35 – FATIR SURESİ TEFSİRİ

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;

Fatır suresi, Kur’an sıralamasına göre otuz beş, nüzul sırasına göre de kırk beşinci sure olup kırk beş ayetten ibarettir. Mekke’de nazil olmuştur..

35/1. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah’ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

Allah evrende temel olarak iki farklı varlık yaratmıştır. Birisi âdemoğlu şemsiyesi altında olan insanlardır.. Diğeri ise insanların emrine amade olan insanlara secde etmek için yaratılmış olan meleklerdir.

İki farklı varlık olarak yaratılmış olan, insanlara, Allah emanet ve sorumluluk yüklemiştir. İnsanın attığı her adımdan, konuştuğu her sözden yaptığı her davranıştan dünya hayatında imtihana tabi tutup ahiret hayatında hesaba çekecektir. İkinci bir varlık olan melekleri de Allah insanlar için yaratmış denemeye tabi tutmuş olduğu insanı, insan iter doğru yolda isterse yanlış yolda yürüme kararı versin karar verdiği yönde insana secde etmektedirler.

2/ 29. Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.
33/ 72. Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Ayette Kur’an ifadesiyle müteşabih, edebi sanatlara göre mecaz bir anlatım sanatı vardır. Ayette verilmek istenen temel mesaj, emanet ve sorumluluk yüklenmeyen bütün varlıklar meleklerdir. Emanet ve sorumluluk yüklenen varlıklar da insanlardır. Öyleyse bu açıklamalardan sonra şöyle bir sonuca varabiliriz. Göklerde ve yerde görebildiğimiz ve göremediğimiz bütün varlıklar ya melekler kategorisindendir. Bunlara emanet ve sorumluluk yüklenmemiştir. Melekler sadece Allah’ın kendilerine kodlamış olduğu bilgilerle hareket ederler. Ya da insanlar kategorisindendir. İşte Allah’ın kendisine muhatap alıp, emanet ve sorumluk yüklediği tek varlık insanlardır.

Kur’an içerisinde yaklaşık olarak doksan üç yerde melek kelimesi geçmektedir. Önce melek kelimesini tarif ederek konumuzla ilgili ayeti açıklamaya çalışalım.

Melek; İnsanların biyolojik ve psikolojik yapısı da dâhil olmak üzere insanların dışında insanların karar verdiği yönde insanlara hizmet için göklerde ve yerde zerreden küreye kadar yaratılmış varlıkların genel adıdır.  

O zaman Kur’an melekleri iki Kısıma ayırmaktadır. Belki hiçbir tefsirde görmediğiniz duymadığınız bilgi farklılığı ile karşılaşınca şok geçireceksiniz. Meleklerin bir kısmı insanların cehenneme girmesi için hizmet sunar, bir kısmı insanların cennete girmesi için hizmet sunar. Tabi ki, bu da insanın kendi yol tercihi ve kararına bağlıdır.

İnsan bir halifedir. Allah insana değer vererek evrende yaratılmış bütün varlıkları insanın emrine amade kılmıştır.

22/18- Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.

16/42- Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, itaat-kulluk da (din de) sürekli olarak O’nundur. Böyleyken Allah’tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz?

Göklerde ve yerde insanların dışındaki varlıkların tümü Allah’ın kendilerine kodlamış olduğu bilgi çerçevesinde işlevini sürdürürler. Aynı zamanda insanlar sapmak isteseler de hidayete ermek ve bağışlanmak isterseler de karar verdikleri yönde meleklerin secdeleri ile sapmakta ve hidayete ermektedirler.

Geleneksel din anlayışına göre melekler nurani varlıklardır. Oysa Kur’an’a göre insanların dışında görülen varlıklar da, görülmeyen varlıklar da melektirler.

42/ 51. Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka.

Ayette geçen şu ifade, “gerçekten O, yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir”.
Ayette bahsedilen konumuzla ilgili bölümü şudur.

 “ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka.”  

Allah insanlarla üç farklı şekilde konuşmaktadır.

1- Vahiyle konuşma şekli;  Bu sadece peygamberlerle konuşma şeklidir.

2-Perde arkasından konuşma şekli. Bu konuşma şekli de, Allah’ın rablığini kabul etmeyen inkâr eden müşrikler ve kâfirlerle konuşma şeklidir.

3- Elçi aracılığı ile konuşma şeklidir. Bu konuşma şekli de Müslümanım diyenlerle konuşma şeklidir.

Bizim asıl üzerinde durmamız gereken konu, Allah’ın perde arkasından konuşma şeklinin ne olduğunu doğru anlamaktır. Eğer bu doğru anlaşılırsa Kur’an içerisinde geçen bazı anlaşılması zor olan ayetler anlaşılır hale geleceği kanaatindeyim.

Kur’an içerisinde yaklaşık on üç yerde perde kelimesi geçmektedir. Bunlardan birkaç tane örnek vererek perde kelimesinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.

17/45- Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.

 

19/17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril’i) göndermiştik, ona düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

 

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi, perde kelimesi İman edenlerle inkâr edenler ve ehli kitap olanların Allah arasında iletişim kopukluğunun kesilmesi olarak anlaşılmaktadır. Bu sepele Kur’an’da ey kâfirler diye bir ifade bulunmaz. Deki ey kâfirler, de ki ey ehli kitap, diye ifade vardır. Allah araya peygamberi koymaktadır.

 

5/68- De ki: ‘Ey Kitap Ehli, Tevrat’ı, İncil’i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiç bir şey üzerinde değilsiniz.’ Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkârlarını arttıracaktır. Sen de kâfirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.

 

109/ 1. De ki: ‘Ey kâfirler.’ 2. ‘Ben sizin taptıklarınıza tapmam.’

 

Açıklamakta olduğumuz ayette ilgi çeken ve insanların anlamakta güçlük çektiği konu Allah meleklerden nasıl elçi seçer.

 

ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah’ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

 

Önce Kur’an’a göre dört büyük melek değil, iki büyük melek vardır. Büyük meleklerden birisi Mikail, diğeri ise Cibril’dir.

2/ 97. De ki: ‘Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
2/98. Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.’

Ayetlerde ifade edildiği gibi büyük meleklerden Mikail, Allah’ın yaratmış olduğu göklerde ve yerde olan bütün varlıkları kapsayan kâinattır. Bir başka ifadeyle evrendir. Yani Allah’ın yaratma olayının adı Mikail’dir. Diğer büyük melek de Cibril’dir. Bu da yaratılmış olan varlıklara Allah’ın bilgi aktarma olayının adıdır. Ayette ifade edilen Cibril’e düşmanlık temel olarak Allah’ın insanlar içerisinden seçmiş olduğu peygamberlere gelen vahyi bilgilere düşmanlıktır.

Cibril; Allah’ın kendisinde olan bilgileri nebi ve resullere aktarma olayının adıdır. Bir de Allah’ın evrende yaratılmış olan varlıklara, bir başka ifadeyle meleklere bilgi kodlama olayıdır.

Allah, nebilere kendi bilgilerini nasıl aktarır veya nasıl vahyeder. İnsanların anlamakta güçlük çektiği en büyük konulardan birisi de budur. Necim suresinde bu olay şöyle anlatılmaktadır.

53/ 5. Ona (bu Kur’an’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi  öğretmiştir.
53/ 6. (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.
53/ 7. O, en yüksek bir ufuktaydı.
53/ 8. Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.
53/ 9. Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.
53/ 10. Böylece O’nun kuluna vahyettiğini vahyetti.

Genelde müfessirler üstün güç sahibi ifadesini hep Cebrail olarak kabul etmişlerdir. Oysa Kur’an’da Cebrail diye hiçbir yerde böyle bir ifade geçmez. Ayette bahsedilen özne Allah’tır.

Olayı şöyle özetlemeye çalışalım. Son nebi Ümmi bir toplum içerisinde doğup büyüdü. Bu sebeple iman nedir kitap nedir bilmiyordu.

42/52. Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.

Ümmi kelimesine genel olarak okuma yazma bilmeyen anlamı yüklemişlerdir. Oysa Kur’an içerisinde ümmi kelimesi ile ilgili ayetleri bir araya getirdiğimizde okuma yazama bilmez anlamı ile alakalı hiçbir ayete rastlayamıyoruz. Kur’an Ümmi kelimesini Allah’tan gelen semavi kitapları kabul etmeyen, babaları uyarılmamış müşrik ve kâfirler olan insanlar için kullanılmış bir kelimedir.

36/5. (Kur’an) Güçlü ve üstün olan, esirgeyen (Allah’)ın indirmesidir.

36/6. Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).

Kur’an gökleri ve yeri yaratan Allah, peygamberin kalbine yirmi üç yıllık bir geçen bir süreç içerisinde yaşanan hayat içerisinde, cehaleti vahiyle delerek nebinin kalbine ilka ve ilham edilerek inmiştir.

Meleklerin elçiliği nedir? Şimdi de onun üzerinde durmaya çalışalım.

22/75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Yukarıda insanlardan olan elçiye vahyin nasıl geldiğini izah etmeye çalışmıştık. Simdi de melekler insanlara nasıl elçilik görevi yaparlar onun üzerinde durmaya çalışalım.

Kur’an iki büyük melekten söz etmişti. Bunlardan birisi Cibril diğeri ise Mikail’dir. Mikail evrende yaratılmış olan zerreden küreye kadar yaratılmış olan bütün varlıkların tümüdür. Sineğinden tutun da ay güneş yıldızlar dağlar yer gök ne varsa bunların hepsi yaratılmış olan melek konumunun içerisinde yer almaktadırlar. Bir başka ifadeyle, Mikail şemsiyesi altında yaratılmış olan varlıklardır.

Kur’an içerisinde yaklaşık olarak yedi yerde Allah arşa istiva etti ifadesi kullanmaktadır.

57/4-Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir.

 

7/54-Gerçekten Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.

 

Demek ki ayetlerde arşa istiva etme olayı oturup dinlenme değil, Allah gökleri yeri yaratmış onların sevk ve idaresini üslenmekte ve idare etmektedir. Ayrıca altı gün kelimesi yirmi dört saat anlamında gün değil, altı aşamada yaratılmış olduğu anlamında anlamak gerekir. 

 

Eğer göklerde ve yerde ne varsa bilen, ağaçtan düşen kuru ve yaş yapraktan tutun da insanların kalbinden geçen ve ertelediklerini bile bilen Allah, kâinatta yaratılmış olan bütün varlıklar onun kontrolü altında olduğu altında olduğunu anlamak ve bilmek gerekir.

 

58/7. Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka odur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir.

 

Allah’ın yaratmış olduğu varlıklara kodlamış olduğu bilgilerle onlar aktif hale gelerek, görevlerini icra etmektedirler. Allah’ın arşa istiva etmesi, güneş, ay, yıldızlar, hayvanlar, bitkiler üzerine tecelli ederek, onların pergolanmış bir şekilde seyirlerini düzenlemeleri bir yaratıcı olduğunun bir delilidir. Evrende yaratılmış olan her varlıkta Allah onda tecelli etmesi ve imzası bulunmaktadır.

İşte meleklerin elçiliği Allah’ın kodlamış olduğu bilgileri objektif olarak çözen insanlar, Allah’ın onlara kodlamış olduğu bilgilere ulaşmaktadırlar. İşte ayette insanlardan olan elçilerle meleklerden olan elçilerin getirmiş olduğu bilgilerin uyum halinde oluşu, Allah’ın var ve bir olduğunun bir belgesidir.  

21/22-Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendire geldikleri şeylerden yücedir.

Evet, İnsanların dışında, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı istisnasız hepsinin tespih etmesi yaratıcının tek olmasının bir delilidir.

22/18. Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.

Araf suresinde Allah’ı insanın göremeyeceğini, ancak hayvanlar bitkiler ve evrende yaratılmış olan bütün varlıklar tahlil edilip incelendiği zaman onların yaratılışında Allah’ın görülebileceği konusunda bilgi sunmaktadır.

7/143. Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O’nunla konuşunca: ‘Rabbim, bana göster, Seni göreyim’ dedi. (Allah:) ‘Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin.’ Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: ‘Sen yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim’ dedi.

Ayette Allah’ın dağa tecelli etmesi, Bitkileri hayvanları madenleri ve insanları incelediğimiz zaman, yaratılmış olan bütün varlıklar istisnasız hepsi Allah’ın bir ve tek olduğunu tespih etmektedirler. İnsanları farklı bir kategoriye yerleştirmesi de insan hem inkâr etme hem de iman etme gibi özgür iradeli bir varlık oluşundan kaynaklanmaktadır.

13/15. Göklerde ve yerde her ne varsa -isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa Allah’a secde eder. Sabah akşam gölgeleri de (O’na secde eder).

41/11. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin.’ İkisi de: ‘İsteyerek (İtaat ederek) geldik’ dediler.

İşte melekler Allah’ın kendilerine kodlamış olduğu bilgilerle hal ve hareketlerini düzenlemeleri, her meleğe ait olan bilgi Allah’a ait olan bilgileridir. O bilgilere objektif olarak ulaşılırsa, İnsan ister İnkâr etsin ister iman etsin Allah ile konuşmaktadırlar. Şura suresi elli birinci ayette de bunu izah etmiştik. Orada perde arkasından diye ifade edilen olay, inkâr edenler, Allah’ın gönderdiği nebi ve resul olan elçileri kabul etmediklerinden dolayı perde kelimesi kullanılmaktadır. O zaman, meleklerin konuşma dilini çözen inkâr edenlerle konuşmasını perde arkasından konuşur anlamı ile özetlemektedir.

Maalesef İslam toplumlarında bu olay, kanayan bir yara olarak sürüp gitmektedir. Teknolojide mesafe kat etmenin tek yolu meleklerin bir başka ifadeyle eşyanın konuşma dilini çözmekle ancak mümkün olabilir. Onlardan uçak araba bilgi sayar silah gibi insanların güç ve kuvvet haline gelmenin temel şartı meleklerin konuşma dili çözülerek mümkün olmaktadır.

Batı vahyi inkâr etmekle ahlaki çöküntüye uğramışlardır. Ama eşyanın dilini çözmekle de teknolojide baş döndürecek şekilde mesafe kat etmişlerdir.

İki kanatlı üç kanatlı, dört kanatlı meleklerin elçiliği, Bir taraftan arıların dört kanatlı oluşu, diğer taraftan insanların icat ettikleri traktör ve benzer araçların değişik üç beş farklı alanda hizmet vermesi anlamını, taşımaktadır. Bir traktörün, çift sürmesi, yük taşıması, su pompasını çalıştırarak bağ bahçenin sulanma, tahılları öğütme olayı ayrı ayrı kanat olarak izah edilmektedir.

35/2. Allah, insanlar için rahmetinden her neyi açacak olsa, artık onu kısıp-tutacak yoktur; her neyi kısar-tutarsa, artık onu da ondan sonra salıverecek yoktur. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Gökleri ve yeri yaratan Allah’tır. Rahmeti yaratan rahmeti kısan, rızkı veren, rızkı elinden alan, öldüren, dirilten de odur. Bu ayet anlaşılması güç ve farklı ayetlerin bir araya getirilerek anlaşılması gerekir. Söz konusu olan ayette müteşabih bir anlatım vardır. Ancak benzeşen ayetlerle kastedilen anlam yakalanabilir. Benzeşen ayetlerden birkaç örnek vererek, ayeti açıklamaya çalışalım.

8/16. Kim onlara böyle bir günde -yine savaşmak için bir yana çekilen ya da bir başka bölüğe katılmak için yer tutanın dışında arkasını çevirirse, gerçekten o, Allah’tan bir gazaba uğramıştır ve onun barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o.

8/17. Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.

Allah, savaşta mümin olanların galibiyeti sırasında böbürlenip gururlanalar eleştirmektedir. Eğer galip gelmişseniz, bu Allah’ın size verdiği güçle kuvvetle galip geldiniz. Okun malzemelerini veren ve sizi ok yapıp onlarla savaş yapacak eğilimi veren de Allah’tır. O zaman ne diye savaşı kazanınca, böbürlenip gurur yapıyorsunuz mesajı verilmektedir. Yoksa Allah ne ot atar ne de savaş yapar.

31/18-‘İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.’

17/37-Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca erişebilirsin

Ayetler Müslüman olanlara öğüt vererek kendi yerini ve konumunu onlara hatırlatıp büyüklük taslama cönkü Allah nice büklük taslayan ülke halkını helak etmiştir mesajı vermektedir.

14/4-Biz hiç bir elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

7/155. Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı. Bunları da ‘dayanılmaz bir sarsıntı’ tutuverince, dedi ki: ‘Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın.’

Dilediğini hidayete erdirir dilediğini saptırır ifadeleri ile yaklaşık Kur’an’da elli dört yerde ayet geçmektedir. Kur’an bütünlüğü içerisinde ayetleri harmanlayıp yorumladığımız zaman şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Kişi kendisi istemedikçe Allah kimseyi öyle diliyor öyle istiyorum deyip, saptırmaz. Kişi kendisi istemedikçe Allah kimseyi dileyip hidayete erdirmez. Kişi kendisi istemedikçe Allah kimseyi saptırmaz. Allah sapma yolunun ve hidayete gelme yolunun malzemelerini insanın önüne sermaye olarak koyar. Allah’ın insana verdiği, sermayeyle dileyen hidayete erer, dileyen de sapar. Şu ayetler söylediklerimize güzel bir örnektir.

76/2. Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören (biri) kıldık.

76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Ayetlerde anlaşılması gereken mesaj, şu olmalıdır. Allah kişi kendisi istemedikçe onu ne saptırır, ne de hidayete erdirir. Allah, sapma ve hidayete erecek yolun sermayesini insanların önüne koyar, insanlar bu malzemelerle hidayete ererler ve saparlar. İnsan iki tercihten kendi özgür iradesiyle, tercihini hangi yönde kullanırsa Allah ona o yönde yollarını açar. Ama şu bir gerçek ki Allah yoldan sapandan asla hoşnut olmaz. Allah’ın razı olacağı insan, indirilen vahiyler çerçevesi içinde iman eden ve imanının gereği gibi yaşayanlardan razı olacaktır.

Bu açıklamalardan sonra, tefsirini yapmakta olduğumuz ayeti tekrar naklederek doğru anlamaya çalışalım.

35/2. Allah, insanlar için rahmetinden her neyi açacak olsa, artık onu kısıp-tutacak yoktur; her neyi kısar-tutarsa, artık onu da ondan sonra salıverecek yoktur. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Gökleri ve yeri yaratan, göklerde ve yerde söz sahibi hüküm koyucu olan sadece Allah’tır. Rızkı yaratan da yaratmış olduğu rızıklar hakkında nasıl hüküm verileceği konusunda söz sahibi olan da Allah’tır. İnsanların gerek yaşamış olduğu coğrafya, gerek bulunmuş olduğu aile topluluğu, gerek insanların cinsiyetine göre vermiş olduğu görev farklılıklardan dolayı Allah kimseye hesap sormayacaktır. Bu farklılıklar sadece bir rol farklılığıdır.

Dünya hayatı Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, dünya hayatı adaletli davranmayı insanlara emanet ettiği yerin adıdır. Kimin kime nasıl davranacağı farklıklar içerisinde yaratılmakla ancak ortaya çıkmaktadır. Denenmenin imtihanın sınavın adı budur.

67/2. O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Allah dünya hayatında mal ve amel farklılıkları insanın çaba ve gayretine bağlamıştır. Şu ayetler tefsirini yapmakta olduğum ayeti  açıklamaktadır.

17/18. Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider.

17/19. Kim ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır.

17/20. Hepsine, onlara da, bunlara da Rabbinin ihsanından ‘arttırarak-veririz.’ Rabbinin ihsanı kesilmiş değildir.

17/21. Onlardan kimini kimine nasıl üstün tuttuğumuzu gör. Muhakkak ahiret dereceler bakımından daha büyüktür, üstünlük bakımından da daha büyüktür.

35/3. Ey insanlar, Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah’ın dışında bir başka yaratıcı var mı? O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?

Müslümanım diyen her insan aklını kullanan insan demektir. Aklını kullanmak da dünya hayatında kendisine yararlı olan şeylerden en doğrusunu en hayırlısını en mantıklısını seçen insanlardır. Kur’an iki hayat olduğundan söz etmektedir. Bu hayattan birisi dünya hayatıdır.  Diğeri ise ahiret hayatıdır. Dünya hayatı bir an kadar kısa gelip geçici olan hayattır. Ahiret hayatı ise sürekli ve ebedi olan hayattır. Aklını kullanan insan nerede çok yaşam sürdürecekse yatırımını en çok yaşayacağı yere yapması gerekir. Müslüman olanlar aklını kullanır ve yatırımını en çok ahiret hayatı için yapar. Her insan yaratılırken “Rabbim Allah’tır” demişti.

7/172. Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) onlar: ‘Evet (Rabbimizsin), şahid olduk’ demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.

Kur’an insan yaratılırken kesinlikle iblis ve şeytan katkısı olamadan tertemiz bir melek konumunda yaratılmışlardır. İnsan ergenlik yaşına gelinceye kadar yaratılışta verdiği sözü bozmadan günah ve sevap işlemeden sürdürmektedir. Kur’an, anne karnından doğuştan rüşt yaşına gelinceye kadar geçen dönemi cennet olarak tanımlamaktadır.  

7/19. Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
7/20. Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.’

Genelde ateist ve deist olanlar, Allah bana yaratılırken yaratılmak ister misin istemez misin? sormadı diyorlar. Allah Seni yaratırken sana sormaya ihtiyaç duymaz. Allah dilediğini dilediği şekilde yaratır. Ama seni rüşt yaşına gelinceye kadar emanet ve sorumluluk yüklememiş.

Ama rüşt yaşına gelince sana senin öz içine iki yoldan birisini tercih etme dürtüsü ve yeteneği vermiştir. Sen her yanlış yaptığında senin öz içinde bir takva sesi ile yaptığın yanlışları uyarmaktadır. Üstelik bu da yetmemiş seni insanlar içerisinden seçmiş olduğu nebi ve resullerle de doğru yolun ve yanlış yolun ne olduğu konusunda seni bilgilendirmişlerdir.

Aklı yerinde olan her insan yapmış olduğu şeylerin yanlış olduğunu da bilir, doğru olduğunu da bilir. Ama yanlış olanları bildikleri halde doğruları yapmak ona zor geldiğinden dolayı yanlış yapmakta ısrar etmektedir. Ey insan düşün titre ve kendine gel. Ölüm denen bir gerçek vardır. Ölüm yok olup gitme değil, ebedi hayata ilk adımı atmak demektir. Ahiret hayatındaki yerini, dünya hayatında kendin hazırlıyorsun. Allah sana asla dünya hayatında yol tercihine özel bir müdahalede bulunmamakta bunu bilesin.

Bu konuları yeri geldikçe açıkladık. Zamanı zemini geldikçe açıklamaya yine devam edeceğiz inşallah.

35/4. Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önceki elçiler de yalanlandı. (Sonunda bütün) İşler Allah’a döndürülür.

Allah inkâr eden ve zulmeden kâfirlerin yaptıkları zulümlere ve yalanlamalarına karşı üzülmekte sıkıntıya düşmekte olan nebisini teskin ederek rahatlatmaktadır. Öyle zamanlar geliyor ki, peygamber daha peygamberlik aşamasında iken ümitsizliğe düştüğü zaman geçmiş peygamberlerin başına gelen olaylardan örnekler vererek nebisini psikolojik olarak,  rahatlatmaktadır.

35/24. Şüphesiz biz seni, hak ile bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip-geçmiş olmasın.
35/25. Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden öncekiler de yalanlandı; elçileri ise; kendilerine apaçık ayetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar getirmişlerdi.

93/2. ‘Karanlığı iyice çöktüğü’ zaman geceye,
93/3. Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı.
93/4. Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
93/5. Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.

Ayetlerin bütünü üzerinde biraz tefekkür ederek, düşündüğümüz zaman, Allah’tan gelen peygamberler genelde kavimleri tarafından yalanlamışlar. Yalanlamaları da yetmemiş, onları ya öldürmüşler ya da sürgün etmişlerdir.

Bütün peygamberlerin Allah ile bir sözleşmeleri vardır. Onlar kesinlikle ölürler ama sözlerinden asla dönmezler.

3/81. Hani Allah peygamberlerden ‘kesin bir söz (misak)’ almıştı: ‘Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız.’ Demişti ki: ‘Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?’ Onlar: ‘İkrar ettik’ demişlerdi de ‘Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım,’ demişti.

Dünya hayatında Allah inkâr edenlerle iman edenleri tabiri caiz ise bir kulvarda yarıştırmaktadır. Ne inkâr edenlere ne iman edenlere özel bir torpil ve iltimas etmeden, izlemekte ve gözlemlemektedir. Yalnız iman edenlerin şu avantajı vardır. Tiyatroda bir suflörün müdahale etmeden oyuncuların takıldığı ve bilmediği konularda fısıldayıp bilgi sundukları gibi, Allah iman edenlere nerde nasıl davranacağını öğreten bir kitap indirmiştir.

9/52. De ki: ‘Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

Dikkat edin lütfen, bu ayet Kur’an’da anlatılan çok konularda, yapı taşını oluşturan ve altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken ayetlerden birisidir. Ne diyor ayet onu yorumlamaya çalışalım.

Allah resulü aracılığı ile inkâr eden ve zulmeden kâfirlere şunu, söylemesini istemektedir.” De ki: ‘Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz?”

Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.”
Biz Allah’tan başka hiç kimseden korkmuyoruz siz ne yapacaksanız yapın elinizden geleni ardınıza koymayın. Mesajı verilmektedir.

Ayetin bu bölümünde inkâr edenlere şöyle mesaj vermektedir. Eğer siz bize savaş açar ve bize galip gelir bizi öldürürseniz şehit olur ve cennete gideriz. Sizi de Allah ahiret hayatında kendi eliyle ebedi cehenneme atarak, azap edecektir. Eğer biz yenecek olursak, Allah bizim elimizle size azap dokunduracak. Biz her iki halde yenilsek de yensek de karlıyız. Ama siz belki bizi yenmek ve öldürmekle dünya hayatında az bir süre refah sürebilirsiniz. Ama ebedi bir cehennem azabı sizi hararetle beklemektedir. Orada pişman olup geriye dönmek isteyeceksiniz ama bu sizden kabul edilmeyecektir.

5/36-Gerçek şu ki, inkâr edenler, yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa, bununla da kıyamet gününün azabından (kurtulmak için) fidye vermeye kalkışsalar, yine onlardan kabul edilmez. Onlar için acı bir azab vardır.

Evet, Allah dünya hayatında insanların karar verdiği yönde asla müdahale etmez.  Allah, inkâr eden ve zulmedenlerin dünya hayatında cezasını ya insanlar eliyle verir, ya da evrensel yasaların kurallarına uymayanlara doğa yasaları ile verir.

42/ 14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

Ayette geçen şu ifade Allah’ın dünya hayatında inkâr eden ve zulmedenlere özel bir müdahale etmediğine delil olarak yeter ve artar bile. “Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”

16/ 61. Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

35/5. Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın vadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.
Allah, insan için, yaşanacak iki hayat olduğunu bildirmektedir. Birisi dünya hayatı, diğeri ise ahiret hayatıdır. İşte ahiret hayatı insanlar için gayb’dır. Ahiret hayatına ancak Allah’a iman eden ve sözlerine güvenen insanlar inanırlar.

Allah’a iman etmeyen veya Allah’ın rabliğini kabul etmeyen insanlar, ahiret hayatının olacağı konusunda şüphe içindedirler. Ayette geçen şu ifade, “Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın vadi haktır; ”İnanan insanlar için mutlaka ama mutlaka gerçekleşecektir. Gökleri ve yeri yaratan Allah verdiği sözde ve vadinde duracağını ısrarla vurgulamaktadır.

2/80- Dediler ki: ‘Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir.’ De ki: ‘Allah katından bir ahid mi aldınız? ki Allah asla ahdinden dönmez. Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?’

Evet, Allah nebi ve resullerine insanların bilmeyip de sadece Allah’ın bildiği iki gayb haberinden söz etmektedir. Birisi geçmişte ve gelecekte daha insanların kumu hakkında bilgi sahibi olmadığı durumlarda bilgi verilen gayb haberidir. O konu hakkında söylediği gayb haberi insanlar yaşarken bunları  çözecek ve göreceklerdir.  

30/ 2. Rum (orduları) yenilgiye uğradı.
30/ 3. Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir.
30/ 4. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah’ındır. Ve o gün müminler sevineceklerdir.
30/ 5. Allah’ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.

Bu olay gerçekleşmiştir. Müslüman olan insalar da sevinmişlerdir. Bir de başka bir örnek verelim.

46/30-Dediler ki: ‘Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve doğru yola yöneltip-iletmektedir.’

 

61/6. Hani Meryem oğlu İsa da: ‘Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi ‘Ahmed’ olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim’ demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: ‘Bu, açıkça bir büyüdür’ dediler.

Demek ki peygamberler hem dünya hayatında geçmiş ve gelecek hakkında vermiş olduğu haberler zamanı zemini geldikçe tıpa tıp gerçekleşmektedir. Hem de ahret hayatı ile ilgili vermiş olduğu haberler tıpa tıp gerçekleşecektir. Ancak aklını kullanan insanlar buna inanır ve iman ederler.

69/40. Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.
69/69/41. O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?
69/42. Bir kâhinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?
69/43. Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

Evet, o elçi ne bir şairdir ne de bir kâhindir, o Allah’tan almış olduğu bilgileri insanlara aktarmaktadır.

35/6. Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.

Daha önce de anlattığımız gibi, evrende yaratılmış olan varlıklardan ya melekler vardır ya da insanlar vardır. Bu güne kadar genelde şeytanın dumansız ateşten yaratılmış olan varlık olarak anlaşılmaktaydı. Oysa şeytan iblisin teklifleri yönünde yaşamını sürdüren yasak ağaçtan nemalanan insanlara Kur’an’ın verdiği Kalbi mühürlenmiş olan insanların bir sıfatıdır.

2/14. İman edenlerle karşılaştıkları zaman: ‘İman ettik’ derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla sadece) alay ediyoruz.’

 

Demek ki şeytan rabbani yoldan sapan insanların ta kendisi imiş.

35/7. O inkâr edenler; onlar için şiddetli bir azab vardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için de bir bağışlanma ve büyük bir ecir vardır.

İnkâr edenlere Allah, ahiret âleminde ebedi bir cehennem azabı vaat etmektedir. İman eden ve salih amel işleyenlere de ebedi bir cennet vaat etmektedir. Allah vaadinden dönmez.

35/8. Kötü olarak işledikleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu güzel gören mi (Allah katında kabul görecek)? Artık şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Öyleyse, onlara karşı nefsin hasretlere kapılıp gitmesin. Gerçekten Allah, yaptıklarını bilendir.
Dünya hayatında hiçbir insan yoktur ki, tercih ettiği ve gittiği yolun yanlış olduğunu söylesin.

43/36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

Doğru yol, Allah’ın peygamberlerle gönderilmiş olduğu vahiylerle çerçevesi çizilmiş olan, yoldur. Allah katında hüsnü kabul görecek olan din Allah’ın yarattığı evren ile Allah’ın göndermiş olduğu vahiylerin tam bir mutabakat içerisinde olan dindir.

30/30. Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Allah’ın insanlar için göndermiş olduğu din, yaratmış olduğu evren yasaları ile göndermiş olduğu vahiy yasalarının tam uyum halinde olan dindir. O dinin adı da İslam o dine teslim olanların adı da Müslümandır. Bu gün İslam dışında dünya hayatında yüzlerce binlerce kendi içinde tutarlı olmayan din vardır. Allah’ın gönderdiği dinin dışındaki bütün dinler belge ve delili olmayan, zan ve tahminle insan uydurması olan, dinlerdir.

İşte Allah’ın duasına icabet ettiği ve değer verdiği tek varlık insandır. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, insanlar arasından nebiler resuller aracılığı doğru yolda yürümeleri için, kılavuz ve yol gösterici kitaplar göndermiştir.

53/23-Bu (putlar ve yücelttikleriniz ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili ‘hiç bir delil’ indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) heva (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.

İslam toplumlarında yüzlerce cemaat tarikat meşrep mezhep farklılıkları olduğu gibi, beşeri sistemler peşinde giden seküler laik toplumlar da bulunmaktadır. Bu toplumlar içerisinde de yüzlerce farklı fırkalar ve yol farklılıkları bulunmaktadır.

Her farklı gurup kendi baktığı şekilde Allah’ı görmekte, inandığı ve yaşadığı hayata göre din uydurmaktadır. Oysa İnsan her zaman eksik ve hatalıdır. İnsanların göremediği yeri gökleri ve yaratan Allah görür ve yanılmış olan insan guruplarından dileyen insanları Allah kendi indirdiği din ile doğru yola götürür.

42/52. Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.

35/9. Allah, rüzgârları gönderir, onlar da bulutu kaldırır, böylece biz onu ölü bir beldeye sürükleriz, onunla, yeri ölümünden sonra diriltiriz. İşte (ölümden sonra) dirilip yayılma da böyledir.

Ayette Allah yaratmış olduğu varlıkların seyir halini, hep sebep ve sonuç ilişkisine bağlayarak yaratılmış olduğunu, anlatmaktadır.

Eğer havada bulut varsa, bulutun olmasını suyun buharlaşmasına bağlamaktadır. Bulutların kurak bölgelere sürüklenip gidişini rüzgâra bağlamaktadır. Kuruyup çatlamış toprakların yeşermesini inen suya bağlamaktadır. Allah her şeyi yaratırken mutlaka hikmetli mantıklı sebep ve sonuç ilişkisine göre yaratıp, aklını kullanan insanlara öğüt vermektedir.

35/10. Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları ‘boşa çıkıp bozulur’.

Her kim kime hamd edecek, kimi tespih edecek, kime ibadet ve kulluk edilecek birisini arıyorsa o da gökleri ve yeri yaratıp insanlara rızık veren Allah’tır. Güzel söz ve davranışlar Allah’a yükselir, Kim iman eder ve imanını salih amellerle süslerse kendi lehinedir. O güzel davranışlar onu cennete ve mağfirete götürür.  Kim inkâr eder ve zulmederse o da kendi aleyhinedir. Kötü ameller de onu cehenneme götürür. İyi amel işleyenlerden, Yusuf’u kuyudan alarak Mısır devlet başkanı konumuna yükselmesi, onun güzel söz ve davranışları dolayısı iledir.

Allah, kötü söz ve amel işleyenleri de, tıpkı Karun firavun Ebu Leheb nemrut gibi olanları da, alçaltıp ebedi cehennemi hak edecek duruma getirmiştir.

23/12. Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
23/13. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
23/14. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.

Allah ilk yaratılışı birçok erkek ve birçok kadın olarak yarattı. Sonra bir sünnet olarak vermiş olduğum ayette görüldüğü gibi, bir erkekle bir kadının evlenmesi ile insanlar çoğaldılar.

71/17. ‘Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi.’
71/18. ‘Sonra sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltip-çıkaracaktır.’
Kur’an’ın söylemediği, fakat Yahudi olanların kendi elleri ile yazıp bozdukları Tevrat’ta anlatıldığına göre insanlar ilk olarak, bir tek âdemi yarattı onun sağ kaburga kemiğinden havayı yarattı. Evlendiler kardeş evliliği ile insanlar çoğaldı anlayışı vardır. Allah, bir Âdem bir Havva yaratacağına birçok âdem birçok hava yarata bileceğini düşünememişler.

51/49. Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz.

Allah tektir, yaratmış olduğu bütün varlıklar iki çift yaratılmışlardır.

35/12. İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O’nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün.

Ayette Allah yaratmış olduğu deniz ve insanlar için onun yararlarından söz etmektedir. Suyu tuzlu olan deniz ile suyu tatlı olan denizin her ikisinden insanlar için yiyecek olarak balık yaratıldığından söz edilmektedir.  Ayrıca suyu tuzlu ve acı olan denizlerde gemiler yara yara gitmekte ve insanlar birçok dünyalık işlerinde gemileri yük taşmak için kullanarak sayısız nimetler bahşetmekte olduğunu vurgulamaktadır.

35/13. (Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, ‘bir çekirdeğin incecik zarına’ bile malik olamazlar.
Allah, göklerde ve yerde ne varsa hepsi, dualarına icabet ettiği ve kendisine değer verdiği insanlar için yaratmıştır. Kur’an insan dışında bütün varlıklara kendi görev alanı içerisinde bilgi yüklemiştir. Onlar, kendilerine kodlanan veya yüklenen bilgileri yerine getirmekle hem Allah’a hem de insanlara secde etmektedir.

Meleklerde ne sorumluluk vardır, ne akıl vardır, ne de seçenekleri vardır. Ama insanlara gelince onlarda hem akıl, hem irade, hem de seçenekleri vardır. İşte Allah’ın yeryüzünde emanet ve sorumluluk yüklediği tek varlık insandır.

Ayette geçen şu ifade, “İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, ‘bir çekirdeğin incecik zarına’ bile malik olamazlar.”

Gökleri ve yaratan, her canlının rızkını veren Allah olduğu halde, insanların büyük çoğunluğu kulluk ve ibadeti ihtiramı Allah’a değil Allah’ın yarattığı kullara yapmaktadırlar. Onlar bir sivrisineği bile yaratamadığı, bir çekirdek zarına bile muktedir olmadığı halde kulluğu ve ibadeti Allah’ın dışında olanlara yapmakla büyük bir haksızlık etmektedirler.

İnsanlar içinden her hangi bir patron, çalıştırmış olduğu kişinin maşını ve diğer ihtiyaçlarını karşılasa, ama o kişi ücretini verdiği patronun işini değil, kendine hiçbir konuda yararı olmayan başka bir patronun işini yapsa, buna hangi bir patronun gönlü razı olabilir?  Allah da şöyle bir örnek vererek bunu anlatmaktadır.

16/76-Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiç bir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?

 

Allah bu örnekleri verirken süs eğlence olsun diye vermemektedir. Kim Allah’ın inan dediği şekilde inanıp yaşa dediği şekilde yaşarsa Allah ondan razı olacak ve onu ödüllendirecektir.

 

35/14. Eğer onlara dua ederseniz, duanızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet gününde ise, sizin şirk koşmanızı tanımayacaklardır. (Bunu her şeyden) Haberi olan Allah gibi sana (hiç kimse) haber vermez.

Kim Allah’tan başka ilah edinmişse o mutlaka yanılmıştır. Seni yaratan sana her türlü manevra kabiliyetini veren Allah’tır. İnsanlar geniş zamanlarında şirk koşarlar ama başları derde girince yardımı Allah’tan isterler. Çünkü o sıkıntıyı Allah’tan başka giderebilecek birinin olmadığını fark ederler.

10/22-Karada ve denizde sizi gezdiren Odur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar: ‘Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız.’

35/15. Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır.

O kibirlenip gururlanan insanlar asla ilah ve rab olamazlar. İlah ve rab olan sadece Allah’tır. O kimseye muhtaç olamayan zengin olandır. Allah’ın dışında yaratılmış olan bütün insanlar, yoksul ve muhtaç olanlardır.

18/79. ‘Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı.’

Ayette geçen gemi, dünya hayatını temsil etmektedir. “çalışan yoksullarındı” ifadesi, denizde ve karada yaşayan kendilerine emanet ve sorumluluk yüklenen insanlar için kullanılmış bir ifadedir. Bu kavramları ilgili konular geçtikçe detaylı bir şekilde izah edeceğiz inşallah.

35/16. Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir halk getirir.
Allah’ın dilemesi ifadesi çok geniş kapsamlı bir ifadedir. Allah dilerse insanı saptırır dilerse insanı hidayete erdirir. Allah dilerse insanları deprem doğa olayları ile yerle bir eder yok eder. Ama Allah hem yaratmış olduğu evren yasalarına kurallar koymuş, hem de indirilmiş olan vahiy yasalarına kurallar koymuştur. Hepsi bir zaman dilimi içerisinde işleyip durmaktadır.

42/14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

35/17. Bu, Allah’a göre güç değildir.

Allah’ın bilmediği Allah’ın gözünden kaçırdığı, Allah’ın unuttuğu hiçbir şey yoktur. Ancak Allah ayette ifade edildiği gibi, söz vermiş olduğu bir vaadi vardı. O da dünya hayatında suç işleyenlerin cezasını ahiret âlemine ertelemesiydi. Ahiret hayatında insanların yapıp ettikleri zulümlerin hesabını hurma çekirdeğin etrafındaki lifler kadar haksızlık yapılmadan herkese kazandığı ile muamele edecektir.

35/18. Hiç bir günahkâr (ve suçlu) bir başka günahkârın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın-akrabası da olsa kendisine ondan hiç bir şey yükletilmez. Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden ‘içleri titreyerek-korkmakta’ olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah’adır.

Dünya hayatında Allah yetki ve sorumluluğu, her insanın kendisine vermiştir. Bütün dünyada olan insanlar toplanıp bir araya gelseler, insan kendisi istemedikçe onu ne saptırmaya, ne de onları hidayete getirmeye güçleri yeter. Burada her iki yönde giden insanların yerini ve konumunu ortaya koyan ayetlerden örnekler vermek istiyorum.

59/14. Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.

59/15. Kendilerinden önce yakın geçmişte olanların durumu gibi; onlar, yaptıklarının sonucunu tatmışlardır. Onlara acı bir azab vardır.

59/16. Şeytanın durumu gibi; çünkü insana ‘İnkâr et’ dedi, inkâr edince de: ‘Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım’ dedi.

59/17. Sonunda onların akıbetleri, şüphesiz ateşin içinde ikisinin de süresiz olarak kalıcı olmalarıdır. İşte zalim olanların cezası budur.

Bu ayetler inkâr eden yol tercihi olarak şeytanın yolunu seçenler insanlar için anlatılmaktadır.

İnkâr eden cinlerin ve şeytanların, asla kendileri istemedikçe onlar üzerinde zorlayıcı bir güçleri yoktur. Ancak şeytanı veli edinenler üzerinde şeytanın zorlayıcı bir gücü vardır.

28/56. Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.

Bu ayet de iman eden ve salih amel işleyen anne babanın çocukları ergenlik yaşına geldikten sonra onları kendileri istemedikçe hidayete erdiremezler. Peygamberlerin de kendi yakınlarını ve akrabalarını doğru yola getirme güçleri yoktur.

35/19. Kör olanla (basiretle) gören bir değildir;

Ayette Allah kör olanla gören aynı değildir ifadesini kullanırken, Dünya hayatında gözleri görmeyenlerle görenleri örnek göstererek, iki insan tipinin farklılığını ortaya koymaktadır. Asıl ayette verilmek istenen fiziki körlük değil, doğru yolda olmayan, doğru yolu bulmak istemeyenlerin körlüğünden söz edilmektedir.

47/23. İşte bunlar; Allah onları lanetlemiş, böylece (kulaklarını) sağırlaştırmış ve basiret (göz)lerini kör etmiştir.

47/24. Öyle olmasa, Kur’an’ı iyice düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş?

47/25. Şüphesiz, kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra, gerisin geri (küfre) dönenleri, şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kaptırmıştır.

35/20. Karanlıklarla aydınlık,

35/21. Gölge ile sıcaklık da.
Evet, karanlıkla aydınlık bir olmadığı gibi, gölge ile sıcaklık da bir değildir. Bu ayetler Kadir suresini hatırlatmaktadır.

97/2. Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir?
97/3. Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.

Son nebi ve resule yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde inen Kur’an, cehalet karanlığını delerek, hakla batılı, doğru ile yanlışı iyi ile kötüyü ayırt ededen vahiylerle insanlığı cehaletten kurtulmasına vesile olmuştur.  O kadir gecesi öyle bir gecedir ki, bu gece bin aydan daha hayırlıdır. Bu ifade insanın Allah’tan gelen vahiy kurallarına göre hayatı şekillenmiş bir insan ömrü, hayatını vahiy kurallarına göre şekillendirilmemiş bir insan ömründen daha hayırlıdır. Mesajı verilmektedir.

35/22. Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin.

Dikkat ederseniz Kur’an, ölü olanlara atıf yaparak onlar nasıl senin söylediklerini duymaz işitmez ise vahye karşı gözleri kör kulakları sağırlaşmış, kalpleri mühürlü, olanlara hakkı hakikati işittiremezsin mesajı verilmektedir.

Kur’an ölü kelimesini iki farklı anlamda kullanmıştır. Bunlardan birincisi hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan ölülerdir. Bunlar dünya hayatına bir daha geri dönmeyeceklerdir. İkincisi de Allah’ın göndermiş olduğu peygamberleri yalanlayan, dünya hayatında yaşadığı halde gelen vahiylere karşı duyarsız kalıp dünya hayatında yaşadığı halde vahye karşı gözleri kör kulakları sağır, kalpleri  mühürlü olanlara,  Kur’an ölü kelimesi kullanmaktadır.. Yine bu konu ile ilgili ayetler geçtikçe iki farklı anlamda kullanılan ölüleri detayına kadar açıklamaya devam edeceğiz inşallah.

35/23. Sen, yalnızca bir uyarıcısın.

Allah isteseydi bütün insanları iman eden ve salih amel işleyen konumda yaratabilirdi. Ancak Allah kim kendini yaratan Allah’a ibadet ve kulluk görevini yerine getirip, getirmeyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yarattı. Allah insana doğru yolu da, yanlış yolu da göstermiştir. Hangi yolda tercihini kullanıp kullanmayacağının kararını insanın kendi özgür iradesine bırakmıştır.

76/2. Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören (biri) kıldık.
76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

35/24. Şüphesiz biz seni, hak ile bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip-geçmiş olmasın.
Ayetin doğru anlaşılması konusunda, genişleterek biraz durmak istiyorum. Allah, insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa uyarıcı göndermediği ne bir toplum vardır, ne de bir insan vardır.

5/19-Ey Kitap Ehli, elçilerin arası kesildiği dönemde: ‘Bize müjdeci de, bir uyarıcı da gelmedi’ demenize (fırsat kalmasın) diye size apaçık anlatan elçimiz geldi. Böylece müjdeci de, uyarıcı da gelmiştir artık. Allah her şeye güç yetirendir.

Göklerde ve yerde yaratılmış olan varlıklar içerisinde, emanet ve sorumluluk yüklenmiş tek varlık insanlardır. İstisna yapılmadan aklı yerinde olan her insana iki uyarıcı gelmektedir. Birisi kendi öz yapısında, yaptığı her yanlış davranışın yanlış olduğu konusunda uyarı veren takvadan gelen uyarıdır. İkinci uyarıcı ise Allah’ın insanlar içerisinden seçmiş olduğu nebi ve resullerdir.

22/ 75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Eğer Allah insanlardan herhangi bir uyarıcı gelmese de insanlar kendi öz içerisinden gelen toplum dilinde vicdan Kur’an dilinde takva psikoloji dilinde de üst ben veya içimizdeki baba kelimeleri ile ifade edilen uyarıcıdır. İşte Hazreti İbrahim takva resulü ile gökleri ve yeri yaratan Allah’ı bulup Allah da onu nebi ve resul seçmiştir. 

36/ 6. Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).

35/25. Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden öncekiler de yalanlandı; elçileri ise; kendilerine apaçık ayetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar getirmişlerdi.

Ayette Allah’ın nebi ve resulü, kendisini yalanlayan kavminin tutum ve davranışlarından üzüntü duyan resulünü, teskin ederek, şöyle söylemektedir. Seni yalanladılarsa senden önce gelen elçiler de yalanlandı. Senin üzerine düşen görev Allah’tan almış olduğun vahiyleri onlara tebliğ etmektir. Onların üzerine düşen görev ve sorumluluk, senin tebliğ ettiğin vahiylere iman edip hayatını değiştirip vahiylere göre yaşamaktır.

Genelde elçileri yalanlayan toplumun hep önde gelenler içinden, çıkmaktadır. Bunun sebebi de onlar kendilerini yeterli gördüklerinden kaynaklanmaktadır. Allah’ın göndermiş olduğu, resulleri inkâr eden ve yalanlayan kavilerden bazılarını, ilgili ayetlerden örnek vererek, aktarmaya çalışalım.

17/16. Bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

Ayette müteşabih bir anlatım sanatı bulunmaktadır. Allah hiç kimseye bozgunculuk çıkarın da sizi helak edeyim, diye emretmez. Konu, ayette söylendiği gibi anlaşılmış olsaydı, bozgunculuk yapanlar Allah emrettiği için bozgunculuk yapıyorlar diye anlaşılmış olsaydı bozgunculuk yapanlar haklı konuma gelmiş olurdu. Oysa ayet şöyle anlaşılması daha isabetli olurdu. Toplum içinde genelde bozgunculuk yapan kimseler, toplumun hep önde gelenlerden çıktığı için, Kur’an bu olayı sanat kullanarak anlatmaktadır.  

2/204. İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır.

2/205.  O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.

Allah bozguncu olanlar hep kendi kararları ile ekini ve nesli yok etmeye çaba harcarlar. Bundan dolayı Allah da onları sevmez. Yine bir başka ayette de olay şöyle anlatılmaktadır.

8/7-Hani Allah, iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını vadetmişti; siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkın ve inkâr edenlerin arkasını kesmek (kökünü kurutmak) istiyordu.

Ayet, sebebi bilinen bir olayı, daha güzel bir sebebe bağlayarak, “siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz” diye anlatılmaktadır. Konuyu özetleyecek odlarsak, güçsüz ve zayıf olan hangi bir insan, kendisine zulmeden insanların yanında olmak ister?

Güçlü olanlar zaten güçsüz diye kendilerine gelen resulleri inkâr edip yalanlamaktadır. O zaman güçsüz olan kendilerini koruyacak ve zulümden kurtuluş vadeden birinin yanında olmaları daha doğru daha mantıklıdır. Zayıf ve mustazaf olanlar kendilerini gözetip koruyan insanlar yanında yer almaları daha hikmetli ve mantıklı olduğu için Allah böyle bir anlatım sanatı kullanmaktadır.

35/26. Sonra Ben de o inkâr edenleri yakalayıverdim. Beni inkârları nasıl oldu (onlar gördüler)?

Ayette geçen, “Sonra Ben de o inkâr edenleri yakalayıverdim.” Bu ifade, dünya hayatında Allah’ın asla müdahale etmediğini ve etmeyeceğini, Allah suç işleyenlere müdahaleyi ahiret hayatında yapacağını anlatmaya çalışmıştık. O zaman yakalama ahiret hayatında Allah’ın huzuruna toplandıkları zaman olacaktır.

16/61. Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

35/27. Allah’ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık).

Yüzlerce binlerce meyve çeşitleri toprakla suyun buluşması sonucu meydana gelmektedir. Aynı topraktan aynı sudan beslenen, bir turunç fidesine portakal ve limon çeşitlerinden, ne aşılarsan, hem tatlı hem ekşi meyveler vermektedir.  Aynı zamanda renkleri ve kokuları farklı farklıdır. Bunlar düşünen insanlar için her biri birer ayettir.

35/28. İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah’tan ancak âlim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar’. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.
Nasıl aynı sudan ve aynı topraktan renkleri kokuları tatları farklı meyveler varsa, yine aynı toprak ve aynı sudan farklı renklerde farklı cinslerde hayvanlar da yaratılmıştır.

35/29. Gerçekten Allah’ın Kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler.
Dünya hayatında yaşamını, Allah’ın göndermiş olduğu vahiylere göre yaşayan insanlara, Allah ebedi cennet vaat etmektedir.

9/72-Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.

 

Allah’ın insanlara ebedi olarak vadedilen cenneti vermesi için insanlardan, şu koşulları yerine getirmelerini istemektedir. Nasıl iş yerine girerken her işçinin patronla bir sözleşmesi varsa, sözleşmeye uymayanları iş yerinden patron kovuyorsa, Allah da haşa tabiri caizse bir palton gibidir. Sözleşmeye uymayan insanları huzurundan kovarak onların cennete girme sözleşmelerini yerine getirmedikleri için, cennete almamayı iptal etmektedir. Allah insanlarla sözleşme şartlarını şöyle sıralamaktadır.

 

90/12. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?

90/13. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir;

90/14. Ya da açlık gününde doyurmaktır,

90/15. Yakın olan bir yetimi,

90/16. Veya sürünen bir yoksulu.

90/17. Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak.

 

Allah insanlardan kim bu şartlara iman eder ve yerine getirirse onlara ahiret hayatında ebedi cennet vaat etmektedir. Kim bu şartları yerine getirmeyip inkâr eder ve zulmederse onlara da ahiret hayatında ebedi cehennem,  vaad etmektedir. Şu ayet de buna işaret etmektedir.

 

2/ 245. Allah’a karşılığını çok arttırma ile kat kat arttıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na döndürüleceksiniz.

 

Dünya hayatı, bir oyun bir eğlence yeri değildir. Allah her insana emanet ve sorumluluk yüklemiştir. Yeryüzünde ilahi mesajın gerçekleşmesi için her inandım diyen insanların kendi üzerlerine düşen görevi hile hurda yapmadan yerine getirmesi gerekir. Allah Müslüman olanlardan zengin olanlarla, fakir ve yoksul olanlar arasındaki ilişkinin şöyle olmasını murad etmektedir.  

 

2/273. (Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.

 

2/274. Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.

 

13/22-Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.

 

İşte hep bu ayetler, Müslüman olan insanların, yerini konumunu resmetmektedir. Kim güzel davranışlarda bulunursa kendi lehine kim de kötü davranışlarda bulunursa o da kendi aleyhinedir.

 

35/30. Çünkü (Allah,) ecirlerini noksansız olarak öder ve kendi fazlından onlara arttırır. Şüphesiz O, bağışlayandır, şükrü kabul edendir.

Allah isteseydi dünya hayatında hiçbir insanı aç susuz bırakmazdı. Allah’ın gücü yetmediği hiçbir şey yoktur. Eğer insanlar hep tek düze yaratılmış olsaydı, insanların bir birlerine ihtiyaçları da kalmazdı. Böylece yeryüzünde sosyal kaynaşma birbirleriyle iletişim ve akışkanlık dururdu. Farklı zenginliklerde farklı kabiliyetlerde farklı cinslerde insanları yaratmamış olsaydı, insanlığın hali nice olurdu. Düşünen aklını kullanan insanlar için, bunda bir takım ayetler vardır.

Bazı aklını kullanmayan insanlar, ayetin derin anlam ve önemini kavrayıp düşünmediklerinden dolayı, kullarından borç isteyen Allah diye, Allah ile alay etmektedirler. Oysa Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Rızkı veren Allah’tır. Allah ayette yoksul ve ihtiyaç sahibi olanların taşıyamadığı yükü, hali vakti yerinde olan zengin insanlara emanet etmiştir. Allah sana verecek sen de o fakire yardım edeceksin diyor ve seni imtihana tabi tutuyor. Oysa sen de yoksulu Allah’ım sen doyur diye Allah’a el açıp dua ediyorsun. Allah böyle duaları kabul etmez.

10/68- ‘Allah çocuk edindi’ dediler. O, (bundan) yücedir; O, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Kendinizde buna ilişkin bir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?

 

35/31. Kendinden öncekini doğrulayıcı olarak sana Kitap’tan vahyettiğimiz gerçeğin ta kendisidir. Şüphesiz Allah, elbette haber alandır, görendir.


Allah, insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Peygamberleri peş peşe dizerek, her peygamber kendinden önce gelen peygamberleri doğrulamış ve tasdik etmiştir. Kendinden sonra gelecek olan peygamberi de müjdelemiştir.

Şüphesiz, Allah katında doğru yol, bütün peygamberlerin vahiylerle çerçevesini çizdiği yoldur. Kur’an içerisinde tek bir ümmet tek bir şeriat içerisinde olan, peygamberler ve o yolu takip eden müminlerin yoludur. Farklı ümmet ve farklı şeriat içerisinde olanlar ise vahiyler dışında inanç ve yaşamlarını düzenleyen insanlardır. Ama ne yazık ki, tefsirlerde genelde hep peygamberler arasında farklı ümmet ve farklı şeraitler anlayışı olduğu söylenmiş İslam topluluklarında öyle anlaşılmıştır.

5/48. Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’ olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

35/32. Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir.

Ayet, daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah insanları temel olarak iki kısma ayırdığını zikretmiştik Birincisi Müslüman olanlar, ikincisi de Müslüman olamayanlardır. Kur’an Müslüman olmayanları da temel olarak iki kısma ayırmaktadır. Müşrik olanlar, bir de ehli kitap olanlardır. İşte ayette geçen kitaba mirasçı olup, dünyalık zevk ve menfaati için Allah’ın dinini satıp gizleyenler, kitap ehli olanlardır.  Ayette geçen sınıflamayı o bölümü tekrar ele alarak ayrı ayrı örnekler vererek incelemeye çalışalım.

“Sonra kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer.

Ayette geçen ilk cümlede şu ifade geçmektedir. “Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık.”

İnsanlar ergenlik çağına veya rüşt yaşına geldiklerinde karşılarına farklı iki seçenek çıkmaktadır. Birincisi Allah’ın yasaklamış olduğu yeme içme yapma dediği şeylerdir. Kur’an buna genel başlık altında yasak ağaç tabirini kullanmaktadır. Diğeri de Allah’ın yenmesini içilmesini ve yapılmasını serbest kıldığı şeylerdir. Kur’an buna da helal ağaç tabirini kullanmaktadır.

Açıklamakta olduğumuz ayetin ilk cümlesinde insanların kendi özgür iradeleri ile takva sesiyle uyum sağlayan Allah’ın resuller aracılığı ile göndermiş olduğu kitaplardır. Allah’ın göndermiş olduğu kitapları kabullenip sahiplenen kişilere, seçtiklerimiz diye ifade edilmektedir.

Bu ayeti en güzel açıklayan şu ayet olmalıdır.

4/95- Müminlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihat edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vadetmiştir; ancak Allah, cihat edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.

“Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer.”

Kur’an’ın orta yol, vasat bir ümmet, orta namaz diye ifade edilen ayetler, dünyaya dünya kadar, ahirete de ahiret kadar değer vermeye davet etmekte olanlar için kullanılmıştır.

28/76. Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: ‘Şımararak sevinme, çünkü Allah şımararak sevince kapılanları sevmez.’

28/77. ‘Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez.’

31/32- Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na ‘halis kılan gönülden bağlılar’ olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkâr etmez.

Dünya hayatında karada ve denizde insanlar yaşadıkları süre içerisinde başlarına birçok musibet gelmektedir. İşte insanların içinden çıkamayacakları bir felaket geldiğinde onların öz içerisinden bir takva sesi onları tevhit akidesinin doruğa ulaştığı bir sesi onlara haykırmaktadır. Seni bu felaketten Allah’tan başka kurtaracak olan yoktur. İşte o durumdan Allah onları kurtarınca insanların yine büyük bir çoğunluğu tekrar eski hallerine döndüğü anlatılmaktadır. Kur’an hayattan ders alıp ilahi mesaja yönelen Yunusu bize örnek verip kıssasını anlatmaktadır.

37/ 139. Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.
37/ 140. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
37/ 141. Böylece kuraya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.
37/ 142. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.
37/ 143. Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,
37/ 144. Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
37/ 145. Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.
37/ 146. Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.
37/ 147. Onu yüz bin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.
37/ 148. Sonunda ona iman ettiler, biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık.

Konu ile ilgili ayetlerde verilmek istenen mesajı ilgili ayetler geldikçe anlattık. Yine ayetler geçtikçe anlatmaya devam edeceğiz inşallah.

Konu İçerisinde Yunus, peygamber olmadan önce, debdebeli bir yaşam sürdüğünü, dünya hayatında zengin şatafatlı bir hayat içerisinde olduğu hatırlatılmaktadır. İşte böyle bir hayat içerisinde olanlar genelde hep Allah’ı unutarak dünyevileşmektedirler.

Ama Yunus’tan o debdebeli hayat herhangi bir nedenle yok olunca, anlattığımız gibi Yunus Allah’ı hatırladı ve Allah’ı tespih etmeye başladı. Yunus’u balığın yutuşunu Kur’an zenginlik onu Allah’tan alı koydu anlatımıyla mecazi bir anlatım kullanarak anlatmıştır. Yoksa Allah evren yasalarına göre bildiğimiz balığın yutması ile o insanların ölüp de dirilmesine kadar balığın karnında kalamaz. Bu Allah’ın sünnetine uygun düşmez.

Yunus sıkıntıya düştüğünde tevhit akidesi onda doruğa ulaştı. Ve İnsanlardan çok azı da olsa sıkıntının ardından rahatlığa kavuşunca, Yunus da kendisini değiştirebilen az insanlardandı. Böylece Yunus kınanmış olan durumdan kendini kurtararak, değiştirdi düzeltti. Allah da onu, yüzbinlerce insanın takip ettiği, bir peygamber yaptı.

35/33. Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir.

Dünya hayatında Allah’ın istediği şekilde iman eden ve salih amel işleyenler için, her türlü nimetlerle donatılmış kuş sütünün dahi eksik olmayan ebedi cennette, Allah onları ağırlayacaktır.

35/34. Derler ki: ‘Bizden hüznü giderip yok eden Allah’a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir.’
Müslüman olanlar cennet hayatına geldikleri zaman, Allah’a iman eden, tercihini bağışlanma yönünde kullanan ve salih amellerde bulunan insanların konumunu ayet böyle resmetmektedir.

5/119- Allah dedi ki: ‘Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.’

35/35. ‘Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz.’

Yine ayette iman eden ve salih amel işleyenlerin ahiret hayatındaki fotoğrafı ortaya konulmaktadır.

35/36. İnkâr edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi vardır. Onlar için ne, karar verilir ki böylece ölüversinler ne kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız.

Ahiret hayatında iman eden ve salih amel işleyen Müslümanların durumunu ortaya koyduktan sonra, şimdi ise, inkâr ve zulmeden insanların konumunu bu ayette ele almaktadır. Onların acıklı olan durumunu şu ayetler anlatmaktadır.

78/38. Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman’ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir.

78/39. İşte bu, hak gündür. Şu halde dileyen Rabbine bir dönüş yolu edinsin.
78/40. Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kâfir olan: ‘Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim’ diyecek.

Ey insanlar, gökleri ve yeri yaratan Allah, ahiret hayatında daha biz oraya varmadan dünya hayatında iken kendi ellerimizle öne sürdüklerimiz dolayısı ile nasıl bir sonuçla karşılaşacağımızı bize haber vermektedir. Allah kesinlikle yalan söylemez vadinden de asla dönmez.

Düşünen aklını kullanan insanlar için yukarda anlatılan iki farklı yol alanlar için iki farklı sonuç ortaya çıkacağı görülmektedir. Bunlardan birisi cennet diğeri ise cehennemdir. Allah kimseyi cehenneme atmaz kimseyi de cennete atmaz. Ama biz kendi ellerimizin öne sürdüklerimiz dolayısı ile bu sonuç başımıza geldi. Düşünelim bin kere daha düşünelim ki bunlar başımıza gelmeden kendimize çeki düzen verelim.  

35/37. İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: ‘Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım.’ Size orada (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.

Allah emanet ve sorumluluk yüklediği insanı dünya hayatında başıboş bırakmamış. Akıl takva vererek doğruyu, bulabilecek bütün sermayeyi de verilmiş. Bu da yetmemiş kendi cinslerinden peygamberlerle doğru yol yanlış yol nedir ne değildir diye ahiret âlemi için müjdelenip uyarıldığı halde gelen elçileri yalanlamışlardı. Maalesef ahiret hayatında onların dünya hayatına geri dönme isteği kabul edilmeyeceğini dahi ahiret hayatında yaptıkalrına pişman olmasınlar diye bildirilmişti.

21/95. Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

35/38. Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin özünde (saklı) olanı bilir.

Evreni insanı ve zamanı yaratan Allah’tır. Kâinat zaman ve insan Allah’ın kontrolü altındadır. Bu sebeple biz de diyoruz ki, Allah’a göre geçmiş gelecek diye bir şey yok, geçmiş ve gelecek sadece insanlar için vardır. Allah ol dedi mi her şey olup bitmiştir.

7/154- Gerçekten Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.

Allah’ın arşa istiva etmesi İnsanlar eliyle bozulup değiştirilmiş olan Tevrat’ta anlatıldığı gibi, Allah altı günde evreni yaratıp yedinci gün oturup dinlenmesi anlamında değildir. Yaratmış olduğu evreni ve evren içerisindeki tüm varlıkları bir akış içerisinde sevk ve idare etme anlamında kullanılmıştır. O Allah ki ağaçtan düşen her kuru yaş yaprak, gökten inen su damlası dahi, ondan habersiz yere düşmez.

6/59- Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitapta (yazılı)dır.

35/39. Yeryüzünde sizi halifeler kılan O’dur. Öyleyse kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Rableri katında kâfir olanlara kendi inkârları gazaptan başkasını arttırmaz ve kâfir olanlara kendi inkârları kayıptan başkasını arttırmaz.

Halife, bir anlamıyla, emanet ve sorumluluk yüklenen insana göklerde ve yerde yaratılmış olan bütün varlıklar, insanın emrine boyun eğdirilmiştir. Bir başka ifadeyle insanların emirlerine amade olup, hizmetine sunulma anlamında kullanılmıştır.

2/ 30. Hani Rabbin, Meleklere: ‘Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti. Onlar da: ‘Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birini mi var edeceksin?’ dediler. (Allah:) ‘Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim’ dedi.

Melek kavramını konusunda daha önce geçen ayetlerde bilgi vermiştik. Burada sadece konumuzla ilgili bölümü izah etmek yeterli olacaktır kanaatindeyim. Allah insan gibi gören işiten hisseden merhamet ve gazabı olan, ağlayan gülen yaptığı her davranışın farkında olan bir insandan söz etmektedir.

Gökyüzünde ve yeryüzünde, insandan başka böyle bir emanet ve sorumluluk yüklenen hiçbir varlık yoktur. O zaman halife olan varlık insanlardır. Halife olmayan varlıklar da meleklerdir. Meleklerde ne akıl ne irade ne seçenek ne de sorumluluk vardır. İnsanlar sultasını onlar üzerinde kurmaktadırlar. Halife olan insan ister takva yönünde isterse de iblisin teklifleri yönünde karar versin melekler insanın karar verdiği yönde hizmet sunarlar. 

İnsan yaşadığı sürece eşyanın dilini çözmek için yöneldikçe onlar insana secde edecek ve secde etmeye devam edecektir. Bir başka ifadeyle emrine amade olmaya devam edecektir.

2/ 31. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin’ dedi.
2/32. Dediler ki: ‘Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.’

Ayetlerden anlaşıldığı gibi, Allah insana iki yol seçeneği vererek tek seçenekli varlıkları insanlara boyun eğdirmiştir. Ama insanlar iki seçenekten inkârı isyanı ve kötülük yapma yönünde tercih kullanırsa, onlar için hizmet sunan melekler yarattığı gibi, İnsan tercihini iyilikler yönünde kullanmak isterse de, Allah onlar için de melekler yaratmıştır.

Ama Allah tercihini iyilik yapma ve bağışlanma yönünde kullanan insanlardan razı olduğunu bildirip, onları ahiret hayatında mükâfat vereceğini, diğerlerini cezalandıracağını vaad etmiştir.

Dünya hayatında yetki ve sorumluluk insanın kendisine aittir. Dileyen şükretsin dileyen nankör olsun derken ayette bu anlatılmak istenmektedir.

76/ 2. Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören (biri) kıldık.
76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

35/40. De ki: ‘Siz, Allah’ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar.

Allah’ın af kapsamına almadığı ve hoşlanmadığı şey şirktir. Bir başka ifadeyle, ibadet kulluğu Allah’a değil, Allah’tan başkalarına yapmaktır.

Puta tapmak demek, Allah’ın karşısına bir Allah daha getirip ona tapmak değildir. Puta tapmak demek Allah’ın ortaya koyduğu yaşan biçimi hayat tarzına paralel olarak uydurulan dinleri, kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul edenler için,  kullanılmış bir ifadedir. Bir başka ifadeyle asıl puta tapmak, kerpiçten alçıdan tunçtan yapılmış olan heykellerin karşısına durup, senenin belirli günlerinde bel büküp eğilmek değil, onların ortaya koymuş olduğu ideolojileri kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul etmeleridir.

Din sadece bir inançtan ibaret değil, din inandığı kuralları yaşam biçimi hayat tarzı haline getirmek demektir. Bu anlamda İki farklı seçenek iki farklı yol varsa, iki farklı din iki farklı da yaşam biçimi hayat tarzı bulunmaktadır. Söylenenleri, ayetlerden örnekler vererek anlamaya çalışalım.

8/39. Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir.

 

 

 

 

6/114- Allah’tan başka bir hakem mi arıyayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.

 

35/41. Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır.

14/44- Azabın kendilerine geleceği gün (ile) insanları uyarıp-korkut ki, (o gün) zulmedenler, şöyle diyecekler: ‘Bizi yakın bir süreye kadar ertele ki, Senin çağrına cevap verelim ve elçilere uyalım.’ Oysa daha önce, kendiniz için hiç zeval yoktur diye and içenler, sizler değil miydiniz?

35/42. Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah’a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı.
2/
246. Musa’dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, peygamberlerinden birine: ‘Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım’ demişlerdi, O: ‘Ya üzerinize savaş yazıldığı halde savaşmayacak olursanız?’ demişti. ‘Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan sürüldük ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.)’ demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı hariç yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.

2/247. Onlara peygamberleri dedi ki: ‘Allah size Talut’u (melik olarak) gönderdi.’ Onlar: ‘Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?’ dediler. O (şöyle) demişti: ‘Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir.’
2/248. Peygamberleri, onlara (şöyle) dedi: ‘Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut’un gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden ‘bir güven duygusu ve huzur’ ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır.’
2/249. Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: ‘Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariçonu tadmazsa bendendir. Küçük bir bölümü hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Calut’a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok’ dediler. (O zaman) Muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: ‘Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.’
2/250. Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: ‘Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.’

2/251. Böylece onları, Allah’ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def’i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.

35/43. (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın.
31/
17. ‘Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, ma’rufu emret, münkerden sakındır ve sana isabet eden (musibetler)e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir.

31/18. ‘İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.’

31/19. ‘Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.’

35/44. Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah’ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir.

7/ 86. ‘O’na iman edenleri tehdit ederek, Allah’ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.’

27/ 68. ‘Andolsun, bu (azab ve dirilme) tehdidi, bize ve daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, olsa olsa geçmişlerin uydurma masallarından başkası değildir.’

27/69. De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu-günahkârların nasıl bir sona uğradıklarını görün’

35/45. Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayacak olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir.

Kur’an içerisinde köşe taşı gibi yerleştirip Kur’an’ın doğru olarak anlamak için, bu ayet ve benzerlerini doğru anlamak gerekir. Kur’an içerisinde geçen helak ile ilgili konuları anlamak için bu ayetleri anlamak gerekir. Ayette geçen şu ifade Kur’an’ı tefsir yapanların gözünden kaçmış herhalde.

“Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayacak olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş süreye ertelemektedir.”

Adı konulmuş süre nedir? Elbette, ahiret âlemidir. Benzeşen ayetlere bakalım.

42/ 14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

Allah dünya hayatını bir deneme ve imtihan salonu yapmıştır. İnsanlar ahiret hayatındaki azıklarını kendilerine verilen bir zaman dilimi içinde kazandıkları amellerle ahiret hayatına gideceklerdir.

Genelde bu güne kadar helak edilme olayını suç işleyen kavimlerin suçları aşırı boyutlara ulaşınca Allah onlara gazaplandığı için tabiat kuvvetleri ile yerle bir edilip yok edildiği anlatılmıştır.  Dilerseniz helak ile ilgili birkaç ayet aktaralım ve olayı doğru anlamaya çalışalım.

8/54- Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.

36/31- Görmüyorlar mı, kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik? Onlar, bir daha kendilerine dönmüyorlar.

 

Burada Fatır suresinin tefsirini bitirmiş olmaktayız. Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.