstünlükleri toplumun destek verdikleri onları otorite ve emir komuta kademesine yükseltmişlerdir. Toplumun destek vermedikleri peygamberler adı bile anılmadan tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.
 
İşte peygamber davranış ve yaşam biçimiyle övülmüş .” Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” İfadesini kullanarak toplumun kınamasından onu uzaklaştırmış, ve kendisi tarafından davranışları övülmüştür.
 
68/5- Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler.
 
Kuran yakın kelimesini genelde ahiret için kullanmıştır. Ama son nebi ve resulün yolunun doğru oluşunu insanlar Medine’de halkın Hristiyan ve Yahudilerden de akın akın Müslüman olmalarıyla İslam güçlenmiş dün kendisiyle alay eden kâfirler, karşılarında Müslümanları güç ve kuvvet sahibi olduğunu görünce yanıldıklarını anlamışlardır.
 
Nebilerin toplumlara verdiği temel mesajlardan en önemlisi insanların öldükten sonra yeniden bir yaratılışla yaratılarak hesaba çekilme olayını haber vermeleridir. Puta tapıcılar bu günkü karşılığı, deist ve ateist olanlar öldükten sonra insanların dirileceği konusunda şüphe içerisinde ve inanmamaktadırlar. Onlar dünya hayatında yaşarız ve ölürüz biz yeniden diriltilecek değiliz demektedirler.
 
50/ 2- Hayır, onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesine şaştılar da, o kâfirler: “Bu şaşılacak bir şey” dediler.
 
50/3- “Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (yeniden diriltilecek mişiz)? Bu uzak bir dönüş (iddiasıdır).”
 
İnsanları dünya hayatında bir gözetleyicinin ve bir kameranın kendi yaptıklarını kaydettiği inancında olmayışları insanların görmediği yerde onların yanlış davranışlar yaparak zulüm yapmalarında hiçbir sakınca yoktur. 
 
Allah’ı inkâr etmek, gönderilen nebileri inkâr etmek, namaz kılanları namazlarından alı koyma çabaları karşısında Allah’tan özel bir müdahale de gelmeyince, zulüm ve işkence dünyada devam etmektedir. Ne zaman onlar öldüler ve yeniden bir yaratılışla yaratıldılar, dünyadaki yapmış oldukları her davranış kameralara kalplerinden geçen kötülüklerle önlerine kitap halinde konulduğu zaman artık yanıldıklarını anlayacak ama iş işten geçmiş olacaktır.
 
6/ 130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: “Nefislerimize karşı şahadet ederiz” derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şahadet ettiler.
 
İnsanlar Bu dünyada yapıp ettiklerinin bir hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler kadar haksızlığa uğratılmadan karşılığını göreceklerdir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
 
Allah hiç kimseye zulmetmez Allah katında bütün insanlar eşit mesafededir. Kim Allah’ın koyduğu kurallar içerisinde yaşar ve gayret gösterirse gösterdiği performans kadar Allah onlara yakındır. Allah kimseyi saptırmaz ve kimseyi bağışlamaz. Eğer öyle olmuş olsaydı insanlardan bazıları şanslı bazıları da şansız olurdu. Şans diye bir olgu yoktur. İnsanların kendi seçimleri onları bağışlanmaya ve sapmaya götürendir.
 
Bir Başka ifadeyle Allah sapmayı ve bağışlanmayı insanların önüne teklif olarak sunar. Ve seçimi bilgi sahibi olan insanın sonucuna katlanmak koşulu ile kendi özgür iradesine bırakır. İşte Kuran’ın konuşma diliyle sapmayı dileyeni ve sapanı saptırdım bağışlanmayı dileyeni, ve bağışlanmaya yöneleni de bağışladım ifadesi kullanmaktadır.
 
2/ 26- Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, “Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?” derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz.
 
68/6- Sizden, hanginizin ‘fitneye tutulup-çıldırdığını.’
 
Fitne. Allah’ın yeryüzünde koyduğu bir şeyi değerinden aşağıda ve yukarıda veya kelimeleri konulduğu yerden kaldırarak düzeni bozma ve fesat çıkarmadır. Bu Anlamda Rabbani yolun dışında hareket edenler ve kendilerine din uyduranlar insanları öldürenler, ekini ve nesli yok edenler, savaş çıkaranlar hep fitne içerisindedirler. Bir ayetle bunu pekiştirmeye çalışalım.
 
2/ 191- Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescidi-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir.
 
Allah Dünya hayatında insanlara nebiler ve resuller aracılığı ile dünyayı kullanma Kılavuzu göndermiştir. Kim bu Kılavuzun dışında dünyayı kullanmaya kalkar ve kullanırlarsa onlar fitnenin içerisine düşenlerdir.
 
Ayette belirtilen kâfirler ve müşriklerin gelen elçi hakkında mesnetsiz söylemlerinin peygambere iftira olduğunu, yeryüzünde kimin doğru yolda olup olmadığını Allah bilmektedir. Asıl fitne Allah’ın tanımladığı dışında tanım getirip yaşayanların yoludur. Doğru yol Allah’ın gönderdiği din ve yaşam biçimidir.

68/7- Elbette senin Rabbin, kimin Kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir.

Buradan Önce Allah’ı kabul etmekle Allah’ın rabliğini kabul etmenin faklı şeyler olduğunu anlamak ve kabul etmek gerekir. Rabbin terbiyesi altına girmek onun gönderdiği nebi ve resullerin getirdiklerine iman etmek ve tabi olmakla mümkün olur. Bir kişi Allah’ı kabul etmekle kurtuluşa ermiş olmaz. Ancak Allah’ın Emirlerini hayata hâkim kılmakla anlam kazanır. O da nebilerle gelen kitaplar ve suhuflar inanan insanların hayatlarının kılavuzudurlar.

İnsanların kendi akıllarından çıkarmış oldukları din ve yaşam biçimleri insanların doğru bir yolda yürümeleri için kılavuz olamaz.

Hiçbir kavim tahtadan ağaçtan helvadan putlar yapıp onun önlerinde bel bükerek secde edip ibadet etmezler. Ancak onların arkalarında bir ideoloji ve bir yaşam biçimi yatmaktadır. Ama Allah’a tapmak Allah’a ibadet etmek günün belirli vakitlerinde namaz kılmaktan öte yaşanmış olan hayatın onun koyduğu sınırlar içerisinde yaşanması önemlidir. Namaz sadece puta tapanların putların emirlerini yerine getirmek anlamında olmasının sembolik bir ifadesi oluşu gibi, namaz kılmak da Allah’a tapmanın Allah’a kulluk yaptığının bir işaretidir.

Kendi üzerlerine konan sineği kovamayan sinek onların üzerinden bir şey alıp kaçsa onları yakalayamayan nasıl insanların rabbi olabilir ki? Asıl rab onları da yerleri ve gökleri de yaratan Allahtır Biz inanan iman eden kullar sadece ona inanır sadece ondan korkar ve sadece ona ibadet ve kulluk yaparız. O bizi gören o bizi koruyandır.

Doğru ve yanlış olan yolun belirleyicisi İnsanların kalplerinden geçenleri bile bilen Allahtır.

2/284- Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, her şeye güç yetirendir.

Yerlerde ve göklerde kuru ve yaş ne varsa ona gizli kalmaz. O Her şeyi bilen ve gözetendir işte Allah olan, rab budur. Bizi yargılayacak olan ve hesaba çekecek olan odur. Korkulmaya ve ibadet etmeye layık olan ilah odur.

68/8- Şu halde yalanlayanlara itaat etme.

68/9- Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.

68/10- Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık,

68/11- Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan),

68/12- Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar,

68/13- Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik;

68/14- Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,

68/15- Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır” diyen.

68/16- Yakında Biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız.

Allah’ı Rab kabul etmek ve onun terbiyesi altında hayatı anlamlaştırmanın anlamı budur. Kâfir olanlar makam mevki koltuk sahibi olabilirler ama insanın yolunu Allah’ın yolundan döndürmeye asla ve asla hakları ve yetkileri yoktur. Kuran’ın bahsettiği firavunlar nemrutlar samiri’ler halkın desteği ile halka zulmediyorlar. ve onları köleleştiriyorlardı. Eğer halk içerisinde o müstekbir ve zalim olanlara destek veren olmamış olsaydı, onlar zulümlerini sürdüremezlerdi.

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa ne yazık ki; peygamberler ve ataleti emreden insanlar öldürülmüş zalim olanların iktidarları genelde yeşermiştir. Binlerce peygamber gelip geçtiği halde Kuran’da adı geçen peygamber sayısı yirmi beşi geçmemiştir. Bunun sebebi de Halkın peygamberlere değil makam mevki sahiplerine rağbet göstermelerinden kaynaklanmaktadır.

İman edenlere ve rab yolunda giden öncülere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Hak yoldan dövülse de zarara uğrasa da bir bedel ödese de sapmaması gerekmektedir. O zaman doğru olan halk içerisinde önem kazanmaya ve rağbet görmeye başlar. Cennet öyle ucuz değildir. Nitekim ayette bahsedilen dünyayı verme karşılığı müjdelenme de boş bir vaat değildir.

9/111- Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaadidir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.

Allah isteseydi kâfirleri Müstekbir ve zulmeden müşrikleri bir kaşık suda boğmaya gücü yeterdi. Ama onlara dünya hayatında bir zaman dilimi içerisinde ölünceye veya bunaklık dönemine kadar, istediğini yapması için mühlet vermektedir. 

İman edenlerin de iman edip etmediğini sınamak testten geçirmek için karşısına, savaş yokluk kıtlık fakirlik hastalık gibi problemler çıkararak onların sabrını ve ihtiyaç sahiplerini kollayıp gözetip gözetmeyeceğini denenmektedir. Cennet öyle kolay kazanılmamaktadır. Dünyada Allah uğruna malını gerekirse canını bile ortaya koyarak hakkı ayakta tutanların yanında olarak onlara destek vererek ortaya koymakla ancak kazanabileceğini vurgulamaktadır.


“- Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.” Yerleri ve gökleri yaratan insanlara ve yaratılmış olan bütün canlılara rızkını veren Allah ancak secde edilmeye onun emirlerine boyun eğmeye layık olandır. Bizi dünya hayatında rızkımızı verdiği gibi onun rızasına uygun olarak yaşadığımız zaman ahiret hayatında da karşılığını tastamam verecektir.

68/8- Şu halde yalanlayanlara itaat etme.

Daha ne? yalanlayan kendilerine bile hayrı olmayan zorbalara hainlere itaat etme Allah seni görmekte ve izlemektedir.

68/9- Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.

Yaranma ve uzlaşma kendi yolundan taviz verme demektir. Allah ise kendi yolundan dünyalık menfaatler uğruna asla taviz verilmesini istememektedir. İslam’ın kedi misyonu içerisinde bir siyaseti vardır. O başka bir ideolojiye bağlı kaldığını ilan ederek yola yürümez. Dünya üzerinde bütün irili ufaklı ne kadar devlet ve topluluklar varsa kendi özerkliklerini ortaya koyacakları zaman mutlaka bir süper güce bağlı kalarak kendi özerkliklerini ortaya koyarlar. 

Bu da onların bağımlı olduğunu baştan kabul etmiş olduğunu gösterir. Allah ise hiçbir bağımlılığı kabul etmeden insanların kınamasından korkmadan sadece ve sadece Allah’a bağımlı onun koyduğu kurallar çerçevesinde hayatta yaşamayı istemektedir.


Bu da dünya hayatında eşine ender rastlanan nebi ve resullerde ancak görülmüştür. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa şu anda tahmin edilen rakam yüz bin sene geçmesine rağmen Kuran’da adı anılan peygamber sayısı yirmi beşi geçmemiştir. Çünkü Allah’tan başka hiçbir gücün otoritesini kabul etmeyen peygamberler ya dövülmüş ya hicret etmişler ya da öldürülmüşlerdir. Halkın desteğini almadıkça onlar etten duvarla Allah’ın resulünü korumayan toplumlarda rabbani yol yeşermemiştir.

Rabbani yolun dışında yol takip edenler ya ata dini mensupları (puta tapıcılar müşrikler bilmeyenler ümmiler) Ya da ehli kitap müşrikleridir. Dünya genelinde bunlar ekini ve nesli yok etme çabasındadırlar. Kendilerinin dışında olan hiçbir inanca sahip olan insanlara yaşam hakkı tanımazlar. 

Herhangi bir bahaneyle onların mallarını mülklerini elinden alarak, ya sürerler ya da öldürürler. Bunlar güç sahibi olduklarında halkı birbirine düşürerek fırkalara ayırırlar bölerler parçalarlar içlerinden kendilerine karşı itaat edenleri sağ bırakırlar karşı çıkanları da öldürürler. Bunların temel hayat görüşü budur.


Bu gün Müstekbir zalimlikte zorbalıkta adam öldürmekte azgınlaşmış Amerika birleşik devletlerinin yaptığı da bu değil mi? Şu ayet onların davranış biçimlerini çok güzel tanımlamaktadır.

59/16- Şeytanın durumu gibi; çünkü insana “İnkar et” dedi, inkar edince de: “Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” dedi.

Müstekbir olan güç sahipleri seni kolundan tutar kötülüğü işletir. daha sonra seni tutar keser. Orta doğuda bu gün oynanan oyunları inceldiğimiz zaman hep bunda Müstekbir  güçlerin parmağı oyunu vardır.

Allah kendi yanında olanlara yardım eder derken tutup da Müslüman olanlarla birleşip kâfirlere karşı savaşır anlamında değildir. Dünya hayatında kendi dinine iman edenleri eğitir. Onları o kuraljara uymaya davet eder hafif bir gevşeklik küfre karşı yenilgiyle sonuçlanır. Yılgınlığa düşülmemesini devamlı zinde kalmasını Allah inananlardan istemektedir. Değilse Yılgınlığa düşmeyen kâfirler iktidar ve güç sahibi olmaktadırlar.

68/10- Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık,

Rabbani yolun karşısında temel olarak düşman iki topluluk vardır. Birisi puta tapıcılar. Bunların Kuran’da isimleri bilmeyenler, uyarılmamış olanlar, ümmiler Ve müşrikler olarak geçmektedir. Bunların temel özellikleri, Allah’ın varlığına inanmayanlar olmakla beraber, Allah’a inananlar da vardır. Allah’a inandıkları halde peygamber kitap ve ahiret ile ilgili inançları yoktur. Bunlar sadece dünya hayatında bir yaşamın olduğuna inanırlar. Tekrar dirilip ceza ve mükâfat olacağına inanmazlar. Bir ayetle bunların Kuran’da tanımlanan profilini vermeye çalışalım.

23/37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”

İkinci gurup ise ehli kitap olanlardır. Bunlar Allah’a onun gönderdiği peygamberliğe kitaplarına ahiret hayatına inandıkları halde peygamberlere gelen vahyi ayakta tutmayanlara söylenmektedir. Bütün peygamberlere gelen vahyin kuralları aynı olduğu halde zan ve tahminle bir takım uydurmalarla bu Allah katındandır diye söylemektedirler.

Bu iki gurup da gelen nebevi dini kabul etmemekte ona düşman kesilmekt. Ve onlar şöyle söylemektedirler.

2/91- Onlara: “Allah’ın indirdiklerine iman edin” denildiğinde: “Biz, bize indirilene iman ederiz” derler ve ondan sonra olan (Kur’an)ı inkâr ederler. Oysa o (Kur’an), yanlarındakini (kitabı) doğrulayan bir gerçektir. (Onlara) De ki: “Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce ne diye Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”

Kuran’da genel adı ehli kitap ve müşrikler, rabbani yolun düşmanıdırlar. Onlar sadece kendi yollarının doğru olduğuna inanmaktadırlar. Oysa doğru yol Allah’ın kendi vahiylerini sağlamlaştırarak nebi ve resuller aracılığı ile gönderdiği yolun adıdır. Bu tip insanlar çağımızda vardır. Ve kıyamete kadar da olmaya devam edecektir. Kim ki Bu kuranın vermiş olduğu çerçevede hayatını düzenlerse kurtuluşa erenler, ve doğru yolda olan onlardır.

Kesinlikle peygamberin şahsıda örneklenen davranışlar her Müslüman olanların yapması ve uyması gereken davranışlardır. Kim ehli kitap ve müşriklerin yolundan giderse onlara itaat ederse o da onlardandır.

68/11- Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan),

Yukarıda bahsetmiş olduğumuz insan tiplerinin kuran bize profilini çizmektedir.

68/12- Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkâr,

Bunların kendileri rabbani yolu tercih etmedikleri gibi rabbani yolda olanların yollarına da köstek koymaya çaba harcarlar.

68/13- Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik;

Bunlar yeryüzünde güç ve iktidar sahibi olurlarsa ekini ve nesli yok ederler, insanlara zulmederler halkı ve zayıf insanları köleleştirerek her türlü işkenceyi yaparlar. Bunlar bu yol üzerinde olmaları nedeniyle Allah da onların kendi kalplerini mühürleme nedeniyle hakka karşı kulakları sağır gözleri kör ve kalpler de duyarsızlaşmıştır. Dünya hayatında kör ve sağır olarak yaşamayı hak etmişlerdir.

68/14- Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,

Onları şımartan olay zenginlik ve dünya hayatındaki makam ve mevkileridir. Gelen peygamberlere karşı en başta karşı çıkanlar dinin önderleri ve zenginler olmuştur. Çünkü gelen nebiler İnsanları kardeşliğe adalete hakkaniyete iyiliğe eşitliğe davet etmektedirler. Ama bunların o gelen nebi ve resullerin söylediklerine kulak verip kabullenirlerse dünya hayatındaki saltanatları gidecektir. bu sebeple kendi saltanatlarının sarsılmasından dolayı onları korku salmaktadır.

Allah katında bütün insanlar eşit konumdadır. Onlardaki makam, zenginlik, zekâ renkteki ve cinsiyetteki farklılık sadece bir tiyatrodaki rol farklılığı gibidir. Allah insana ne kadar güç ve imkân vermişse onlara o kadar sorumluluk yüklemektedir.

İnsanları yapamayacağı davranışlardan dolayı sorumlu tutmaz. ve ahiret âleminde de götüremediği yükten dolayı ceza vermeyecektir. Savaşa çıkması gerekenler güçlü olanlardır. Savaşamayacak kadar zayıf olanları Allah savaştırmaz. Ve onların tasvirlerini şu üç ayette toparlamaktadır.


9/91- Allah’a ve elçisine karşı ‘içten bağlı kalıp hayra çağıranlar’ oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

9/92- Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur.

9/93- Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler.

Dünya hayatında rağbet bilmeyenler tarafında bu tip insanlara olmaktadır. Servet sahibi olanlar asıl dünya hayatının bir imtihan olduğunu unutarak onlardaki o servetin ve makamın geçici olduğunu unutarak onları ahiret hayatından nasibini almayı engellemektedir. Ebedi olan kesintisiz olan yer ahirettir. İnsanlar dünya malını ancak ahiret âlemini kazanmak için kullanmalıdırlar aklını kullanan insanlar ancak böyle yaparlar. 

Ellerindeki sermaye ile uzun ve sürekli bir rahatlığın hazırlığını yaparlar. Mallarıyla dünyalık zevklerini tatmin edenler ellerine para geçtiği zaman içkiye kumara veren adamın durumu gibidir. Ama akıllı olan adam dünyadaki rahatlığını düşünse bile o parasını kısacık dünyası için bir ev yapmaya kendisini hazırlar.


İşte Ahiret de onun gibidir. Daha akıllı olanlar dünyadaki sermayeleriyle ahirette kendilerine rahat edecekleri makamlar hazırlığı içerisinde olanlardır. O makamları elde etmenin yolu da kendisinin rabbi olan Allah’a düzgün adam gibi yaşama onun kurallarına uymadan geçer.

68/15- Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır” diyen.

Bu ayet insanlık tarihinin başlangıcıyla beraber başlayan bir yaşam biçiminin bir ideolojini fotoğrafını ortaya koymaktadır. Bu tip insanlar ya ateist olanlar ya da deist olanlardır. Onları bu kadar vahye karşı tepki duymaya götüren olgu onlar Allah insanlara kitap peygamber göndermez anlayışıdır. Eskilerin uydurduğu masal derken kitap ehlinin yaşam ve din anlayışlarına tepki duymalarıdır. Ben şahsen bir bakıma onlara hak veriyorum. Yanlış din anlayışlarını zan ve tahminle uydurup sonra da bu Allah’tandır demeleri onları çileden çıkarmıştır.

Bu Gün İslam toplumlarının Anladıkları ve anlattıkları dini hangi aklı dimağı yerinde olanlar kabul edebilirler ki? On parmağından su akıtan kuru çeşmeyi sulandıran, asayı vurduğu zaman denizleri yaran, attığı zaman asası yılan olan bir peygamber fotoğrafı Allah’ın dininde yoktur. Evren yasalarını delip geçen yarattığı evrenle çelişkiye düşen bir din anlayışı kalpleri mutmain etmemektedir. Kalpleri rahatlatmayan din de asla Allah’ın dini olamaz.

Peygamberleri diğer insanlardan farklı kılan özellik sadece vahiyler ve onların getirdikleri evren yasalarıyla uyum halindeki bir din anlayışıdır.

68/16- Yakında Biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız.

Bu konum temsili olarak kuranın örnek verdiği âdem’in tıpkı iki oğlu gibidir. İnsanları insan yapan onlardaki imandır. İmansız bir yüreğin Akif’in de dediği gibi sinede bir yükten başka bir anlam ifade etmez.

İman hayata vahyin penceresinden bakmayı, vahiyle hayatın bütünleştirilmesini anlamlı kılar.

Ayette geçen yakında ifadesi ahiret âlemini kastetmektedir. Çünkü dünya hayatı bir imtihan ve deneme salonudur. Dünya hayatında Allah’ın evren yasalarına, uymama ve insanların biribirlerine müdahalesi hariç Allah insanlara müdahale etmemiştir.

Din gününün maliki ifadesini kullanırken de bunu kastetmektedir. Dünya hayatında ceza yok şu ayet de bunun en güzel örneğidir.

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

Bu ayeti örnek verince hemen Kuran okuyanların aklına Kuran’da kıssalarda anlatılan Nuh Lut Semut gibi kavimlerin helaki gelecektir. Onlar Kuran’da Ahiret aleminde olan bir cezanın sanki Dünyada veriliyormuş gibi bir meselinin mecazi anlatımla bize anlatmaktadır. Bu konuyu helak geçen ayetlerde detayına inşallah girip anlatmaya çalışacağım.
68/17- Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi.

68/18- (Bu konuda) Hiçbir istisna yapmıyorlardı.

68/19- Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela’ onun üstünü sarıp-kuşatıverdi.

68/20- Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi.

68/21- Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler.

68/22- “Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın.”

68/23- Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler:

68/24- “Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın.”

68/25- (Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler.

68/26- Ama onu görünce: “Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız” dediler.

68/27- “Hayır, biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık.”

68/28- (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: “Ben size dememiş miydim? (Allah’ı) Tespih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?”

Kuran Dünya hayatında var oluşta var olan ve bugüne kadar da olagelen ve bundan sonra da devamlı olacak olan bahçe sahipleri adı altında bir kıssa anlatarak, ders almak isteyenlere ders vermektedir.

İnsanlar yaratılırken Allah’ı Rab olarak kabul ederek yaratılmışlardır.

7/172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidiler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.

Allah’ı rab olarak kabul etmek de onun gönderdiği nebilerle gelen mesajları Dünya hayatında yaşamakla olur. Allah her insanı dünya hayatında bir mevziiye yerleştirip onlara kendi güçleri çerçevesinde birer rol vermiştir. 

Bazılarını zengin bazılarını fakir bazılarını sakat bazılarını kör ve topal v.s. yaratmıştır. İnsanlar arasındaki bu farklı yaratılışlarda bilen bir toplum için birçok hikmetler vardır. Bu farklılıklar insanlar arasındaki sosyal bir bağı oluşturmak insanlar arasında dayanışmayı sağlamak içindir. Her insan farklı bilgi ve maharetleriyle bir yer işgal etmektedir.


Bir fabrikada hep mühendis çalışmaz. Bunun yanında fabrikanın müdürü personelleri işçileri ve daha birçok alanlardaki yerlerde insanların çalıştırılmasıyla o fabrika çalışmasını sürdürebilir. Yoksa bir bölümdeki yetenekli kalifiye eleman noksanlığı işlerin aksamasına neden olur. Dünya’da insanlar da öyledir. Her bölümde her maharetli ve kabiliyette insanlar vardır. ve olmaya devam edecektir ki devran dönsün insanlar birbirlerine ihtiyaç duysun.

Her insan hangi konumda makamda mevkide olursa olsun kendisin yaratan tarafından kendi gücü çerçevesinde görev ve sorumluluk yüklenmiştir. Her insan bir fert olarak kendi üzerine düşen sorumluluğunu yerine getirmekle başta sorumludurlar. Onlar içerisinde öyle insanlar vardır ki çalıştıkları kendi üzerlerine düşen görevleri yaptıkları halde hayatı sürdürmekte güçlük çekmektedirler. 

2/273- (Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.

İşte onlara Allah’ın kendi mülkünden verdiği güç ve maldan imkândan yoksul insanların doyurulması istenmektedir. Bu bir imtihandır. Ama insanlar mal hırsı ile daha çok biriktirmek daha çok yığarak mal hamalı olarak hiçbir kimsenin ihtiyacını karşılamadan ölüp gitmektedirler.

Ama Kulluk bilincinde olan insanlar kendilerine verilmiş ihtiyaç fazlası mallara ihtiyacı olanlara vermeyi bir ibadet telakki ederler. Allah’ın emri de budur zaten.

2/219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.” Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyaçtan artakalanı.” Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;

Bütün mal mülk Allah’ındır. Ama insanlara dünya hayatında bu malları belirlenmiş bir zaman dilimi içerisinde tasarrufuna vermiştir. Hangisi şımarmadan sapmadan adil ölçüler içerisinde kazanmış olduğu Allah’ın verdiği güçle Allah’ın verdiği malları ihtiyaç sahiplerine verecek diye. 

Ama ne yazık ki insanlar. Malı kazandıkça ihtiyaç sahibi olanlara pay vermeyi unutup kendirlerine göre de kılıf hazırlayarak bu malı ben kazandım benim aklım sayesinde elde ettim diyerek onların hakkını iade etmemektedirler. Tıpkı Karun gibi. Kuran’da günümüz zenginleri de aynısını yaptıklarından bir örnek olma açısından o kıssayı vermek istiyorum.

28/76- Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: “Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.”

28/77- “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.”

28/78- Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.

28/79- Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: “Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir” dediler.

28/80- Kendilerine ilim verilenler ise: “Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı, iman eden ve Salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz” dediler.

28/81- Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.

28/82- Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: “Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz” demeye başladılar.

28/83- İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir.

Kuran’da Anlatılan Karun kıssasından ders almak isteyenler için ibretler vardır. İnsana bedeni gücü de aklını da ellerini ayaklarını da ve dünya üzerinde zenginliği oluşturacak malzemeleri de veren Allah’tır. İnsan Allah’ın verdiği güçle Allah’ın verdiği mülkü ben kazandım diyerek Allah’ı unutarak kendisini ön plana çıkarması doğru olan bir davranış değildir. Allah’ın Mülkünde Ancak Allah’ın koyduğu kurallar içerisinde gezinebilirsin. Onun çizdiği kırmızı çizgileri asla çiğnemememiz gerekmektedir.

Bedir savaşında Müslümanların galibiyle sonuçlanması onları şımartmış. Gururlanmaya başlamışlardı. Allah da onlara gereken cevabı şöyle vermişti.

8/17- Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.

İnsanın üzerinden Allah’ın verdiği nimetleri çekip alsan insanların neye gücü yetebilir ki? Aldığımız nefes içtiğimiz su yediğimiz ekmek kimin sayesinde olmaktadır? Allah bizi iyiliğe olan yönelmeyi yaratmasaydı biz iyiliğe yönelebilir miydik? O zaman bizim iyiliklerden yana olan hasletlerimiz hep Allah’ın dilemesiyle olan şeylerdir. Yaptığımız her iyilik Allah’tandır. Kötülükler ise kendimizdendir.

Bahçe sahipleri ile ilgili konunun Daha güzel anlaşılması için bu açıklamaları yapmaya çalıştım. Dünya Hayatında gelecekte olan hiçbir şey garanti olamaz. Gelecek bir gayıp tır. Başımıza ne geleceğini önceden biz kesin olarak kestiremeyiz. Biz kendi üzerimize düşen görev ve sorumluluğu yerine getiririz. Allah izin verirse bizim ulaşmak istediğimiz ancak gerçekleşir. Onun için Kuran gelecek Hakkında şey yapılacağı zaman Allah izin verirse şartını eksik etmemek gerektiğini vurgulamaktadır.

18/23- Hiçbir şey hakkında: “Ben bunu yarın mutlaka yapacağım” deme.

18/24- Ancak: “Allah dilerse” (inşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: “Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir.” 

Allah bahçe sahipleriyle ilgili kıssayı sunarken İnsanların öz yapısına yerleştirilmiş olan iblis ve onun teklifi sonucu ilkeleşen insanlardan şeytan kimliği insanları asıl dünya hayatındaki yaşaması gereken yaşamdan uzaklaştırarak Dünyayı tabulaştırmanın ne kadar yanlış olduğunu bize anlatmaktadır.

İnsanlar gelecek ile ilgili bir yatırım yaptıkları zaman, Onu istisna yapmadan kesin karşılığını alacaklarını zannederler. Oysa, Gelecek olan hayatta insanın başına neler gelebileceği belli değildir. Gerek insanlar eliyle gerekse tabiat kuvvetlerinden birçok insanın beklemediği felaketler. Yaşadığımız hayatta gelebilmektedir. Yangın dolu kar savaş kıtlık sel gibi felaketler her an bizim kapımızı çalabilir. Bunlardan hiç kimse emin olamaz. Ama ne yazık ki insanlar bunu hiç hesaba katmadan kesin olarak kazanacağını ummaktadır.

İşte Allah Bunlar, insanın başına gelmeden insanları uyararak gelecekte büyük bir yıkım ve felakete karşı duyarlı olmaya karşı onları uyarmaktadır. Bela bir bu dünyada olduğu gibi asıl bela ahiret âleminde olacaktır. Ama Ahiret âleminde olacak olan felaketlere ancak Gönderilen kitaplara iman edenler duyarlı kalabilirler. İnanmayanları ne kadar o felaketlere karşı uyarsan da fark etmez. Çünkü onların gözleri kulakları ve kalpleri duyarlılığını kaybetmiş olanlardır.

İnsanların kazandıklarında ihtiyaç sahiplerinin hakkı vardır. Bu Allahın bir emridir.

30/38- Öyleyse yakınlara hakkını ver, yoksula da, yolcuya da. Allah’ın yüzünü (rızasını) isteyenler için bu daha hayırlıdır ve felaha erenler onlardır.

Hak Ancak Hakka tabi olanlar içindir. Hakka tabi olmayanlarda o tarafta bir işleri yoktur. Onlara dünyayı versen yanına bir dünya daha isterler. Aklını kullananlar ise kendilerinin ihtiyaçları dışında kazandıklarını yığmaktan korkarlar. Kazandığı malları Allah yolunda infak ederler. 

Verenlerle vermeyenler bir olurlar mı? Allah kendilerine ihsan edilen mallardan başkalarına verenlerden hoşnut olmuştur. Onlar da verdiklerinden dolayı rahatlayarak Allah’tan razı olmaktadırlar. Eğer bir kişi ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşıladığı zaman rahatlıyorsa o bilsin ki yolu doğrudur Allah ondan razıdır. Ama verdiği zaman ondan rahatsızlık duyuyorsa onu Allah kendi katında kabul görmemiştir.

58/22- Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.

İşte bahçe sahiplerinin fakirin yetimin yoksulun ve ihtiyaç sahiplerinin hakkını vermemesi onları hem dünya hayatında kendilerinin hesap etmediği bir yerden bela gelebilir. hem de ahiret âleminde onları çetin bir azap beklemektedir.

68/29-Dediler ki: “Rabbimiz Seni tespih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz.”

Makam servetten mal sarhoşluğu içerisinde şımaranlar başkalarının açlıkları ihtiyaçları onların umurunda bile olmaz. Ne zaman onlar ellerindeki makamları malları mülkleri kayboldu, o zaman anlayamadıklarını anlamaya başlarlar.

68/30- Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar.

Allah’ın İnsanların dünya hayatındaki yanlış davranışlarından dolayı özel bir müdahalesi yoktur. Ancak hayatın kuralları içerisinde böyle vakıalar olmaktadır. Bunlar da insanların kendilerine gelmeleri için Allah’ın koyduğu yaşam kuralları içerisindedir. Şeytan insanın amellerini süslü göstererek onun etrafını sağlam bir kabukla bağlamıştır. 

O kabuğun kırılması ile insanlar gittiği yanlış yolun farkına varmaya başlamaktadırlar. Bazıları gözlerini kaybettiği zaman görmeye başlaması, bazıları ellerindeki malların gitmesiyle malların değerini anlaması, bazılarının aç kalmasıyla açları anlaması bu anlama gelmektedir. Bahçe sahipleri de başlarına gelen bu felaketin neden ve niçinini sorgulamaya başladıkları görülmektedir.

68/31- “Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız” dediler.

Yine bahçe sahipleri kendi aralarında bahçelerinin ummadık bir şekilde yok olmasıyla kendilerinin fakir ve yoksulları düşünmeleri gündeme gelmiştir. onlara karşı duyarsız kalmaları mallarının ellerinden kaybolmasıyla kendi başlarına gelince anlamaya başlamışlardır. Ve kendi kendilerinin yapmış oldukları davranışın ne kadar yanlış olduğunun farkına vararak vahye karşı ölü bir halden dirilerek hayatın gerçek anlamını anlamaya başladıkları anlaşılıyor.

68/32- “Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimiz’e rağbet eden kimseleriz.”

Eğer insanlar bir şekilde Dünya hayatında başlarına gelen dünyalık felaketlerden dolayı gittikleri yanlış yoldan dönüp doğruyu bulabiliyorlarsa o felaketler onlar için bir ilaçtır. Onlar şeytanın insan üzerine bağladığı kabuğu kırarak doğru yolu bulması kadar güzel bir nimet olabilir mi? İnsanların Asıl gayesi Allah’a karşı ibadet ve kulluktur.  

Eğer dünya hayatındaki mallar evlatlar makamlar koltuklar insanı Allah’ı anmaktan alıkoyuyor ve onun yolunda gitmekten uzaklaştırıyorsa o malların kaybolması daha hayırlıdır. Kısacık bir dünya hayatında belki sıkıntılar çeker ama, ebedi bir ahiret hayatı onların olacaktır. Bu Allah’ın kesin vaadidir.

9/24- De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resulü’nden ve O’nun yolunda cihat etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.

Şu bir gerçek ki; Mal sevgisi arttıkça insanların Allah’a olan sevgileri azalmakta, mal sevgisi azaldıkça da insanların Allah’a olan sevgisi çoğalmaktadır. İnsanlar ne zaman her şeyini kaybetti o zaman ondaki tevhit doruk noktasına ulaşmaktadır.

10/22-Denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr gelip çatar. Ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir. onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar: “Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız.”

68/33- İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler.

Dünya hayatında insanlar gerek insanlarla münasebetlerinde, gerekse doğa kanunlarıyla münasebetlerinde kurallara uymadıkları zaman başlarına bir takım felaketler gelmektedir. Bahçesine iyi bakmadığı zaman ondan hasadını toplayamıyorsa, arabasını kurallara göre kullanmadığı zaman bir takım kazalar geçiriyorsa, Rabbin yolunda gitmeyenler için de ahiret hayatında onları daha büyük bir felaket beklemektedir. Bu dünya hayatında uyarılar asıl büyük felaketin uyarılarıdır. 

Bütün peygamberler Dünya hayatında ahiret hayatında başlarına o büyük felaketler gelmeden önce toplumları uyarmak için gelmişlerdir. Konumuzun ana temesını, teşkil ettiği için Kuran’dan bununla ilgili bir olayı nakletmek yerinde olacaktır.
7/68- “Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”

7/69- “Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluş bulasınız.”

7/70- Dediler ki: “Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vaat ettiğin şeyi getir, bakalım.”

7/71- “Andolsun” dedi. “Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazabı gerekli kılındı. Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.”

7/72- Böylece onu ve onunla birlikte olanları Katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk.

Bu iman edenlerin kurtuluşu, İman etmeyenlerin ve zulmedenlerin helak oluşu ahiret âlemindeki bir kurtuluştur. Bunu ilerde inşallah Kuran’da kavimlerin helaki ile ilgili konularda detayına anlatmaya çalışacağım.

68/34- Doğrusu, muttaki olanlar için Rableri Katında nimetlerle donatılmış cennetler vardır.

Ayette geçen muttaki kelimesi, aklını takvadan gelen sesle bütünleştirmiş Müslümanlar için kullanmıştır. İnsana bir de fısktan gelen ses vardır. O sesin aktörü de iblistir. Bu iki seçenekler içerisinde oluşuyla insanlar meleklerden ayrılmakta ve onu imtihana tabi tutmaktadır. Eğer insanda iblis olgusu olmamış olsaydı, insan da melekler konumunda olur ve onlar denenmezlerdi. Bununla ilgili bir ayeti hatırlatmakta fayda olacağına inanıyorum.

7/20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”

Şeytan iblis melek kelimelerinin ne anlama geldiğini, web sayfamda geniş geniş anlatmaya çalıştım. Ama burada sadece melek Allah’ın insanların hizmetine sunduğu kotlanmış bilgilerle donattığı varlıkların genel adıdır. İnsanlar halife olmakla kendi kararlarını kendileri vermekle insanların dışında yaratılmış olan diğer varlıklardan ayrılmaktadırlar. Eğer insanlar da melekler gibi kotlanmış bilgilerle donatılmış olsalardı insanlar da melek konumunda olurlardı.

İnsan iki yola gidebilme eğilimiyle donatılmış nötr bir varlık konumundadır. Ne zaman iblisin ve takvanın fısıldaması insanı eyleme dönüştürdü o insanın davranış biçimlerinden kaynaklanan isimlerle tanışmaktadırlar. Kâfir Müslüman şeytan resul kelimeleri insanların yol seçme de kendi kararıyla almış olduğu isimlerdir malzemesi insan mamulü ise kendi davranışlarının sonucudur.

68/35- Öyleyse, Müslümanları suçlu-günahkar olanlar gibi (eşit) kılar mıyız?

Allah insanları renklerine cinslerine makamlarına zenginliklerine fakirliklerine göre değil, Allah insanları sadece onlardaki kalplerinden geçenlerle eylemlerinin buluşturulmasıyla ayırmaktadır. Ve bir örnekle insanların anlayacağı biçimde bunu anlatmaktadır.

16/ 76- Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?

Dünya hayatında Allah’ını bilen onun gönderdiği resuller aracılığı ile gelen mesajlar ölçüsünde Kulluk yapmaya çalışanlarla, Allahın rabliğini kabul etmeyen, insanlara zulmeden hayrı engelleyen insanları köleleştirenleri her halde bir tutmayacaktır. Her adaletli insan da böyle olması gerektiğine dair karar verir. Evet, Allah Müslümanlarla Müslüman olmayanları asla bir tutmayacaktır. Bu Allah’ın bir vaadidir Allah vaadinden caymaz.

68/36- Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

Kuran Ahiret alemine inanmayan kafirleri, Bilmeyenler, müşrikler, puta tapıcılar diye nitelemektedir. Bunların temel özellikleri insanların öldükten sonra diriltilip hesaba çekileceği konusunda kuşku duymaları ve inanmamalarıdır.

6/ 29- Onlar dediler ki: “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek değiliz.”

23/ 37- “O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.”

Bunarın böyle söylemeleri zan ve tahmindir. İşte iman edenlerle iman etmeyenleri temel olarak ayıran olay budur. İman edenler Allah’ın gönderdiği nebi ve resuller aracılığı ile ahiret alemi hakkında bilgi vermektedir. Ama iman etmeyenler öldükten sonra diriliş olmadığına dair ellerinde bir belge ve kanıtları yoktur.

68/37- Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?

Müşrikler İnanmamakla Büyük bir yanılgı içerisinde olmaktadırlar. Bakınız enam suresinde bunu iman etmeyenlere bir gönderme yapmaktadır.

6/ 91- Onlar: “Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir” demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.” De ki: “Allah.” Sonra onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.

Evet, onlar Allah bir beşere kitap indirmez demekle büyük bir haksızlık yapmaktadırlar. Onlar bu Kuran Muhammed’in uydurduğu kitaptır demişlerdir. Ama Kuran hakkında birazcık bilgisi olanlar böyle harikulade bir kitabın insanlar tarafından çelişkisiz bir şekilde ortaya konulması olacak şey değildir.

4/ 82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

Nasıl kâinat üzerinde ilim yapanlar, yaratılıştaki uyumu fark edebiliyorlarsa kuran üzerinde araştırma yapanlar da kurandaki ayetler arasındaki uyumu fark edecekler ve bu kuranın insan yazması tecrübe ile olacak olan bir kitap olmadığını anlayacaklardır.

68/38- İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak diye.

Akıl, İnsanlar için önemli bir yer teşkil etmektedir. Ama Akıl insanların bilgisinin ulaşabildiği yer kadar işlevini yürütebilir. İnsan tecrübesinin olmadığı yerde insan tecrübe kazanıncaya kadar debelenir durur. 

Akıl ile ahiret âleminin varlığı, oradaki hesapların nasıl görüleceği, kime ne kadar ceza ve mükâfat verileceği kestirilemez. O zaman burada hemen vahiy devreye girmekte ve gayıp ile ilgili bilgi sadece ve sadece Allah’a ait olduğu vurgulanmakta ve nebilere inananların nebilerin getirdiklerinde muhalefet eden bir akıl yürütmenin asla doğru olması mümkün değildir.

33/ 36- Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.

Vahyin önüne hiçbir şey geçemez. Akıl vahye teslimdir. Suruş’un söylediği gibi vahiy akla teslim değildir. Peygamber de vahye tabidir. Vahyin dışında peygamberler bir şey söyleyemedikleri gibi, eylemlerde de bulunamazlar. İman edenler peygamber vahyi getirdiği için peygamberin söylediklerine tabidirler. Peygamber de kendisine gelenlere iman etmek o doğrultuda yaşamak zorundadır. İşte Allah iman edenleri ve peygamberi şöyle bir konuma yerleştirmektedir.

2/ 285- Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, müminler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. “O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak sanadır” dediler. 

Peygamber kendisine verilenleri insanlara ulaştırmak ve onu bil fiil kendisi söylediğine ilk inanan ve ilk hayatına koyan örnek bir davranış sergilemekle görevlidirler. Peygamberin yükümlülüğü kendisine gelenleri tebliğ etmesi, işitenlerin yükümlülüğü de sadece kendisine gelene iman edip onu yerine getirmesidir Peygamberlerin insanlar üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur.

68/39- Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye.

Bu ayet de kâfirler ve müşrikler için söylenmiştir. Günümüzde Allah’a iman ettiği halde, Allah’ın insanlar içerisinden bir adama vahiy, gelmesine şaşanlar deistler laikler, demokratlar ve seküler toplumlardır. Bunlar evrendeki bilgilendirilmelerinin dışında hiçbir şeye iman etmezler. İnsanlara yol gösterici ilmin dışında bir de vahiyler vardır. 

İlimler erişebildikleri yer kadar işgal ederler. Ama vahyi bilgiler. Yerleri ve gökleri yaratan ve insanların tümü yok olduktan sonra yeni bir yaratılışla yaratacak olan Allah’ın bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Kuru ve yaş kalplerden geçenler insanların yaptıkları ve yapacak oldukları Allah tarafından bilinmektedir.

Kâfirler ve müşrikler, yeni bir yatılışla kâinat ve insanlar yaratılıncaya kadar bunu kavrayamayacaklardır. Ama ne zaman insanlar bu inanmadıkları şeyler gözlerinin önüne geldi, o zaman anlayacaklardır. ama iş işten geçmiş olacaktır. İnanmayanlar işlemiş oldukları suçların bedelini ödemeye gelince birbirlerini suçlamaya başlalar artık onların üzerinden perde kaldırılmış görmeyen gözler görür, işitmeyen kulaklar işitir hale gelmiştir. Kuran onlar arasındaki olacak olan bir konuşmayı bize şöyle anlatır.

50/ 20- Sur’a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.

50/21- (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. 

50/22- “Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.”

50/23- Onun yakını olan dedi ki: “İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.”

50/24- Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine, 

50/25- Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,

50/26- Ki o, Allah’la beraber başka bir İlah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.

50/27- Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: “Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırmadım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.”

50/28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”

50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.”

50/30- O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek.

Evet, iman etmeyenler. Kendi kazmış oldukları kuyunun içerisine kendileri düşmektedir. Allah katında bütün insanlar eşit mesafededir. Allah kimseye zulmetmez insanlar ancak kendi kendilerine zulmederler.

68/40- Onlara sor: “Hangisi bunun savunuculuğunu yapacak?

Eğer kâfirler ve müşrikler bu kendilerinin zan ve tahminle uydurdukları doğru değilse ki elbette doğru değil. Bunları o nebilerin uyardıkları azaba karşı onları kim koruyacak?

68/41- Yoksa onların ortakları mı var? Şu halde eğer doğru sözlü kimselerse, ortaklarını getirsinler.
Kimmiş onların orakları onlar Allah’a Allah’ın bilmediği bir şey var da onu mu öğretiyorlar? Eğer onlar Allah’tan başka bir Allah’ın ortağı varsa o ortaklarını getirsinler.

Hayır, getiremezler ve getiremeyecekler de. Onlar dünya hayatında bu zulümlerine devam etsinler. Az bir süre istediklerini yapsınlar ama bunlar asla karşılıksı kalmayacak onların üzerinden insanlar ölüp de dirildikleri zaman örtü kalkacak her şey nebilerin uyardıkları olaylar ayan beyan karşılarına çıkacak ve melekler onlara şöyle diyecek.

6/ 130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: “Nefislerimize karşı şahadet ederiz” derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şahadet ettiler.

68/42- Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler.

İşte Kuran’ın din günü dediği budur. Her şeyin ayan beyan ortaya çıkacağı dünyada iken secde etmeyenlerin orada o korkudan dehşetten nasıl boyunlarını uzatıp kendileri hakkında verilmiş olan karara nasıl boyun eğdiklerini anlatmaktadır. Ve onar dünya hayatında kendilerine şefaatçi olarak kabul ettiklerini orada bulmayacaklar herkes hesabını tek tek kendisi verecek hiç kimse hiç kimseden hardal tanesi kadar yardım da göremeyecektir.

2/ 48- Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.

68/43- Gözleri ‘korkudan ve dehşetten düşük’, kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi.

Dünya hayatında Uyarıcıları dövmüşler sürmüşler öldürmüşlerdi. Hiç böyle bir azap ile karşı karşıya kalacakları konusunda ihtimal bile vermemişlerdi. Ama o azap geldi karşılarında hazır onları kudurmuşçasına beklemektedir.

78/ 40- Gerçekten Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kâfir olan da: “Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim” diyecek.
Kuran iman etmeyen ve zulüm yapanların akıbetlerini böyle anlatmaktadır.
68/44- Artık bu sözü yalan sayanı sen Bana bırak. Biz onları, bilmeyecekleri bir yönden derece derece (azaba) yaklaştıracağız.
İnkâr edenler başta kendilerini küfür ve inkâr deniziyle aşılayanlardır. İnkâr etmekle başta yolu kaybetmişlerdir. Dünya hayatında her iki toplum için yaşayabilecekleri bir ortam vardır. İman edenler kendi hayatlarını vahyin gözetimi altında yürütürler. İman etmeyenler ise bundan gafildirler.  

Nasıl bir zar kadar kalınlığı olan bir aşı ile hem cinsleri arasında olan bitkilere nasıl bir meyve istiyorsan ondan aşıladığın cinsten meyve üretiyorsa insan da hangi aşıyı kendisine vurmak isterse o aşının ürününü vermektedir. Kaptan Kusto’nun cebeli Tarık boğazındaki tatlı su ile tuzlu suyun birbirlerine karışmadan aktığını bulması onu kurana iman etmeye götürdüğünü söylemişlerdi asıl o ayette o anlatıştan farklı bir boyutunu da kuran anlatmaktadır.

55/ 19- Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi.
 
55/20- İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.

Burada anlatılmak istenen asıl konu kâfirler ile Müslümanlar arasındaki yaşam biçiminin farklılığından söz etmektedir. Meryem’in ailesiyle din ve yaşam biçimi farklılığından dolayı ayrılması ve ailesiyle kendisi arasında bir perde çekilmesi bunu anlatmaktadır.

17/ 45- Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.

Kuran okumak rabbani yola girmek demektir rabbani yola girenlerle girmeyenler birbirleriyle yaşam ve hayat görüşüyle ayrılmaktadırlar Necip fazılın da dediği gibi iki musluktan birinden nur akar öbüründen kir akar ikisi aynı değildir.

68/45- Ben, onlara süre tanıyorum. Elbette Benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.

Genelde mealciler ve İslam müfessirleri, Dünya hayatında azgınlaşan toplumların azgınlıklarını arttırmalarıyla Allah’ın onları bir mucize olarak sel, rüzgâr, taş yağdırma vs. gibi tabi afetlerle cezalandırıldığını savunmakta ve anlatmaktadırlar. 

Oysa Allah dünya hayatında insanların önüne malzemeyi koymuş ve bu malzemelerle ahiret hayatını hazırlamalarını istemiştir. Ve insanların birebirlerine müdahalesi ve evren yasalarına uymamaları dışında Allah özel bir müdahalede bulunmamıştır.

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Allah din gününde iman etmeyen ve zulmeden insanların hesabını soracaktır. Bakınız şu ayet de bunun ikisini birleştiren ve doğru bir anlayışa götüren yeterli bir belgedir.

9/52- De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

Kavimlerin yapmış oldukları suçlardan dolayı cezalandırılması, Doktorun vermiş olduğu ilaçları hastanın kullanmayıp yavaş yavaş mikroplar karşısında yenilgiye düşerek acı ve ızdırap çekerek ölmesi gibidir. İnsanları hayra ulaştıran, onların yaptıkları iyiliklerdir. İyilikleri yapmayan insanlar hayra asla ulaşamazlar iyilik de sevdiği şeyleri kendisini yaratan uğruna feda edebilmektir.

3/92- Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
Hazreti İbrahim’i iyiliğe ulaştıran Onun en sevdiği erkek evladını Allah adına infak etmesiydi. Hazreti Yusuf’u kuyudan iktidara taşıyan onun sevdiği nefsanî arzulardan vaz geçerek haramı işlemektense zindanda yatmayı tercih ederek halkın gönlünde güzel davranışlarla taht kurmasıydı. 

İşte insanların dünya hayatında yapmış oldukları her güzel davranış onları Allah’a yaklaştırıp bunun yanında şeytani davranışlardan uzaklaştırıyorsa, Bunun zıddı olarak da inkâr edenlerin yaptıkları her kötü davranış onları Allah’tan uzaklaştırmakta ve şeytana yaklaştırmaktadır. İşte ayette geçen süre tanıma bunu ifade etmektedir.

68/45- Ben, onlara süre tanıyorum. Elbette Benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.

Tanınan bu süre insan yaşamında akıl baliğ çağından bunaklık ve ölüm dönemine kadardır. Bu süre içerisinde ya kendisine çeki düzen verir ahiret âleminden önce Allah’ın emirlerine karşı boynunu uzatır teslim olur ya da bu süre içerisinde zulmünü gittikçe arttırarak cehennemi hak ederek işlemiş olduğu suçlardan dolayı boynunu ahiret aleminde uzatır geri dönüşü olmayan bir azabın içerisinde kendisini bulur.

68/46- Sen, onlardan bir ücret mi istiyorsun ki, onlar, haksız bir borçtan dolayı ağır bir yük altında kalmışlar?

Her şey ücretlidir. Ama Allah’ın dinini tebliğ etmek ücretsizdir. Bütün nebiler ve resuller halkın karşısına çıktıklarında ben ücret alıcı değilim diye çıkmışlardır.

42/23- İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: “Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.” Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği artırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir.

Günümüz toplumunda din adamları öyle mi? Ölüye Kuran okurlar ücret, mevlit okurlar ücret. Yasin okurlar ücret, hocaya ölen babasına hediye göndereceklerinde ne göndermesi konusunda hocadan fikir alır. hoca da ölen babasına en güzel hediye kuran okumaktır der. Peki, bunun maliyeti bana kaça mal olur deyince hoca müşterisine sorar okunmuş kuran mı yoksa taze kuran mı? diye sorar. Müşteri ne fark eder diye ayrıntı isteyince okunmuş Kuran’ın ücretinin yarı yarıya indirimli olduğunu anlatır.

Sizce bu kadar her şeyin ayrıntılarına kadar açıklayan Kuran’ın anlattıklarıyla şu andaki toplumlardaki İslam anlayışı aynı mıdır? Deistler ve ateistler veya ehli kitap anlayışında olanların İslam’a soğuk bakmalarının arkasındaki sır burada yatmaktadır. Böyle bir din anlayışı hangi akıl ve vicdan sahibi insanları rahatlatabilir Ki?

68/47- Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar?

Gayıp İnsanın bilgi alanından uzak olan bilgiler demektir. Bu bilgiler Allah’tan başka hiçbir insan tarafından bilinemez Gelen nebilerin getirdikleri bilgiler Allah tarafından ona öğretilen bilgilerdir. Bu insanların kuşatamadığı konulardaki bilgileri Allah’ın nebilere öğretmesiyle onları diğer insanlardan ayrı bir makama taşımaktadır.

Nebilerin insanlar kuşatmadan iki gayıp bilgisiyle insanların karşısına çıkmaktadırlar. Birincisi İnsanlar ilim ve teknolojide ilerledikçe insanların bilebilecekleri bilgiler. Bu dünya hayatında Allah’ın evren hakkında olmuş ve olabilecek olan olaylarla ilgili bilgilerdir. 

İkinci gayıp bilgisi ise insanların aklıyla ilmiyle teknolojisiyle kuşatması mümkün olmayan gayıp bilgileridir. Bu bilgiler ahiret âlemiyle ilgili bilgilerdir.

Şimdi bunlarla ilgili kuranın verdiği bilgilerden ayetlerden örnekler vererek ayrı ayrı açıklamaya çalışalım.

1-TEKNOLOJİ HAKKINDAKİ KURANIN VERDİĞİ GAYIP HABERLERİ.

Kuran Bu bilgileri üç guruba ayırmaktadır.

a)- Yazı kültürü ve sanatının gelişmediği geçmiş zamanlara ait gayb’i bilgiler.

3/44- Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahy ediyoruz. Onlardan hangisi Meryem’i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur’a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.

12/102- Bu, sana (ey Muhammed) vahy ettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf’un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin.

İlmi verilere baktığımız zaman yazı milattan ünce üç bin beş yüz yıllarında bulundu. Bulundu bulunmasına ama yazı bulununca her şey bir anda hallolmadı. Yazacak ve yazılacak malzemeler de gerekiyordu. Düşünün daha net olarak insanoğlunun var oluşundan bu tarafa ne kadar zaman geçtiği belli değil. sen de elli bin ben diyeyim yüz bin yıl geçti. 

İnsanlar bir taraftan hayat yaşayıp kültür mirası bırakırken bir taraftan da eceli gelenler bir zaman dilimi içerisinde yaşayıp ölüyorlar. İnsanların yaşadıkları kültürler belgelere yazılıp saklanmazsa onlar hakkındaki bilgiler nasıl öğrenilecek? 

Ancak onlar hakkındaki bilgiler çanaklardan çömleklerden havuzlardan heykellerden öğrenilebilir. İlim hiçbir zaman belgesiz bir şeyi kabul etmez. Kuranda belgesiz bir şeyi kabul etmez belgesiz olan hiçbir şey doğru değildir. Sadece zan ve tahminden öteye geçemez.

İşte Kuran geçmiş tarihi bilgiler hakkındaki olaylar hakkında bilgileri kendisine muhatap olarak seçtiği nebilerle haber vermiştir. Şu bir gerçek ki; Kuranın verdiği bilgiler hiçbir zaman, eğer kuran doğru anlaşılmışsa ilmi veriler tarafından yalanlanmamıştır. Bu da gösteriyor ki peygamberlik bir belge ve insanların akledenler tarafından verilmiş olunan gayba ait bilgiler doğru çıkmaktadır.

b)- Kuranın indiği döneme ait gaybi bilgiler.

9/94- Onlara geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: “Özür belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize, durumunuzu haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir, O’nun elçisi de. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilene döndürüleceksiniz ve O, yaptıklarınızı size haber verecektir.”

66/3- Hani Peygamber, eşlerinden bazılarına gizli bir söz söylemişti. Derken o (eşlerinden biri), bunu haber verip Allah da ona bunu açığa vurunca, O da (Peygamber) bir kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda haberi verince (eşi) demişti ki: “Bunu sana kim haber verdi?” O da: “Bana bilen, (herşeyden) haberdar olan (Allah) haber verdi” demişti.

66/4- Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah’a tövbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalpleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve müminlerin salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler.

Yukarıdaki ayetler, İnsanların görülmeyen içlerinden gelen bilgilerin kimsenin duymadığı görmediği bir olay karşısında onlara kendi içlerinden geçenlerin kendilerine haber verilmesidir. Sizce bir insan bir insanın içerisinden neler geçirdiğini neler düşündüğünü bilebilir mi? 

Belki ilerdeki zamanlarda teknoloji gelişerek insanların içyapısını fotoğraflayan bir aygıt geliştirirler de okunabilir. ama şimdiye kadar bunlar olmamıştır. Peygamberin iki eşinin kimse görmeden ve kimse duymadan kendi aralarında konuşmalarını peygamber aleyhinde kurmuş oldukları tuzakları nasıl bir insan bilebilir?. Ancak “Bunu sana kim haber verdi?” 

O da: “Bana bilen, (herşeyden) haberdar olan (Allah) haber verdi” demişti.” Yerleri ve gökleri yaratan kuru ve yaş ondan gizli kalmayan ve insanların kalplerinden geçenleri bile bilen Allahın bir bilgisiyle mümkün olabilir. Bu konuda daha kurandan bir çok örnekler verilebilir.

c)-Kuran’ın indiği dönemden kıyamete kadar insanların çağlarına hitabeden gaybi bilgilerdir.

36/38- Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir.

21/30- O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?

19/61- Adın cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gayb tan vaat etmiştir. Şüphesiz O’nun vaadi yerine gelecektir.

Mucitler icatlarını gerçekleştirirken, önceden aldıkları bilgi, kültür ve önlerindeki var olan malzemelerle yeni buluşlar ortaya koyarlar. Kalem ve kâğıt veya yazacak bir malzeme olmazsa yazı yazma diye bir olay da olmaz. Elektrik olmazsa lamba ve elektrikle çalışan aletlerde olmazdı. 

Bunlar hep birbirine bağlı olgulardır. Cehalet karanlığında bir insan kalksın yirminci asırda keşfedilebilecek olaylardan sanki o konuda tıpta biyolojide kimyada insan aklına ne kadar ilim gelirse onlar hakkında kesin bir bilgi verebilsin. 

Bu ne tecrübî bir bilgidir. Ne de bunlar uydurmadır. Bu bilgiler ancak yerleri ve gökleri yaratan Allahın gayıp tan bilgi ilettiği vahiylerdir. Başka izah tarzı olması mümkün değildir. Varsa birisi çıksın izah etsin.

2- İNSANLAR ÖLÜP DİRİLDİKTEN SONRAKİ AHİRET ÂLEMİ İLE İLGİLİ GAYBİ BİLGİLER.

62/8- De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.”

52/41- Yoksa gayb (bilgisi) onların katında mıdır, böylece yazıp-duruyorlar?

Peygamberlerin peygamber olma özelliklerinin başında insanların hiçbir zaman kuşatamayacakları ahiret âlemi ile verdikleri bilgilerdir. 

Kıyamet sahnesi ve ahiret âlemindeki ceza ve mükâfat yeri sanki o hal olmuş da insanların dünya hayatında işlemiş oldukları günah ve sevapların karşılığı veriliyor gibi bir anlatım görülmektedir. Şimdi Kuran’dan cennet ve cehennem halkının oradaki fotoğrafını görüntüleyen bir sahneyi aktaralım.

7/ 43- Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimiz’in elçileri hak ile geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye seslenilecek.

7/44- Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: “Bize Rabbimiz’in vadettiğini gerçek buldunuz mu?” Onlar da: “Evet” derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.”
 
7/45- “Ki onlar Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti tanımayanlardır.”

7/46- İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A’raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: “Selam size” derler, ki bunlar, henüz girmeyen fakat (girmeyi) ‘şiddetle arzu edip umanlardır.’ 

7/47- Gözleri cehennem halkından yana çevrilince: “Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla birlikte kılma” derler.

7/48- Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara seslenerek derler ki: “Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı.”

7/49- “Kendilerine Allah’ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için korku yoktur ve mahzun olmayacaksınız.”

7/50- Ateşin halkı cennet halkına seslenir: “Bize biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği rızıktan aktarın. Derler ki: Doğrusu Allah, bunları inkar edenlere haram (yasak) kılmıştır.

7/51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, Biz de bugün onları unutacağız.

7/52- Andolsun, Biz onlara bir kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık.

Ahiret âlemiyle ilgili bilgiler gayıp haberleridir. Ancak ona iman edenler peygamberlerin dünya hayatındaki çelişkisiz olarak getirdikleri kitapları kavrayanlar ve aklını kullananlardır.

Müslüman olanlar hiç yalan söylememiş ve hiçbir çelişki bulunmayan kitabı onlara ahiret âlemi ile ilgili söylediklerinin de mutlaka doğru olması gerekir. Çünkü o bilgiler onun hevasından uydurması değil onun söyledikleri vahyolunan bir vahiydir.

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap’tır.

2/3- Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. 

2/4- Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.

Kuran işte Müslüman olanların profilini böyle çizmektedir. Gerçeği örten kâfirler ancak bu büyük haberi yalanlarlar. Tabi ki dünya hayatında inanmamanın cezasını görmüyor. Allah’a küfrediyor Allah’tan tık yok, Allah’ın öldürme dediği canı öldürüyor Allah’tan bir ses yok. 

Yapma dediği zinayı yapıyor Allahtan bir ses yok. Üstelik inanmadı diye kendisine rızık da engellenmiyor. Bu kâfir neden çığ gibi büyümesin? amellerini onların dünya hayatındaki varlıkları çekici ve süslü göstermektedir. Bu sebeple iman etmemenin kendisine ve mallarına bir zararı yok o zaman neden inansın?

Ama insanlar öldükten sonra, yeni bir yaratışla yaratıldığı, inanmadığı o cehennemi karşılarında görünce, alay ettiği o peygamberler ve Allah dostlarının demek ki söyledikleri doğruymuş diyecekler ama iş işten geçmiş olacaktır.

68/48- Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.

Allah peygamber ve kendisine iman eden müminleri teskin etmekte onları kâfirlerin yaptıkları zulüm ve işkencelere karşı sabra sükûnete davet etmektedir. 

Arkasından da yunus peygamberin peygamber olmadan önceki yapmış olduğu bir yanlışlığı hatırlatmakta ve onun gibi olma ifadesiyle uyarmaktadır. Yunus hakkında kuranın anlattıklarını Kuran’ı bir bakışla anlatmak yerinde olacaktır.

Tefsirlerde ve İslam toplumlarının genel anlayışı Denize gemiden yunus atlar onu balık yutar ve bir mucize olarak tövbe edince balığın karnın’da ölmeden balık onu sahile kusar. 

Kuran’da balık kelimesinin ne anlama geldiği konu içerisinde anlaşılmazsa yunusla ilgili kıssayı anlamak elbette kolay olmasa gerektir. Şimdi yunus peygamberle ilgili geçen ayetlerden bazılarını buraya aktararak kıssayı kuran ve evren yasalarına ters düşmeden anlamaya çalışalım.

21/87- Balık sahibi (Yunus’u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: “Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum” diye çağrıda bulunmuştu.

Kuran’da geçen bazı kelimeler hem gerçek anlamda hem de mecazi anlamda kullanılmışlardır. Bu kelimelerin gerçek anlamda kullanıp kullanılmadığını konu içerisindeki ve ayetteki geçiş şeklinden anlaşılır. Balık kelimesi de kıssada mecazi anlamda kullanılmıştır. 

Eğer mecazi anlamda değil de gerçek anlamda kullanılmış olsaydı, Tefsirlerde anlatıldığı gibi kırk gün orada yaşaması bu günkü tıbbın verilerine göre mümkün olmazdı. Yunus’un vahye karşı duyarsız hareketi onu şeytanın güdümüne götürmüştü. 

Ve böylece uzun bir zaman vahiyle ilgili nasibinden uzak kalarak dünya hayatı onu sıkıntıya sokmuştu. Eğer yunus Allah’ını bulup yanlışından dönmemiş olsaydı hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında kurtuluşa eremeyecekti. Şimdi saffat suresinde geçen yunusla ilgili ayetlerden örnekler vererek konuyu biraz daha aydınlatmaya çalışalım.

37/139- Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.

37/140- Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.

37/141- Böylece kuraya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.

37/142- Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.

37/143- Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,

37/144- Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.

37/145- Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.

37/146- Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.

37/147- Onu yüz bin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik
.
37/148- Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık.

Peygamberlerin önceden peygamber olmadıkları, onlar da diğer insanlar gibi bir takım denemelerden geçerek kendilerini Allah’a yöneltip konsantre olmalarıyla peygamber olduklarını bu kıssadan rahatlıkla anlayabiliyoruz. 

Deniz kelimesini Kuran yaşanan bir hayat yolculuğunu, gemi ise bu hayatın içerisindeki olayları kastetmektedir. Kuraya katılma onun da dünya hayatında bir fert olarak imtihana tabi tutulduğunu ve böylece vahyin çizgisinden saparak şeytanın gösterdiği çizgiye gelerek nimetler içerisinde Allah’a kızgınlığını ve yoldan sapmışlığını anlatmaktadır. 

Sonunda yaptığı yanlışlıkların farkına vararak yanlışa giden yolunu değiştirip tövbe ederek Allah’ın vahiylerine bağlanmayı tercih ediyor. Kendi keyfine göre değil dünya hayatını Allah’ın istediği şekilde yaşamayı ilke ediniyor. küfrün denizinden kurtularak vahiy deniziyle tanışıyor ve böylece iman edişiyle birlikte nimetler kendisine bol bol yağarak bir takım topluluğun da kurtuluşuna vesile oluyor.
Belki karışık bir anlatım oldu ama Her insan bir fert olarak, hayata İmtihana tabi tutulmak için kuraya katılmaktadır. Bazıları Allah’ın kendisine verdiği Nimetleri Allah’ın istediği gibi kullanarak Allah onlardan razı onlarda Allah’tan razı olarak ömürlerini tamamlamakta, bazıları da hatta büyük bir çoğunluk bu nimetleri kendi istek ve hevalarına göre harcamakta Allah’ı unutulmakta hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında onu bir takım belalar beklemektedir.

Yunus Peygamber olmadan da ikici tip bahsettiğimiz insanlar gurubunda hayatı yaşamayı tercih edenlerden olmuştu. Ama yaptıkları yanlışları gözden geçirip, yanlış olduğunu farkına varmasıyla yunus iman ediyor, ve vahyin kontrolüne girerek hayatı Allah adına yaşamayı ve onun adına okumayı tercih ediyor. 

Allah gibi bir âlimin kontrolü altında yaşanan hayatla şeytan ve dostlarının kontrolünde yaşanan hayat bir olur mu? Balığın yutuşu küfür nimetleri içerisinde kendisini kaybederek Allah’tan uzaklaşmasıdır. Allah’ı tespih etmesi de küfürden dönüp Allahın tanımladığı hayat yaşamını tercih etmesi anlamına gelmektedir.

Usulüne uygun yaşam onun hem kendisini hem de ona iman edenleri rahatlatmakta kendisini yunusa gelen vahiyle aydınlatanlar kurtuluşa ermesi anlatılmaktadır. Yoksa yunusun bildiğimiz denizde yunus balığının karnında olarak ölmeden yaşaması anlamında değildir. bu mecazi bir anlatımdır. Bunu inşallah ilerde konular geldikçe genişleterek anlatmaya devam edeceğiz. 

68/49- Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşmasaydı, mutlaka yerilmiş ve çıplak bir durumda (karaya) atılmış olacaktı.

Allah insanlara hem muttaki yolu hem de şeytani yolu verip insanları kendi özgür iradesiyle baş başa bırakarak denemeye tabi tutmuştur. Her akıllı olan insan yanlış yola gittiği zaman kendi içerisinden uyaran takvadan bir ses gelir. Doğru yola gittiği zaman da kendisine yanlış yolu teklif sunan bir ses gelir. Bu insanda kendi yolunu kendisi seçecek iki ayettir.

Kuran’ın bahsettiği Nimet o takva nimetidir. Takva nimetini yunus seçenlerden olmasaydı Allah ona zorla takva yoluna gir diye bir zorlamada bulunmazdı. Yunus adımını takva yoluna yöneltiyor Allah da o yolu kendisine doğru yolda gitmek istediği için açıyor. Bu olay sadece yunus için değil bütün insanlar için vardır.

68/50- Fakat Rabbi onu seçti ve onu salih olanlardan kıldı.

Allah’ın yunusu seçmesi Yunusun istemesiyle anlamlaşmaktadır. Doğru yol Allahın nebiler aracığı ile gönderdiği yoldur. Yunus’un peygamber oluşu peygamberlik ayetinin devam etmesiyle olmaktaydı. 

Ama yunus şimdi nebilerin son bulduğu her örnekten bir örnek verildiği ve hiçbir eksiğin bırakılmadığı kuranın açık ve net olarak ortada bulunmasıyla Nebilere gelen her bilginin kuranda olmasıyla nebilik sona ermiştir. 

Bu dönemde eğer yunus aynı davranışı yapmış olsaydı yunus peygamber olmaz ancak olsa olsa bir resul olarak hayatta yerini alırdı. Her nebi bir resuldür ama her resul bir nebi değildir. Yine bu konuları kuranda ayetler geçtikçe yavaş yavaş anlatmaya çalışacağız inşallah.

68/51- O inkar edenler, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. “O, gerçekten bir delidir” diyorlar.
Nasıl her ilmin kendisine eğilenleri o konuda eğiterek onu uzmanlaştırıyorsa Kuran da peygamberi hayatın her alanında bilgilerle donatarak onu hayata bakışını Allah’ın istediği bir yöne çevirip olgunlaştırmıştır. “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ayeti ne kadar anlamlı değil mi? İnkâr edenlerin düşmanlığı Allahtan vahiy gelerek Onu insanlarla kendisi arasında elçi seçmesiydi. Kendileri içerisinde Muhammet peygamber bunu söylemeden önce herkes onu Muhammed-ül emin olarak biliyordu.

Ama o ne zaman ben size Allah’tan gönderilmiş bir peygamberim ifadesi kullandı o zaman ona düşmanlık başladı. Oysa onların düşmanlıkları Muhammed’e değil Allaha veya onun gönderdiği vahiylere olmaktadır.

2/97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren Odur.

2/98- Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır.”

2/99- Andolsun Biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan başkası inkar etmez.

Allah resulüne indirilen Kuran’a onlar düşman olmaktadırlar çünkü onları Muhammed’in kendisi değil kuranın emirleri rahatsız ediyordu. Düşmanlık Allah’ın insanlar içerisinden birinin kendisinin yönelmesiyle seçilip ona Allah’tan vahiy gelmesi bilgi gelmesiyle başlamaktadır.

68/52- Oysa o (Kur’an), alemlere bir zikir (öğüt, hatırlatma, hüküm ve üstün bir şeref)den başka bir şey değildir. 

O düşman oldukları kuran Kendisine yönelenlere bilgi dağıtmakta onları cehaletten kurtarmaktadır. Hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında bilen kimseler için büyük bir bilgi referans kaynağıdır. Bilmeyenler ancak Kuran’ın vahyin düşmanıdırlar.

Eğer insanların tümü ön yargıdan uzaklaşarak kuranı anlayıp kalbinde de bir maraz yoksa eminim ki bütün insanlar istisnasız bu kurana iman eder onun yoluna girerlerdi.

Doğrularım Allah’a yanlılrım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN 
MERSİN ANAMUR.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.