36 -YASİN SURESİ TEFSİRİ

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla;

Yasin suresi Kur’an sıralamasına göre otuz altı, nüzul sıralamasına göre de kırk birinci sure olup seksen üç ayetten ibarettir. Mekke’de nazil olmuştur.

36/1. Yâsîn,

Dikkat ederseniz surelerin başlarında genelde bazı harflerin ismi zikredilip, anlatılmak istenen mesajlara geçilmektedir. Müfessirler bu harflere ruhu mukatta harfler demişlerdir. Oysa dikkat edilirse Kur’an’ın bütünü, bu harflerden meydana geldiği devam eden ayetlerden anlaşılmaktadır. Kur’an hakkında bilgi vermeye başladığı görülmektedir.

36/2.  Andolsun hikmetli Kur’an’a,  

Kur’an gökleri ve yeri yaratan Allah’ın yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde tamamlanıp bitmiştir. Kur’an insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa diğer peygamber kıssalarından örnekler vererek bilgi vermektedir.  Bu bilgilerde insanların yapmış oldukları yanlış olan davranışları düzeltmek doğru olan davranışları da tasdik etmek için son nebi ve resulün kalbine ilka edilmiştir. Yine bu Kur’an her örnekten bir örnek verilip hiçbir eksik bırakılmadan vahiyle inşa edilen yaşam biçimi ve hayat tarzını kendisinden sonra gelecek olan ümmetlere öğüt ve ders alacakları örnek bir toplum inşa etmeyi başarmıştır.

6/38. Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap’ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.

33/40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.

Allah insanlar için ayetlerde de ifade edildiği gibi her bir örnekten verilip bir taraftan gelen vahiyler deriler ve kâğıtlar üzerinde yazılmıştır. Bu yetmemiş bir taraftan da ezberlenerek insanlar eliyle muştalanıp korunmuş bütün insanların hesaba ondan çekileceği bir kitap karşımızda beklemektedir.

43/43. Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin.

43/44. Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.

Vermiş olduğum bu ayetlere göre Allah artık peygamberlik ayetini nesh ederek yerine daha güzeli ve daha hayırlısı her insanın alıp da okuyabileceği Kur’an dolaşmaktadır. İşte bu Kur’an dileyenler ve öğüt almak isteyenler için, bir meşaledir. Bir pusuladır. Yol gösteren bir kitaptır. Kim bu kitabı okur anlar ve yaşarsa hem dünya hem de ahiret hayatında mutluluğa erecek ve kurtulacaklardır.

Allah bütün peygamberlere ilim verdik hikmet verdik. Kitap verdik hikmet verdik ifadeleri ile Kitap ve hikmetin ilim ve hikmetin önemine dikkat çekmektedir.

Hikmet kelimesini, Kur’an bütünlüğü içerisinde geçen ayetleri inceleyip tahlil ettiğimiz zaman, bütün nebi ve resuller kendilerine gelen vahyi bilgileri doğru anlama yeteneği doğru anlama feraseti doğru anlama kabiliyeti anlamında kullanılmıştır. Sosyoloji dilinde hikmet kelimesinin karşılığı mantıktır. Mantık; doğrun düşünmenin kurallarını prensiplerini araştıran ilmin adıdır. Mantıklı düşünen bir kimse için kapı aynı zamanda hem açık hem de kapalı olamaz. Kapı ya açıktır ya da kapalıdır. Kapı açıksa ona kapalı denemez. Kapı kapalıysa ona açık denemez. Kur’an’da geçen benzer bir olayı bir ayetle belgelemeye çalışalım.

33/4. Allah, bir adamın göğüs boşluğunda iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip-iletir.

Ayette geçen şu ifade bizim anlatmak istediğimiz konuya dikkat çekmektedir. “Allah, bir adamın göğüs boşluğunda iki kalp kılmadı” Yani bir insan kendi kendisine yetkili ve sorumludur. Bir insan iman eder ve bağışlanmayı dilerse o vücuda inkâr ve zulüm giremez. Eğer bir insan sapmayı diler ve zulüm yaparsa o insana iman giremez mesajı verilmektedir. Yani bir insan aynı anda hem Müslüman hem de kâfir olamaz.

36/3. Gerçekten sen, gönderilen (elçi)lerdensin.

36/4. Dosdoğru bir yol üzerinde(sin).

Dilerseniz ayetin ikisini beraber ele alarak tefsir etmeye çalışalım. Bildiğiniz gibi son nebi ve resul, ümmi bir toplum içerisinden gelen bir elçidir. Kendisine gelen vahiyler konusunda bir takım şüpheleri vardı. Konuyla ilgili olan ayetleri bir araya getirerek açıklamaya çalışalım.

10/ 94. Sana indirdiğimizden eğer kuşkudaysan, senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun, Rabbinden sana gerçek gelmiştir, şu halde kuşkuya kapılanlardan olma.

Ayette ifade edilen bu olay, daha peygamberliğin ilk aşamasında vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Son nebi ve resul babaları uyarılmamış iman nedir kitap nedir bilmeyen bir toplum içerisinde doğmuş ve yaşamaktaydı. Vermiş olduğum ayette geçen şu ifade, “Sana indirdiğimizden eğer kuşkudaysan, senden önce kitabı okuyanlara sor.” Onu anlatmaktadır.

42/ 52. Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.
62/
2. O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler.

Ümmi okuma yazma bilmez anlamında değil Allah’tan gelmiş olan hiçbir semavi kitabı kabul etmeyen, kendilerine gelen uyarıcıları ret eden toplum için kullanılmış olan kişi ve kişiler için kullanılmış bir ifadedir.

29/ 48. Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı.

Ayette ifade edildiği gibi sen bundan önce sen, hiçbir kitaba bağlı değildin. Eğer sen Yahudi veya Hristiyan olsaydın batılda olanlar bu geçmişlerin hikâyelerini masallarını anlatıyor diyeceklerdi. Oysa sen hiçbir semavi kitabı kabul etmeyen biz atalarımızın dinini kabul ederiz diyen bir toplum içerisinden seni aldık ve nebi resul seçtik. Ayette geçen şu ifade dikkat çekmektedir. “Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı.”

Eğer o peygamber Yahudi ve Hristiyan toplumu içerisinden olsaydı, Onda hazreti Musa ve Hazreti İsa peygambere gelen vahiylerden haberdar olurdu. Mesajı verilmektedir. Oysa o hiçbir kitap kabul etmeyen bir toplum içerisinden çıkıp Hazreti Musa ve Hazreti İsa’nın getirdikleri vahiyleri tasdik eden ve doğrulayan bir konumda olduğu görülmektedir.

7/ 157. Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Demek ki, Hazreti Musa ve Hazreti İsa’nın getirmiş olduğu vahiy orjinli dinden sapmamış olanlar, Ümmi peygamberi doğrulayıp getirdiği vahiyleri tasdik ediyorlar. Kur’an ifadesiyle, bunların da Müslüman oldukları anlaşılmaktadır.

36/5. (Kur’an) Güçlü ve üstün olan, esirgeyen (Allah’)ın indirmesidir.

Evet, bu Kur’an gökleri ve yeri yaratan Allah tarafından indirilmiş bir kitaptır. Sapmış cinlenmiş delirmiş dedikleri kişinin uydurmuş olduğu bir kitap da değildir. Onu bütün dünyada olan insanlar ve cinler toplanıp bir araya gelseler asla o kitabın benzeri, bir kitap meydana getiremezler.

17/ 88-De ki: ‘Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile bir benzerini getiremezler.’

 

36/6. Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).

Ayette geçen babaları uyarılmamış derken, onlara uyarıcı gelmemiş anlamında değil, onlara uyarıcılar peş peşe geldiği halde uyarıcıları kabul etmeyen bir kavim olduğu vurgulanmaktadır.

26/208- Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, biz hiç bir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.

 

36/7. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar.

Allah hiç kimseye zulüm yapmaz. Allah, ancak insanlara doğru ve yanlışa gidebilecek eğilimi ve sermayeyi verir, kim o sermayeyi şeytanın yolunda kullanırsa o cezayı hak etmiştir. Kim o sermayeyi gökleri ve yeri yaratan Allah adına kullanırsa o da mükâfatı hak etmiştir.

36/8. Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır.

Ayette geçen şu ifade “. Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır.”  Bu ifade mecazi bir anlatımdır. Eğer Allah onların boyunlarına gerçekten halkalar geçirmiş de onlar bu yüzden Allah’a ibadet ve kulluk yapmaktan kaçınıyorlarsa onlar ahiret hayatında bizim boyunlarımıza kalkalar geçirdiğinden dolayı bizim sana ibadet ve kulluk yapmamızı engelledin, deme hakları vardır.

43/36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

17/16. Bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

Demek ki, önde gelen makamları mevkileri yüksek olan zengin ve güçlü olduklarından dolayı kibirlenmektedirler. Dolayısı ile gelen peygamberleri yalanlamakta ve onlara zulüm yağdırdıkları için Allah onlardan dünya hayatında duyarsız hale getirmekle intikam almakta.  Bir başka ifadeyle ahiret hayatında verilecek olan cezayı hatırlatmaktadır.

7/99-(Veya) Onlar, Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.

 

36/9. Biz önlerinde bir set, arkalarında bir set çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler.

Dünya hayatında Allah’ı ve ahiret hayatını inkâr edenler, Kur’an’ın tarifi ile gözleri olduğu halde kör, kulakları olduğu halde sağır, kalpleri olduğu halde mühürlenmiştir.

 

2/171-İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.

 

50/ 22. ‘Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.’

 

36/10. Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar.

İnkâr edenler Allah’ın kendilerine yüklemiş olduğu emanet ve sorumluluğu yerine getirmeyen ve ihanet eden insanlardır. Bu sebeple Allah onları hayvanlara ve hatta hayvanlardan daha aşağıda bir konumda göstermektedir.

7/179-Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.

 

36/11. Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.

Kur’an iman eden ve salih amel işleyenlerin fotoğrafını şöyle ortaya koymaktadır.

2/2. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.
2/3. Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
2/4. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.
2/5. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.

36/12. Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önden takdim ettiklerini ve eserlerini biz yazarız. Biz her şeyi, apaçık bir kitapta tesbit edip korumuşuz.

Ölü kelimesini Kur’an, iki farklı anlamda kullanmakta olduğunu görmekteyiz. Birincisi hayati fonksiyonlarını yitirmiş anlamında kullanılan ölüdür. Bu dünya hayatına bir daha geri gelmeyecektir.

21/95. Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

İkinci anlamda kullanılan ölü ise dünya hayatında yaşadığı halde yaratılış gayesinden uzaklaşmış Allah’tan gelen peygamberleri ve getirdikleri vahiylere karşı gözleri kör kulakları sağır ve kalpleri mühürlenmiş olanlara ölü anlamını yüklemiştir.

27/80-Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara çağrıyı işittiremezsin.

 

Bu ayette geçen ölü kelimesi vahye karşı duyarsız olanlar için kullanılmıştır.

 

36/13. Sen onlara, o şehir halkının örneğini ver; hani oraya elçiler gelmişti.
36/14. Hani onlara iki (elçi) göndermiştik, fakat ikisini yalanlamışlardı. Biz de (iki elçiyi) bir üçüncüyle güçlendirdik; böylece dediler ki: ‘Şüphesiz biz, size gönderilmiş elçileriz.’

Yukarıda on üç on dördüncü ayeti beraber açıklamak istiyorum. Çünkü ikisi biri biriyle bağlantılı olan ayetlerdir. Kur’an elçileri peş peşe gönderildiğini söyleyip tekrarladığı halde bir şehre aynı zamanda iki elçiyi üçüncü elçi ile biri birlerini tasdikleyen elçiyi de bir arada gönderip onların getirdikleri dinin tutarlı çelişkisiz bir din olduğunu ispatlamak için böyle bir yöntem uygulamıştır.

36/15. Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.

36/15. Dediler ki: ‘Siz, benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsiniz, Rahman (olan Allah) da herhangi bir şey indirmiş değildir. Siz, yalnızca yalan söylüyorsunuz.’

Genelde toplumların önde gelenlerden kibir ve gurur sebebiyle Allah’tan gelen elçileri küçümseyerek siz bizim gibi bir beşersiniz diyerek onları yalanlamışlardır.

36/16. Dediler ki: ‘Rabbimiz, gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu bilir.’

Elçiler kendi getirdikleri bilgileri kendileri tarafından uydurulup söylenmediği, Allah’ın da buna şahit olduğunu bildirmektedirler. Üstelik kendileri yalancı olamadığını Allah ile kendi aralarında gönderilmiş elçiler olduğunu Allah da bildiğini söylemektedirler.

36/17. ‘Bizim üzerimizde de apaçık bir tebliğden başkası yoktur.’

Arkasından da kendilerinin vazifelerinin onları inandırmakla görevli olmadığını sadece ahiret hayatında bize uyarıcı gelmedi demesinler diye kendilerine ait olan görevi yerine getirmekle sorumlu ve yükümlü olduklarını bildirmektedirler.

36/18. Dediler ki: ‘Herhalde biz, sizlerden dolayı uğursuzluğa uğradık. Eğer (bu söylediklerinize) bir son vermeyecek olursanız, andolsun, sizi taşa tutacağız ve mutlaka bizden yana size acı bir azab dokunacaktır.’

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, gelen elçiler toplumun önde gelen müstekbir olanlar tarafından yalanlanmış, İnanan insanlar tarafından destek görmemiş peygamberler dövülmüş sürülmüş büyük çoğunluğu da öldürülmüşlerdir.

22/40. Onlar, yalnızca; ‘Rabbimiz Allah’tır’ demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlüdür, üstündür.

36/19. Dediler ki: ‘Uğursuzluğunuz, sizinledir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Hayır, siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz.’

7/131- Onlara bir iyilik geldiği zaman ‘Bu bizim için’ dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.

36/20. Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: ‘Ey kavmim, elçilere uyun’ dedi.

28/ 20. Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: ‘Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim.’

36/21. ‘Sizden ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayet bulmuş kimselerdir.’

Dünya hayatında dini kendi menfaati uğruna vahiy orijinli dinden sapan Ahiret hayatını dünyalık zevkler için unutarak bir değere karşılık satan Kur’an’ın ehli kitap diye isimlendirdiği insanlardır.

36/22. ‘Bana ne oluyor ki, beni yaratana kulluk etmeyecekmişim? Siz O’na döndürüleceksiniz.’

Bütün peygamberlerin dini satmayacaklarına dair Allah ile bir sözleşmeleri vardır. Peygamberleri destekleyen Müslümanlar da dik duruşlarını bozmadan mallarını canlarını seferber ederek dik duruşlarını bozmadan ölünceye kadar ahitlerinde durmuşlardır.

33/23. Müminlerden öyle erkek-adamlar vardır ki Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiç bir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.

36/23. ‘Ben, O’ndan başka ilahlar edinir miyim ki, Rahman (olan Allah), bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler.’

Gökleri ve yeri yaratan Allah’tır. Rızık veren odur. Öldürüp dirilten odur. Ahiret âleminde hesaba çekecek olan yine odur. O zaman söz sahibi kanun koyucu ve hüküm verici olan hak sahibi Allah olması gerekmez mi? Allah’ın resulü de haklı olarak, ben ibadet ve kulluğu ancak ona yaparım ifadesiyle kendi kimliğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.

6/162. De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.’

36/24. “İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum.”

Allah’ın resulü onların bu sorularına kaşı şöyle cevap vermektedir.” “İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum.”

Doğru yol, Allah’ın vahiylerle çerçevesini çizdiği yoldur. Onun dışında olan bütün yolların hepsi yanlış yoldur.

36/25. ‘Şüphesiz ben Rabbinize iman ettim; işte beni işitin.’

İstisnasız yaratılışta bütün insanlar yaratılışta Rabbiniz kimdir sorusuna “Rabbimiz Allah’tır” demişlerdi.

 

7/172. Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) onlar: ‘Evet (Rabbimizsin), şahid olduk’ demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.

Ama insanların büyük çoğunluğu ergenlik yaşında iblis yüklenmesi ile saparak Rabbin yolundan saparak yaratılışta verdiği sözden caymışlardır. Ayette Allah’ın resulünün inkâr edenlere ima etmek istediği mesaj odur. O Allah sizin de rabbiniz de benim de rabbimdir. Ama siz o verdiğiniz sözden caydınız. Ben ise o verdiğim sözü tuttum ve tutmaya devam ediyorum.

36/26. Ona: ‘Cennete gir’ denildi. O da: ‘Keşke benim kavmim de bir bilseydi’ dedi.

Cennete girme garantisi olan dünya hayatında, sadece nebi ve resullerdir. Ayette ifade edilen de odur. Hiçbir zaman Ne Allah ne de Allah’ın resulü hiç kimsenin cehenneme girmesini istemez. Hepsinin Allah’ın yolundan sapmadan yürüyüp Allah’ın razı olacağı, cennete girmesini arzu ederler.

3/170-Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç bir korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.

36/27. ‘Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını.’

Son nebi ve resulün kavmini Allah’ın yoluna davet edip kavminin davete icap etmemesi onu çok üzmüştü. Oysa resul onların dünya hayatında ve ahiret hayatında üzülmemeleri ve mutlu olmaları için çırpınıyordu.

9/128. Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.

36/28. Kendisinden sonra ise, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik; indirecek de değildik.

İnkar edenlere Allah sana inanmayan o kavme gökten İlahi mesajı anlamaları için yardım edecek melekleri indirmedi. Onlar dünya hayatında kör ve sağır olarak yaşadılar. Ama onlar kibir ve gururları ile Ahiret hayatında Allah’ın huzuruna aşağılanmış olarak geldiler.

36/29. (Ancak onlara) Yalnızca bir tek çığlık (yetti); anında sönüverdiler.

36/30. Yazıklar olsun kullara ki onlara bir elçi gelmeyegörsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.

Peygamberleri inkâr edenler genelde hep, önde gelen insanlardı. Onlarla alay etmeleri onları küçümsemeleri, onların mal ve servet olarak onlar gibi zengin olmamaları nedeniyledir.

18/34-(İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: “Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.”

 

36/31. Görmüyorlar mı, kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik? Onlar, bir daha kendilerine dönmüyorlar.

Kur’an içerisinde sürekli peygamberleri yalanlayan ve Allah’ın göndermiş olduğu kitapları ahiret âlemini inkâr eden insanları helak ettiğinden söz etmektedir. Helak İslam toplumlarının anladığı gibi onların dünya hayatında tabiat kuvvetleri tarafından yerle bir edilip yok olmaları anlamında değildir. Onların Allah’ın göndermiş olduğu vahiylere karşı gözleri kör, kulakları sağır ve kalplerini kendi elleri ile mühürlediği için, ilahi mesajdan nasibi kesilmiş olanlara Kur’an helak edildiğini söylemektedir.

16/61. Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

Allah demek ki cezayı ahiret hayatına bırakmaktadır. Dünya hayatında verilen cezalar ya insanlar eliyledir. Ya da doğa yasalarına kurallarına uymama sonucu insanlardan ve doğadan ceza gelmektedir.

36/32. Ancak onların hepsi, toplanmış olarak huzurumuza getirilmişlerdir.

Bütün peygamberlerin gayb ve büyük haber diye bahsettiği insanlar öldükten sonra ahiret hayatında diriltilip Allah’ın huzurunda toplanıp cehennemde ceza çekeceği bildirilmektedir. İşte dünya hayatında inkâr eden ve zulmeden insanların kabul etmeyip de vuku bulacak olan olay budur.

30/55. Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkârlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.

30/56. Kendilerine ilim ve iman verilenler ise, dediler ki: ‘Andolsun, siz Allah’ın Kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; işte bu dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyordunuz.’

30/57. Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne (Allah’tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir.

36/33. Ölü toprak kendileri için bir ayettir; biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler.

Allah ahiret âlemini inkâr eden ve ölen insanlar nasıl diriltilecekmiş sorusuna böyle cevap vermektedir.

39/21. Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin içindeki kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra kurumaya başlar, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da onu kurumuş kırıntılar kılıyor. Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır.
Allah, kurumuş ekin ve tohumların yağmur yağdığı zaman nasıl dirildiklerini insanlara örnek vererek, Ahiret hayatında insan nasıl dirilecek sorusuna bu şekilde dirileceği konusunda örnek vererek anlatmaktadır.

36/34. Biz, orada hurmalıklardan ve üzüm-bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık:

Ne yazık ki, Allah insanlar için göklerde ve yerde neler yarattığına dair örnekler vererek insanları Allah’a ibadet ve kulluğa davet etmektedir. Ama insanların büyük çoğunluğu Allah’a ibadet ve kulluk yapma yerine insanlar yaratılmış olan kendi ölümlerine bile engel olamayan yaratıklara ibadet ve kulluk yapmaktadır.

36/35. Onun ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Yine de şükretmiyorlar mı?

Allah insanlar için yaratmış olduğu tahıllar değirmende öğütülerek un yağ şeker gibi maddelerle usulüne uygun olarak harmanlayıp helva yapmayı öğretmektedir. Daha yüzlerce damak zevkini okşayan tatlı çeşitleri yapılmaktadır.  Ağaçlardan binlerce çeşit renklerden meyveler, hem farklı tat, hem de damak zevkini okşayan insanlar eliyle farklı yiyecekler üretilmesine dikkat çekmektedir.

36/36. Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.
Ayet, bir taraftan insanın kendi yaratılışına dikkat çekerken, bir taraftan da insanların görüp bildiği, hatta insanların daha bilmediği bütün şeylerin, çifter yaratıldığına dikkat çekmektedir.

51/49. Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz.

Dikkatinizi çekmek istiyorum. Göklerde ve yerde yaratılmış olan bütün varlıklar iki çift olarak yaratıldığını bundan yaklaşık bin beş yüz sene önce söylemektedir. Daha teknolojik bilgilerin gelişmediği bir dönemde bunların bilinmesi bir insan için olacak şey değildir. Bu bilgiler, ancak gökleri ve yeri bir düzen ve intizam içerisinde yaratan Allah’ın resul aracılığı ile bildirmesi ile ancak mümkün olabildiği anlaşılmalıdır. Kur’an kıssalarında geçen bir olayı aktararak olayı özetlemeye çalışalım.

20/68. ‘Korkma’ dedik. ‘Muhakkak sen üstün geleceksin.’

20/69. ‘Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.’

20/70. Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: ‘Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik’ dediler.

Kıssa, Kur’an içerisinde verilmiş olan şu üç ayet, bizlere şu mesajı vermektedir. Firavun ve büyücüler Musa’nın nebi ve resul olduğunu kabul etmemekte ısrar ediyorlardı. Sanki hz. Musa halkı kendi uydurmuş olduğu sözleri halka dikte ederek, halkı firavuna kulluk etmekten uzaklaştırıp, halkı kendisine kulluk edeceği zannına kapılıyorlardı. Oysa hz. Musa bunları kendi öngörüsü ile ortaya koymadığını ayet şöyle izah ediyor.

20/68. ‘Korkma’ dedik. ‘Muhakkak sen üstün geleceksin.’

Hazreti Musa’ya bunu söyleyen gökleri ve yeri yaratan Allah’tır. Ve konu içerisinde devam eden ayette şöyle devam etmektedir.

20/69. ‘Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.’

Konu içinde ve ayette geçen “sağ elindekini atıver” ifadesi Allah’tan almış olduğu vahyi bilgiler anlamında kullanılan bir ifadedir. Olayı şöyle özetleyecek olursak, büyük bir topluluk karşısında bir tarafta Musa ve Harun, bunlar Allah’tan almış olduğu emirlerle dünya yaşamı, kural ve prensiplerini anlatmaktadır. Bir tarafta da Firavun ve bilgin büyücüler yer almaktadır. Bunlar da dünya yaşamını kendi uydurdukları kural ve prensiplere göre düzenlemek istemektedirler. Devam eden ayet, insanlığın kendi uydurduğu beşeri sistemlerle, Allah’ın insan için, ortaya koyduğu ilahi sistem karşısında büyücüler şoke olup kendi yollarının yanlış olduğu kanaatine vararak Allah’a teslim Müslüman oldukları anlatılmaktadır.

20/70. Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: ‘Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik’ dediler.

Dikkat ederseniz büyücüler, bir taraftan insanları kendisine kul ve köle edinen firavunun ortaya koyduğu ideolojileri mukayese etmektedirler. Bir taraftan da gökleri yeri yaratan Allah’a ibadet ve kulluk yapmaya davet eden, hazreti Musa ve Harun’un getirmiş olduğu ilahi mesaj, mukayese etmektedirler. Peki, devam eden ayetlerde sonuç nereye gidiyor onu dinleyelim.

20/71. (Firavun) Dedi ki: ‘Ben size izin vermeden önce O’na inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.’

20/72. Dediler ki: ‘Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla ‘tercih edip-seçmeyiz.’ Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin.’

20/73. ‘Gerçekten biz Rabbimize iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir.’

Evet, dünya hayatında önde gelen zalimler tarafından , “Rabbim Allah’tır” dediğinden dolayı yeryüzünde öldürülmüşler sürülmüşler sürekli işkence görmüşlerdir.

2/214. Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.

Dünya hayatı, inkâr eden ve zulmedenlerle, iman eden ve salih amel işleyenlerin bir yarış pistidir.  Dünya hayatında inkâr edenler güç toplarsa mazlum olanlar üzerine zulüm yağdırırlar. İman eden ve salih amel işleyenler güç sahibi olurlarsa, mazlumlar üzerine zulüm yağdıranların zulmü ortadan kalkar. Allah hiç birine dünya hayatında özel bir yardımda bulunmamaktadır. Ama Allah, Müslüman olanların iktidar sahibi olmasını istemektedir. Allah inkâr edenlere cezasını dünya hayatında insanlar eliyle verilmesini istemektedir. Ahiret hayatında zaten Allah inkâr eden ve zulmeden kâfirlerin defterini dürüleceğini onlara azabı kendi eliyle vereceğini vaad etmektedir.

42/14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

9/52. De ki: ‘Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

Tefsirini yapmakta olduğum, Yasin suresi otuz altıncı ayette Allah, her şeyi çift yaratmıştır. Bunlardan bildiğimiz şeylerden bazı örnekler vermeye çalışalım. Erkek dişi, gece gündüz, dünya hayatı ahiret hayatı, karanlık aydınlık, iyilik kötülük, yaratan yaratılan, sapan saptıran, yol yolda yürüyen, icat eden, icadı gerçekleştiren, diye binlerce örnek verilebilir. İşte bunlardan her birinde insanlar için birer örnek vardır.

36/37. Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık karanlıkta kalıvermişlerdir.

Yasin suresi otuz yedinci ayette, “Gece de kendileri için bir ayettir.” Ayette geçen, gece kelimesi insanlar için bir ayettir. İfadesi Kur’an içerisinde ayet kelimesi iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Birisi indirilen vahyi bilgi anlamında olan ayetlerdir. Diğeri ise yaratılan kevni ayet anlamında olan ayetlerdir. Bu da şu anlama gelmektedir. Güneş bir ayettir. Sinek bir ayettir. İnsan bir ayettir. Yani kısaca evrende yaratılmış olan zerreden küreye kadar bütün varlıklar birer ayettirler. Bir başka ifadeyle mucizedir delildir burhandır beyinedir.

36/38. Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir.
Yakın bir zamana kadar genelde ilim adamlarının söylediklerine göre, güneşin sabit olduğu bilinmekteydi. Kur’an’a göre güneş hem kendi miğferi etrafında dönmekte hem de bilinmeyen bir yere doğru eceline kadar akıp gittiği bildirilmektedir.

39/5. Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneşe ve aya boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O’dur.

Allah, göklerde ve yerde olan varlıklar hakkında bilgi verip insanları aydınlatması ve Allah’ın Allah’tan başka varlıklara, ibadet ve kulluk yapılmaması için insanlar uyarılmaktadır.

36/39. Ay’a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner).
36/40. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.

Allah gökleri cisimleri direksiz olarak tutmaktadır. Düşünen aklını kullanan insanlar için bunlar birer ayettir.

10/55-Haberin olsun, göktekilerin ve yerdekilerin tümü gerçekten Allah’ındır. Haberin olsun; şüphesiz Allah’ın vadi haktır; ancak onların çoğu bilmezler.

 

36/41. Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir.

16/14-Denizi sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görürsün. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.

 

36/42. Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeyler de yarattık.

İnkâr edenler Müslüman olanlardan asla hoşlanmazlar. Onlar sadece “Rabbim Allah’tır” dediklerinden dolayı yeryüzünde sürgün edilip kovuldular.

22/40. Onlar, yalnızca; ‘Rabbimiz Allah’tır’ demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlüdür, üstündür.

Allah istiyor ki, Yeryüzünde hiç kimse hiç kimsenin din anlayışına müdahale etmeden özgürce kendilerine verilen sınav süresince özgürce yaşasınlar. Allah dünya hayatında asla insanların kararına, müdahale etmeyeceğine dair söz verdiğini bildirmektedir. Ancak inkâr edenler gelen nebi ve resulleri yalanladılar ve onlara zulüm ve işkence yağdırarak dünya hayatında inanan insanlar, özgürce iman edip güzelliklerde bulunmalarına fırsat tanımadılar. Allah da istiyor ki, kendi sözlerini dinleyen ve yaşayan Müslümanların yeryüzünde iktidar sahibi olsunlar ve yeryüzünde Allah’ın istediği gibi söyleyen ve yaşayan bir ümmet olsun. Dolayısı ile zulüm yapan ve yapmak isteyenlerin, zulümleri kursaklarında kalsın.

Dünya hayatı inkâr eden ve zulmedenlerle, iman eden ve salih amal işleyenlerin güç kuvvet olma konusunda bir yarış pistidir.  O zaman Müslüman olan insanlar, ayakta durmak ve dik duruşunu ortaya koyabilmek için mutlaka ama mutlaka güçlü olmak zorundadır. Dolayısı ile fitneye düşmemek için, inkâr edenlere karşı yenik düşmemesi gerekmektedir. Allah örnek bir resul örnek bir toplum eşliğinde Kendi dinine inanan ve yaşayan bir toplum oluşturmuş kendisinden sonra gelecek kuşaklara Allah’ın dini ütopya olmadığı anlaşılsın. Anlaşılsın ki, Allah’ın istediği din bir toplum halinde yaşana bilirliği görülmüş olsun.

2/143. Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta (vasat) bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

Allah Kur’an gibi çelişkisiz bir kitapla Kur’an’a uyan toplumlarla, Kur’an’a uymayan toplumları net bir şekilde ayırmış olsun. Masal ve hikâye şekline dönüştürmeden kendi sistemi içinde doğru yaşanılması gereken dini kıssalar halinde anlatarak bilgi sunmuştur. Kur’an bir taraftan gerçek bir haber olarak kendisinden sonraki gelecek kuşaklara bir taraftan ezberlenip bir taraftan da yazılarak bozulmadan korunmuş bir kitap olarak beklemektedir.

15/9. Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.

Kur’an inişi ile birlikte bu taraftan deriler ve kâğıtlar üzerine yazılarak, bir taraftan da ezberlenerek bozulmadan günümüze kadar gelmiş kıyamete kadar da bozulmadan korunacaktır.

25/4. İnkârcılar dediler ki: ‘Bu (Kur’an) olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.’ Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.

25/5. Ve dediler ki: ‘Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.’

Evet, ayetler son nebi ve resulün kalbine iner inmez ve resulün ağzından çıkar çıkmaz vahiy kâtipleri de onu yazıyordu. Bir kısım Müslümanlar da onu ezberliyorlardı. O tarihten bu tarafa Kur’an yazılmış kitap haline getirilmiş her yıl ezber orduları ile yazılmış olan kitaptan ezberlerin uyumlu olup olmadığı testten geçiriliyordu. Şu kulaklara küpe olmalıdır. Allah Kur’an’ı biz koruduk ifadesi kullanırken Allah insan eliyle Kur’an’ı korumuştur. Bu ifade Kur’an ayetlerini anlama konusunda inanan insanlara iyi yönde bir katkı sağlayacağı kanaatindeyim.

8/17. Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
8/60. Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size ‘eksiksiz olarak ödenir’ ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

Yukarıda, örnek olarak vermiş olduğum ayetler Müslüman olanların hep güçlü ve onurlu olmalarını destekleyen ayetlerdir. Bu gün dünya üzerinde güç ve kuvvet haline gelmiş kâfirler, halkı bölüp parçalayarak zayıflatıp köleleştirmektedirler. Ama Müslüman olanlar iş başına geçtiklerinde hiç kimse hiç kimsenin din anlayışına müdahale etmeden herkesi kendi inancı ile baş başa bırakarak yoksul ve mazlum olanları ellerinden alınmış rızıklarını tekrar onlara iade etmek için Allah Müslüman olanların güç ve kuvvet haline gelmelerini, istemektedir.

17/59. Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud’a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.

Ayet çok geniş bir yelpazede ve geniş açıklamaya ihtiyacı var. Ama biz sadece konumuzu ilgilendiren bölümüne vurgu yapmak için ait olan yeri açıklamakla yetineceğiz inşallah. “Oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.” Bu bölümde kast edilen ayet kelimesi güç ve otorite olmayı temsil etmek için kullanılmaktadır.

Eğer Müslüman olanlar güç ve kuvvet haline gelirse, yeryüzünde adaleti tesis etmek hak ve hukuku ait olduğu yere koymak, Mazlum olanlara yapılan zulmü ortadan kaldırmak ve zalim olanlara caydırıcı güç kullanmak için ayetleri göndeririz mesajı verilmektedir.

36/43. Dilesek onları suda boğarız. O zaman ne onların imdadına koşan olur, ne de onlar kurtarılırlar.

Geçmişte yaşayan ümmetler için, sizin dedeleriniz ebeleriniz nerde. Onlar Tatlı olan şu dünya hayatından gitmek isterler miydi? Allah onlar ne kadar zengin güçlü olduğunu söyleseler de, ecelleri gelince öldürdü. Buna itirazı olan var mı? Siz de eceliniz gelince öleceksiniz.  Ve ahiret hayatında size hiçbir insan yardım edemeyecek.

16/36- Andolsun, biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.

Dünya hayatında İnkâr eden ve zulmedenleri veli edinen onların peşine takılanlar aldanmışlardır. Ancak, Allah’ın göndermiş olduğu nebi ve resullerin getirmiş olduğu vahye uygun yaşayan, insanlar ahiret hayatında pişman olmayacaklardır.

 

43/ 38. Sonunda bize geldiği zaman, der ki: ‘Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen).’

43/39. (Bu söylenmeleriniz,) Bugün size kesin olarak bir yarar sağlamaz. Çünkü zulmettiniz. Şüphesiz azabta da ortaksınız.

2/ 2. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.

2/3. Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.

2/4. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.

2/5. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.

36/44. Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandırmamız müstesnadır.

Dünya hayatında Allah inanan ve inanmayan diye ayırt etmeden herkese çalıştığının karşılığını tastamam vermektedir. Bu dünya hayatında onun yararlanmasıdır. Ahiret hayatında ise Allah sadece İman eden ve salih amel işleyenlere merhamet edecektir. Allah, İnkâr eden ahiret hayatını kabul etmediklerinden dolayı onların rızıklarını kesmediği gibi,  Müslüman olan insanlar inkâr edenlere özeneceklerini bilmeseydim onlara dünya hayatının konforunu daha da yükseltirdim mesajını vermektedir.

43/ 33. Eğer insanlar (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahman’ı (Allah’ı) inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık.

43/34. Evlerine kapılar ve üzerinde yaslanıp-dayanacakları koltuklar,

43/35. Ve (daha nice) çekici-süsler (de verirdik). Bütün bunlar, yalnızca dünya hayatının metaıdır. Ahiret ise, Rabbinin katında muttakiler içindir.

36/45. Onlara yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işlerde Allah’tan korkun; umulur ki size merhamet olunur denildiğinde (aldırmazlar).

İnsan, dünya hayatında, yapmış olduğu her kötülüğün farkında ve şuurundadır. Eğer insan evreni ve kendisini yaratan Allah’ı bilip yapmış olduğu kötülükleri, bir gün gelip hesaba çekeceğini bilirse o kendisini düzeltirse Allah da ona doğru yolu gösterir. Kötülüğü kendisine alışkanlık haline getiren kimseler, nefsini ve şeytanı ilah haline getirmiş olan insanlardır. O alışkanlıklar onları öyle tutkulu hale getirir ki, Sanki yaptıkları kendilerine dosdoğru yolda olduğunu zannetmeye başlarlar. O zaman o insan kendisini değiştirmek istese de kolay kolay değiştirmeye takati gücü kalmaz.

43/ 36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.

36/46. Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyedursun, ille de ondan yüz çevirmişlerdir.

36/47. Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.

Allah elbette dileseydi hiç kimseyi ihtiyaç sahibi yapmazdı. Allah’ın hazinesi geniştir. Ama Allah herkesi aynı güçte aynı zenginlikte aynı cinsiyette yaratmış olduğunu düşünürsek yeryüzünde sosyalleşme olmaz insanlık durağan bir hal alırdı. O zaman imtihan diye bir şey de olmazdı.

O zaman diyebiliriz ki yeryüzü Allah’ın adalet dağıttığı yer değil, Yeryüzü, adaleti, farklı yetene farklı cinsiyet ve farklı zenginlikler içerisinde olan toplulukların bulunmuş olduğu yerdir. Allah yeryüzünde adaletli davranmayı insanlara emanet ettiği yerin adıdır. Allah, deneme ve sınavdan geçen insanlara ahiret âleminde hiçbir kimsenin emeğini zayi etmeden hak edene hak ettiği kadar haksızlık yapmadan verecektir.

17/71- Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve bir ‘hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar.

 

Dünya hayatında insanlar tek düze yaratılmış olsalardı onlar da melekler gibi kendilerine kodlanmış olan bilgiler dışına çıkamaz ve çıkma imkânları da olmazdı. Ama insan iki seçenekli bir varlık olarak sınava tabi tutulmaktadırlar.

 

7/ 20. Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.’

36/48. Onlar: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecektir? Derler.

İnkâr eden ve zulmeden kâfirler, dünya hayatının bir oyun eğlence zannetmektedirler. Oysa dünya hayatı düşünen insanlar için bir sınav ve denenme salonudur. İnsanlar ahiret hayatında tekrar diriltilip hesaba çekilmek üzere diriltileceklerdir. Gelen nebiler ve resuller inkâr edenlere, ahiret azabı ile uyarı verince, alaylı bir şekilde tehdit ettiğin azabın gerçekleşeceği zamanı sormaktadırlar. Allah da onların inanmadıklarını ne deyip ne demediklerini şu ayetlerle açıklamaktadır.

23/ 35. ‘O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı vadediyor?’

23/36. ‘Heyhat, size vadedilen şeye heyhat…’

23/37. ‘O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.’

36/49. Onlar, yalnızca tek bir çığlıktan başkasını gözetmezler, onlar birbirleriyle çekişip-dururken o kendilerini yakalayıverir.

Dünya hayatı bir an ahiret hayatı ise sürekli ve ebedidir. İnkâr edenler ahiret hayatında konuşturulur. Dünya hayatında ne kadar kaldıkları sorulduğunda hep şu cevabı vermişlerdir. Bir gün veya bir günden az, bir saat veya bir saatten az olarak söylemişlerdir.

18/19- Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: ‘Ne kadar kaldınız?’ Dediler ki: ‘Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.’ Dediler ki: ‘Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.’

2/259- Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: ‘Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?’ Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: ‘Ne kadar kaldın?’ O: ‘Bir gün veya bir günden az kaldım’ dedi. (Allah ona:) ‘Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?’ dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: ‘(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.’

36/50. Artık ne bir tavsiyede bulunmağa güç yetirebilirler, ne ailelerine dönebilirler.

Ölüm her insanın başına öyle ya da böyle bir gün gelip çatacaktır. İnsan nerde ne zaman öleceğini bilmez. Kendi aralarından annesi babası, kardeşleri yakınlarının hiç ummadıkları bir anda kaybolup gittiğine şahit oldukları halde, kendilerine hiç ölüm gelmeyecekmiş gibi tutum ve tavır sergilemektedirler.

31/ 34. Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.

36/51. Sur’a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler.

İşte Allah’ın vadettiği Allah ile kavuşma anı budur. İnsanlar nerede ölürse ölsün ister denizde, ister dağ başında isterse uzayda ölsünler mutlaka ama mutlaka diriltilip Allah’ın huzurunda toplanacaklardır. Bu Allah’ın kesin bir vaadidir Allah vadinden asla dönmez.

36/52. Demişlerdir ki: ‘Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahmanın vadettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş’.

Evet, inkâr eden ve zulmedenler, ahiret hayatında, üzerindeki örtü kaldırılıp görmeyen gözler görür hale gelecek. İşitmeyen kulaklar işitir hale gelecek. Hissetmeyen kalpler de hisseder hale gelecektir.

50/ 20. Sur’a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.

50/ 21. (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.

50/ 22. ‘Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.’

50/ 23. Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: ‘İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.’

50/ 24. Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,

Ama ne fayda, artık olan olmuştur. İnanmadıkları ahiret hayatı gelip çatmış ebedi cehennemde azap için hazır hale gelmişlerdir. Ey insanlar siz siz olun, asla pişman olacağınız yanlışları yapmaktan uzak durun. Gelmez deyip durduğunuz ölüm gelip çatınca asla kurtuluş imkânı olmayan bir cehennemle karşı karşıya kalacağımızı unutmayalım.

36/53. Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.

O müthiş ses sura üfürülen sestir. Bir ayette şöyle ifade edilmektedir.

36/51. Sur’a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler.

36/52. Demişlerdir ki: ‘Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahmanın va’dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş’.

36/54. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız.

Dünya hayatı bir hasadı ekme yeriydi. Ahiret hayatı ise ekilen hasadın biçilme veya kaldırılma yeridir. Ayette ifade edildiği gibi kim ne ekmişse onun karşılığını misli ile eksiksiz olarak alacaktır. Allah kimseye zulmetmez ancak insanlar kendi kendilerine zulmederler. Allah din gününün malikidir derken, Allah elbette dünya hayatının da malikidir. Ama dünya hayatında yetki ve sorumluluğu insanlara emanet etmiştir.

Allah kimseyi saptırmaz. Allah kimseyi hidayete erdirmez. Allah kimseyi cennete ve cehenneme de atmaz. Allah insanlara bu sermayeyi insanların önüne koyar. Sapmak isteyene saptırdım hidayete gelmek ve bağışlanmak isteyenlere bağışladım. Cennete ve cehenneme gitmek isteyenleri de mükâfat ve cezalandırdım ifadesi kullanır.

Kur’an ayetlerde de belirtildiği gibi inkâr eden ve zulmedenlerin akıbetlerini böyle fotoğraflamaktadır. Şimdi de iman eden ve salih amel işleyenlerin fotoğrafını ortaya koymaktadır.

36/55. O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler.

Cennette sefa sürebilmek için dünya hayatında Allah’ın yap dediğini yapmak, yapma dediğinden de kaçınmak gerekir. Bir başka ifadeyle, yasak ağaçtan uzaklaşmak yememek ve içmemektir. helal ağaçtan yemek içmektir.  İşte bu tip insanlar cennet nimetleri içinde ağırlanacaklardır.

36/56. Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulurlar.

Dünya hayatında kadın ve erkek rolünde oynayan ve iman eden ve salih amel işleyen Müslüman erkek ve Müslüman kadınların konumundan bahsedilmektedir. Ama Allah yeni bir yaratılışla onları yaratıp orada her ikisine de cennette yiyeceklerden içeceklerden her şey verildiği gibi, ahiret yaratması olan hurilerden de her ikisine eşler verilecektir.

36/57. Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir.

36/58. Onlara merhametli Rab’ın söylediği selam vardır.

Ahiret hayatında soruyorum size, İnkâr eden ve zulmedenlerin karşılaştıkları sonuç mu daha iyidir? Yoksa iman eden ve salih amel işleyen Müslüman olanların karşılaştıkları sonuç mu daha iyidir? Elbette düşünen aklını kullanan insanlar için iman eden ve salih amel işleyen Müslümanım diyenlerin karşılaştıkları sonuç daha iyidir.

36/59. ‘Ey suçlu-günahkârlar, bugün siz bir yana çekilin.’

Bu olay Araf suresinde şöyle anlatılmaktadır.

7/40. Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkârları işte böyle cezalandırırız.

7/41. Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız.

7/42. İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.

36/60. “Ey Âdemoğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır” demedim mi?

Allah her insanın öz içerisine toplum dilinde vicdan psikoloji dilinde üst ben Kur’an dilende takva olarak zikredilen bu ses, insana şeytan her vesvese verdiğinde yanlış yaptın diye uyarı bir ses gelmektedir. Bu da yetmedi gelen nebi ve resullerle, insanların nerde doğru nerede yanlış yaptıkları, net bir şekilde anlatılmıştır.

36/61. “Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur” demedim mi?

Allah İnsanlara hem rızkını vermekte hem onu yaşatıp zamanı zemini gelince de öldürmektedir. Hak Allah’ın olduğu halde İnkâr eden ve zulmedenler Allah’a ait olan hakkı kullara veya yaratılmış olan varlıklara vererek Allah’a ortaklar koşmaktadırlar. İnsanları saptıran insanlar içerisinden tercihini iblisin teklifleri yönünde kullanıp şeytanlaşan insanlar,  Allah’ın yolundan alı koymaktadır.

36/62. Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?

İnsan saparsa bilerek sapmaktadır. İnsan hidayete gelirse bilerek hidayete gelmektedir. İnsan kendisi istemedikçe, bütün dünya hayatındaki insanlar toplanıp bir araya gelseler. Onu ne saptıra bilirler ne de hidayete getirebilirler.

50/23. Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: ‘İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.’

50/24. Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,
50/25. Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
50/26. Ki o, Allah’la beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın.
50/27. Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: ‘Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırmadım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.’
50/28. (Allah buyurur:) ‘Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.’
50/29. ‘Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.’
50/30. O gün cehenneme diyeceğiz: ‘Doldun mu?’ O da: ‘Daha fazlası var mı?’ diyecek.

36/63. İşte, bu size vadedilen cehennemdir.

İnkâr ettiğiniz cehennem hayatı işte hırçınlaşıp kudurmuş yapmış olduğunuz inkâr ve zulümlerin bedelini size tattırmak için hazır bekletilmektedir.

36/64. İnkârınız sebebiyle bugün oraya girin!

36/65. O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.

Dünya hayatında kibirlenen gururlanan astığım astık kestiğim kestik diyen insanlar böbürlenmişlerdi. Ama ahiret hayatına gelince onlar Allah’ın huzurunda toplanıp sesler kısılmış söz söyleyecek dermanları kalmamıştır. Artık kendilerine gelecek azabı korkuyla beklemektedirler.

36/66. Dilesek onların gözlerini büsbütün kör ederdik. O zaman doğru yolu bulmaya koşuşurlar, ama nasıl göreceklerdi?

Allah dünya hayatında onlara gören göz işiten kulak hisseden bir kalp vermişti. Ama onlar Allah’ın vermiş olduğu bu paha biçilmez nimetleri inkâr edip zulmetmek için kullandılar.

36/67. Eğer dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik de ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi ne de geri gelmeye!

Allah dileseydi, onlara ne adım atacak ayak ne hareket edecek kollar ne yatıp keyif alacak beden verirdi. Ama ne yazık ki insan bu Allah’ın vermiş olduğu nimetlere şükredip teşekkür etmesi yerine inkâr etti ve nankörlerden oldu.

36/68. Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?

Önemli olan, insanların dünya hayatında uzun bir ömür sürmeleri değil, kendilerine verilen zaman dilimi içerisinde Allah’a ibadet ve kullukta kusur etmeden yaşamaya çalışmaktır. Ahiret hayatında Allah senin iman ve güzel amellerinden hoşnut olacaktır.

20/109. O gün, Rahmanın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.

Ahiret hayatında ne şeyhler ne efendiler ne âlimler ne şehitler ne çocuklar ne analar ne babalar ne peygamberler hatta Allah da insanlara şefaat etmeyecektir. Dünya hayatında kim Allah’ın inan dediği şekilde iman eder ve imanının gereği gibi salih amel işlerse onun ahiret hayatında şefaatçisi kendi amelleri olacaktır. Eğer Allah ahiret hayatında şefaat etmiş olsaydı torpil olurdu. Allah’ın şefaati dünya hayatındadır.

36/69. Biz ona (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.

Hakka suresinde geçen bir kaç ayeti konu ile ilgili olduğu için aktarmak istiyorum.

69/40. Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.
69/41. O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?
69/42. Bir kâhinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?
69/43. Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

36/70. Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye.

Kur’an ölü ve diri kelimelerini iki farklı anlamlarda kullanmıştır. Ölü kelimesini hayat fonksiyonları kaybolmuş olanlara ölü ifadesi kullanmaktadır. Bir de vahye karşı gözleri kör, kulakları sağır kalplerini de kendi elleri ile mühürlemiş olan insanlara ölü ifadesi kullanmaktadır. Biz bu kullanılan kelimelerin hangi anlamda kullanıldığını, Kur’an bütünlüğü içerisinde geçen ilgili ayetlerden anlayabiliyoruz.

2/259. Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: ‘Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?’ Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: ‘Ne kadar kaldın?’ O: ‘Bir gün veya bir günden az kaldım’ dedi. (Allah ona:) ‘Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?’ dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: ‘(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.’

Ayet geniş bir yelpazede ele alınması gerekiyor. Ancak biz konumuz ile ilgili geçen bölümde ölü kelimesine hangi anlamı yüklediğini açıklamakla yetineceğiz.

Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: ‘Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?’ Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: ‘Ne kadar kaldın?’ O: ‘Bir gün veya bir günden az kaldım’ dedi.” Ayetin bu bölümünde ahiret hayatına inanmayan deist ve ateistin fotoğrafını ortaya koymaktadır.  Kur’an dünya hayatında inkâr eden bir kişi, yüz yıl yaşadığı halde onu ölü olarak nitelemektedir. Dirilme olayı dünya hayatında değil, ahiret hayatında olacaktır.

21/95. Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.
Kur’an dünya hayatında ölüp dirilme olayının olmayacağını defalarca söylemekte ve anlatmaktadır. Eğer İsa ölüleri diriltiyorsa hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan ölü değil, vahye karşı duyarlılığını yitirmiş olan ölülerdir. Eğer İnek parçası vurmakla ölü diriliyorsa bu hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan ölü değil vahye karşı duyarlılığını kaybetmiş olan ölüdür.

Eğer İbrahim peygamber kuşları alıştırıp ayrı ayrı dağlara koyunca çağırdığı zaman dirilen kuşlar hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan kuşlar değil duyarsız hayvanların alıştırılarak duyarlı hale gelme anlamında dirilen ölülerdir. Bunları Allah ömür verirse sure ve konular geldikçe, geniş geniş izah edeceğiz inşallah.

Açıklamakta olduğumuz ayette, “(Kur’an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kâfirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir).

Allah resulüne diyor ki, o inkâr eden kâfirlere, sen bu Kur’an’ı dinletemezsin çünkü onlar nasıl mezardaki insanlara işittiremezsen onlara da işittiremezsin. Sen ancak seni dört kulağı ile dinleyen duyarlı ve arınmak için çaba gösteren muttaki olan insanlar dinler. Mesajı verilmektedir.  Ama ne yazık ki günümüzde kendilerini Müslüman sanan toplumlar Kur’an’ı ölüler arkasından okumayı örf adet haline getirmişlerdir. Kur’an ölülere değil dirileri uyarıp korkutmak için indirilmiş bir kitaptır.

36/71. Görmüyorlar mı ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır.

Allah, göklerde ve yerde olan bütün varlıkları insanoğlunun emrine amade kılmıştır. Meleklerin Âdem’e secdesi de bu anlamdadır.

 

2/29. Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.

36/72. Bu hayvanları onların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler.

Allah insanlar için, etinden sütünden derisinden gübresinden yararlanmak için hayvanlar yarattığı gibi, aynı zamanda binmek için develerden eşeklerden katırlarda atlardan da söz etmektedir. Bunlar hep Allah’ın insanlar için şükredecek nimetlerdendir. Ama ne yazık ki insanların büyük çoğunluğu nankör olanlardır.

36/73. Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?

36/74. Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah’tan başka ilâhlar edindiler.

İnsanlar nimetleri veren Allah’a değil, dünya hayatında nimetleri Allah’tan alıp, insanların mallarını mülklerini gasp eden insanlara ibadet ve kulluk yapmaktadırlar.

36/75. Hâlbuki ilâhların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerlerdir.

Oysa Allah’a ortak koştukları ilahların kendi kendilerine bile yetecek yararları yoktur. Allah akan suları durdursa bahçelerini kurutsa onlar rızıklarını nereden temin edebilecekler? Kendi ölümlerini bile engelleyemeyen insanları ilah edinip nasıl onlara ibadet ve kulluk yapıyorlar. Akılını kullanan insanların üzerine Allah pislik yağdırırız demektedir.

10/100-Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkânı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.

 

36/76. (Resulüm!) O halde onların sözleri sakın seni üzmesin. Kuşkusuz biz, onların gizlemekte olduklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz.

İnkâr eden ve toplumların önde gelenleri, “Rabbim Allah’tır” diyenlere sürekli zulüm yapmışlar ve yerinden yurdundan sürgün edip çıkarmışlardır. Ama Allah dünya hayatında onlara yaptıkları zulümlerden dolayı müdahale etmeyeceğini, Ancak Müslüman olanlar güç ve kuvvet haline gelirse Allah Müslüman olanlar eliyle azabını onlara dokunduracağından söz etmektedir.

9/52. De ki: ‘Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.

Evet, Allah ahiret hayatında kendi eliyle inkâr eden ve zulmeden kâfirlerin işlerini bitirecektir.

36/77. İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş.

İnsan bir damla sudan yaratıldığı halde kendi yaratılışına bakmadan haşa kendini yaratan Allah’a kafa tutmakta, kendi nefsani arzuları doğrultusunda insanları kışkırtmaktadır.

36/78. Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diyor.

36/79. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.

İnsanları yoktan var eden Allah elbette çürümüş erimiş kemikleri de bir araya getirip tekrar diriltmeye güç yetirendir. Kur’an ahiret hayatında dirilmeyi inkâr edenlere Müşrik ifadesi kullanmaktadır. Günümüz toplumlarında bunlardan bir gurup ateistlerdir. Diğer bir gurup ise deist olanlardır. Her birine ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.

2/28. Nasıl oluyor da Allah’ı inkâr ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O’na döndürüleceksiniz.
Ateist olanlar, hem Allah’ın var ve bir olduğunu kabul etmezler. Dolayısı ile Allah’a inanmayan onun göndermiş olduğu peygamberlere kitaplara, Cibril’e de inanmazlar.  Ahiret hayatını da kabul etmezler. İkinci müşrik olan topluluk ise, deist olanlardır. Bunlar Allah’ın var ve bir olduğunu kabul ederler. Ancak Allah’ın rab olduğunu kabul etmezler.

39/38. Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye soracak olsan, elbette ‘Allah’ diyecekler. De ki: ‘Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, rahmetini tutup-önleyebilecekler mi’ De ki: ‘Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O’na tevekkül etsinler.’

43/87. Andolsun, onlara: ‘Kendilerini kim yarattı?’ diye soracak olsan, elbette: ‘Allah’ diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?

Evet deist olanlar, Allah gökleri ve yeri yaratan onlara bir düzen içerisinde biçim verendir demektedirler. Bizi de yaratan odur. Ama Allah bizim dünya hayatında nerde nasıl davranacağımızı bildirip bize kılavuz olarak kitaplar ve peygamberler göndermez. Ahiret hayatı diye bir şey de yoktur. Diyerek Allah’ın İlah ve Rab olduğunu kabul etmemektedirler. Allah, ise Allah’ı inkâr edenlerle Allah’ı kabul edip Allah’ın Rap olduğunu kabul etmeyenleri aynı kefeye yerleştirmektedir. Allah’ın varlığını kabul etmek, Allah’ın rabliğini kabul etmedikten sonra hiçbir anlam ve önemi yoktur.

Bunlar dünya dolusu hazineleri olup insanlara yedirip içirseler Allah bunların yapmış oldukları bu infakları iman etmedikten sonra kabul etmeyecektir.

2/264. Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.

İman ile salih ameli ayıranlar, Kur’an’a muhalefet etmektedirler. İmansız güzel bir amel Allah katında hiçbir anlam taşımadığı gibi, güzel amelsiz iman da Allah katında hiçbir anlam ve önem taşımamaktadır. Ancak İman ile güzel amel ikisi bir arada bulunursa Allah katında hüsnü kabul görecek olan odur.

36/80. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O’dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz.

İnsanlar kibrit ve çakmağın olmadığı dönemlerde Kurumuş olan odun parçalarını birbirlerine sürterek ısındırıp ateş yakıyorlardı. Ayet ondan söz etmektedir.

36/81. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.

Ayet, ölen insanlar ahiret hayatında yeni bir yaratılışla yaratılıp diriltileceğini inkâr eden kâfirlere Allah böyle cevap vermektedir. Sizi hiç yoktan var eden bir damla pis bir sudan sizi yaratan Allah sizin benzerinizi çürümüş kemikleri bir araya getirip yaratmaya kadir değil mi? Sorusunu sorarak bizleri düşünmeye tefekkür etmeye davet etmektedir. Yine o inkâr edenlere gökleri ve yeri evrende canlı cansız uçsuz bucaksız evreni Allah yaratmıştır. Allah bunların bir benzerini tekrar yaratmaya kadirdir. Bir ev inşa eden bir mimar, yeni bir ev inşa edeceği zaman onun aynısını inşa edebilecek güç ve yeteneği var demektir. Hatta daha güzelini inşa ederek bunu başarabilmektedir. Allah da yaratmış olduğu evreni tekrar yaratmaya kadirdir.

36/82. Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı “Ol” demekten ibarettir. Hemen oluverir.

Allah’a göre zaman yoktur. Zaman kâinatı yaratması ile birlikte ortaya çıkmıştır. Bu sebeple Allah zamana mahkûm değil yaratılan zaman Allah’a mahkûmdur. Bazıları çıkmış Allah insanın nasıl bir amel işleyeceğini bilmez demişlerdir. Bu Allah’a büyük bir iftiradır. Allah’a göre geçmiş ve gelecek diye bir şey yoktur. Bir insan ameli işlemeden Allah onu bilmez demeleri Allah’a büyük bir iftiradır. Bu konu üzerinde biraz durmak istiyorum.

57/2. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye güç yetirendir.

57/3. O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.

57/4. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir.

2/284. Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, her şeye güç yetirendir.
Ayette geçen şu ifade dikkat çekicidir. “İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker.” Yani insan yapmak istediği bir kötülüğü yapıp ortaya çıksa da Allah onu o suçundan dolayı onu hesaba çekecektir. Eğer insan bir kötülüğü yapmaya karar verip herhangi bir nedenle o yapacak olduğu kötülüğü yapamazsa da aynen kötülüğü yapmış gibi hesaba çekilecektir mesajı verilmektedir. Gerçekten insanların işlemeden önceki amelini Allah bilmezse mutlaka ama mutlaka onu belgeleyen bir ayet olması gerekirdi. Hayır Allah’ın bilmediği hiçbir şey yoktur.

36/83. Her şeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Siz O’na döndürüleceksiniz

Göklerde ve yerde yaratılmış olan bütün varlıklar Allah’ın mülküdür. İnsanların dışında olan bütün varlıklar istisnasız onu tespih etmektedir. Müslüman olanlar da onu tespih etmektedir. Ancak insanların büyük çoğunluğu kâfir ve nankör olduğu için tespih etmemektedirler.

22/ 18. Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.

Burada Yasin suresini bitirirken sürçü lisan ettiysek af ola. Doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir. Benim anlattıklarım Kur’an değil, Kur’an ayetlerinden anladıklarımın bir yorumudur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.