96 – ALAK SURESİ TEFSİRİ

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA;

Alâk suresi, Kur’an sıralamasına göre doksan altı, nüzul sırasına göre de birinci sure olup on dokuz ayetten ibarettir. Mekke’de nazil olmuştur.

Kur’an’da geçen kelimelerin ne anlama geldiği,  Arapça Türkçe sözlüklerden değil, o kelimeye Kur’an bütünlüğü içerisinde ve o konuda o ayette hangi anlam verilmiş bilinmesi ve bulunması gerekir. Biz sureleri nüzul sırasına göre anlamaya çalışırken, aynı zamanda sureler içerisinde geçen kelimelerin anlamlarını Kur’an bütünlüğü içerisinde geçen ayetlerde arayarak Kur’an’ın orijinalinden sapmadan, Kur’an’ı doğru anlamanın metodunu ortaya koymuş olacağız inşallah.

Alâk kelimesinin ne anlama geldiğini Kur’an’da geçen sureler ve ayetler içerisinde kullanılan Alâk sözcükleri ile ilgili ayetleri bir araya getirerek anlamaya çalışalım. 

22/5- Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.

“sonra bir damla sudan, sonra bir Alâk ‘tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından;

Kur’an içerisinde yaklaşık olarak beş ayette Alâk kelimesi geçmektedir. Bunlardan Alâk geçen iki ayet üzerinde durmaya çalışalım

23/ 12- Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.

23/13- Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.

23/14- Sonra o su damlasını bir Alâk (embriyo) olarak yarattık; ardından o Ablak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.

Kur’an’da Alâk kelimesi ile ilgili bir kaç tane ayet daha bulunmaktadır. Ama biz Alâk ile ilgili kelimenin ne anlama geldiğini sanırım Kur’an’dan yeteri kadar bilgiyi aldık. Alâk erkeğin kaburgalar arasından gelen spermi ile kadının rahmindeki yumurtaların ilgi alaka kurarak birleşmesinin adı olduğu anlaşılmaktadır.

86/5- İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı?

86/6- Dökülüp atılan bir sudan yaratıldı.

86/7- (Bu su,) Bel kemiği ile kaburgalar arasında(ki organlar)dan çıkar.

Mümin un suresinde geçen 13 ve 14.cü. Ayetlerde olayı çok güzel anlatmaktadır.

 

23/13- Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.

23/14- Sonra o su damlasını bir Alâk (embriyo) olarak yarattık; “

Kur’an’daki ayetlerin doğru anlaşılmasının testi ayetlerin evrendeki yasalarla buluşup pratikte mükemmel sonucun ortaya çıkmasıyla anlaşılır. İşte Kur’an’daki bu ayetlerin bu konularla uğraşan ilim adamlarının ortaya koydukları bilgilerden bir video dinleyin.

POPİLER BİLGİ SİTESİNDEN BİR ALINTI;

 

https://www.youtube.com/watch?v=GayQ3XcgdS4

BELGESELLER – Populer Bilgi – İnsanın Yaratılışı

www.populerbilgi.com/belgesel/insan.php51 dakika – 29 Mar 2005
Populer bilgi. Bu belgesel insanın nasıl yaratıldığını, hangi aşamalardan geçtikten sonra var edildiğini anlatıyor.

Vermiş olduğum linki Google ye yazdığınız zaman yaklaşık elli üç dakika insanın yaratılışı ile ilgili görsel bilgi verilmektedir.

96/1- Yaratan Rabbin adıyla oku.

 

İslam müfessirleri, ilk inen bu ayeti şöyle açıklamaktadırlar. Hazreti peygamber mağarada iken, Cebrail gelir. Kuvvetle peygamberi sıkarak oku der. O da “ ben okuma yazma bilmem “ der. Tekrar kuvvetle sıkarak tekrar oku der. O da tekrar ben okuma yazma bilmem der. Üçüncü sefer oku dediğini ve o kemikleri çatırdatan bir sıkışla sıkıldığını ve okumaya başladığı klasik olarak anlatılıp durulmaktadır.

 

İlk inen bu ayet,  gökleri ve yeri yaratan Allah uzun zaman kendisini arayan bir insanın Allah’ın onunla bir iletişim kurmasını ister.  Ama ne yazık ki insanların büyük bir çoğunluğu Allah ile iletişim kurmayı kabul etmez. Rabbim Allah’tır diyenler ise insanlar içerisinden nebiler ve resuller seçerek onun kalbine ilga ve ilham ederek hayatı onun koyduğu kurallar içerisinde anlamlaştırmasını istemektedir.

Kur’an’ın hiçbir yerinde peygamberlere vahiylerin Cebrail aracılığı ile geldiğine dair ayet yoktur. Bu tamamen israiliyattır. Bakınız bakara suresi doksan yedinci ayette şöyle buyrulmaktadır.

2/97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren Odur.

2/98- Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.”

2/99- An dolsun Biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan başkası inkâr etmez.

Ayette bahsedilen Allah’ın insanlar içerisinden kendi bilgilerini nebiler ve resul seçerek onlar aracılığı ile bize bilgi vermektedir. Bu bilgileri ve ilahi mesajı kabul etmeyenler Allah’ın düşmanı olduğunu onların kâfir sapık inkâr eden müşrikler olduğu anlatmaktadır.

Cibril: Allah insanlar içerisinden elçi seçtiklerine vahiy iletme bilgilendirme olayı ve olgusudur. Bakınız bir peygambere vahiy nasıl geldiğini Kur’an necim suresinde şöyle anlatılmaktadır.

53/1- Battığı zaman yıldıza andolsun;


53/2- Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.

53/3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.

53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.

 

53/5- Ona (bu Kur’an’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi öğretmiştir.

 

53/6- (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.

 

53/7- O, en yüksek bir ufuktaydı.

 

53/8- Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.

 

53/9- Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.

 

53/10- Böylece O’nun kuluna vah yettiğini vahy etti.

 

Necim suresinde anlatılan vahiy iletme metodunda, üstün güç sahibi diye mütercimlerin bahsettiği, Cebrail değil Allah’tır.

7/180- İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde ‘aykırılığa (ve inkâra) sapanları’ bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.

Burada önemli olan vahyin gökten mi? yoksa yerden mi geldiği değil, bilinmeyen konularda bilginin gelerek insanlığın aydınlatılmasıdır. Vahyi gönderen de kutsaldır vahiyi gönderenden alıp da getiren de kutsaldır. Nebiler vahiy ilettiği için insanlar arasında farklılaşarak onu ayrı bir konuma taşımaktadır. Ama bir gerçek var ki o vahiy gelmiş ve insanları cehaletten aydınlığa, kavuşturmuştur.

O zaman “Yaratan Rabbin adıyla oku.” İfadesi dünya hayatında Attığın her adımı, konuştuğun her sözü, yaptığın her davranışı gökleri ve yeri yaratan Allah’ın koyduğu kurallara göre oku ve yaşa anlamı ifade edilmektedir.

Ayette bahsedilen “oku rabbinin adıyla oku” ifadesi okuma yazma bilmeyen birinin Cebrail’in sıkmasıyla okumaya başlaması anlamında değil, vahyin gölgesi altıda eğitimini Allah’ın koyduğu Kevni ayetler çerçevesi içinde hayatın anlamlaştırılması anlamını taşımaktadır. Hayat bilindiği gibi ya şeytanın öğrettiği gibi yaşanır, ya da Allah’ın öğrettiği gibi yaşanır.  Rabbin adıyla okumak demek Şeytanın istediği gibi değil Allah’ın istediği gibi hayatın yaşanması istenmektedir.

96/2- O, insanı bir Alak’tan yarattı.


Yukarıda hem vahyi bilgiler hem de bu konu ile ilgili ilmi verilerin ortaya koyduğu Alâk kelimesine yüklenen anlamı aktarmaya çalıştık. Bir damla su ile yumurtanın ana rahminde ilgi ve alaka kurarak insanın yaratılışından söz etmeye çalıştık.

 

96/3- Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;

Kâinatı incelediğimiz zaman yediren içiren ikram eden en büyük ikram sahibi Allah’ın olduğunu ondan başka terbiye eden onun terbiyesi dışında terbiye edebilecek hiçbir güç ve kuvvet sahibi bir varlığın olmadığının bilinmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Bilindiği gibi Allah’ı kabul etmek Allah’ın Rab lığını de kabul etmekle anlam kazanır. Dünya üzerinde İnsanların büyük çoğunluğu Allah’ı kabul ettikleri halde onun gönderdiği nebi ve resullerin getirdikleri mesajları kabul etmemektedirler. İnsanlar içerisinde Allah’ı ve onun gönderdikleri kurallar içerisinde yaşayan insan sayısı yok denecek kadar azdır.


28/38. Firavun dedi ki: ‘Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.’

Firavun da ben sizin rabbinizim demişti. Ama firavun kendi ölümünü bile engelleyememişti.

96/4- Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.


Kâinatta insanlar dışında ne varsa onlar kendi görev alanı içerisinde Allah’ın onlara kodlamış olduğu bilgiler çerçevesi içinde hareketini sürdürürler. Bu sebeple onlarda akıl yok, seçenek yok ve irade de yoktur. Ama insanlar ilk yaratıldıkları zaman bilgileri sıfır idi. Bilginin tek kaynağı Allah’tır. Allah’tan bilgi insanlara iki kaynaktan gelmektedir. 1-Vahyi bilgiler, 2- eşyanın konuşma dilinin çözülerek eşyadan gelen bilgilerdir. Bir başka ifadeyle evrenin yasaları ile ilgili bilgilerdir. Yine bir başka ifadeyle meleklerin resullüğü ile gelen bilgilerdir.

 

Sakın ola ki,  meleklerin resullüğü derken Cebrail anlamayın. Allah her şeyi ikişerli yaratıp ikişerli indirdiği gibi bilgiyi, de iki kanal ile insanlara öğretmektedir. Belki konu uzayacak ama bu bilgiler Kur’an’ın doğru anlaşılmasında ve aynı zamanda evrene yüklenen bilgilerin keşfedilmesinde önemli katkı sağlayacağı kanaatindeyim.


22/75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

 

1-MELEKLERİN RESULLĞÜ;

 

Bazılarının söylediği gibi Allah’ın dört büyük meleği yok, iki büyük meleği vardır. Büyük meleklerden birisi Mikail’dir. Diğeri ise Cibril’dir. Mikail olan melek, Allah’ın yaratmış olduğu evrendir.  Allah, evrende yaratmış olduğu her bir varlığa veya organizmaya bilgiyi yüklemiş veya kodlamıştır. İşte emanet yüklenen insan evrende yaratılmış olan varlıklardaki bilgileri çözmek için yaratılmış Allah’ın değer verdiği en önemli yaratıklardandır.

 

25/77- De ki: ‘Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.’

 

Dua; Bazılarının söylediği gibi, elleri açıp, Allah’tan istekler sıralamak değil, dua, kişilerin tercih ettikleri yönde istek ve arzularına kavuşmaları için gösterdikleri çaba ve gayretleridir.

 

Örnek olarak vermiş olduğumuz ayet, İnsanların dualarının sadece doğru yolda olanları değil rabbin yolunun dışında olanların dualarını da içerisinde toplamaktadır.  Ayetten örnek vererek, tescillemeye çalışalım.

 

17/11. İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua eder. İnsan, pek acelecidir.

 

O zaman insanlar dualarını hem rabbani yönde yaptıkları gibi, hem de şeytani yönde yaptıklarını ve tercih ettiklerini görmekteyiz.

 

Yine konumuza meleklerin resullüğü ile ilgili kaldığımız yerden devam edelim. Bununla ilgili iki ayeti örnek olarak verelim.

 

2/97. De ki: ‘Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.

2/98. Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.’


Her, insan kuşağı kendisinden sonra gelecek olan kuşaklara kendi, bilgi ve kültürlerini miras olarak devrederken, onlar da kendisinden sonra gelecek kuşağa bir takım katkılar ve buluşlar ortaya koyarak kültür mirası bırakmaktadırlar. Bu bilgi zamanımıza kadar devam etmiş ve kıyametin sonuna kadar da devam edip gidecektir. İşte insana bilmediğini kalemle öğretti ifadesi bu mesajı vermektedir.

 

96/5- İnsana bilmediğini öğretti.


İnsana ikinci kanaldan gelen bilgi, Allah’ın insanlar arasından nebi ve resuller seçerek indirdiği, vahyi bilgilerdir. Nebi ve resullerle indirmiş olduğu bilgiler son nebi ve resulle son bulmuştur. Ama eşyanın bilgisi kıyamete kadar çözülmeye ve gelmeye devam edecektir.

 

22/ 75- Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.

 

Meleklerin elçiliği Allah’ın meleklere kodlamış olduğu bilgilere ulaşmakla olmakta insanlardan elçiler de nebi ve resullerdir.

 

Bakara suresinde geçen âdeme isimlerin hepsini öğretti ifadesiyle de söylediklerimizin ne kadar doğru olduğunu onaylamaktadır.

 

2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi.

Meleklerin âdeme secdesi de bir anlamda insanların eşyanın bilgisine yöneldiklerinde onlar kendilerinde olan bilgileri insanlara vermeleri ve insanların gidiş yolu istikametinde hizmet etmeleridir. Düşünün bir ağaçta, bir dağda bir maden çeşidinde bir denizde, ne bilgiler gizlenmektedir. İşte insanoğlu bu bilgilere yöneldikçe ve ihtiyaç duydukça bilgilere ulaşılmakta ve insanlar, yaşamlarını onlarla sürdürmektedirler.

İnsan, var oldukça problem olacak. Problem ortaya çıktıkça da yeni bilgilere ulaşılmaya devam edecektir. Bu olgu insanoğlu kendisine ihtiyaç duyduğu bütün bilgiler çözülüp bitince filim bitmiş, artık insanlığın da sonu gelmiş olacaktır. İşte o zaman kıyamet kopacak, insanlar ahiret âleminde yeni bir yaratılışla yaratılıp, hesaba çekileceklerdir. Burada önemli olan ve Allah’ın insanlarla konuşma şekillerinden biri olan bir ayeti hatırlamamak haksızlık olacak. Bu ayette bilginin kayağının Allah olduğunu ve öğrenenler de bu bilgilere iki yolla ulaştıklarını duyarlı olan insanlara hatırlatmaktadır.

42/51- Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Rabbinin adıyla okuyanlar hem Allah’ın yaratmış olduğu evreni çözmekle konuşurlar. Hem de nebilere gelen vahiyle Allah ile konuşurlar ve Allah’tan bilgi alırlar. Ayet bunları iki kısma ayırmaktadır. Birincisi bizzat nebi olanların kendisidir asıl vahye muhatap olan Allah’tan birinci derecede vahiy alan onlardır.

İkincisi ise nebi ve resullere iman edenlerdir. Bunlar da nebilerin Allah’tan aldığı vahyi bilgileri okumakla yaşamakla Allah ile konuşmaktadırlar. Diğer Allah’ın perde arkasından konuştukları ise Allah’ın Rablığını kabul etmeyen deistler ve ateistlerdir. Yani her insan ister inansın ister inanmasın bu şekilde evrenin bilgisine yönelmeleri sonucunda Allah ile konuşmuş olmaktadırlar.

96/6- Hayır; gerçekten insan, azar.


96/7- Kendini müstağni gördüğünden.


Yukarıda geçen Alâk suresi altı ve yedinci ayetleri beraber açıklamak doğru olacaktır. Çünkü her iki ayet insanı merkeze almaktadır. Birinci ayette “Hayır; gerçekten insan, azar.”  İkinci ayette de insanın neden azdığının sebebini kibirlenme  büyüklenme kendisini yeterli görmeye  bağlanmaktadır.

 

İlgili Isra suresinde geçen ayeti naklettikten sonra açıklamalarımızı yaparsak olayı daha güzel kavramış olacağız.

 

17/16- Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

Ayette geçen toplumun önde gelenleri, varlık ve güç sahiplerini Allah helak ediyorsa ve bu anlatım sanatsal değil de gerçek anlamında anlaşılırsa o zaman varlık sahibi olarak doğmak suç olması anlamına gelir.

Oysa ayette anlatılmak istenen olay, genelde bozguncu olan zulmeden insanlar halkın refah sahibi önde gelenlerden çıkmakta olduğu mesajı verilmektedir. Yani insan, dünya hayatında kimseye ihtiyacı kalmayınca kendisini sanki ilah rab sanmaya başlamaktadır. Ama ne zaman onların ellerinden bu makam ve mallar gitti, işte o zaman burnu havadan inmekte, gökleri ve yeri yaratan rabbini görmeye ve tanımaya başlamaktadır.

Demek ki, insanın azması güç sahibi otorite sahibi olduğu zaman azıp, yörüngesinden çıkarak karışıklık ve fesat çıkarmaya başladığı gözlenmektedir.

96/8- Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.

 
Dünya hayatı bazı insanlar için oyun ve eğlence zannedildiği bir mekândır. Oysa Allah onlara yetki ve sorumluluğu vermiş sonucuna katlanmak koşulu ile bir yaşam süreci içerisinde aklı olan her insan değişik imtihan sürecinden geçirmektedir.

 

76/ 3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Allah ahiret âleminde insanları kendi elleriyle kazandıklarına karşı yargılayıp hesaba çekecektir. Dünya hayatında insan istediği davranışı yapmaktadır. Allah’tan özel bir müdahale hiçbir zaman gelmemiştir ve kıyamete kadar da gelmeyecektir. Her insan kendisine ayrılmış olan bir zaman dilimi içerisinde denenip eceli geldiği zaman yollardan ya muttaki, ya da şeytani yoldan, herhangi birinde karar kılarak hayatını bitirmektedir.

İşin sonu, yine Allah’a kavuşmak olacaktır. Dünya hayatında her insan yapmış olduğu, iyi ve kötü amellerin karşılığını hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler kadar haksızlığa uğratılmadan alacaklardır. İnsanlar dünya hayatında ister iyi yolda yürüsünler isterse de yanlış yolda yürüsünler, ister Allah ile kavuşacaklarına inansınlar isterse iman etmesinler, mutlaka Allah ile orada buluşacaklardır.

17/ 71-Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar.

96/9- Engellemekte olanı gördün mü?


96/10- Namaz kıldığı zaman bir kulu.


Yine bu iki ayet birbirlerine bağlantılı oldukları için ikisini birden açıklamaya çalışalım. Kur’an’da namazın karşılığı salâttır. Namaz kelimesi Farsçadan türemiş bir kelimedir. Salat kelimesini de Kur’an iki farklı anlamda kullanmıştır. Asıl salat, inanan bir insanını düzgün olarak, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun olarak yaşanmasıdır. Kur’an’a göre salat iki kısma ayrılmaktadır. İnsanın kendisine destek verme anlamında olan salattır. İkincisi de inandığı dine destek verme anlamında olan salattır.

 

Bu konu Kur’an okuyanlar tarafından farklı anlaşıldığı için,  üzerinde ısrarla üzerinde durmak istiyorum.

 

NAMAZ ANLAMINDA OLAN SALAT;

 

Namaz anlamında olan salat, İnanan her insanın Allah ile bağının kopmaması için Allah’ın Müslüman olanlara kendi hayırları için vermiş olduğu Günde beş vakit ritüel bir ibadet şeklidir. Kur’an içerisinde sadece bu ibadet için alınması gereken bir abdest şeklinden iki yerde Kur’an söz eder. Bunlardan birisi gusül için diğeri de ritüel salat için abdest almayı emreder.

 

4/43. Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

 

5/6. Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.

 

Fıkıh kitaplarında, ne abdestin alış şekilleri, ne de abdesti bozan şeylerin vermiş olduğum ayet formatına uygundur. Bu da ayrı bir derttir. Şimdi Kur’an’da namaz vakitleri ile ilgili geçen ayetleri tek tek ele alarak ritüel bir ibadetin olmadığını ileri sürenlere tokat gibi bir cevap olsun.

 

4/103. Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, müminler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.

 

“Çünkü salat, (namaz), müminler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır”

Kur’an’da geçen namaz anlamı dışında salatın vakitleri belirli değildir. Şimdi Kur’an içerisinde namaz anlamında olan salatları vakitleri ile birlikte ayetleri tek tek aktararak, anlatmaya çalışalım.

 

KUR’AN’DA TARİF EDİLEN NAMAZ BEŞ VAKİTTİR;

 

Bazı kardeşlerimiz namazı kabullendikleri halde namazın üç vakit olduğunu söylemektedirler. Namaz Kuran’da beş vakit olarak anlatılmaktadır. Sadece Peygambere ait olan namaz da ekenince altı vakittir. Şimdi bunları tek tek anlatmaya çalışalım.

 

4/103- Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, müminler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.

 

Bu ayet hem Kuran’da mekanik olarak günün belirli vakitlerde kılınması gereken bir namaz olduğu gibi, hem de belirli vakitlere hasredilmesi ile diğer salatlardan, ayırılmaktadır. Denizde boğulmak üzere olan birisini boğulmaktan kurtarmak için harekete geçmek bir salâttır. Bunun vakti bir iki dakika içerisinde yapılması gerekir değilse bir can kaybedilir. Bu salat bile ritüel salatın farklılığını bize anlatmaya yeter artar bile.

 

SABAH SALATI (NAMAZI):

 

50/39- Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile teşbih et.

 

Burada önemli olan bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Vakitleri belirlenmiş bir zaman dilimi içerisinde yapılması gereken bir salâttan bahsediyorsa Bunu hamd, tespih veya başka ifadeler kullanılması hiç önemli değildir. Onun vakitleri tanımlayarak o vakit içerisinde olması onun ritüel bir salat olduğuna, bir delilidir. Çünkü Kur’an’da hiçbir namaz anlamda salâtının dışında olan salâtlar için böyle bir ifadeye rastlanılmaz.

 

Güneşin doğuşundan önceki kılınan namaz, sabah namazıdır. Sabah bilindiği gibi Kur’an’da tarif edilirken zamanı şöyle tanımlanır.

 

2/187- Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.

 

Bakara yüz seksen yedinci ayete baktığımız zaman gören gözler için burada üç vakti tarif ediyor., Gece kelimesini güneşin batışı ile doğuşu arasındaki karanlık bölgeyi tanımlamaktadır. Karanlık bölgenin gündüze yakın olan iki vakitten söz etmek mümkündür. Birisi güneşin batışından sonra gelen akşam, diğeri güneşin doğuşundan önce gelen sabah kelimesidir. İşte sabah namazını tanımlarken, “Rabbini güneşin doğuşundan önce” ifadesini kullanmaktadır.

 

Dikkat edilirse namaz vakitleri, ardı arkası kesilmeden bir namazın bitişi ile diğer namazın başlaması arasında kalan vakitler için geçerlidir. Eğer güneş doğmadan önce sabah namazı kılınamamışsa o namaz ertelenmesi veya kılamaması gerekmez. Ne zaman fırsat bulunmuşsa o namaz güneş doğduktan veya öğleye erdikten sonra kılamadığı sabah namazını kılıp daha sonra öğleyi kılman gerekir. İşte namazın kazası yoktur anlayışı da burada çözülmüş oluyor.

 

Öyleyse Allah’ın sınırladığı sabah namazının vakti sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, İşte Kur’an’da gecenin tanımı, siyah iplik beyaz iplikten ayırt edilinceye kadardır. Sabah namazı da bu zamandan güneşin doğuşuna kadar olan bölümdür. Sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın ne zamana kadar? Sonra geceye kadar orucu tamamlayın. İşte orucun tutuluş sınırları, Gece kelimesi eğer güneşin batışından sonra başlayıp beyaz iplikle siyah ipliğe kadar kalan bölge ise gündüz de diğer kalan zaman dilimidir. Şimdi onları tanımlayalım. Bu arada sabahın tarif edilen bu zaman dilimin içerisinde uyku ve buna benzer mazeretleri olanlar öğleye erinceye kadar sabah namazlarını kılabilirler.

 

ÖĞLE NAMAZI:

 

30/18- Hamd O’nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de.

 

 Bazı Kur’an okuyucularının Kur’an’da yok diye iddia ettiği vakitlerden birisi de öğle salatıdır.

 

30/ 17- Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah’ı tesbih edip (yüceltin).

 

Kur’an gördüğünüz gibi namaz vakitlerini tanımlarken sabah ve akşamdan bahsediyor daha sonra gelen ayette de öğleye erdiğiniz vakit de ifadesini kullanıyor. Bu tabii ki namazı kabullenip üç vakit diyenler içindir. Namaz yoktur diyen kardeşlerimize diyeceğim bir şey yoktur. Öğle namazının oluşunu destekleyen bir ayet daha var.

 

20/ 130- Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tespih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tespihte bulun ki hoşnut olabilesin.

 

Bu Ayet anlaya bilenler için dört vakit namazı tanımlamaktadır. Sabah, öğle ikindi, yatsı, namazlarıdır. Buradaki, “gündüzün uçlarında “ ifadesi zeval vaktini işaret etmektedir. Yani her yokuşun son anını ve daha sonra inişe başladığı yeri gösterdiği gibi güneş de gündüzün zirve yaptığı yer demektir. Bu namazın süresi de ikindi vaktine kadardır. Bunu da bu konuyla ilgilenen uzmanlara bırakıyorum.

 

İKİNDİ NAMAZI:

 

Yine burada dört namaz vaktini de içine alan bir ayeti vereceğim.

 

20/ 130- Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tespih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tespihte bulun ki hoşnut olabilesin.” batışından önce Rabbini hamd ile tespih et (yücelt bu ayette batışından önce diye bahsedilen namaz ikindi denilen namazdır.

 

Bu Namaz diğer namazlarla beraber devamlı anıldığı için uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok. İkindi namazını tanımlamaktadır.

 

AKŞAM NAMAZI:

 

30/17- Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah’ı teşbih edip (yüceltin).

 

Akşam namazının da nasıl gecenin bitişi ile güneşin doğuşu arasında kalan bölüm ise, akşam namazının vakti de güneşin batışı ile gecenin başlangıcına kadar geçen zamandır. Yine bu zamanının sınırlarını dakikasını koyan ilim adamlarına bırakıyorum.  

 

YATSI NAMAZI:

 

20/130- Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tespih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tespihte bulun ki hoşnut olabilesin.

 

Burada bahsedilen” Gecenin bir bölümünde” dediği namaz yatsı namazıdır. Bu namazın vakti de. Akşam namazının bitişi ile başlar. Sabah namazının başlangıcına kadar devam eder.

 

SADECE PEYGAMBERE HAS NAFİLE NAMAZI:

 

17/79- Gecenin bir kısmında kalk, sana ait nafile olarak onunla (Kur’an’la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.

 

Bu namaz da peygamberlere emredilen, Müslümanlar üzerinde sorumluluk taşımayan bir namazdır. Ama peygambere ait olan bir nafile namazı kılanlardan da, Allah övgü ile bahsetmektedir.

 

Bazıları ayetlerde geçen teşbih edin zikredin kelimelerini namaz olarak görmeyebilirler ama namazın Müslüman’ım diyenler üzerindeki vakitleri belirlenmiş farzdır ayeti başka türlü nasıl açıklanabilirdi?

 

Namaz için abdest almayı temizlik olarak görenler yanılmaktadır. Belki abdestin insanlara bilmediğimiz birçok yararları olmakla beraber asıl olan insanın kalplerinin temizlenmesidir.

 

İlginç olanı da, su bulamadığınız zaman teyemmüm edin ifadesi abdestin temizlik anlayışını da altüst etmektedir.,

 

Yukarıdan beri vermiş olduğumuz ayetler ve açıklamalar, kişilerin dünya hayatında Müslüman olanları Allah disiplinli bir şekilde eğiterek şeytan ve dostlarına karşı aşılamak istemektedir. Namazın Allah’a hiçbir yararı yoktur. Namazın asıl yararı bizim kötülüklere karşı korunabilmemiz için diğer salatlara ön hazırlıktır.  

 

29/45. Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük olandır. Allah yaptıklarınızı bilir.

 

Peki, İslam toplumları namaz kıldıkları halde neden onları namaz korumamış diye bir soru akla gelebilir. Namaz eğer seni fahşadan alıkoymuyorsa senin kıldığın namaz ya bir gösteriştir ya da okuduğun ayetler, gırtlağından aşağı geçmiyor demektir.

 

Demek ki namaz anlamında olan salat kişilerin kendileri için Allah’ın iman edenlere destek vermesi için, vermiş olduğu ritülel bir ibadet şekli imiş. Nasıl bir doktor kendisini haytalıklara karşı korumaz ve tedbirini almazsa bulaşıcı hastalıklara karşı mücadele veremezse ölürse, Müslüman olanlar önce kötülüklere karşı koruyacak önlem almalı ki, İnandığı davaya destek vermesini becerebilsin.

 

SALATIN İKİNCİ ANLAMI;

 

33/56-Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.

 

İslam’ın yeşermesi yükselmesi için en önemli malzeme insandır. Eğer, insanlar içerisinden o peygamberleri destekleyen olmamış olsaydı, yeryüzünde İslam diye bir din olmayacaktı. Yeryüzünde Allah’ın göndermiş olduğu nebi ve resullere destek veren insanlar olduğu zaman onlar güçlenip Allah’ın emirlerini güç ve otorite sahibi olduklarında yerine getirebilmişlerdir.

 

Allah katında hiçbir peygamberin hiçbir peygambere karşı bir üstünlüğü yoktur. Ancak gelen resullere insanlardan destek olursa o peygamberler o toplumda ses getirip kıssa oluşturabilmektedirler. İşte verecek olduğum ayetler bu farklılığı dile getirmektedir.

 


2/136. Deyin ki: ‘Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiç birini diğerlerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız.’

Kur’an çelişkisiz bir kitap olduğu halde, o zaman şu ayeti nasıl anlamak lazım.

 

2/253. İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah’ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa’ya apaçık belgeler verdik ve O’nu Ruhu’l-Kudüs’le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet)ler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi inkâr etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır.

 

Allah, peygamberler arasında ayırım yapmayın dediği halde bazı peygamberleri bazı peygamberlere üstün kılması ancak onu destekleyen Müslüman olanların çok olması gerekir ki o toplumda o çağda o dönemde Müslüman olanlar güç ve iktidar sahibi olsunlar.

 

Her Müslüman inandığı davaya gerek malıyla gerek ilmiyle gerek canıyla destek verip o yolda bir bedel ödemesi gerekir İşte Müslüman olanların salat etmesi bu anlamdadır. İman eden insanlar olarak o peygambere ve o yolda yürüyen toplumlara destek vermezsek inkâr edenler Müslüman olanları ezer bozar yok ederler. Allah’ın dünya hayatında,  iman edenlere kendilerine gelen vahyi bilgiler dışında özel bir yardım ve desteği yoktur.

 

3/149-Ey iman edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin-geri çevirirler, böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz.

 

Müslüman olanların dostu ve velisi insanlar içerisinden sadece Müslüman olanlardır. Müslüman olmayanlar kesinlikle Müslüman olanları hayrına bir iş yapmazlar. Yaparlarsa da ve yapar gibi görünürlerse de mutlaka altında bir çapanoğlu çıkacaktır.

 

Kur’an dikkat ederseniz sürekli iki topluluktan bahseder. Birisi Müslüman olanlar, diğeri ise Müslüman olmayanlardır. Bu iki topluluk hayata hep farklı açılardan bakarlar.

 

Her iki yolda giden insanlar asla birbirleriyle yaşam biçimleri hayat tarzı birbirleriyle, uyum halinde değildir. Müslüman olmayan bir erkekle Müslüman olan bir kadının evliliğini Allah yasakladığı gibi, Müslüman olan bir erkekle Müslüman olmayan bir kadının evliliklerini de yasaklamaktadır. 

 

60/10. Ey iman edenler, mü’min kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilendir. Şayet (gerçekten) mü’min kadınlar olduklarını bilip-öğrenirseniz, artık sakın onları kafirlere geri çevirmeyin. (Çünkü) Ne bunlar onlara helaldir, ne onlar bunlara helaldir. Onlara (kafir kocalarına kendileri için) harcadıklarını verin. Onlara (hicret eden mü’min kadınlara) ücretlerini (mehirlerini) verdiğiniz takdirde onları nikahlamanızda size bir güçlük yoktur. Kafir (kadın)ların ismetlerini (nikahlarını) tutmayın ve (onlar için) harcadıklarınızı isteyin. Onlar da (mü’min kadınlara) harcadıklarını istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür; sizin aranızda hükmeder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Müslümanım diyenler, savaşı başlatan olmamışlardır. Allah savaşı başlatan olmayı da yasaklamaktadır. Ama Müslüman olmayanlar mazlum olanları yerlerinden yurtlarından sürmüşler ve onların yaşam haklarını özgürlüklerini ellerinden almışlardır.

22/39-Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere, savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir.

Allah yeryüzünde zulmü ortadan kaldırmak mazlum olanları yerinden yurdundan sürerek onları köleleştirmek için savaş açanlara karışı, Müslüman olanlara güçleri yeterse savaşa cevap vermeye, güçleri yetmezse de hicret etmeye davet etmektedir.

4/97. Melekler, kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: ‘Nerde idiniz?’ Onlar: ‘Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz’aflar) idik.’ derler. (Melekler de:) ‘Hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi?’ derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?

Dünya hayatı bir an, ahiret hayatı ise ebedidir. Dünya hayatında ebedi saadete kavuşabilmek için illaki Müslüman olarak kalacak, ya da öleceksin. Bunların olması için de doğru yolda dimdik yürüyecek eğilip bükülmeyeceksin.

Rabbin adıyla okumak hayata bakışını rabbin tanımladığı pencereden bakıp ve yaşama ile ancak, mümkün olabilir. Eğer ben Müslümanım diyorsan sen nerede hangi şartta hangi makamda olursan ol, onun koyduğu kurallar çerçevesinde hayatı okumak ve yaşamak zorundasın. Yoksa Müslümanım kelimesi, içi boş dışında zeytinyağı yazan bir teneke kutusu gibidir.

Peki, bir Müslüman için, hayatta fakire yedirip içirmek yoksulu doyurmak onlara destek vermek evlenmek üretmek çalışmak salat ise hayatın hangi alanında bir iş yapacağımız zaman abdest alacağız? Yatarken mi? Otururken mi? Düşünürken mi? Bunların hepsi salattır.

Burada eğri oturup doğru konuşmak lazımdır. Salat insanların doğru yolda yürümeleri için günün beş vaktinde Allah ile sohbet etmenin aynı zamanda disiplinli bir hayata hazırlanmanın adını da taşımaktadır. Bu salat insanları fahşadan kötülüklerden alı koyar. Eğer kötülüklerden alıkoymayan salat zaten salat değildir. Kendi kendisini kandırmaktır. Bakınız Kur’an geniş olarak hayata bakışı yönünü yöntemini hepsini birden şu ayet içerisinde toplamıştır.

2/177- Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahirleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.

Salatın adı, yukarıda ayette isimleri zikredilenlerin hepsine birden veriliyorsa, bunları Kur’an ayrı ayrı zikretmesine de gerek kalmazdı. Her puta tapanların putlarına karşı ritüel bir ibadet şekilleri varsa iman edenlerin de gökleri ve yeri yaratan rabbine kaşı Allah’ın Kur’an’da tanımladığı ritüel ibadet şekli de vardır.

Bu şekilde anlatılan salata yok demek namaz kılmamak güneş yok demek gibidir. Şuurlu namaz kılanlarla namaz kılmayan ve inkâr edenlerin davranış biçimleri aynı olabilir mi? Kur’an bir tek namaz kılınması gerektiği zaman abdest almayı insanlardan istemektedir. Abdestte temel amaç temizlik değildir. İbadettir eğer temizlik olmuş olsaydı namaz kılınacağı zaman su bulamazsanız teyemmüm edin demezdi.

Allah için kılınmayan bir namaz insanı düzeltmediği gibi, Allah için verilmeyen bir infak da insanı hayra ulaştırmaz.

2/264- Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez(elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.

Burada salat kelimesi geçtiği için günümüz toplumlarında yanlış anlaşılan salatın bir boyutunu alıp diğer boyutunu almayan anlayışı zikretmiş olduk. Elbette asıl namaz ve Kur’an’da orta namaz diye bahsedilen namaz yaşanan hayatın Allah’ın tanımladığı şekilde olan namazdır. İnkâr edenleri korkutan ürküten namaz işte Müslüman olanların o yaşadıkları hayat namazıdır. İşte bir ayet örneği ile bunu açıklamaya çalışalım.

11/ 87- Dediler ki: “Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın.”

Demek ki ayette bahsedildiği gibi, namaz sadece eğilip kalkılan ritüel olan bir ibadet şekli değil, namaz insanın hayata bakış tarzını, duruşunu ve yaşam biçimini insanlara gösteren davranışların tümünü kapsamaktadır.

İman etmeyenlerin engellediği eğilip kalkılan namaz değil, iman etmeyenlerin engellediği namaz, Müslümanım diyenlerin yaşadığı hayat tarzı ve onların dinidir. Yani onların hayatlarını düzenleyen mallarında söz sahibi olan bir varlığın Allah olunduğunu kabul edemeyişlerinden dolayı onlarla ayrılmaktadırlar. Yoksa onlardan büyük bir çoğunluk, Allah’ın bir ve var olduğunu kabul etmektedirler. Ama onlar, Allah’ın insanlar içerisinden nebi ve resul seçerek, insanlara Allah’ın bilgi vermesini kabul etmemektedirler.

29/61- Andolsun, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?” diye soracak olursan, şüphesiz: “Allah” diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?

Ama onlar ister ehli kitaptan olsun, isterse müşriklerden olsunlar o putlarına Allah’a yaklaştırmak için taptıklarını söylemektedirler.

39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) “Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete erdirmez.

İşte namaz kılanları engelleyen ve onlara şiddetli düşman olan, iki gurup vardır. Birisi müşrikler, diğeri ehli kitap olan insanlardır. Bunar rabbim Allah’tır diyenlerin düşmanıdırlar.

5/82- Andolsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Hıristiyanlarız” diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.

96/11- Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise,


96/12- Ya da takvayı emrettiyse.


Her insana bir olay karşısında kendi öz içinden birbirine taban tabana zıt iki farklı ses gelmektedir.  Bu farklı sesin, birisi takvadan bu rabbin yoluna insanı tetikleyen ve teklif sunan bir sestir. Diğeri ise fısk ve fücurdan gelen bir sestir. Bu ses de insanı fuhşa, inkâra doğru yoldan sapmayı teklif sunan bir sestir.

 
Değişik bir anlatımla, psikoloji ilmi de aynısını söylemektedir. Her insanın içerisinde bir alt ben bir de üst ben vardır. Bazı psikologlar bunu içimizdeki baba ve içimizdeki çocuk kavramlarıyla açıklamaya çalışmışlardır. Ama bir gerçek var ki, insan iki yola gidebilme eğiliminde yaratılmış nötr bir varlıktır. Her insanın yaratılışında bu olgu vardır.

 

Takva yolunda yürüyenlerin yol göstericisi Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş  olduğu vahiylerdir. Onların hayatlarının kılavuzu Rab olan Allah’tır. İşte Allah bu yolda yürüyenlerden hoşnut olmakta ve kurtuluşun ve cennetin kapısı bu anahtarla açılmaktadır.

Takva yolunda giden insanlarla fısk yolunda giden insanların arasında yaratılış olarak bir düşmanlık vardır. Ve onların yaşam biçimleriyle takva yolunda yürüyenlerin yaşam biçimleri arasında görülmez bir perde vardır.

Bütün peygamber ve takva yolunda yürümek isteyen Allah dostları, devamlı şeytan yolunda yürüyen insan ve toplumlar tarafından kovulmuş dövülmüş ve sürülmüşlerdir. Ve her peygamber genelde din ve yaşam biçimleri farklılığı ile bulunmuş oldukları toplumlarla uzlaşamamış ve onlar mutlaka toplumlardan kendilerinin Müslüman olarak yaşayıp kalabilecekleri ülkelere, gece yolculuğu yaparak hicret etmişlerdir.

İki övülmüş kadından biri olarak bahsedilen İmran’ın kızı Meryem de bu akıbetle karşılaşmıştı. Kavmi ile kendisi arasına perde çekilmiş ve doğu tarafına bir yere çekilerek kavminden din ve yaşam biçimi farklılığı ile ayrılmıştı.

19/16- Kitap’ta Meryem’i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.

19/17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuzu göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

Meryem’in toplumdan uzaklaşması veya uzaklaştırılması herhalde keyfi bir uzaklaşma değildi. Onun namazı onun takvası toplumu rahatsız ediyor onun rabbinin gönderdiği kurallar çerçevesinde yaşaması müşrik olan toplumları düşmanlığa sevk etmesine neden oluyordu.

Ayette geçen perde kelimesi inananlarla iman etmeyenler arasındaki yaşam biçimini farklılığını ifade etmektedir.

17/45- Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.

Bu olgu Kur’an’da, âdemin iki oğlu ile sembolleştirilerek başlayan serüven insanlığın sonuna kadar devam edecektir. Maide suresinde bu olay şöyle anlatılmaktadır.

5/27- Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: “Seni mutlaka öldüreceğim.” (Öbürü de:) “Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.”

57/28- “Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”

5/29- “Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.”

5/30- Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.

5/31- Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. “Bana yazıklar olsun” dedi. “Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?” Artık o, pişman olmuştu.

Bu olgu insanların ilk yaratılışında başlamış insanların sonuna kadar devam edecektir. Birisi şeytanın yolunu diğeri ise rahmanın yolunu takip edecektir. İki yol iki amaç mutlaka karşı karşıyadır. Dileyen iman eder rabbinin yolunda yürür. Dileyen inkâr eder şeytanın yolunda yürür. İkisine de yol kolaylaştırılmıştır.

76/1- Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.

76/2- Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Alâk suresine kaldığımız yerden ayetleri açıklamaya devam edelim.

96/13- Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise. 

Ayette ifade edilen eğer bir kul hayrı teşvik edip davranışlarıyla bunu gösteriyorsa, bir kul da bu hayrı engellemeye çalışıyorsa mutlaka bu iki yol arasında bir zıtlık var demektir. Kur’an bunları bize boşuna anlatmıyor. Kendisine iman edenleri sağ salim bu dünya hayatında denenmeyi başarıyla geçirerek ömrümüzün sonuna kadar bizim sapmamamızı istiyor. Kur’an’ın bize her verdiği bilgi bizi doğru yolda yürümemizin yol levhalarıdır. Bir an o levhaları kaybettiğimizde maazallah kendimizi kaybetmiş oluruz.

Bir insan kendisine baksın hayra muhtaç olanları destekleyip onları gözetip kollamıyorsa üstelik hayra muhtaç olanları destekleyenleri engelliyorsa bu helake gidişin yolunu kendisi hazırladığını bilmesi gerekmektedir.

96/14- O, Allah’ın gördüğünü bilmiyor mu?

İnsanların Allah’tan başka tapmış olduğu putların ilahların kedilerine gelen zararı def edecek güce sahip değilken, o putlar,  gökleri ve yeri yaratan, göklerde ve yerde kuru ve yaş ne varsa bilen Allah’ın, kontrolü altındadır.  

6/59- Gaybın anahtarları O’nun Katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır.

İman edenler böyle bir yaratıcının terbiyesi altındalar. Ve ona kulluk etmektedirler. Ama inkâr edenler ise Allah’ın dışındaki yaratılmış olanları kendilerine ilah olarak kabul ederler. O ilahlar ise insanları asla temize çıkaramaz.

Ve gözetleyemez. Bu sebeple inkâr edenler dünya hayatında bağa girmiş bir hayvanın ekini talan ettiği gibi dünyayı yakarlar yıkarlar bozarlar talan ederler. Ekini ve nesli yok ederek azgınlaşırlar. Kendilerinin yapmış olduğu zulmün gün gelip karşılığını göreceklerini sanmazlar ve kabul etmezler. Ama bir gün kendilerinin kendi elleriyle hazırladıkları toz bulutları kasırgalar karabasanlar kendilerini mutlaka kuşatacaktır.

6/130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: “Nefislerimize karşı şehadet ederiz” derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.

96/15- Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz;

Dünya hayatı aklı yerinde olan insanların ergenlik çağına ermesiyle başlayan denenme süreci bunaklık ve ölüm dönemine kadar, devam eden bir imtihan salonudur. Dünyada Allah’ın özene bezene yaratarak bütün mahlûkatın halifesi olan ve kendi özgürlük alanı içerisinde serbest bırakılan tek varlık insandır. İnsan hem günah işlemeye hem de günahından dolayı tövbe etmeye meyilli yaratılmıştır. 

İnsanlar ilk yaratılışlarında saf berrak bir şekilde hepsi istisnasız, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın Rablığını kabul edecek ve onun Rablığını hayatta ilke edinecek şekilde yaratıldığı halde, insan yapısından var olan iblis olgusuyla bu büyü bozulmaktadır.

İnsan, iblis ile bir imtihan sürecine girmektedir. Allah’ın Rablığı yanında, insanları kışkırtarak Allah’ın Rablığı dışında olan ilahlara bir başka ifadeyle yaratıklara kulluk yapmayı teklif sunmaktadır. Ne yazık ki, İnsanlar iblisin tekliflerini rahmanın teklifleri yanında daha cazibeli bularak insanlardan çok azı müstesna Şeytanın adımını izleyerek dünyayı istemişler ve dünya hayatı ebedi olan ahiret hayatını onlara unutturmuştur.

İnsanlar öyle ya da böyle dünya hayatında deneme yanılma yollarıyla bazen şeytanın adımlarını bazen rahmanın yolunu izleyerek yürümektedirler. Ama önemli olan insanın kendisine verilen zaman dilimi içerisinde mutlaka yaptıkları yanlışları düzelterek rabbin tanımladığı yola gelmesi ve o yolda karar kılması gerekmektedir.

Mevlana’nın söylediği gibi bin sefer tövbe edip ve bozarak İslam’a hakka gelmek yoktur. Allah ancak iki sefer tövbe edip ve bozmayı kabul etmektedir. İkiden fazla bunu yaparsa artık laçkalaşmış bir somun ve cıvatanın kullanılamaz hale geldiği gibi, insan da artık bir daha doğru yolda yürüyebilecek hali kalmamaktadır.

4/137- Gerçek şu, iman edip sonra inkâra sapanlar, sonra yine iman edip sonra inkâra sapanlar sonra da inkârları artanlar Allah onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir.

Ayette bahsedilen iki sefer iman ve inkârın bağışlanması ikiden fazla olursa bağışlanmaması kişinin kendisini bağışlatacak konumdan uzaklaşması anlamındadır. Yoksa elbette Allah insan ölüm anı hariç dönüşün her türlüsünü kabul eder. Ama insanların o inkâr ve yaptıkları yanlışlardan dönememesinden kaynaklanan sebeplerden dolayı böyle bir üslup kullanmaktadır.

Her hastalık erken tanı ve teşhis sonucunda tedavi edilmesi daha kolay olduğu gibi, insanlar yaptıkları yanlışlıklar büyümeden erken davranıp o yanlışlıklardan dönmesi daha kolay olmaktadır. Zaten Allah kişi kendisi istemedikçe onu ne bağışlar ne de saptırır. Önce kişinin kendisi bağışlanmayı istemesi gerekmektedir. Sermaye Allah’tan kullanmak ise insandandır. 

TÖVBE;

Ayetin içeriğini ilgilendirdiği için tövbe konusunda biraz durmak istiyorum. Tövbe: Kişinin kendisinin gitmiş olduğu yanlış yoldan dönerek doğru yolu seçmesi ve kendisini düzelterek o yolda yürümesi demektir. Yoksa ağızla akşam söyleyip sabah söylediğini bozması tövbe etmek değildir.

4/17- Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tövbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tövbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.

4/18- Tövbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: “Ben şimdi gerçekten tövbe ettim” diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.

Allah’ın kabul etmediği tövbe, iki çeşittir. Ölümünü kesin olarak geleceğini bildikten sonraki yapılan tövbe, ikincisi de kâfir ve müşrik olarak ölenler için geçerli değildir. Nisa on sekizinci ayette bahsedilen de budur. “Ben şimdi gerçekten tövbe ettim” diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. 

Kişinin son gidiş anı çok önemlidir. Bazı mezhep imamlarının söylediği gibi kişi kelimeyi tevhidi son anda getirip her türlü günah ve pislikleri yaptıktan sonra cehenneme girdikten sonra günahları miktarınca yanıp daha sonra cennete girecek anlayışı da Kur’an’a göre yoktur.

Kişi öldükten sonra İş bitmiştir. O ya ebediyen cehennemde kalacak ya da ebedi olarak cennete kalacaktır. Ahiret hayatında onu kimse kendisinin hazırladığı cehennemden kurtaran olmayacaktır. Kişi dünya hayatında kendi kazandığı güzel ameller onu ahiret hayatında güzel makamlara koymaya güç yetirecektir.

2/48- Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.

20/109- O gün, Rahman (olan Allah)’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.

Konuyu fazla dağıtmadan tövbe dünyada iken gidilen yanlış yoldan dönüp kişinin kendisini değiştirmesi ve düzeltmesi anlamındadır. O da dünyada iken iki sefer tövbeyi bozma ve düzeltme hakkına sahiptir. Daha sonra yasa gereği kişi kendisini düzeltmesi mümkün olmadan müşrik ve kâfir olarak ahiret âlemine ebedi cehennemlik olarak kendi yerini kendisi hazırlamaktadır.


13/
11. O’nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri (takipçileri) vardır, onu Allah’ın emriyle gözetip-koruyorlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O’ndan başka bir veli yoktur.

96/16- O yalancı, günahkâr olan alnından.

İnsanlar ilk yaratılışta Allah’ı rab olarak kabul etmişlerdi. Fakat iblisin insanda konuşlandırılmasıyla insanlardan büyük bir kısmı, verdikleri sözden cayarak Allah’ın dışında birtakım yaratıkları kendilerine rab kabul ederek Müşrik ve kâfir oldular. İşte ayette bahsedilen yalancı ve günahkâr olanlar bunlardır. Bunların kendilerine bir takım ilahlar edinerek taptıkları asla onları ahiret âleminde kurtaramayacaktır. Kur’an, insanlardan putlara tapanlarla tapılanlar arasında geçen diyalogu bize şöyle anlatmaktadır.

14/21- Onların tümü-toplanıp (kıyamette) Allah’ın huzuruna çıktılar da zayıflar (müstaz’aflar) büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki: “Şüphesiz, biz size tabi idik; şimdi siz, bizden Allah’ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?” Dediler ki: “Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de fark etmez, bizim için kaçacak bir yer yoktur.”

14/22- İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: “Doğrusu, Allah, size gerçek olan va’di va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır.”

14/23- İman edip salih amellerde bulunanlar, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine olan dirlik temennileri: “Selam”dır.

Artık dünya hayatında kendilerine şefaat edecek olduklarını umdukları âlimleri peygamberleri, papazları rahipleri mezhep meşrep başkanları, kendilerine şefaat etmediklerini görecekler. Ve cehennem zebanileri onların perçeminden tutacak ve cehenneme sürükleyeceklerdir.

96/17- O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın.

Ahiret âleminde artık dayı amca baba ana mal mülk onları, işlemiş oldukları suçlardan kurtaramayacak hatta dünyayı kazanmış olsalar bunun bir katını daha fidye olarak vermek isteseler onlardan yine kabul edilmeyecektir.

39/47- Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azaptan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah’tan kendileri için açığa çıkmıştır.

96/18- Biz de zebanileri çağıracağız.

İnsanların dünya hayatında halife olarak anılması ve Allah’ın göklerde ve yerde bulunan bütün varlıkların insanoğlunun hizmeti için yarattım demesi herhalde boşuna olmasa gerektir. Dünya hayatı bir deneme ahiret hayatı ise bu insanların yaptıklarının hiçbir eksik bırakılmadan bir kitap olarak önüne konularak orada hesaba çekilmesi ceza ve mükâfatların bir hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler kadar haksızlık yapılmadan herkese ait olduğu muamelenin görülmesi demektir.

Dünya hayatı Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, dünya hayatı, Allah’ın insanlara Adaletle davranmayı emrettiği yerdir. Ne yazık ki insanlar bundan haberi olmadan kendilerine verilmiş mal ve mülkün makamın çılgınlığını, insanlara, adaleti ihsanı yerine getirmek gerekirken maalesef gücü zulmetme aracı olarak kullanmışlardır.

Firavunlar, Karunlar, Nemrutlar, kendilerine verilmiş malların gücün otoritenin şımarıklığı içerisinde halka zulmetmişler. Mustazaf olanları daha da güçten düşürerek köleleştirmişlerdir. Onlara insanca yaşama hakkı vermemişlerdir. Üstelik Allah’tan gönderilmiş nebiler ve resuller, yoksulun yetimin, zulme uğramış zayıf insanların yanlarında olmaları nedeniyle ya öldürülmüşler ya dövülmüşler, ya da vahyin tebliğini engellemeye çalışmışlardır. 

İşte Allah da kendilerinden önce gelen nebilere teselli verdiği gibi son nebisine de bunların yaptıkları işkence ve zulüm sebebiyle, dünya hayatında kendisinin özel bir müdahalede bulunmayacağını söz verdiğini hatırlatarak ahiret âleminde o zulmedenlerin cezasını vereceğini vurgulamaktadır. “Biz de zebanileri çağıracağız.”

29/ 53- Azap konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azap gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.

O İnkâr eden ve zulmedenler, iman edenlere karşı her türlü işkence yapan kâfirler ve müşrikler kendilerine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde bu zulümlerini gerçekleştirebilirler. Ancak onlar Allah’ın ahiret âleminde Allah’ın huzuruna çıktıkları zaman yaptıklarına pişman olacaklardır. Ama iş işten geçmiş olacak azabın içerisinde kendilerini bulacaklardır.

96/19- Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş. 

Dünya hayatında müşrik ve kâfir olanlara asla uyma! Onlarla yol ortasında buluşma eğer sen onlara güç makam ve koltuk sahibi oldun diye onlara uyacak olursan seni yoldan saptırırlar. Ahiret âleminde de sana yardım edecek kimse bulamazsın. 

Kur’an’ın bu konu hakkında peygamberin duruş ve yaşam biçimini şekillendirirken onun şahsında diğer Müslüman’ım diyenlerin de hayatlarını şekillendirmektedir. Kalem suresinde inkâr eden kâfir ve müşrik olanların tutum ve davranış şekillerini ortaya koyarken onlarla nasıl bir diyalog kurulup kurulmayacağının fotoğrafını da ortaya koymaktadır.

68/8- Şu halde yalanlayanlara itaat etme.

68/9- Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı. 

68/10- Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık,

68/11- Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan), 

68/12- Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkâr,

68/13- Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik;

68/14- Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,

68/15- Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır” diyen.

68/16- Yakında Biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız.

Allah’ı rab kabul etmek ve onun terbiyesi altında hayatı anlamlaştırmak budur. Kâfir olanlar, makam mevki koltuk sahibi olabilirler ama insanın yolunu Allah’ın yolundan döndürmeye asla ve asla hakları ve yetkileri yoktur. Kur’an’ın bahsettiği firavunlar Nemrutlar Samiriler halkın desteği ile halka zulmediyor ve onları köleleştiriyorlardı. Eğer halk içerisinde o müstekbir ve zalim olanlara destek veren olmamış olsaydı onlar zulümlerini sürdüremezlerdi.

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa ne yazık ki; peygamberler ve adaleti emreden insanlar öldürülmüş, zalim olanların iktidarları genelde yeşermiştir. Binlerce peygamber gelip geçtiği halde Kur’an’da adı geçen peygamber sayısı yirmi beşi geçmemiştir. Bunun sebebi de halkın peygamberlere değil, makam mevki sahiplerine rağbet göstermelerinden kaynaklanmaktadır.

İman edenlere ve Allah yolunda yürüyen öncülere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Hak yoldan dövülse de zarara uğrasa da bir bedel ödese de sapmaması gerekmektedir. O zaman doğru olan söz ve davranışlar, halk içerisinde önem kazanmaya ve rağbet görmeye başlayacaktır. Cennet öyle kolay ve ucuz bir yer değildir. Nitekim ayette bahsedilen dünyayı verme karşılığı müjdelenme de boş bir vaat değildir.

9/111- Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.

Allah isteseydi kâfirleri müstekbir ve zulmeden müşrikleri bir kaşık suda boğmaya gücü yeterdi. Ama onlara dünya hayatında bir zaman dilimi içerisinde ölünceye veya bunaklaşıncaya kadar istediğini yapması için mühlet vermektedir.

İman edenlerin de iman edip etmediğini sınamak testten geçirmek için karşısına, savaş yokluk kıtlık fakirlik hastalık gibi problemler çıkararak onların sabrını, zengin olanlara da ihtiyaç sahiplerini kollayıp gözetip göz-etmeyeceği denenmektedir. Cennet öyle kolay kazanılmamaktadır. Dünyada Allah uğruna malını gerekirse canını bile ortaya koyarak hakkı ayakta tutanların yanında olup, onlara destek vererek ortaya koymakla ancak kazanabileceğini vurgulamaktadır.

“- Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.” 

Gökleri ve yeri yaratan insanlara ve yaratılmış olan bütün canlılara rızkını veren Allah ancak secde edilmeye onun emirlerine boyun eğmeye layık olandır. Bizi dünya hayatında rızkımızı verdiği gibi onun rızasına uygun olarak yaşadığımız zaman ahiret hayatında da karşılığını tastamam verecektir.

Alâk suresini böylece burada tamamlamış oluyoruz. Arkasından nüzul sırasına göre gelen surenin tefsirini yapacağız inşallah. 
Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

 

Ali Rıza BORAZAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.