87 – ÂLÂ SURESİNİN TEFSİRİ

Rahman Rahim Olan Allah’ın Adıyla;

 

Âlâ suresi, nüzul sırasına göre sekizinci, Kur’an sıralamasına göre de seksen yedinci sure olup Mekke’de indirilmiştir. On dokuz ayettir.

 

87/1-Rabbinin Yüce ismini tespih et,

 

Bütün kâinatta yaratılmış olan varlıkların yeri ve konumları ortaya koyduğu eserleri ile değerlendirilir. Her şey makamına göre saygı ve hürmet görür. Bir ağacın değeri ile bir insanın değeri aynı olmadığı gibi, insanlardan herhangi bir konuda uzman olan biri ile, hiçbir konuda bir şey bilmeyenlerin de değeri bir değildir. Bir mucit ile mucit olmayanların durumu bir olmadığı gibi, bir nebi ile nebi olmayan insanların durumu da bir değildir. Nitekim Kur’an peygamberi diğer insanların konumundan farklı bir konuma yerleştirerek şöyle buyurmaktadır.

 

49/1- Ey iman edenler, Allah’ın Resul’ünün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.

 

49/2- Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider.

 

49/3- Şüphesiz, Allah’ın Resul’ünün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.

 

Peygamberleri diğer insanlardan ayıran ve onları farklı bir konuma yerleştiren olgu, onların Allah’tan gelen bilgilerle toplum içerisinde bir makama oturtulmasından kaynaklanmaktadır. Hâşâ Allah’ın makamı peygamberlerin makamı gibi midir? Allah’ın bildiklerini peygamber bile bilir mi? Ancak Allah’tan aldığı bilgiler kadar bilebilirler.

 

Rab terbiye eden insanlara kâinattaki canlılara rızkını veren ve en çok onun makamı ön plana gelmesi, en çok onun sesi duyulması gerekendir. Dikkat ederseniz Kur’an’da geçen kelimeler içerisinde en çok geçen kelime Allah lafsıdır.  Allah’ın sesinin varlıklar içerisinde en çok duyulmayı hak eden de odur.

 

Allah’ın isminin tespih edilmesi, zikir odalarında kafaları sağa sola sallayarak Allah isimlerini saymak değil, Allah’ın ismini tespih etmek göklerin ve yerin yaratılış hikmetlerini öğrenerek onun adına hayatta yaşamanın kurallarını öğrenmektir. Allah’ın boyasıyla boyanmaktır. Aldığın nefesin konuştuğun sözün yediğin şeylerin hep onun koyduğu kurallar çerçevesinde olmasının metodunu öğrenmektir. Bu da ya gönderilen vahiylerin hikmetini ya da evrendeki eşyanın bilgisine ulaşmakla ancak mümkün olur.

 

Yukarıda bahsettiğim gibi, insanlara bilgi iki kaynaktan gelmektedir. Birisi nebiler aracılığı ile gelen vahyi bilgilerdir. Diğeri ise Allah’ın eşyaya kodladığı bilgileri çözmekle eşyadan gelen bilgilerdir. Bu iki zikir ehlinin ulaştıkları bilgiler kesinlikle doğru ise biri birleri ile çelişmezler.

 

87/2- Ki O, yarattı, ‘bir düzen içinde biçim verdi’,

 

İnsan gibi bir halife, kâinat gibi bir melek, Kur’an gibi bir kılavuzu, yaratan ve gönderen Allah’tır. Allah, hem yarattığı kâinatta hem de gönderdiği Kur’an’da hem de evren yaratılışı ile ilgili Kur’an’ın bilgileri arasında bir çelişki yoktur. O her şeyi bir düzen ve intizam içerisinde yaratmıştır.

 

67/3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

 

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

 

Canlı ve cansız yaratılmış olan hiçbir şeyi biri birine benzemeden yaratan ve aynı zamanda her yaratığı varlıkları birbirine bağımlı kılan, hepsini birbirlerine muhtaç eden Allah’ı takdis ve tespih ederim. Toprağı suya, ağacı toprağa, bitkileri hayvanlara hayvanları bitkilere bitkileri hayvanları insanlara muhtaç ederek evrene bir canlılık bir akışkanlık getiren ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’tır.

 

Halife olarak yarattığı insana bütün kâinatta yaratılmış olan ne varsa onun buyruğuna veren ve insanı kendisine ayrılmış bir zaman dilimi içerisinde denemeye tabi tutarak onları doğru bir yolda yürümeleri için çelişkisiz Furkan’ı gönderen rabbimi diğer yaratılmış olan varlıklardan tenzih ederim.

 

39/27- Andolsun, Biz bu Kur’an’da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik.

 

39/28- Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kur’an’dır (bu). Umulur ki sakınırlar.

 

Bunlardan daha önemlisi insan gibi evrende mükemmel olarak yaratılmış olan, hiçbir varlık yoktur. İnsanlar diğer yaratılmış olan varlıklardan farklılaşarak, iki seçenekli bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. “Ki O, yarattı, ‘bir düzen içinde biçim verdi’” Ayette geçen bu ifade insan denen varlık için yaratmış olduğu bütün evreni kendisine verilmiş bir zaman dilimi içerisinde emanet ederek denemeye tabi tutmaktadır.

 

67/2. O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

 

87/3- Takdir etti, böylece yol gösterdi,

 

Burada insanın yaratılış biçimi hakkında diğer yaratıklardan farklı olarak iki yol iki amaçtan söz etmektedir. Bu konu üzerinde biraz durmak istiyorum. Kâinatta yaratılmış olarak tamamen farklı olarak, iki varlık bulunmaktadır. Dikkat edin hiçbir tefsirde bu açıklamayı bulamazsınız. 

 

Kur’an’ın doğru anlaşılmasının temel koşulu ayetler, içerisindeki geçen kelimeler, Kur’an’ın konuşma dilinin çözülmesiyle ancak anlaşılabilir. Bu varlıkların birincisi, Âdemoğlu şemsiyesi altında toplanmış olan insanlardır. Bunlar yeryüzünde kendilerine emanet ve sorumluluk yüklenen varlıklardır. İkinci varlık ise, dünya hayatında iki yol seçme özgürlüğüne sahip olan insanların seçmiş oldukları istikamette onların hizmetine sunulmuş meleklerdir.

 

Yani; Etrafa, çevreye, göklere bakıldığı ve derinden derine incelendiğinde, görebildiğimiz ve göremediğimiz iki varlıkla karşılaşırız. Bunlar, ya meleklerdir, ya da insanlardır. İnsanlar içerisinde görülmeyen varlık yoktur ama melekler içerisinde hem görülmeyen hem de gözle görülen varlıklar vardır.  Tefsirde böyle bir iddia atınca, Hemen sorgulama başlayacaktır. Cin, şeytan iblis neyin nesidir?  Bu konuları da Ayetler içerisinde zamanı zemini gedikçe anlatmaya devam edeceğiz inşallah.

 

2/30- Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.

 

Halife kelimesi Kur’an’da iki farklı anlamda kullanılmıştır. Birinci anlamı, Allah adına dünya hayatında hükümranlığını sürdüren istediğini başka insanlardan müdahale olmadığı sürece istediği gibi yapan anlamında kullanılmıştır. İkinci anlamı ise, iman edenler güç ve iktidar sahibi olduklarında tebaasına, bir başka deyişle idare edilen halka Allah’ın yeryüzünde uygulamak istediği kuralları ve prensipleri, indirilmiş olan vahiyler çerçevesinde halka uygulanmasını yerine getiren Allah’ın vekili anlamında halifedir.  

 

Kur’an insanları da temel olarak iki kısma ayırmaktadır. Birincisi Allah’ın göndermiş olduğu nebiler aracılığı ile indirilmiş olan vahiy orijinli dine iman eden ve hayatını vahyin ortaya koyduğu kurallara göre düzenleyen Müslümanlardır. İkincisi ise Allah’ın gönderdiği vahiy orijinli dini tanımayanlardır. Dünya hayatında bu iki tip insanın yaşayacağı ortamı Allah oluşturmuştur.  Allah, bir zaman dilimi içerisinde her iki yola yürümek isteyenlere,  Dünya hayatında müdahale etmeden, süre tanıyarak imtihana tabi tutmaktadır. Gönderilmiş olan peygamberlerin getirmiş olduğu vahiy orijinli dinde yürüyenlere, gelen vahyi bilgiler dışında Allah’ın özel bir yardım ve desteği olmadığı gibi, vahyin dışında hareket eden inkârcı ve müşrik olmalara da Allah’ın dünya hayatında özel bir cezası yoktur.  

 

76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

 

 Allah her insana iki farklı yola gidebilecek hem eğilimi hem de seçmiş olduğu yolda işlevlerini yerine getirebilmesi için malzemelerini vermiştir. Seçme hakkı her insanın kendisine aittir. Kim hangi yola gitmeye karar verirse o yolda kendisine kılavuz da bulur malzeme de bulur. İnsan dünya hayatında dilediği gibi hareket edebilir. Ama insan, ahiret hayatında buradaki kazandıklarına karşılık bir rehine olacaktır.

 

90/10- Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik.

 

İnsanın her iki yola gidebilecek hem kendisinde eğilim vardır. Hem de hangi yola giderse gideceği yollarda amacına ulaşabilmek için malzemeler vardır. İşte insanın iyi yola ve kötü yola gitmek istediklerinde, kendilerine verilen malzeme meleklerdir. Melekler de sadece Allah’ın kendilerine kodlamış olduğu bilgiler vardır. Onlarda irade ve akıl yoktur. Onlar kendilerine kodlanmış olan bilgiler dışına çıkamazlar. Ve sorumlulukları da yoktur. Kur’an meleklerle insanların görev ve sorumluluklarının ne olduğunu şu ayet ile izah etmektedir.

 

33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

 

Emanet yüklenmesi yaptığı iyi ve kötü davranışlarının bilincinde olması, sorumluluk yükümlülük taşıması anlamına gelmektedir. Allah meleklerin hal ve tavırlarını lisanı haliyle konuşturarak bizlere anlatmaktadır. Melekler yaptıkları eylemlerden dolayı sorumlu değildir. Ama her aklı olan insan konuştuğu her sözden, attığı her adımdan yaptığı her davranıştan dolayı, gökleri ve yeri yaratan Allah’a karşı ahiret âleminde hesap verecektir. İlerde melek iblis şeytan cin insan kelimeleri ile ayetler geçtikçe, izah edeceğim inşallah.

 

87/4- ‘Yemyeşil-otlağı’ çıkardı.

 

Allah, kâinatta yaratılmış olan her şeyi sebep ve sonuç ilişkisine göre düzenlemiştir. Yem yeşil otlağın sebebini yağmura ve güneşe bağlamıştır.

 

41/39- O’nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, her şeye güç yetirendir.

 

87/5- Ardından onu kuru, kara bir duruma soktu.

 

Kupkuru yerden Allah’ın dilemesiyle yağmurlar yağınca yemyeşil otlar hububatlar çıkmaktadır. Yağmurlar kesildiği zaman da onlar tekrar kupkuru hale dönüşmektedir. Bu olaylar aklını kullanan insanlar için Allah’ın  ayetlerindendir.

 

87/6- Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.

 

Bu ayetin ne anlama geldiğini kıyamet suresinde anlatılmaktadır.

 

75/16- Onu (Kuran’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.

 

75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.

 

75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.

 

75/19- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.

 

Okuma iki anlama gelmektedir. Birincisi dünya hayatında insanın karşısına çıkan problemler hakkındaki bilgilerin nasıl çözüleceğine ait vahyi bilgiler, İkincisi ise bildiğimiz şekilde bir yazının tekrarlanması anlamındaki okumaktır. 

 

Bilindiği gibi Allah resulü Mekke toplumu içerisinde yetişmiş ve olgunlaşmış bir kişi olarak ümmi idi. Yani hiç vahyi bilgiler ile detaylı bir bilgisi yoktu. Bilmeyen, puta tapıcılar, müşrikler ve ata dinine mensup olan,  insanlar içerisinde yetişmiş bir kişiydi. 

 

Vahyin ona aktarılmasıyla beraber bir takım problemlerin ve doğru ve yanlışın net bir şekilde ayırt edilmesiyle birlikte o artık vahyin direktifiyle hareket eden bir konuma getirildi. Nerede nasıl davranması gerektiğine ait bilgiler ve yönlendirmeler gelmesi anlamında o bilgiler geliyordu.

 

25/5- Ve dediler ki: “Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.”

 

Bu okuma şekli yazılan bir şeyin tekrarlanması anlamındadır. Bu aynı zamanda gelen vahiylerin yazılıp belgelenmesi aynı zamanda pratikteki yansıması olan bir kitabın korunmasıdır. Allah diğer geçmiş peygamberlere gelen vahiylerin korunması olmayışı ve insanlar tarafından unutulması bu sebepten kaynaklanmaktadır. 

 

15/9- Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.”

 

Derken bunu anlatmaktadır. Yoksa koruyacak insan, yazacak kalem ve kâğıt olmamış olsaydı Allah diğer kitaplarını korunmadığı gibi Kur’an’ı da korunmazdı.

 

“Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.” 

 

Kur’an’ın yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde inerek, her yapılan yanlış davranışın vahiylerle düzeltilerek nebi ve resul ile birlikte olan toplumun her örnekten bir örnek verilip hiçbir eksik bırakılmadan inen vahiylerle yaşayan bir toplum olması, gelecek olan kuşaklara örneklik teşkil etmesi açısından tarihe not düşülmüştür.

 

2/ 143- Böylece Biz sizi, insanlara şahit (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahit olsun. Senin üzerinde bulunduğun (hali) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

 

İşte size Allah’ın okutması da Allah’ın açıklaması da Allah’ın unutturmaması da budur. Okumak isteyen onu okuyor. Ezberlemek isteyen onu ezberliyor. Anlamak isteyen onu anlıyor. Belge ayet delil ve burhan olan budur.

 

87/7- Ancak Allah’ın dilediği başka. Çünkü O, açıkta olanı da bilir, saklı duranı da.

 

Peygamber ve insanlar ancak, Allah’ın verdiği bilgiler kadar, bilgiye sahiptirler. Peki, Allah’ın bilip de insanların bilmedikleri nerede? Bilindiği gibi Allah’tan gelen bilgiler iki kanal aracılığı ile insanlara ulaşmaktadır. Birincisi vahyi bilgilerdir. Bu bilgiler nebiler aracılığı ile gelen bilgilerdir. Bu bilgiler son nebi Muhammed peygamberin gelişine kadar devam etmiştir. Muhammed peygamberin ölümüyle sonlanmıştır.

 

33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

 

İkinci bilgi ise kâinatta yaratılmış olan varlıklar hakkında eşyanın bilgisine ulaşılan bilgilerdir. Bu bilgiler gelmeye öğrenilmeye hala devam etmektedir. İnsanlığın yok oluşuna kadar da öğrenilmeye devam edecektir. Burada anlaşılmayan ve anlaşılmakta zorluk çekilen bir ayeti nakletmek istiyorum.

 

70/ 4- Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. 

 

Kur’an’ın âdeme bütün isimleri öğrettik ifadesiyle sanatsal bir üslupla geçmişte olan insan bilgilerini, anı ve gelecekteki öğrenilecek olan bilgileri de içine alarak, aynı anda kullanım sanatı yaparak olayı özetlemiştir. Bu gün insan karşısına çıkan problemler, çözüldükçe yenileriyle değiştirilip durmaktadır. Yeni problemler insanların emekleme aşamasındaki bir çocuğun ulaşamadıklarına ulaşmak için adım atması gibi devam etmektedir. 

 

Kur’an’ı açıklama olayı bir anlamda da onu kastetmektedir. İşte peygamberlere açıklanan bilgiler kendi dönemine kadar evrensel bilgilerin açıklandığı kadardır. Vahyi bilgilerin gönderilmesi ve açıklanması bitti. Ama eşyanın bilgilerini açıklamaya Allah insanlar eliyle devam edecektir. Bir ayet örneği verirsek konu daha iyi anlaşılacağını umuyorum.

 

6/ 91- Onlar: “Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir” demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.” De ki: “Allah.” Sonra onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.

 

Ayette ifade edilen,” üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi” çoğu göz ardı edilen kısım insanların gelecekteki öğrenecekleri ilim ve teknolojik bilgilerdir. Güneşin döndüğünü ve ayın hareketlerinin oluşumu Kur’an söyleniyor ama, o bilgilerin gün yüzüne çıkması uzayın gökyüzü cisimlerinin keşfedilmesiyle mümkün olmuştur.  Olmaya da devam edecektir.

 

Yaklaşık bin beş yüz sene önce inmiş olan Kur’an’ın indiği dönemde açıklanmamış fakat yakın zamanda açıklanmış olan bir kaç ayet örneği vererek konuyu biraz daha açıklığa kavuşturmak istiyorum.

 

54/ 1- Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve ay yarıldı.

 

Bu ayeti genelde bütün müfessirler tefsir ederken hep bir hadisi ele alarak anlatırlar. Peygamber sağ eliyle aya işaret eder. Mucize olarak ay ikiye ayrılır. Oysa mucize ayın kendisidir. Onun peygamberin sağ eliyle işaret edip yarılması değildir. Bu olayı gerçek yaşamımızdan tarihe kaydedilmiş bir olayla anlatmak istiyorum.

 

Yıl bin dokuz yüz altmış dokuz yıllarıydı. O günlerde bizim ülkede Amerikalı astronotların aya çıkıp çıkmayacağı tartışılıyordu. Rahmetli babam bir Cuma hutbesinde ayın bir nur olduğu kesinlikle aya çıkılamayacağını Kur’an’da geçen bir ayet örneği de öne sürerek söylediğini anlatmıştı. Ben olayları o zamanlarda daha yaşım on sekiz on dokuz civarındayken ilgiyle radyolardan takip ediyordum.

 

71/ 15- “Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?”

 

71/16- “Ve ayı bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır.”

Oysa ayette geçen nur kelimesi yakan değil güneşten aldığı ışığı yansıtan anlamındaydı. Amerika ’alı üç astronot aya çıktıkları radyo ve televizyon kanallarından duyuruldu. İsterseniz o astronotların isimlerini de dilim döndüğü aklımda kaldığı kadar aktarmaya çalışayım. Neil armisrong, Evdin olduran, Marki kolin’dir.

 

Kamer suresinde geçen”  Saat yakınlaştı ve ay yarıldı.” İfadesi Ay hakkında bilinmeyen bilgilerin teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıktığı anlamında kullanıldığını bize çağ açıklamıştır.

 

87/8- Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız.

 

Ayette geçen, kolay olan burada sonuç bakımından iyi olan anlamında kullanılmıştır. Genelde ahiret âleminde mükâfat olarak verilecek olan cennetten söz edilmektedir. Aynı ifade leyl suresinde de geçmektedir.

 

92/ 5- Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,

 

92/6- Ve en güzel olanı doğrularsa,

 

92/7- Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız.

 

Muttaki yolda yürümenin kuralları ve sonuçları bunlardır. Kim sevdiği mallardan infak ederse, sözü dinleyip en güzel olan vahiyleri doğrularsa, onlara cennete girmenin yolu da başarılı kılınacaktır.

 

Bilindiği gibi iki yol iki amaç vardır. Ya muttaki yol O Allah’ın tanımladığı vahiylerin güdümünde hareket edilen yoldur. Bunun malzemeleri güzellikler helaller ve güzel amellerdir. Ya da şeytanın yoldur. Bunu malzemeleri de haramlar çirkin ve kötü olan davranışlardır. Tıpkı eksi ve artı kutuplar gibidir. 

 

Yanlış yola gittikçe onların yanlış yolları güçlenerek devam eder. Öbürü de doğru yolda yürüdükçe o yolda güçlenerek devam eder. Dünya hayatında yanlış yolda gidenlerin şeytan üzerini bir kabukla bağlar her yaptığı iş ve davranış ona dosdoğru görünmeye başlar.

 

43/36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.

 

43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

 

43/38- Sonunda Bize geldiği zaman, der ki: “Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen).”

 

İkinci tip şeytanın kuşatmış olduğu insan tipleri günahları işledikçe artık dünya hayatında ona kötülükler güzel görülmeye başlar. Onun kendisine zarar verdiğini anlasa bile dost bildiği şeyler onu bırakmaz. Sonunda cehennem ona kolaylaştırılır. Nitekim leyl suresinde anlatılan gibi,

 

92/8- Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse,

 

92/9- Ve en güzel olanı yalan sayarsa,

 

92/10- Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.

 

92/11- Tereddi edeceği (baş aşağı düşüşe uğrayacağı) zaman, malı ona hiç yarar sağlamaz.

 

92/12- Şüphesiz, Bize ait olan, yol göstermektir.

 

Ayetlerden anlaşıldığı gibi kolay olan cennet, zor ve zorlu olan da cehennemdir.

 

87/9- Şu halde, eğer ‘öğüt ve hatırlatma’ bir yarar sağlayacaksa, ‘öğüt verip hatırlat.’

 

İnsan, özgür iradeleriyle iki yol tercihinden hangisini seçerse seçsin, insanlar seçtikleri ve karar verdikleri yönde duyarlılık yönü açılmaktadır. Kur’an’da inkâr edenler için kullanılan, kulakların sağır gözlerin kör kalplerin mühürlü oluşu bu anlamı taşımaktadır.

 

2/171- İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.

 

İçkiyle hem dem olmuş bir adama, gel namaz kılalım desen onda bir yankı uyandırabilir mi? Ya da şuurlu namaz kılan birisine, gel meyhaneye gidip içki içelim desen kabul eder mi?  Ne içki içenler namaza kılmaya meyleder, ne de namaz kılanlar içki içmeye meyil eder. İçki içenlerin kalpleri Muttaki yola karşı örtülü, namaz kılanların da içki içmeye karşı kalpleri örtülüdür.

 

Elbette her iki yoldaki insanlar içerisinden, eksen kayması olmaktadır. Doğru yolda yürürken şeytani yollara sapan insanlar olduğu gibi, şeytani yolda yürüyüp de rahmani yola dönen tövbe eden ve yaptığı yanlışlıklardan kendilerini arındıran insanlar da bulunmaktadır.

 

53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.

 

O yalnızca vahiy konuşur ve Allah’ın verdiği emirleri yerine getirir. Kendisine gelen vahyi bilgilere bir şeyler çıkarıp karıştırmaz. Ama gerçek olan odur ki; insan değişmeye kendisi karar vermektedir. Kendisi değişime karar vermedikçe, bütün dünyadaki insanlar bir araya gelseler onu değiştirmeye güçleri yetmez.

 

Hiçbir peygamberin veya hiçbir Müslümanın başka bir insanı doğru yola getirmek gibi bir yükümlülüğü yoktur. Sadece tebliğ etmekle sorumludur. Uyarıldığı zaman kulağını tıkarsa uyaranın üzerindeki yükümlülük kalkmıştır. Yükümlülük uyarılana kalmıştır.

 

42/48- Şayet onlar, sırt çevirecek olurlarsa, artık Biz seni onların üzerine bir gözetleyici olarak göndermiş değiliz. Sana düşen, yalnızca tebliğdir. Gerçek şu ki, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda insan bir nankör kesiliverir.

 

87/10- Allah’tan İçi titreyerek korkan öğüt alır-düşünür.

 

35/18- Hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez. Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden ‘içleri titreyerek-korkmakta’ olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah’adır.

 

Allah’tan korkanlar, ancak Allah’a iman eden ve öldükten sonra dirilip hesaba çekileceğini kabul eden insanlar öğüt alır ve düşünürler.

 

Kur’an iki tip insanların öğüt almayacağından söz eder. Bunlar peygambere ve onun yolunda gidenlere en şiddetli düşman olanlardır.

 

5/ 82- Andolsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Hıristiyanlarız” diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.

 

5/83- Elçiye indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: “Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şahitlerle birlikte yaz.”

 

5/84- “Hem Rabbimizin bizi Salihler topluluğuna katmasını umarken ne diye Allah’a ve bize Haktan gelene inanmayalım?”

 

Müşrik, Allah’ın yarattıklarını ve söylediklerini  kabul etmeyen ve Allah’a ortak koşan kişilere Kur’an’ın vermiş olduğu bir sıfattır. Onlara neden bu putlara tapıyorsun desen onlar derler ki; Allah’a bizi daha fazla yaklaştırsınlar diye cevap verirler.

 

39/ 3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) “Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete erdirmez.

Allah’ın hoşlanmadığı bağışlamayacağı, ahiret âleminde de bağışlanmayacak olan kişilerin en başta gelenleri müşriklerdir. Aslında Allah her insan bağışlanmak isterse bağışlanır. Müşrik olanlar, Allah’tan başka taptıkları kendi ilahları çemberinden çıkamadıkları ve kendisini bağışlayamadığı için Allah bağışlamam ifadesi kullanmaktadır.

 

Hanif olanlar ancak doğru yolu bulmalarında daha ön plandadırlar. Çünkü onların hiçbir bağımlılığı yoktur. İnsanları yoldan alıkoyan bağımlılıktır. Nasıl sigara alkol eroin esrar gibi içecekler belirli bir zaman dilimi içerisinde müptela olanı kendisine bağlayıp onun yakasını hayat boyu bırakamıyorsa, müşrik olanlar Allah’tan başka şeyhlerine tarikatlarına liderlerine bağlı kalışlarından dolayı bir türlü çeperlerini delerek bağlarını çözüp dışarı çıkamamaktadırlar.

 

Hanif demek beyin antenlerinin gelen bilgilere karşı açık olması demektir. Onlar bütün gelen bilgileri değerlendirip akıl süzgecinden geçirdikten sonra bir ölçekle tartarak doğru ile yanlışı ayırabilirler. Hiç körü körüne bir şeye inanıp onun peşinden gitmezler. 

 

Bu sebepten dolayı, müşrik toplumlar içerisinde kendisini şirke bulaştırmamış insanlar doğru yolu bulabilmişlerdir. İşte hazreti İbrahim, insanlar içerisinde buna en güzel bir örnektir. Bütün kavmi Allah’ın dışındaki yaratılanları kendilerine Rab edindikleri halde, o gökleri ve yeri yaratan Allah’ı ilah ve rab, kabul etmiştir. Kur’an’da ismi zikredilen İmran’ın karısı, hazreti Meryem için, Allah’a şöyle dua etmişti.

 

3/35- Hani İmran’ın karısı: “Rabbim, karnımda olanı, ‘her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen” demişti.

 

İşte insanları özgürleştiren istedikleri bilgileri almakta serbest kılan olgu, hiçbir şeye bağımlı olmamasıyla mümkündür.” ‘her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et” İşte bu ifadede bahsedildiği gibi, özgürlüğe kavuşmuş olan insanlar ancak gelen bilgilerin doğruluğunu ve yanlışlığını ayırt edebilirler. 

 

39/18- Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.

 

Müşrik olan, bir başka ifadeyle bağımlı olanların bağışlanmaması onların bağışlanmaya en güzel olanı tercih etme seçeneğe gitme şansı olmadığı için bağışlanma-maktadır. Yoksa o çemberi yırtanlar için her zaman dünya hayatında ölmeden önce gidebilenler için tövbe kapısı açıktır. Allah onları kendilerini bağışlanmaya açmadığı için müşrik olanların bağışlanmayacağını bildirmektedir.

 

4/48- Gerçekten, Allah, Kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.

 

Dilediğini bağışlar ifadesi kişilerden bağışlanmak isteyeni ve dileyeni bağışlar.  Kişi bağışlanmak istemezse ve dilemezse Allah da onu dileyip bağışlamaz anlayışını yakalamak gerekir. Çünkü Allah kimseye torpil ve ayrıcalık yapmaz. Allah bütün insanlara eşit uzaklıktadır.

 

4/118- Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: “Andolsun, kullarından ‘miktarları tespit edilmiş bir grubu’ (kendime uşak) edineceğim.

 

Ölüm anında yapılan tövbe ve şirkle gidiş asla Allah katında bağışlanacak değildir. Tövbe değişmek demektir. Yapılan yanlışlığın farkına vararak, ölüm gelmeden önce mutlaka değişmesi gerekir. İmanını hayra dönüştürecek bir zamanı olması lazımdır. Ya da iman edip de imanını hayra dönüştürecek bir fırsatı kalmadan, ölmüşse Allah onların da tövbesini kabul eder.

 

Bir kişi ölüm gelmeden daha ölüm belirtileri yokken iman eder. Fakat kişi iman edişinin gereklerinden hiç birini yapmadan veya yapacak fırsatı olmadan ölmüşse Allah onların da tövbesini kabul eder. Allah sinelerin özünde saklı duranı bilir. Kişi iman edip herhangi bir nedenle ölmüş inancı gereği inancını yaşamaya fırsatı kalmamışsa o da kurtulmuş demektir.

 

87/11- ‘Mutsuz-bedbaht’ olan ondan kaçınır.

 

Kâfir olan ve inkâr edenler ise o öğütten yabani eşeklerin aslandan kaçtıkları gibi ürküp kaçarlar.

 

87/12- Ki o, en büyük ateşe yollanacaktır.

 

İnkâr eden ve zulmedenler cehennem ateşine atılacaklardır. Ve cehennemde ebedi olarak kalacak şekilde yeni bir yaratılışla yaratılacaklardır.

 

87/13-Sonra onun içinde o, ne ölür, ne yaşar.

 

Evet, cehennemde ebedi olarak kalabilecek ve o ateşin azabına dayanabilecek yeni bir yaratılışla yaratılacaklardır.

 

2/217- Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: “Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah Katında, Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır.

 

Ebedi bir ceza ve sürekli bir azap, onların bile bile yanlış yolda gitmelerindendir.

 

87/14- Doğrusu, temizlenip arınan felah bulmuştur;

 

Temizlenip arınma üzerinde biraz durmak istiyorum. İslam toplumlarında genelde temizlenmeyi gusletmek veya abdest anlamak anlamında anlamışlar ve anlatmışlardır. Elbette temiz olmanın veya temizlenmenin içerisine onlar da girmektedir. Ancak, Kur’an, asıl temizlenmeyi, insanın kötülüklerden ve şeytanın vesveselerinden arınarak marazlı olan kalbin, takva yoluna yönelerek iman ve yaşam kurallarını vahye göre düzenleme anlamında kullanmıştır. 

 

Temizlenme kelimesinin ne anlama geldiğini Kur’an’da geçen ayetlerden örnekler vererek doğru olanı anlamaya çalışalım. İslam toplumlarında temizlenmenin sadece abdest alma olarak anlaşılması Kur’an’a abdestsiz dokunulmaz anlayışı çıkarılması yanlıştır. Bu yanlış anlayış, nelere mal olmuş onu izah edeceğim inşallah.

 

56/77- Elbette bu, bir Kur’an-ı Kerim’dir.

 

56/78- Saklanmış-korunmuş bir Kitap’ta (yazılı)dır.

 

56/79- Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz.

 

Kur’an’ı bütünsel olarak incelediğimiz zaman asıl temizlenmenin abdest almak değil, arınmak iblisin ve şeytanın vermiş olduğu vesveselerden uzak kalarak, kalbin temizlenmesidir. Şimdi temizlenme kelimesini içeren Kur’an’dan bazı ayetler nakledelim.

 

79/17- “Firavun’a git; çünkü o, azdı.”

 

79/18- Ona de ki: Temizlenmek ister misin?”

 

79/19- “Seni Rabbine yönelteyim, böylece (O’ndan) korkmuş olursun.”

Burada ismi zikredilen kişi, Musa peygamberdir. Firavun zalim ve kâfirlerden biriydi. Mazlum olan halkı fırkalara ayırıp insanları köleleştirip zulme uğratıyordu. Bu ilahi mesajı Musa peygamber iletirken herhalde ey firavun abdest almak ister misin? Diyecek hali yoktu. Buradaki anlatılmak istenen temizliğin küfürden inkârdan dönerek, takva yolunda yürüme anlamında olan temizlik anlamında olması gerekir. Gökleri ve yeri yaratan Allah’a yönelme arınma anlamında olan bir temizlenmedir. Bakın başka bir sure ve başka ayetlerdeki asıl temizliğin ne anlama geldiği şöyle anlatılmaktadır.

 

91/7- Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,

 

91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).

 

91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

 

91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.

 

Buradaki temizlik abdest alma temizliği değildir. Bu konuyu iblis melek şeytan kavramları geldikçe işleyeceğim. Ama kısacık da olsa buradaki temizlenmenin iblis veya nefsin vesveselerinden insanın kendisini arındırarak takva yolunda yürüme temizliğidir. Arınarak, şeytanın yolundan uzaklaşıp, Allah’ın tanımladığı yola girmektir.

 

O zaman,” Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz” ayeti kâfir olanlar bu Kur’an’a yaklaşmaz yaklaşamaz anlamındadır. Yani Kur’an’ı okumak için, gusletmek veya abdest almak, Kur’an okumanın şartlarından değildir. Bir an önce İslam toplumlarında bu yanlış anlayışın bir an önce kalması gerekir.

 

Kur’an’a yaklaşan insanın, önce ona karışı sevgi ve merhamet duyguları körelmemiş kendisini kötülüklerden arındırmış olmakla mümkündür. Kur’an sadece namaza kalkılacağı zaman, abdest almayı emreder. Su bulunamadığı zaman da teyemmüm etmeyi şart koşar.

 

5/ 6- Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı mesh edin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.

 

“Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister.”

 

Abdest almak bir temizlik değil, bir emre itaat ve boyun eğmedir. Eğer temizlik olmuş olsaydı, teyemmüm emredilmezdi. Toprağa elleri sürüp yüze ve dirsekleri mesh etmekle yüz ve eller temizlenmez. Ancak Allah’ın emirleri her ne şartta olursa olsun yerine getirilmekle kalpler temizlenir.

 

Arınan temizlenen insanlar takva sahibidir. Takva sahibi olanlar ancak muttaki olanlardır. Bu tip insanlar öğüt alır onlar Kur’an’a yaklaşır onlar doğru yolu bulanlardır.

 

87/15- Ve Rabbinin ismini zikredip namaz kılan.

 

41/ 30- Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaat olunan cennetle sevinin.”

 

87/16- Hayır siz, dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz.

 

Dünya hayatı kısa ve geçici, ahiret hayatı ise sürekli ve ebedidir. Dünya hayatını ahirete göre üstün tutanlar aldanmışlardır.

 

64/ 9- Sizi toplanma günü için bir arada toplayacağı gün; işte bu aldanma (teğabün) günüdür. Kim Allah’a iman edip Salih bir amelde bulunursa (Allah) onun kötülüklerini örter ve içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük ‘mutluluk ve kurtuluş (fevz)’ budur.

 

87/17- Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir.*****

 

Kim dünya hayatında Allah’ın istediği gibi hayatını düzenler ve ahiret hayatı için azık hazırlamışsa o kazanmıştır. Kim de bunun dışında hayat sürmüşse o da kaybetmiştir. Bazılarının söylediği gibi cehenneme girip de oradan çıkış ve kurtuluş yoktur. Cennet de ebedidir cehennem de ebedidir. Bu yanlış anlayış İslam toplumlarına, Yahudi ve Hıristiyan toplumlardan gelmiştir.  

 

2/ 79- Artık vay hallerine; Kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için “Bu Allah Katındandır” diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına!

 

2/80- Dediler ki: “Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir.” De ki: “Allah Katından bir ahit mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”

 

2/81- Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.

 

2/82- İman edip Salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.

 

Cennet ve cehennem ebedidir. Cehenneme giden de cennete giden de sürekli orada kalacaklardır. Kim bunun dışında bir sözde bulunursa onun söyledikleri zan ve tahmindir. Allah katında hiçbir geçerliliği yoktur.

 

87/18- Şüphesiz bu, önceki sahifelerde vardır;

 

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, Allah’ın nebiler aracılığı ile gönderdiği dinin adı İslam, teslim olanların adı da Müslüman’dır. Kur’an’dan önce gelmiş geçmiş bütün kitaplarda ve sahifelerde anlatılan din budur. 

 

Her peygamber kendisinden önce gelmiş olan peygamberleri doğrulaması ve tasdik etmesi, kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemesi onları tek bir ümmet tek bir şeriat içerisinde birleştirmektedir. Haram ve helal olanlar istisnasız bütün peygamberlerde aynıdır. Bir peygamberin kavmine haram olanlar diğer peygambere de haram, bir peygamberin kavmine helal olanlar diğer peygamberlerin kavimlerine de helaldir.

 

İslam müfessirlerinin yanlış anlayıp ve yanlış aktardıkları bir iki ayeti naklederek, yanlış anlaşılan bir ayetin doğrusunu anlatacağım.

 

5/ 48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

 

2/ 213- İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.

 

Tefsirlerde anlatıldığı gibi Musa kavmine haram edilen hayvanlar Yahudilere haram edildiği halde onlar Allah’ın helal kıldığı tertemiz hayvanları kendi kendilerine haram kılmışlardır. Bunu birkaç ayetle belgelemeye çalışalım.

 

6/146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları’ nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.

 

Âdem’e ve eşine yasak edilen ağaç neyse, Musa, İsa, Muhammed Peygamber’e de onlar yasaklanmıştır. Ama insanlar vahyin dışına çıkarak kendilerine Allah’ın helal kıldığı bir takım şeyleri haram kılarak veya Allah’ın haram kıldığı bir takım şeyleri kendilerine helal kılarak, kelimeleri yerlerinden oynatmışlardır.

 

16/118- Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.

 

Ayette bahsedilen yapılmaması yenilmemesi ve içilmemesi gereken bütün şeylerdir. Nedir Allah resulüne haram kılınanlar Kur’an’da anlatılanlardır.

 

5/3- Ölü eti, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim. Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

 

Müslüman olanlar tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde olanlardır. Onun dışında olanlar ise ayrı ayrı ümmet ve şeriat içerisindedirler.

 

5/ 48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitabı (Kuran’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

 

Evet, Allah isteseydi insanları tek bir ümmet ve tek bir şeriat içerisinde kılardı. Ama Allah halife olarak yarattığı insanları belirli bir zaman dilimi içerisinde hangisinin daha güzel amel işleyeceğini denemektedir. 

 

Rabbani yolda olanlar ile gayrı rabbani yolda olanları Allah Ahiret âleminde bir birinden ayıracaktır. Rab yolunda olanlar tek bir şeriat içerisindedirler. Tefsirlerde anlatılan ve bu gün İslam toplumlarında anlaşıldığı gibi peygamber şeraitinin farklılığı değil, peygamberlerin getirdikleri dışında hareket edenlerin şeriat farklılığı vardır.

 

3/ 33- Gerçek şu ki, Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemler üzerine seçti;

 

3/34- Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.

 

Bunun karşılığında inkâr edenler de bir birlerinin zürriyetlerindendir.

 

87/19- İbrahim’in ve Musa’nın sahifelerinde.

 

Kur’an’ın anlattıklarıyla Kur’an’dan önce gelen kitapların anlattıkları arasında hiçbir farklılık yoktur. Hepsi gökleri ve yeri yaratan, Allah tarafından indirilmiştir.

 

Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

Ali Rıza Borazan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.